Yıldız düşlerime dağlarımdan mavzerler doğrulur, seni sevdikçe
Suskunluğun sancıları gibi durmaksızın yolarlar akrebin döşünü
Ben mavi bir aşkın yeşil baharlarında serdim aşkın pembe döşeğini
Ağlayan Nemrut’u düşledikçe ben, yokluğuna düşüyor hüznün tetiği…
Nemrut’u düşler oldum yokluğun hüznüme ağır basınca. Yüreğime yığılıp kalan ince sızının türkülerinde resimlerde kalan mutluluğun bağrımızda bıraktığı izlerle, içimizin derinliklerinde bağdaş kurup oturan avuç avuç hatıralarla, koordinatsız, yitirilmiş bir zamanın imbiği düşüyor dizelerime. Asırlardır toz ve toprak taşınmış donuk yüzlerdeki izlere kimi güneş, kimi yağmur vuruyor, kimi de karlar altında kalıyorum seni düşündükçe.
Sadece kelimelerin dans ettiği, duyguların izlemeye durduğu ışıklı bir sahnede saniyeler suskunluğun sancıları gibi durmaksızın yolarlar akrebin döşünü. Parmaklarım uzayan bir evrenin tüm sokaklarını hızla dolaşarak, sana emsalsiz sözcükler arar hiç bıkmadan. Bütün söylenmemiş sözleri tarayarak yaşam lügatinden, asar yüreğinin dilek ağacına övgüyle. Güzelliğinin kandil yansımalarında nurlar dolar gönlüme, özlemin saatleri parçalandıkça.
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım?
Ne var ise sende bende