Fatıma’sını duvarlarla kapı arasında görüp,
Onun pâk naaşını yıkarken,
Yediği tokat izinin morarttığı yüzüyle ezilmiş kolunu,
Müşahede eden Ali, çektiği acı duyduğu ıstırabı,
Onun alnındaki kırışıklarda şekillenen,
Fatıma’nın gözyaşlarındaki dayanılmaz acı ve hüzün,
Ali’nin sessizce süzülen o pâk gözyaşlarından başka? !
İnsanlık duygusu taşıyorsa, yazanını yakıp kavuracak; Yeryüzündeki bütün ağaçların sayısınca da olsa,
Yazan kalemleri kül edecekse,
Yeryüzü genişliğindeki bir defteri mahşere değin,
Yakıp duracak dertlerdir bunlar..
Fatıma’sının pâk naaşını yıkarken Ali’nin bağrı taşlı,
Gözü yaşlı hâlini satırlara dökebilmek,
Allah’ın Aslanı”nın o andaki hâlini kelimelerle,
İfade edebilmek mümkün müdür acaba? !
Nerede Esma? Ondan sorun..
Sorun; o sırada Ali’nin gözpınarlarından süzülen,
Sessiz gözyaşlarına teberrüken dokunmak isteyen,
Meleklerin kol/kanatları tutuşuverip yanmamış mıydı? !
İslam tarihinin alnına böylesi derin kırışıklar dertlerdir.
Bu dertler ki, yazılası değil, söylenesi değil,
Tasvir ve tasavvur edilesi değil..
Dert çok acıysa yaraya benzetilir halk dilinde;
Yaranın en can yakıcı olanıysa ateşe.
Yirmi beş yıl boyunca gözünde diken,
boğazında kemik,kalmışçasına sükuta,
tahammül eden Ali’nin dertli yüreğinin,
acılarını hangi ateşe teşbih etmeli peki? !
Ehl-i Beyt’in mazlum tarihi dertlerle doludur.
Kayıt Tarihi : 23.9.2012 01:02:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!