Olması gereken ne varsa olmuştu ve belki de başka olacaklardan haberimiz yoktu. Kafamızı bir toplayalım; cam kesiklerini bilir misiniz; hani ince bir çizik çekilmişçesine göğüs kafesinizin ortadan ikiye ayrıldığını hissettiğiniz bir acı. İşte öyle, her an, her dakika ince ince sızlayan cam kesikleriyle doludur hayatımız. Ve kırıp dökülen ne varsa toplamaya çalışırız gidenlerin ardından.
Öylesine kırgınım ki, yüzümdeki gülüşün sahibi ben değilim. Bunca kırgınlığı gözyaşlarıma hapsetmenin ne demek olduğunu kim bilebilir? Bana baktıkları zaman gördükleri kişinin ben olmadığını onlar da biliyorlar mıdır? Benim gibi onlar da kendimi kandırdığımı biliyorlar mıdır?
Yine daldım uzaklara, gözlerim çok uzaklardan birinin gelmesini bekler gibi.
Oysa ne çok beklemiştim duvar diplerinde, karanlığın içinde yaktığım mumların titrek gölgesinde. Tırnaklarımı avuçiçlerime bastıra bastıra yeni hayatlara yol alırken, kimi neyi beklediğimi bilmeden en çok da beklemeyi sevdim. Ormanda kaybolmuş küçük kız çocuğuydum sanki, kaybolup kaybolup her defasında yine kendini bulan. Ağaçların arasına saklanıp yaprakların şefkatine sığınan.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim