''Niyazi, hadi kalk, saat ona geliyor, daha büroyu açmadık. Müşteriler kuyruk olmuş bizi bekliyorlardır şimdi. Şöyle delikanlı gibi bir gün de sen açsan şu büroyu ne olur sanki!
İsteksiz isteksiz kalktı beynimin kıvrımlarında sabahladığı sıcacık minderinden.
-Çay, kahve ne istersin?
Gecenin yorgunluğuna ve uykusuzluğuna bir de moral bozukluğunu eklediğim günün sabahında Niyazinin nazını hiç de çekecek halim yoktu.
-Sütlü nescafe isterim. Sütü ısıt ama. Öyle dolaptan çıkarttığın gibi soğuk soğuk dökme. Bol kaşarlı tost, kıymalı börek, kızartılmış ekmek, bal, tereyağı, kavurma, pastırma. Taze sıkılmış portakal suyu...
-Hop... hop... Hani akşam yatmadan önce rejime karar vermiştin. Hovardalığın zamanı değil şimdi Niyazi. Biraz ekonomik olmamız lazım. Tamam mı?
Bir taraftan da onu daha fazla kırmamak için ne yapmam gerekir diye düşünüyorum.
Benim Niyazi var ya biraz küs bana o günden beri.
-Sen beni dinlemedin, kafanın dikine gittin, diyor. Hadi çek şimdi cezasını. Ne oldu? Yazdın, çizdin sonra da oturdun sabahlara kadar.
-Sus! Tamam.
-Sustum.
Demez olsaydım. Bıçak açmıyor ağzını şimdi.
-Hadi kalk pazara gidelim Niyaziciiiğiiiiiiimm!
Bu ‘ciğim sonradan aklıma geldi de Niyazinin sonuna ekleyeyim dedim. Ekledim de biraz geç kaldım galiba. Boş ver. Niyazi anlamaz nasıl olsa. Belki biraz yumuşatırım onu diye düşündüm.
Yüzüme baktı gülümsedi. Rahatladım.
-Tamam canımcığım.
Vay hınzır vay! Hiçbir şey de gözünden kaçmıyor. Hadi be sen de. Ben nereden senin canıncığım oluyorum, diyecektim, demedim..
-Hadi kalk, önce büroya gidelim oradan da pazara gideriz. Ne istersen alacağım sana.
Gönlünü almam lazım ya, demez olsaydım. Taktı bir kere kafaya. Bakışlarından anladım.
Sormadan cevap verdim.
-Hadi bakalım hadi, havlu mavlu yok. Ben seni hamama gönderirim bir gün, gider bir güzel yıkanırsın. Göbek taşına da yatarsın. oldu mu?
-Kim keseleyecek beni?
-Devenin nalı. Düşündüğü şeye bak. Ben böyle mi yetiştirdim seni oğlum, Sen daha çocuksun, olur olmaz şeylere kafanı takma. Gel sana güzel bir top alalım git parkta oyna. Salıncakta da sallanırsın, kızakta da kayarsın. Fener bahçenin renklerinden olsun mu? Sarı lacivert? Bir de balon alırız istersen.
Elektrikli tren isterim diye tutturdu. İki gözü iki çeşme. Yerlerde yuvarlanmaya başladı. Üstü başı çamur içinde.
-Ne yapacaksın elektrikli treni? Parkta elektrik yok ki!
-Olsun, memlekete gideceğim trenle. Kömürlü olsun isterse. Elektrikli olmasa da olur.
Çuf çuf çuffff...Tren harekete geçmişti bile sıla yoluna doğru.
İçime kocaman bir kor oturdu. Yaktı yüreğimi. Ciğerimi kavurdu memleket havası.
-Kim kaldı Niyazi memlekette?
Niyaziye alacağım trenin ilk vagonuna ondan önce oturmuştum bile. Haberi yoktu. Kara trenlerin gecikmediği zaman tünelinde.
-Dağın, taşın, toprağın var ya.
Haksız da değildi. Özlediğimiz sadece eş, dost, hısım, akraba mıydı? Öyle olsaydı yolkapının ziline tüm gücümle basmayı özlemezdim ya da kapıyı tekmelemeyi. Ardından ‘kim o? diyen sese karışan, kapıya doğru bahçenin beton yolunda ilerleyen, ilerledikçe bir çift terliğin yeresürtünmesinin çıkardığı sesi özlemezdim. Kireç badanalı odamın, her yattığımda bir parçasını daha sadistçe ve zevkle tırnakladığım, koparttığım sıva artıklarını özlemezdim.
-Kopartma şu sıvaları, diye bağıran annemin sesi geldi kulağıma sanki. Sonra babamın cevabı:
-Dokunma kızana, bırak, nasıl olsa yeniden sıva yaptıracağız.
Nurten, kızım, koparttıklarını kilimin altına saklama topla da çöpe at.
Vay anam, vay babam, vay vay! Anamın çimdiklerini bile özlemiştim.
Hiç uslu bir çocuk olmadım ki gittiğimiz misafir evlerinde.
Bana ne, merak ediyordum işte. Dolapların içlerini, minderlerin altlarını, tencerede neyin kaynadığını, incir ağacının en tepesindeki, alttan çatlamış gibi görünen incirin olup olmadığını. Alttakiler hamdı. Ama tepedekiler güneşe yakındı. Belki olmuştur!
Penceremden bakınca çok uzaklardan görünen, sanki göğe bakan kadın profillini andıran Yaka Köylerindeki dağın görüntüsünü özlemezdim. Kış olunca nasıl da üzülüyordum başındaki karları görünce. Yüzü gözü kar içinde kalıyordu. Ya saçları ağarmış oluyordu o zaman ya da donuyordu soğuktan, dağlarımı bekleyen o sihirli kadın başı. Nefesimle onu ısıtmaya çalışıyordum. Beni hiç yalnız bırakamamıştı yıllar yıllı.
Ahşap merdivenlerin çıkarttığı çıtırtıyı özlemezdim. Kim bilir kaç kere tökezleyip kendimi avluda bulduğum.
-Daldın yine, dedi, Niyazi. Gözlerime bak bakayım. Aaaa ne ayıp! Yakıştı mı şimdi ağlamak?
Kocaman bir tokat indirdi baldırıma, şaaakkkk diye. Ödüm koptu.
-Elin de ne ağırmış Niyazi. Ne vardı o kadar hızlı vuracak.
-Uyan uyan. Hadi Gümülcine'ye gidelim.
-Gidelim deeee... İşte o deeeee olmasa!
-Salı pazarına da çıkarız.
-Çıkarız daaaa...
-Seninle de hiç konuşulmuyor bu gün.
Yerinden kalktı. Sağa sola bakındı. Aklınca beni neşelendirecek
-Bak mavi, dedi. Şiir dosyasını almış gözüme sokacak neredeyse.
-Boş ver Niyazi.
-Bitti mi?
-Şiir bitmez.
-Anlamadım.
-Anlamazsın.
-Dövseydin bari. Ben sana o kadar takma kafana diye kaç kere söyledim. Alırsın işte böyle cevaplar.
-Ne bileyim be Niyazi. Arada sırada yazıyorum işte. Sana da yazarım.
-Mavi değil de kırmızı olsaydı ne olurdu?
Dosyanın içindekilere değil de mavi rengine taktı.
-Hiç düşünmedim!
- Neden Mavi?
-Aşkın rengi mavidir de ondan.
- Şiir aşk mıdır? Dedi Niyazi.
- Şiir aşkın dilidir.
Anlamadı. Duvardaki boy aynasının karşısına geçti, kocam dilini çıkarı, kendine baktı.
-Benim dilim mavi değil.
-Sen daha çocuksun.
Bilmez misin Niyazi:
‘Kördür aşkın gözü
Sesine ses bulunca
Tutulur dili mısraların
Aşkın gözü açılınca
Baktım, konu uzadıkça uzayacak, Niyazinin soruları bitmeyecek, konuyu değiştirmek için:
-Hadi Niyazi kalk gidiyoruz. Sana tren alırız bana da lastik bir top.
İzmirden Tülay Köse ablan da gazoz kapakları toplamış sana oynaman için. Onları da trenine yükler Ankara'ya götürürsün.
- Ankaraya da gitmem. Abla gelsin istanbul'a. ''Sevda'' yazacağım topun üstüne kocaman yazılarla. ‘Kara'' yazısını da yazayım mı? Tekmele dur. Patlatıncaya kadar...
-Aşk yazsan olmaz mı?
-Yazarım da, onu da sen vurmazsın, O sana kıyar.
Niyazi'yi konuşturmayı başarmıştım ya neşemiz de yavaş yavaş yerine gelmeye başlamıştı. Niyazi mutlu ben mutlu.
Mutlu mutlu Niyazi'yle pazara çıkmaya tam karar verdik, hazırlandık, bürodan çıkacağız, yanında bir çocuk, iki adım arkasında bir hanım, üçüncü kat merdivenlerinin son basamağına gelmiş bir adam göründü. Nefes nefese kalmışlardı.
- 38 numaralı büro hangisi acaba? diye, birbirlerine sorarken göz göze geldik.
Benim Niyazi yerlerde sürünüyor gülmekten. Başıma gelecekleri kestirmiş olmalı.
-Niyazi kalk yerden, ayıp oluyor bak.
-Barbekü isterim diye bağırıyordu kadın. Bana ne otuzsekizden kırktan.
-Gazoz, diyordu çocuk. Soğuk olsun. Bana ne barbeküden.
-Kredi kartına kaç taksit yaparlar hanım? Diyordu adam. Bana ne gazozdan.
-Niyazi, dedim. Çabuk hesap makinesini getir.
Oturduğu yerden kalkmaya çalışırken parmaklarıyla hesap yapmaya başlamıştı bile.
-Beş kere beş...
-Niyaziiiiiiiii! .. Hadi çabuk!
-Efendim, dedi adam. Gözlerimin içine bakarak.
Karısı, merdivenlerin tırabzanlarına dayanmış, nefesleniyordu.
-Çufffff çuffffffff çuuuffffff... düüüttttttt düüüüttttt
Niyazi, elinde hesap makinesi, oturmuş, betonda trenini yürütmeye çalışıyor.
-Hadi sen de gel dedi bana.
Düşünmeden yanına oturdum.
-Çuf... çuf... çuuuffff... çuuuuuuufffff...
Yola çıkmıştı TREN
....................Devam edecek
Nurten Altınok
Nurten AltınokKayıt Tarihi : 25.2.2005 19:24:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Sabiha Rana
tatlı kadın öptüm yüreğinden:)
TÜM YORUMLAR (9)