BEŞİNCİ BÖLÜM
İnsan hayatındaki büyük değişikliklere sebebiyet veren aşk, genellikle beklenmedik bir zamanda ve tesadüfle başlıyordu. Arkadaşları arasında Şirini hâlâ bulamadı! diye espiri konusu olan doktor Ferhat, gönül sarayına kurulacak sultanına rastlayamadı ta ki; nadide hediyelik eşya satan bir mağazada, genç bir kızın aynadan yansıyan büyülü gözlerine vurulduğu ana kadar.
Yıl başına birkaç gün kalmıştı. Ferhat, yetişmesinde büyük emeği geçen hocasına uygun bir hediye almak için; genellikle ithal ve pahalı malların satıldığı mağazayı dolaşıyordu. Uzun ve sarı saçlarıyla ilk bakışta göze çarpan, narin yapılı genç bir kızın; kristal cam eşyaların sergilendiği bölümün duvarına asılmış, altın varak çerçeveli oval aynaya kapılmıştı. Ferhat, sırtı dönük olan kızın, aynada yansıyan yüzünü görünceye kadar adımlarının farkında olamadı. Altın ve bakır alaşımı özel bir alaşımla sırlanan, iki karış en ve üç karış boyundaki oval aynanın; genç kızın yüzüne sanki akşam güneşinin ışığını tüllemiş gibi olağanüstü bir görüntü sunumu vardı.
Bir adım gerisinde duran silueti farkeden kızın biraz yukarı kaldırdığı büyülü bakışları, kendisini hayranlıkla süzen yabancıyı yakaladı. Dört beş saniyeyi ancak bulabilen bu bakış süresi, doktorun büyülenmesine yetip de artmıştı bile. İnsanın zamanı durdurması mümkün olabilseydi; Ferhat, genç kızla aynada göz göze geldiği anın sonsuzluğunu arzu ederdi!
Suç üstü yakalanmış bir çocuğun mahcubiyetine kapılan genç kız sessizce aynanın önünden çekilerek mağazanın çıkış kapısına yöneldi. Aynaya doğru bir adım daha atan Ferhat, kızın mağazadan ayrılışını aynadan izlerken; şık giyimli, orta yaşlı bir hanım yanına yaklaştı:
-Elit bir parça, değil mi beyzadem? diye sordu. Beğendiniz mi?
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...