B.
Divân-ı aşka ait kalem açıldığında
Kül yüzlü zamanların sis artığı gözleri
İzliyor sanki beni…
Yalnızca beni değil,
Başı yere doğrulmuş sonsuz kalabalığı…
Bu nedenle bu nemli duvarlar arasında
Mum ışıklı sözlerim bile pek sahih değil.
“Sana bütün bir aşkı anlatmıştım aslında.
Yalnızca ezanların kurduğu saatlerde,
O altın mavilikte kayıklar oynaşırken.
Aşk, kubbelere hayran kalbimizin ritmiydi.
Belki bu hayranlıktı aşkı en kutsal yapan…
Tenlerimiz yasak bir kıskançlık olduğundan
Denizi soluyarak yüceltmeliydik aşkı.
Böylece avlularda tekleştiğinde rüzgar
Ve şadırvan başında ürperirken aynı su
Beraber bulutlara doğru savrulacaktık.
Yani aşk, ayrılıkta birlik yolculuğuydu. ”
Gün, tesâdüfe sızan bir düşman çizgisidir.
Uyku ürkekliğinde binbir ıssız vesvese
Saldırır sarhoşluğu aydınlık caddelere…
Uzun süre bakamam beni çalar her şekil,
Sürükleyip kalbimi bir yaban döngüsüne
Aslında bu bir ufuk kuşatılması değil
Belki bir imâ, geçmiş borçların vadesine
Ama ben, düşlerimi paylaşacak değilim.
“Ancak güvercinlere yem atmanı izlerken
Gözlerinde ansızın bir başkalık görmüştüm.
Sur dibi bostanlarda çocukluk kadar yeşil,
Fakirlikten ümidi devşirerek büyüyen,
Yarınlara rahmet gibi serpilen bir başkalık..
Orada zaman bana yavaşlamış gelince
Bunu sezmediğinden emin olmak istedim
Sırf yeniden bak diye elim eline değdi
Ve zaman, gözlerinde sonsuza kadar dondu…
Ben bu yüzden seninle o kadar çok konuştum.
Bu yüzden aşka dair hikâyem hiç bitmedi.”
kalem suç aletidir aşkın savunmasında
zaman çarpık bir kinse sellerin mecrasında
harfleri buluşturmak sırrın gerekçesidir
suskunluğun söz için depreşen karasında
temkin, lisân-ı halde kalbe de ruhsat değil
ay izi varken alnın silinmiş damgasında
beni elbet bir yerde zaten tanıyacaklar
belki yirmi asırlık bir takibin yasında
beni kendilerinden bana döndürecekler
tutku savaşlarının yönsüz haritasında
halbuki ben herkesten daha çok ölümlüyüm
özellikle ay kaplı adamlar halkasında
aynalarla davalı bir yüzüm yokken benim
neden ismim anılsın kafesler arkasında
“Aşk vuslatın bağrında simyaya yenik düştü.
Artık ispatlanmıştı melek olmadığımız…
Kıskançlıklar, kavgalar, sonu gelmez küsmeler
İstanbul’da yangına ve isyana dönüştü.
Asla emin değildik yalan ve ihanetten.
Ya hepten ben suçluydum veya geçmişinle sen...
Aşk denilen ihtişam amansız bir çöküştü.
Cami, çarşı, mesîre sürekli gezinirken
Sanki bitmez selalar bizim için okundu.
Gizli ten ikliminde kopan kasırgaydı aşk,
Ayrılmak istesek de gidilecek yön yoktu.
Zorla başka bir yüzü tanırken kalplerimiz
Nerden bilebilirdik elâlemin gözünde
Meğer zavallı iki çılgın âşıkmışız biz.”
Gece yorgunlukları baştan çıkardığında
Ben satılık camlarda sessizliği dinlerim.
Gökyüzü hazmederken çocuk kurbanlarını
Yedi tepeyi yıkıp denizi çalan şehrin
Derin uğultusunda bir “sonra” var bilirim.
Ne rüzgara saplanmış başıboş beton düşler…
Ne gün be gün sözümde deprem yatışması bu…
Ferleri paylaşılmış mahyalar karşısında
Sanki son bir yolcuyu bekliyor dönüş vaktim.
Nasılsa sonrasında onlar da dönecekler…
“Varlığı da aşk gibi çalkantılı sanırdık
Bir çocuk aramızda belirinceye kadar…
O zaman anladık ki aşktaki bu hırçınlık
Ardında kocaman bir şefkat diyarı saklar.
Şefkat, talan edilmiş bir şehre dönen bahar
Toprağa hasret duyan bulutların sancısı…
Şefkat, türlü milletten türlü renklerden insan
Her biri kendi küçük dünyasıyla avunan,
Mütevekkil ve yoksul bir şehir hatırası…
Şefkat, bizim yeniden insana dönüşmemiz
Tek kârımız sevgiyi hayata işlememiz…
Şefkat, sırf bize değil herkese ait zaman…
Aşktan zuhur ederek aşkta nihayet bulan…
İşte ben, bir çocuğa kucak açtığımızda
Seni farklı bir yüzle yeni baştan tanıdım.
Seni sonsuza kadar sevmem gerekti artık…”
Rüzgar, biteviye gül devri kuşatmalarda
Erguvan ürperişli bir masal şahididir.
Hala beni mest eden binbir başlı yazgıdan
Çoğu artık çalınmış hasta sayfalar açar.
Bense hep sakladım bir kalemim olduğunu
Rüzgarla tanıdığım sevgi maskelerinden.
Ya dile düşürseydim bana geliş yolunu
Nasıl emin olurdum O’nun döneceğinden…
Bu nedenle yadigar kalem konuştuğunda,
Resmettiği hoş ve has tılsımları açmam da
Bahtımı düş kurusu şehre mahkûm ederim.
Tâ sözlerimiz aşkta birleşinceye kadar…
A.
(“Aşk” dedi göç mülkünün ilk başlangıç şairi
Erimeye yüz tutmuş bir kar yorgunluğunda…
Yollara savurduğu ateş miydi can mıydı?
Gönülleri birleşmiş onca güzel insandan
Tek kalan iz, bu sönmüş odun parçalarıydı.
Aşk yaman bir hasretti artık göğsünde yanan…
Ansızın aydınlıkta bir sır daha keşfetti…
Sonsuz bir yalnızlıktı söyleten şey şairi.
Halbuki o yalnızlık nokta kadardı aşkta…
Gerçeğe doğru dönüp derin bir iç geçirdi
Sonra da aşk demeyip hikmette karar kıldı…)
(Nisan 2010)
Bahadır ÖzdemirKayıt Tarihi : 29.4.2010 21:21:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şiir mi? Bu yazı şiirden ziyade bir destana benzemiş Bahadır bey. Siz bunu en az üçe bölmelisiniz. Yoksa onu baştan sona kadar okuyan çıkmaz.
Hayırlı çalışmalar.
Sonsuz bir yalnızlıktı söyleten şey şairi.
Halbuki o yalnızlık nokta kadardı aşkta…
Gerçeğe doğru dönüp derin bir iç geçirdi
Sonra da aşk demeyip hikmette karar kıldı…)
Çok özel bir şaheserdi; tebrikler... 10 puan +ant. Güzel yarınlara...
TÜM YORUMLAR (15)