BİRİNCİ BÖLÜM.
Gök yüzünde uçuşan beyaz tüylü birkaç bulut parçası öğle saatlerine doğru, mayıs ayının gülümseyen güneşine yenik düştü. Uludağ'dan başlayan lekesiz, engin mavilikteki büyülü tül, Bursa'yı aşarak ovanın hafif sisli ufkuna ulaşırken; Setbaşı köprüsünün altında zümrüt çimenlerin üzerine çiçeklerle bezenmiş halı desenli canlı tablo ve çevresini fersiz gözlerle süzen genç kız, iklim, tarih ve sevginin mirası eşsiz güzellikleri görebilecek halde değildi. Yeşilin bin bir tonunu gergefine işleyen Uludağ'ın görkemi ve adını yeşil sıfatından alan Yeşil semtinin sihirli çekimine kayıtsız kalmıştı. Sevgi, sabır ve hünerin ipek dokusuna ilmek ilmek işlendiği, sanatla bütünleşen bu büyülü şehrin; görünmez bütün yükü sanki omuzlarına yüklenmiş gibi yorgun görünüyordu.
Son umut ve cesaret kırıntılarını toplayarak aklına takılan iki katlı binaya tedirgin adımlarla yürüdü. Günlerdir cesaret edemediği merdivenleri ürkek adımlarla çıktı. Titreyen elinin uzandığı kapının zili, kendisini yeniden yaşama bağlayacak son şans olabilirdi.
Kapıyı genç ve güzer yüzlü bir hemşire açtı. Solgun yüzlü genç kızı kısaca sürdükten sonra:
-Hoş geldiniz hanımefendi, randevunuz var mıydı? diye sordu.
Zorlukla ayakta durmaya çalışan genç kız:
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...