Ne yaptığımı bilmeden deliler gibi, zaman öldürüyordum, öyle büyük bir acı yaşıyordum ki dokunduğum her şey yok oluyordu sanki.. Bitiktim bitkindim. Mecalsiz kalmışlığım resmen pik yapmıştı, o kadar duygusal gerilimi bir anda yüreğime boca edince kalkamamıştım altından.
Acımı dindirmem gerekiyordu, bişeyler yapmalıydım. Ne yapacağımı ise hiç bilmiyordum, yaşadığım hiçbir şeyden zevk almıyordum ki, ne yapabilirdim böyle bir durumda. Günler bu ağrılarla geçerken, ben bu yangınımı söndürecek bir uğraş peşine düştüm.
Hiçbir amacım yoktu, tek düşüncem beni yangınlar içinde bırakan bu acıyı dindirmekti, sonra sen çıktın karşıma, bir merhaba ile tanıştık, fikren hiçbir manası olmayan bir merhaba, acımı dindirmeye yetecek kadar koca bir merhaba …
Süslü cümleler kurup bu bencil merhaba’mı anlamlandırmak istemiyorum. Acımı dindirmeye yarayacağına inandığım gerisini hiç düşünmediğim bir merhabaydı. Evet o kadardı.
Zangır zangır ağıtların ağlamaların kayboluşların yalvarışların yıkılışların sancıların dinmesine dinlenmesine yarayacak bir merhaba. Kullanacaktım belki, sonra seni hiç tanımamış gibi yapıp o sahte duygularımla çekip gidecektim. Yapabilirdim bunu, zihnen bu aşağılık davranışı sergileyebilecek yaştaydım ve psikolojim gayet müsaitti buna.
Sonra o merhaba, aşağılık ve bencil fikirlerimi değiştirmeye başladı. Seninle iletişimi arttırdıkça bu sahte merhaba’nın peşinde koşmanın çok alçakça olduğunu düşünmeye başladım. Acılarım ağıtlarım yangılarım yangınlarım giderek azalıyordu. Ve ben hala seninle merhabalaşıyordum. Tek fark; artık merhabalarımın bir anlamı bir manası vardı. Bencilce acılarımı dindiren bir merhaba’yı çoktan aşmış merhabalardı sonrası. Senden doğaüstü bir güçle bişeyler öğrenmeye başladığımı hissettim. Utanıyordum ama sen bunun farkında değildin. Çünkü ben çok bencilce bir merhaba ile karşındaydım, duygularım düşüncelerim bambaşkaydı, alçakça seni; acılarımı dindirmek için kullanmaya yeltenmiştim. Özür dilerim…
Sen merhaba dedikçe ben hayata dair bir şeyler öğrenmeye devam ettim, çok şey öğrettin bana, seninle konuştukça seni tanıdıkça, o merhaba’nın ne kadar kıymetli olduğunu anladım. Şükrettim o merhaba’ya … Bencil, amacı olmayan o merhaba’ya şükrettim. Bana merhaba dediğin için sana teşekkür ederim..
Giderek, iletişim boyutları artmaya başladı, merhaba üzerine nasılsın’ı, nasılsın üzerine yarın ne yapıyorsun’u, yarın ne yapıyorsun üzerine sana duyulan hoşlantı’yı giydi. Senden hoşlanmaya başlamıştım, ama bunu sana söylemek öyle kolay bir mevzuu değildi. Dertlerimi dinleyip bana öyle güzel şeyler öğretiyordun ki, öyle güzel dost olmuştun ki bana, utanıyordum sana duygularımı söylemekten. İçime atıyordum sana duyduğum hoşlantılarımı, bir müddet sonra içime sığmaz oldular.
Sabırsız adamın tekiyim zaten, hele ki içime sığmayan bir duygu olduğunda çok daha sabırsızım pisss ben (!) bir müddet sonra sende biliyordun artık senden hoşlandığımı.. Ama şekerdim! senden hoşlanacak kadar şekerdim işte, sen elmalı şekerdin, ben yer elması şekerdim. Yani bir gecikmişlik söz konusuydu.. Lanet olsun diyordum, niye ben yer elmasıyım…
Günler günleri kovaladı, beni görüşmeye zorladın, o gün o kadar kötü bir görüntüm vardı ki açıkcası seninle görüşmek istemedim. Sakallarım vardı ayağımda sandalet vardı, iğrenç hissediyordum kendimi, yine de kıramadım seni. Bir cafe’de seni bekliyordum. Gelip geçenlere bakıyor, bu olmasın, hayır ne olur bu olmasın, hayır hayır bu hiç olmasın tarzında bir papatya falına bürünüyordum.
Sonra; bu mu? yok be bu değildir. Buraya doğru geliyor, yok yok bu değildir, ee buraya doğru geliyor, ne olur bu olsun ne olur Tanrım bu olsun.. yüzsüzlüğüne büründüm. Ve evet Tanrı bir kerecikte olsa duymuştu sesimi..
Velhasıl yer elmalığımız kalmadı, artık elmaydık hemde sen bir yarısı, ben öteki yarısı …
Dünya’nın en keyifli, en neşeli, en havalı adamı kesildim birden. Ayaklarımı yerden kesiyordun ne de olsa, pembe gözlüklerim gözlerimde, bir elimde cımbız bir elimde ayna umurumda mı ki bu dünya babında …
Tanrı duymuştu sesimi duymasına ama bu kadar çabuk kulaklarını bana tıkayacağını düşünmemiştim. bir şeyler oluyordu, ellerimde tutamadığım, görmediğim, anlamlandıramadığım, bilmediğim bişeyler oluyordu, sen giderek benden uzaklaşıyordun.
Telefonlar geliyordu, tehditler, ardına acılar, sana zarar gelmemesi için, hep sustum, hep ezildim, hep karton üzerinde yatan o gariban oldum, ağladım, zır zır ağladım. Rezil oldum, kimseyle paylaşamadım, kimseye anlatamadım, eridim, yok oldum, bittim, durduramıyordum zamanı, sen yavaşça usulca gidiyordun benden, sonra hepten gittin..!
Yazarken bile yürek acısı, hatırlayınca ömür törpüsü, uyanmak dahi istemediğim, zaten doğru dürüst uyuyamadığım, kahrolası günlerdi … Kahrolası günler … (eminim senin içinde öyleydi)
O zamanlar bana insan üstü bir güven duygun vardı, hissedebildiğim efsane bir aşk vardı yüreğinde, önemliydim senin için, çok önemliydim.. Fikirlerimi alırdın bana gülerdin, sıkıldığında ilk bana ulaşırdın, gülüşlerin benim içindi, beni düşündüğünde somurtuk yüzün hafifte olsa gülümserdi.. Kaybetmekten korkardın beni, heyecanlanırdın, ışıl ışıl bakardın gözlerime, gözlerinde dünya’yı gördüğün adamdım, bendim o..
Kötü günler, kötü günleri kovaladı, biz hep arka çıktık birbirimize, destek olduk. Kopamadık birbirimizden, unuttun mu sen elmanın bir yarısı ben öteki yarısı..
Aşkımızı saçma sapan konular yüzünden hırpaladık, soğuduk bir müddet birbirimizden, o arada yaşam koşullarımız değişti, sorumluluklarımız arttı, duygularımız dönüştü, belki eskisi kadar aramıyorsun benliğimi, kızma ne olur hissedebiliyorum, o buğulu gözlerine baktığımda ışıl ışıl parıldayan beni göremiyorum, biraz pas tutmuşum, kırdım, kırıldım biliyorum, artık kendimi bile ifade edemiyorum baksana … Ama kızmıyorum sana, kir pas içinde bile olsa gözlerinde görünmek yetiyor bana. (inandırsan beni sevgine ve bitmeyen bu şiir aşkımızla son bulsa, bilmem ne kadar inanırsın ama çok seviyorum seni) Şimdi gözlerim doldu bak, hep aynı şey oluyor. Şimdi hafif bir gülümseme ile yanağımdan kayan bir gözyaşım var mesela, burnumu da çektim ama bunu yazmasam da olur :)
İtiraf ediyorum tamam, seni kaybetmekten korkuyorum, o yüzden bu JİM CARREY tavırlarım, avanak ve salak olma sebebim bu yüzden. Ağız dolusu isteklerimi söyleyememem, pısırık duruşum, alttan alışlarım, görmezden gelişlerim, sabırlı insan oluşum bu yüzden..
Koca dünya’da kendimle baş başayım. Çok yalnızım bilmiyorsun. Kendimi çok kötü hissediyorum bilmiyorsun. Hatta ben bile bilmiyorum, kendime bunu itiraf edemiyorum. Eve kapanıp hiçbir şey yapmamaktan yoruldum. Birilerine bişeyler kanıtlama çabamdan sıkıldım. Seni taşıyamıyor hissi duymaktan nefret ediyorum. Sanki sana herhangi bir sıkıntımı söylesem küçük düşecekmişim gibi bir duyguya kapılıyorum, rahat değilim, ne oluyor bana bu çelişkili yaşantı hayatın hangi evresinde girdi benliğime bilmiyorum.
Bu duygular, kişiliğimden ödünler verdiğimi gösterebilir, gösteriyor da zaten, hakimiyetini yitirmiş araba gibiyim, sanırım direksiyon tutacak bir şoför’e ihtiyacım var.
Yazdım işte, ne düşünürsen, nasıl bir ben hayal edersen, işte senaryo yukarı da duruyor. Gecenin köründe en azından birkaç sıkıntımı paylaşmış oldum seninle.. Beni küçük düşürebilir diye söyleyemediğim şeyleri söyledim yada yazdım her neyse..
Küçük aptal bir çocuk muamelesi yapma sakın bana, tamam aptal ve küçük bir çocuk gibi davranıyor olabilirim, ama sen yine de görmezden gel bu seferlik..
Ne yazıyordum nereye geldim hiçbir fikrim yok, ayrıca biliyorsun ki ben orijinal yazının üzerinde oynamalar yapmayı sevmiyorum, yazı ne kadar iğrenç ya da kötü de olsa olduğu gibi bırakıyorum. Bunu da öyle bırakacağım. Direksiyon’da kimse olmayınca derin manevralar yaparak bir yerden başka yere konmuş olabilirim kusura bakma..
Hani söylemiştim ya; gözlerinde dünya’yı gördüğün adam (gözlerinde pas tutmuş kahraman) diye, sadece biraz yaralanmış, azıcıkta oksitlenmiş o kadar.. Abartılacak bişey yok biraz pansuman yaparsın diye bütün bunlar..
NOT: Seni seviyorum …
Murat BolatKayıt Tarihi : 6.8.2009 11:52:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!