İnsanı anlamak için kelimelere değil, zamana ihtiyaç vardır. Çünkü zaman, insanların maskesini düşüren, niyetleri çıplaklaştıran, duyguları eleyip gerçeği açığa çıkaran en adil ölçüttür. Başlangıçta herkes güzel konuşur. Herkes güler, herkes “ben farklıyım” der. Ama sabır ister bir insanın gerçeğini görebilmek. Çünkü bazı insanlar sadece rol yapar. Özenle inşa ettikleri sahte benlikleriyle yanındaymış gibi davranır, oysa bir düşüş anında sırtından ilk iteni de onlar olur.
Zaman, sahte sevgileri kurutur.
Zaman, çıkar ilişkilerini siler.
Zaman, “asla gitmem” diyenlerin nasıl sessizce yok olduğunu gösterir.
Bir adam düşünün…
Hayatını anlatıyor. Cümlelerinin içinde sanki bir hikâye değil, bir ömür gizli. Siz dinliyorsunuz, inanıyorsunuz. Her kelimesine, her sessizliğine, her “ben” deyişine inanıyorsunuz.
Onu anlamakla kalmıyor, onu seviyorsunuz.
Sevginiz öyle büyüyor ki, zamanla kendi benliğinizi, kendi kimliğinizi bile onun gülüşüne emanet ediyorsunuz.
Bir bakıyorsunuz, içinizden taşan duygulara sığmıyor o adam; yazılara dönüşüyor, şiirlere, satırlara, hikâyelere sızıyor.
Sonra bir gün fark ediyorsunuz… yazdıklarınız aslında bir masal değilmiş, bir yalanın romanıymış.
Derin sessizliklerin, içe çekilen nefeslerin, uykusuz gecelerin sonunda doğar âh…
Bir insan, kelimeler yetmediğinde içindeki yıkımı göğe bırakır. Sessizce, kimsesizce ve çoğu zaman habersizce…
İşte o zaman başlar “âh”ın hikayesi.
Âh, bir beddua değildir. İçinden gelen bir çığlık da değildir her zaman.
Âh, çoğu zaman hakkını helâl edemeyişin, içinin burkulmasının, yaşarken ölmenin adıdır.
Bazı fırtınalar vardır; dışarıda değil, insanın içinde kopar. Sessizdir. Gözle görülmez ama yürekten yüze doğru yankılanır. Ne bir çığlık atarsın, ne de bir sitem edersin... Sadece susarsın. Çünkü artık kelimelerin bile yaranı taşıyacak kadar güçlü olmadığını anlarsın.
Ben bu suskunluğun tam ortasında yaşıyorum.
Gündüz insanlara karışıyorum, gülüyorum, konuşuyorum, hatta bazen kendimi kandıracak kadar iyi taklit ediyorum mutluluğu. Ama gece... Gece o kalabalıklar gidiyor, sahte tebessümler dağılıyor ve geriye yalnızca ben kalıyorum. Ben ve içimdeki kıyamet.
Kimsenin görmediği, duymadığı, anlayamayacağı bir çöküşün tam içinde, sessizce direniyorum.
Kıyıda köşede, gizlice… demek ki sadece beni taciz ettin. Karışıklı sevgi değildi ben gerçekten severken sen taciz etmişsin
“Seni seviyorum” derken, o yalancı sözlerinle dokunurken, hepsi birer ihanetmiş.
Sevgi diye yutturdun bana zehri, ben aşk sandım.
Oysa sen, kendi nefsini doyurmak için bana yaklaşmışsın.
Her şeyin sahteymiş; bakışların, sözlerin, hatta sustuğun anlar bile.
Ama bil ki Allah adildir, Serhat.
Beni görünce kaçıyor…
Sanki ben ona bir kötülük etmişim gibi, sanki ben yalan söylemişim, sanki ben onu kirletmişim gibi.
Oysa herkesin bilmediği bir şey var Serhat:
Sen benden değil, kendinden kaçıyorsun.
Bir zamanlar seni yüreğinde taşıyan kadının gözlerine bakamıyorsun artık.
Çünkü o gözlerde seni sen yapan değil, seni rezil eden adamı görüyorsun.
Bir adam vardı…
Sözleriyle büyüler, sessizliğiyle bağlardı insanı.
İlk tanıdığında içini ısıtan o bakışları, zamanla en derin korkunun kaynağı oldu.
Bir kadının kalbini kazanmakla övünür, sonra o kalbi paramparça edermiş meğer.
Ve en acısı, bunu yaparken kendini “iyi biri” sanırmış.
O adam, bir kadının en temiz duygusunu kirletip, ardından yüzünü çevirmişti.



Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!