Dursun bey yine erkenden uyandı, nefes darlığı iyice ilerlemişti. Günde 4 veya 5 saatten fazla uyuyamıyordu. Ciğer doktorunun nefes darlığı için verdiği havayı iyice içine çekti. Hazır kalkmışken diğer ilaçlarını almak istedi ama bu ilaçları tok kullanması gerekiyordu. Hanımı Kezban’ı uyandırmadı, zavallı zaten zor uyumuştu. Neşe evden gittikten sonra Kezban iyice çökmüştü, zor oturup kalkabiliyordu.
Kahvaltısını yaptıktan sonra diğer ilaçlarını da kullandı. Artık uyku diye bir şey kalmamıştı. Zaten yatsa da 2 saat sonra tekrar kalkması gerekiyordu çünkü 6 aydır torunları Volkan ve Tarkan’ı okula götürüp getiriyordu. Abdest alıp sabah namazını kıldıktan sonra tespih çekti. Çocukların okuluna daha iki saat vardı. Sabahları iki saat beklemek sanki iki yıl beklemek kadar zor geliyordu. Televizyonu açtı ama reklamlardan başka bir şey yoktu.
Pencereden dışarıya baktı; güneş yeni doğuyordu. Bugün hava güzel olacağa benziyordu. Aylardır havanın güzelliği Dursun beyi neşelendirmeye yetmiyordu. Karşıda yeni dikilmiş ağaçlar dikkatini çekti, keyfi iyice kaçtı. Memleketteki bahçesi aklına geldi; 3 yıl önce yazlığın yanındaki bahçeyi satın almıştı. Eski elma ağaçlarını söktürüp kiraz, erik ve şeftali ağaçları ektirmiş, genişçe bir havuz, iki ayrı çiçeklik, bir de gölgelik yaptırmıştı. Bu yıl başında emekli olmuştu, erkenden gidip bahçeye küçük bir şelale ve kuzu çevirebileceği bir tandır yaptıracaktı. Bahçesinde emekliğinin tadını çıkaracaktı ama heveslerinin hepside kursağında kaldı. Bahçeye bakan yoktu; “o güzelim şirin bahçe viraneye dönmüştür” diye düşündü. Daha fazla ayakta duracak gücü kalmadı, koltuğa oturdu.
“Nedir benim bu çektiklerim? ” diye hayıflandı. Aylardır evinde sanki hapis hayatı yaşıyordu. Torunlarına ve Kezban’a baktığından evden ayrılamıyordu. Evden çıksa bile gidecek fazla bir yer de kalmamıştı. Eskisi gibi ne kahvehaneye, ne yaşlılar derneğine gidebiliyordu. Hatta caminin lokaline bile gidemez oldu. Kahvehanede yıllarca muhabbet ettiği, tavla oynadığı ahbapları kalmamıştı. Kimi başka mahalleye, kimi ahrete, çoğu da memlekete göçüp gitmişti. Kalanlarda kendi gibi sağlık nedeniyle kahveye gelemez olmuşlardı; kolay mı bu yaştan sonra dumanlı, rutubetli, gürültülü yerlerde oturmak?
Yaşlılar derneği aslında tam Dursun beye göreydi ama yıllarca uğraşıp kurduğu derneğe başkan seçilmemişti. Dursun bey söylenmeye başladı: “vay efendim, ben çok sertmişim, herkesle geçinemezmişim de onun için seçilmemişim. Doğruları dobra dobra söylemek ne zamandan beri sertlik oluyormuş? Güya Veli efendi çok yumuşak başlıymış, çok anlayışlıymış da başkanlığı hak etmiş. Efendice hemşericilik yaptık demiyorlar da, yoktan bahaneler uyduruyorlar. Gider miyim bir daha oraya? ”
Yaşlılar derneği ile ilişkiyi kestikten sonra vakit buldukça camiye giderdi. Caminin imamı Selim hocayı çok severdi; hem hemşerisiydi hem de akranıydı. Sohbetine doyum olmazdı, saatlerce eskileri yad ederlerdi. Bir kaç ay önce Selim hoca Türkiye’ye döndü. O günlerden beri camiye de pek gitmiyordu çünkü Dursun bey yeni hocayı hiç sevmemişti. Yaşına başına bakmadan her defasında insanların çektikleri sıkıntılar geçmişteki günahlarından olabileceğini söylüyor. Dursun bey yine söylenmeye başladı: “Vay efendim, insan hatayı ilk önce kendinde aramalıymış! Sanki ben 65 yaşından sonra evde hapis hayatı yaşamayı hak ettim! Neymiş benim hatam, hoca efendi? İnci’nin Amerika’ya gidip bir daha gelmeyişi veya Erhan’ın elinde gitar nerede akşam orada sabahlaması benim hatalarından mı yani? Ya Neşe’nin evden kaçmasına ne demeli? Ben mi kovdum Neşe’yi? ”
“Ah, İnci ah! ! ! Seni bir daha görmeyelim diye mi okuttum, evladım. Doktorluk illa Amerika’da mı yapılır, buralarda çalışamaz mıydın kızım? ” İnci yıllar önce doktora yapmak için Amerika’ya gitmişti ama gidiş o gidiş. Doktoradan sonra Jimmy ile evlenip Florida’ya yerleşti. Baba ocağını ise sadece üç beş yılda bir ziyaret eder.
Erhan ise ayrı bir dert. Müziği çok sevdiğinden konservatuarda okudu, iyi bir gitarist oldu. Gitarist olduktan sonra konserler için hep uzaklara gitti. Son zamanlarda ise yılda bir veya iki kez eve uğrayabiliyor. “Yahu, şu gitar denen meret illa uzaklarda mı çalınır? Hem sanatçı evlenemez mi, çoluk çocuğa karışamaz mı, evi barkı olamaz mı? ”
Dursun beyin kendi derdi yetmiyormuş gibi şimdi torunları başında kaldı. Büyük oğlu Kubilay’ın hanımı Neşe, hem de Dursun bey Türkiye’ye dönüş hazırlıkları yaparken çocukları bırakıp sığınma evine kaçmıştı. Şimdi ise nerede olduğunu bilen yok.
Büyük oğlu üniversitede ekonomi okumuştu, son 10 yıldır ise bir bankada müdür. İşinin verdiği sıkıntıdan dolayı çokça eğlenen birisi. Neşe’nin ve çocuklarının bir dediğini iki etmezdi, ne isterlerse hem de en iyisini alırdı. Buna rağmen Neşe evde huzursuzluk çıkarıyordu. Kubilay’ın sekreteri Karin ile çıkmasına Neşe tahammül edemiyordu. Neşe’nin rahatsızlığı kendine pahalıya mal oluyordu çünkü Kubilay etmedik eziyet bırakmıyordu. “Ya beni böyle kabul edersin ya da çeker gidersin! ” diye bağırıp çağırıyordu. Bir gün Kubilay yine zil zurna sarhoş Karin’in yanından gelmişti. Neşe, söylenmeye başlayınca yemediği dayak kalmadı. Neşe, evden kaçarak canını zor kurtarmıştı. Aslında Dursun beye göre kabahatin çoğu Neşe’deydi. “Ne olurdu yani biraz idare etseydin? Oğlan akşama kadar çalışırken canı çıkıyor. Bir dediğinizi iki etmiyor, biraz eğlenmek hakkı değil mi? Hem, adamcağız babasına çekmiş! ”
Eskiden Dursun bey de gece klüplerinde çok eğlenmişti. Çok kadınla düşüp kalkmıştı ama Margarita’yı halen unutamamıştı. İş arkadaşı Carlos’un eşi olan Margarita, kendisiyle uzun zaman gizlice buluşmuştu. Kezban’dan boşanıp kendisiyle evleneceğini söylediği için Margarita aylarca Carlos’a ihanet etmişti. Kandırırken kandırıldığına dayanamayıp İspanya’ya gitmişti. Dursun bey: “Margarita’ya biraz ayıp oldu ama o kadar da saf olmasaydı “diye düşünmüştü. Zavallı Carlos, eşinin apar topar İspanya’ya gidişini bir türlü anlayamamış hatta mahvı perişan bile olmuştu. Aslında Dursun beye de çok dokunmuştu ama pek belli etmedi. Margarita, Dursun beyin ilk göz ağrısı Suna’ya çok benziyordu. Hatta Margarita ile evlenmeyi düşünmüştü ama Margarita kendisinin zamparalığını idare edebilecek bir kadın değildi. Dursun bey bazen randevuya 5 dakika geç kalsa, Margarita yarım saat hesap sorardı. Ama eşi Kezban hanım, kocasının zamparalığını bilmesine rağmen çocukların hatırına idare ediyordu.
Dursun bey, uzun uzun düşündü ama kendinde bir hata bulamadı. Yıllarca hiç kaytarmadan çalışıp evine helal para getirmişti. Çocuklarını en iyi bir şekilde okutmuştu. Hatta kafaları karışmasın diye camiye Kur’an kursuna bile göndermemişti. Pırlanta gibi giyinir kuşanır çevredeki insanlara iyi örnek olurdu. Kadınlara düşkündü yani zamparaydı ama o kadar hata kadı kızında da bulunur diye düşündü. Hem beş yıl önce tövbe etmişti; içkiyi bırakıp namaza, niyaza başlamış Ramazanda oruç bile tutuyordu. Önümüzdeki yıllarda nasip olursa hacca da gidecekti. “Daha ne olsun, uçacak değilim ya? ! ” diye mırıldandı.
Evet, caminin yeni imamı Fatih hoca, bol ahkam kesiyordu: “neymiş efendim, insanların çektikleri sıkıntılar geçmişteki günahlarından olabilirmiş. Nefis muhasebesi yapılmalıymış yani insan hatayı ilk önce kendinde aramalıymış. Günahını aldığımız veya kendisine karşı hata yaptığımız insanlardan helallik dilenmeliymiş. Bir gün istesek de bu insanları bulamayabilirmişiz.
Daha neler! ” Dursun bey kendi kendine: “saatlerdir düşünüyorum ama kendimde bir türlü büyük hata bulamadım.” dedi.
Saat deyince, Dursun bey çocukların okula geç kaldıklarını fark etti. “Volkan! Tarkan! hemen kalkın! Okula geç kaldınız! ” Volkan: “dede, ne okulu? Bu hafta yaz tatili başladı, unuttun mu? ”
Abdullah KonukseverKayıt Tarihi : 11.4.2009 19:54:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!