Çalıştığım iş hanının her katında on büro var. Bu bürolar geniş bir koridora açılıyor. Ben 3. kattayım. Bürom, merdivenlerin tam karşısında.
Niyazi’yle ben dünyadan tüm bağlarımızı kopartmış trencilik oynuyoruz koridorda. Gelenden gidenden haberimiz yok. Bazen o öne geçiyor bazen ben. Önce, dizlerimizi dayadığımız betona daha sonra boylu boyunca uzanmıştık yarış heyecanıyla. Niyazi, elinde, tren yaptığı hesap makinesini durmadan yere sürtüyor, sürterek diğer büroların önüne doğru ilerliyor. Peşinden ben...
Trenimiz hareke geçmişti. Kim tutar artık bizi:
— Nereye gidiyoruz Niyazi?
— Ankara’ya gitmem, abim gelsin Ankara’dan, dedi. Deli çocuk, n’olacak!
Merdivenin son basamağında soluk soluğa kalan kadın acı bir çığlık attı. Gerisin geriye iki basamak aşağıya kaydı.
— Önüne baksan be çocuk, neredeyse ayağımı kıracaktın, dedi.
Bizimki hiç istifini bozmadan kadını takip etmeye başladı.
— Çuf çuf. çuffffff... düüütttttt....
Tren, yokuşa gelmişti. Kadının ayaklarından gövdesine doğru tırmanmaya başladı. Uzandığım yerden doğruldum, ne oluyor, der gibi, bir Niyazi’ye bir kadına baktım.
Çocuk, babasının pantolonunun paçasına yapışmış, durmadan çekiştiriyor:
— Ben de tren istiyorum...
Kadın bir basamak daha gerisin geriye aşağıya indi.
Bizim Niyazi peşinden.
Adam şaşkın. Paçasını çocuğunun elinden bir kurtarabilse!
— Niyazi, yetiş. Düşeceğim bak şimdi. Şu çocuğu al başımdan, diyen, karısına yardıma gidecek ya, gidemiyor!
— Niyaziiii, diye, bağırdı bir daha acıyla.
Ben, tren niyetine yerde sürttüğüm, acıyan ellerimin kirini temizlemek için doğrulduğumda
— Anneeeeee, ben de tren istiyorummmmm, diye bağıran çocuğun bakışlarıyla karşılaştım. Hemen ellerimi sakladım.
— Bana bak çocuk, şimdi seni tuttuğum gibi merdivenlerden aşağı atarım.
Can havliyle bağırdı oğluna. Canının yandığı sesinin tonundan belliydi.
Niyazi’ye müdahale etmenin tam zamanı. Olmaz ki bu kadar da canım. Tamam, çocuktur dedik, bağrımıza bastık.
Elimi uzattım, Niyazi’yi çekeceğim, hesap makinesi kadının çorabına takıldı. Kadın, çorabındaki deliğe bakakaldı. Dengesini kaybetti. Acı bir çığlıkla paldır kültür merdivenlerden aşağı yuvarlanmaya başladı.
Çocuk:
— Anneeeee tren istiyorummmm!
Adam:
— Hanıııııımm!
Niyazi:
— Çuf çuf çufffffff...
Ben:
— Niyaziiiiiii!
Kadın:
— Niyaziiiiiii! Diye bağırıyor. Sesi alt kattan geliyor.
Hep beraber, koro halinde, Türk sanat musikisinin, henüz adı konmamış bir makamın, Niyazi bestesinin, nakaratını seslendiriyorduk sanki.
—Hanım dur! Dedi adam. Düşeceksin şimdi.
Geç kalmıştı. Karısının yanına gitmek için koştu, ikinci adımda ayağı bizim Niyazi’ye takıldı. Niyazi’nin ayağı çocuğa. Biraz önce kadının merdivenlerden düşerken çıkarttığı sesin üç katı yankılandı koridorlarda.
İş hanında ne kadar insan varsa, hepsi telaşla koridora çıktı.
— Ne o, dedi biri. Deprem mi oluyor yine?
—Yok ya, dedi diğeri. Ne depremi? Ne güneş tutulması? Thusanimi... Thusanami... Hadi çatıya çıkalım.
Tuvalette, gürültüyü duyan biri, apar topar kendini merdivenlere attı. Bir taraftan, etrafında neler olduğunu anlamaya çalışıyor, diğer taraftan pantolonunun fermuarını kapatmaya. Merakla:
—Rihter ölçeği kaçmış? Şiddeti ne? Bilen var mı? Diye yanındakine sordu.
Yaşlıca bir bey:
— Şimdi telefonlar da çalışmaz. Dur şu evi bir arayayım da merak etmesinler. Bunun artçıları da gelir şimdi. Hadi çabuk, çabuk. Dışarı atın kendinizi.
—Bana ne, ben oynamıyorum işte sizinle, dedi Niyazi. Kızmıştı. Raydan çıkmış treninde hasar tespiti yapmaya çalışırken.
Sessizce büroya girdim.
38 numaralı büro hangisi? diye aranıyordu adam. Elinde kartvizit, üstü başı toz içinde.
Yaşlıca olan bey, kulağında telefonu, beni göstererek:
— İşte burası.
Bana döndü:
— Sizi arıyorlar, dedi.
Hiçbir şey olmamış gibi büronun kapısını açtım ve içeri girdim.
Ayakkabısının bir teki ayağında, diğer teki elinde, kadın belirdi kapının önünde. Yanında eşi Niyazi bey.
—38 numara yok beyefendi, dedim. Onları görünce. Serisi kalmadı elimizde. Sadece 40 ve üstü var. İşinize yarar mı? .
—Allah Allah! Hanım, senin ayak kaç numara?
Kadın burnundan soluyor. Üstünü başını düzeltti. Eliyle kirlenen yerleri silkeledi. Düşerken, ayağından çıkan ayakkabısını giymeye çalıştı. Vazgeçti. Fırlatıp bir kenara attı.
—Ökçesi çıkmış bunun. Varsa topuksuzundan alalım, dedi.
—Olur olur, dedi adam, bana bakıp. Çocuk mezarı kadar ayak var zaten bizimkinde. Kırk da olur, kırk bir de. Erkek ayakkabısı da var mı? Kredi kartına kaç taksit?
—Beyefendi taksit yapmıyoruz. Peşin alsak.
—Yara bandınız var mı? Dedi kadın. Barbeküye yapıştıracağım da.
—Dur, dedim. İtfaiyeye telefon edelim. Baca mı tutuştu?
—Ara ara, dedi adam. Sor bakalım ateşleri var mı?
—N’olacak Ateşleri varsa?
— Börekleri orada pişiririz daha ucuza gelir.
Tam Niyazi’nin imdadıma yetişme zamanıydı. Bütün gücümle isminin sonundaki i harfini uzata uzata:
—Niyaziiiiiiiiiii.... Diye bağırmaya başladım.
—Efendim? Dedi adam. Eleriyle kulaklarını kapatarak.
—Buyurun, dedim.
—Ben, dedi, telefondaki Niyazi. Hani dün konuşmuştuk ya. Kıymalı, peynirli, ıspanaklı böreğiniz vardı? Cola, fal, gazoz...
—Gazoz, dedi çocuk. Soğuk var mı?
Kadın hala barbekünün hayallerini kuruyordu:
—Girişte wc, yatak odasında duş olacak mı?
Niyazi, karşımda, karnını tutmuş katıla katıla gülüyor.
İkişer mum tutuşturdum kadınla adamın eline ve:
—Merdiven otomatiği bozuk, ışıklar yanmıyor. Bunlarla aşağıya kadar inersiniz. Hadi siz şimdi gidin, yarın gelirsiniz. Gelirken tapuyu da getirmeyi unutmayın. Noterden vekaletname de lazım, dedim.
Adam:
— Kasap, vekaletname olmadan et vermiyor mu? Taahhütname versek olmaz mı?
— Niyazi hadi kalk. İşler yine karışmaya başlamadan eve gidelim. Bu günlük bu kadar yeter. Çok çalıştık!
— Mavi mavi masmaviii...
Yolda giderken, Niyazi, kafasından atamadığı rengin türküsüne başlamıştı bile.
— O da nereden çıktı şimdi? Sırası mı? Yolda türkü söylenir mi?
— Hiiiiçççç dedi. Aklıma geldi de.
Cebinden düşürdüğü gazoz kapaklarını toplama telaşındaydı:
— Bir, iki, üç...
Beni duymuyordu.
—Dört, beş, altı...
‘‘Beyaz giyme tanırlar
Seni yolcu sanırlar
Zaten bende talih yok
Seni benden alırlar
Salına da salına da gel
Haydi yavrum
Dön dolaş yine bana gel’’
Sonra yüzüme baktı. Mırıldandığım türküyü duymuştu.
—Hani yolda türkü söylemek yoktu!
_ Devam edecek_
Nurten Altınok
Nurten AltınokKayıt Tarihi : 3.3.2005 00:04:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bakalim nasil devam ediyor öyku..
TÜM YORUMLAR (7)