ALTINCI BÖLÜM
Rüzgârların önünde tutunamayan telaşlı nisan bulutlarının kaçınılmaz göçü başlamıştı. Şehrin kuzey doğu ufkuna yuvarlanan bulut kümeleri, uzun süren kış mevsiminin kasvetini de peşinden sürüklüyordu. Üzerindeki bulut perdesi yırtılan gökyüzü, gülümseyen yüzünü gösteren güneş, canlanmaya başlayan ağaçların tomurcukları ve kanat çırpan kuşların telaşı... Baharın müjdecisi bütün güzellikler Ferhata, Zernişanı hatırlatıyordu. Yüreğinde kaynayan volkan, başında tüten efkâr ve zihninde dolanan periyle; halkaları uzayıp giden hayal zincirinin peşine düşen Ferhat, kararlı adımlarla semtin tanınmış emlakçısının yolunu tuttu. Ferhatın kendisini tanıtmasıyla yeriden doğrulan emlakçı adını sıkça duyup ilk kez gördüğü doktora:
-Hoş geldiniz efendim, sefalar getirdiniz diyerek elini uzattı. İşaret ettiği koltuğa Ferhatın oturmasında sonra: İki gün önce kadirşinas dostum Semih bey buradaydı dedi. Sizden saygıyla söz etti, bu sayede kulaklarınızı epeyce çınlattık. Beyefendi sizden çok memnun kalmış.
Semih bey ismini duyan Ferhat, yüzünü basan ateş, kalbine gelen çarpıntı ve içinden geçen: Ben niçin buradayım ki, Semih beyin kızı için değil mi? düşüncesiyle bir müddet sessiz kaldıktan sonra:
-Sağ olunuz efendim dedi, o sizin kendi iyiliğiniz.
-Rica ederim sayın doktorum bu arada size ne ikram edelim, çay kahve ne emredersiniz?
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.
Cebimde bir lira desen yok,