Nedir Bu Herşeye Rağmen? Şiiri - Erbil K ...

Erbil Kutlu
173

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Nedir Bu Herşeye Rağmen?

Bir bayram arefesi idi. Çok uzun bir yoldan gelmişti. Yorgundu, ama uzun zamandır sadece sesini duyduğu ailesinin yanında huzura ermiş bir sukunete sahip olmuş, tüm yorgunluğunu onları seyrederek, onlar ile konuşarak gidermeye çalışıyor; hatta öyleki, bir an bile gözlerini kırpmadan durmaya çalışıyordu.

Çünkü gözlerini bir an kırptığında, gözlerinin önüne, o güzel sevdiği insan geliyordu. Ailesi bile bunun önüne geçemiyordu. Sevmek, onun için; yalnız ona kapılmak demek değildi. Seversin, ama diğerler sevdiklerinden vazgeçemezsin. Sadece bir kişi olur ki onu, diğerlerinden daha fazla seversin. Böyle düşünürdü.

Bir rastlantı sonucu tanışmışlardı. İkisinin de tanıdığı ortak bir arkadaşları vasıtası ile yeni bir döneme açılmışlardı.

Yusuf, siyah kısa saçlı, 28 yaşında, 1,70 boyunda, açık kahverengi gözlü, bebeksi bir yüzü olan bir gençti. Aysu’ya çok ama çok bağlanmıştı. Onu tanıyalı henüz sekiz ay olmasına rağmen onu, çok sevmişti. Tüm gelecek hayallerinde hep o vardı. Kimse ile birlikte olamıyordu. Kaçırıyordu kendini. Bir karşı cinsi ile tanışsa ve tokalaşsalar içi kırılırdı. Aysu’ya karşı bir yanlış yapmak istemediği için fazla konuşmaz sadece dostça sohbet ederdi. Zaten kimseyle konuşurken Aysu ile konuştuğu kadar rahat olamıyor, ama Aysu ile konuşurken ise, onu rahatsız etmeyecek sesini burmayacak kelimeler seçmeye özen gösterirdi. Son dönemde sadece mesajlaşmaya başlamışlardı. Öyleki kurdukları cümlelerden karşısındakinin durumunu çözebiliyorlardı.

Yusuf, bir duruma çok içerlerdi. Onun karşısında kimse gülmemeliydi. Çünkü gülmek sadece Aysu için var olan bir gerçekti. Dünya onun gülüşüne şahit olunması için kurulmuştu.

Yusuf, küçüklüğünden beri sadece esmerleri gerçek görürdü. Herkes saçını sarıya yada kahverengine boyayabiliyor; lakin siyaha kimse yanaşmıyordu. Bu sebep ile kişinin esas saç rengi ile olanına itimatı vardı. Gerçek dünyada gerçek kumral ile sarışını bulmanın çok zor olduğuna inanır, onlara uzak durmaya çalışır ve bunu Aysu ile kırmıştı.

Aysu, henüz 21 yaşında, kumral dalgalı saçlı, Yusuf ile denk boylarda, taze bakışlı, cana yakın, konuşkan, cıvıl cıvıl bir insandı.

Yusuf ile birlikte olmaktan hep kaçırmıştı kendisini, ancak onu tanımaktan da çok mutluydu. Onunla konuşmak hoşuna gidiyordu. Aslında Aysu de Yusuf ile birlikte olmak istiyordu. Ancak ilişkileri bir gün bir yerde tıkanır ve aralarında onarılması imkansız yaralar açarsa diye korkuyordu. Onun hayatından çıkmasını istemiyordu. Hiç kimse ile bu kadar içten olamıyor, içindekileri bu kadar kolay dışa vuramıyordu ondan başkasına.

Yusuf, Aysu’dan canının çok acımasından ötürü çoğu zaman yalnız başına bir çay bahçesine giderdi; öyle kimsenin fazla uğramadığı. Önce sigarasını yakar, sonra çayını söylerdi. Çayı gelir iki yudum alır, ardından cüzdanından Aysu’nun ona verdiği vesikalık resmi çıkarıp karşısına koyar ve onunla konuşurdu ama tek kelime ağzından çıkmadan sadece bakışları ile. Gözünden süzülen yaşlar ile o resime aşkını anlatırdı. Her bir damla yaş bir virgül, her sigarasından çektiği bir nefes nokta idi. Resimi öyle muntazaman cüzdanından çıkarıp koyardıki resim, hala o ilk anda aldığından farksız halde idi. Hatta Aysu o resimi verirken, resim üzerinde oluşmuş olan Aysu’ya ait parmak izleri bile hala taze idi.

Vakit gece yarısını geçiyordu. Sabah bayram namazı vardı ve erkenden kalkması gerekiyordu. Babası ile birlikte ilk gittiği bayram namazından bu yana, hep sabah namazından karşılarlardı bayram namazı vaktini. Sabah namazından sonra imamın anlattıklarını dinlerlerdi. Bu şekilde bir ruh dinlencesi yaşadıklarına inanırlardı.

Yatağına uzandı. Aklına küçüklüğü geldi. Küçükken babası ile namaza gidişlerini, ona alınan bayramlık elbiselerine gösterdiği özene, ayakkabılarını yastığının yanına koyup onlara bakarak heyecanla uyumalarını,bayram namazından sonra el öpüp harçlık alışlarını anımsadı acı acı gülümseyerek. Sonra aklına yeniden Aysu geldi. O zamanlarda Aysu ile tanışmıyorlardı. İnsanlara duyduğu sevgiler hep gelip geçici hislerdi. Hatta ilgi duyduğu, sevgilim dediği kişi tarafından aldatılması bile onu bu denli etkileyememişti. Bazen oturup düşünürdü. Acaba Aysu’ya olan bu içinden her ne olursa olsun içinden söküp atamadığı; atmaktan geçmiş bir nebzede olsa azalmayan bu sevgisi, ona ulaşmak isteyip, ulaşamamasından mı kaynaklanıyordu?

Oysa Aysu, onlar üç sokak ileride oturuyordu. İstediği anda gidip onunla görüşebilirdi. Ama ya o anda git derse diye korkuyla düşünür ve onun canını sıkmaktan çekinirdi. Hayatının her anını neredeyse çılgın, kurallara karşı gelerek asice yaşamış olan Yusuf, onu tanıyalı beri çok durulmuştu. Onun gözlerine baktığı o ilk anda, geçmişine dair ne varsa silip atıvermişti. Onunla hayata yeniden başlamaya hazırlamıştı kendisini. Her ne olursa olsun onun hayatından çıkmasını istemiyordu. Çıkmaması içinde elinden geleni yapıyordu.

Sanki göz kapaklarına Aysu’nun resimi yapılmış gibiydi. Ne zaman gözlerini kapatsa Aysu karşısında beliriyordu. Uykusu iyice gelmiş ve direnmeye çalışıyordu. Fakat bu sevginin ona yaptıklarına, yaptırdıklarına da itiraz edemiyordu. Aysu’i, onun olmadığı anlarda görmek onu dünyadan koparıyordu. Uykuya daha fazla direnç gösteremedi ve uykuya daldı.

Aysu, bugün erken çıkmıştı işten. Ertesi gün bayram olduğu için, iş yerinde yarım gün çalışmışlar ve paydos edip çıkmışlardı. Eve gittiği yol, Yusufların evinin oradan geçiyordu.

Yolda ertesi güne dair yapacaklarını düşünürken, gözlerini kırpmadan bir noktaya dikerek yürümeye başladı. Yusuf taksiden iniyordu. Kalbi öylesine heyecan ile atar olmuştu ki, yürümesi yavaşlamıştı istemeden. Ona seslenmek istemiş, ancak heyecanından nutku kesilmişti. Sesi çıkamıyor, bağıramıyordu. Çok mutluydu. Yarına dair tüm planları alt üst olmuştu. Acaba yarın arayıp onun bayramını kutlasa mıydı? Yada Yusuf onu arar mıydı? Eve girmişti. Ama bu sorular içini yiyordu. Çünkü cevabını kendi bilmiyordu. Ancak ertesi gün ulaşabilecekti.

Gece ilerliyordu. Ancak Aysu, hala aynı sorular arasında gidip geliyordu. Mutluluğu yüce dağlar kadardı, ama rahat değildi. Konu Yusuf idi. Ne yapacak ne edecek bir türlü karar veremiyordu. En sonunda dayanamadı. Cep telefonunu eline aldı. “HOŞ GELDİN…” yazdı ve gönderdi.

Yusuf bir an irkilerek uyandı. Cep telefonunun mesaj sesi ile uykusu açılmıştı. İçinden bu mesaj yollayanın arkadaşları olduğunu düşündü ve kalkıp bakmaya erindi. Ama elinde olmadan kalbi hızla atmaya başladı birden. Tam yeniden gözlerini yumdu ve Aysu’yu gördü ve ağzından tek bir cümle çıktı, gözünden engeleyemeden akan göz yaşları ile: “Hoş Buldum Aysum, Hoş Buldum”… yeniden uykuya teslim olmuştu.

Yusuf, uykuya dalmıştı ancak kendini bir puslu bulutlu bir ortamda buldu. Etrafında sarmaşıklar, ağaçlar vardı. Ortam karanlıktı. Ancak ortalık kuş sesleri ile inliyordu. Yerler balçık gibi çamurluydu. Bastığı yerden ayağını zor kaldırıyordu. Ayağında terlikleri vardı ve bunları kaybetmek istemiyordu. Kaprisi sarmaşıklardan yemyeşil olmuştu. O çok sevdiği Beşiktaş forması ve elleri kolları da farklı değildi. Yürüyordu, ama nereye yürüdüğünü kendide bilmiyordu. Lakin kalbi hınca hınç atıyordu. Bu içinde bulunduğu belirsizlikten de olabilirdi, çok yorulmuş olmasından da kaynaklanıyor olabilirdi.

Kulaklarında çınlayan o kuş sesleri artık ona sanki adını seslenir gibi olmaya başlamıştı. Bu sırada adımını atarken sol terliği, adımını atmak isterken ayağını kaldırırken ayağından kurtuldu. Sanki çamur, terliği çekip ayağından almıştı. Arandı, ancak bulamadı. Çok sürmedi ve 4 adım sonra diğer terliği de onu bıraktı. Artık yalın ayak kalmıştı. Çamur, terlikleri varken yürümede zorluk çıkarmasına, terliklerini elinde aldıktan sonra devam ettiriyordu Yusuf’a. Yusuf, artık her adımında ayağı kayıyor ve düşüyordu. Sarmaşıklardan yeşile bürünen elbiseleri ve teni, çamur olmaya başlamıştı. Ama bu çamur öyle kahverengi değildi bildiğimiz gibi olandan. Sanki bir yağlı boya tablo yapan ressamın paletindeki gibi tüm renkleri içeren bir cümbüş gibi bir renkti.

İlerledikçe ileride bir ışık dikkatini çekti. Bundan sonra adımlarını daha da hızlandırdı. Düşmeleri de arttı. Işığa yaklaştıkça içinden “Bitsin Artık Bu Ya Öleceksem Öleyim, Kurtulacaksam Kurtulayım Yeter Artık Ya” demeye başlamıştı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü…

Eve varmıştı. Evin bahçesi renk renk değil, sadece kırmızı güllerden ibaretti. Ve uçsuz bucaksız idi. Yusuf, bahçeye girdi. Güllere bakıyordu. Kimisinde diken yoktu bu ona çok ilginç geldi. Eve yöneldi. Evin kapısını çaldı. Kapıyı avucunun içi ile çalarken kapı kendiliğinden geriye doğru açıldı. İçerisi loş bir ortamdaydı. Sadece bir şömine vardı o tüm evi aydınlatıyordu. Ev sadece büyük bir odadan ibaretti. Şöminenin ışığının zor zar yetiştiği bir noktada, bir koltukta, ayaklarını yanına toplamış, elinde bir kadeh içindeki şarabı yudumlayan bir kadın görmüştü. Kadın şarabı yudumlayor velakin şarabın seviyesi değişmiyordu. Hep aynı miktarda kalıyordu.

Yusuf, kadına doğru yaklaştıkça onu birine benzetiyordu. Kime benziyordu, o da bilmiyordu, ama yabancı gelmiyordu. Kadının saçları yüzünü örtmeye çalışmışta başaramamış gibiydi. Yüzünün şömineden yana olan tarafı kapalıydı ancak diğer tarafı açıktı. Saçları bukle bukle idi. Kadın dizleri üzerine koyduğu bir çerçeveye bakıyor ve resmi okşuyordu. Yusuf, kadına doğru yürürken adımlarını sakınarak atıyordu. Aniden kadın “Hoş Geldin, Sen Benden Ne Çalacaksın? ” dedi. Yusuf beklemediği bu soru üzerine şok olmuştu, verecek cevap bulamadı. Kadın devam etti bunun üzerine “Tabiki Cevap Veremezsin. Çünkü Artık Verecek Hiç Bir Şeyim Kalmadı. Her Gelen Bir Parçamı Çaldı Götürdü. Kimse Bana Ben Olduğum İçin Değer Vermedi. Kimi Yanında Dolaştıracak Bir Kukla Gibi Davrandı. Kimi Sadece Tenimle İlgilendi. Kimi Ne Aradığını Bulmak İçin Benimle Bunları Fark Etti. Ama Kimse, Ama Hiç Kimse, Benim İçimdeki Aşkı Alıp Gidemedi. Bana Verdikleri Değerin, Aslında Bir Ucubelik Olduğunu Fark Ettiğimde Kalbim Çok Acıdı Ve Aşkım O Acıdan Beni Terk Etti. Onlar İçin Harcadığım Zamanlar Bana Olduğundan Çok Daha Ağır Geldi. Bir Ailem Vardı; Kalmadı. Bir Umudum Vardı, Bulut Oldu Gitti. Bir Aşkım Vardı; O Benim Onu Ne Çok Sevdiğimi Hiç Bilmedi. Belki Ona Bu Yolu Hiç Açmadım. Açtım Ben, Ama Hayatımda Hep Birileri Vardı Bu Yol Açık İken, O Bunu Hep Yanlış Anladı. Ben Kendimi Ona Çok Hazırladım. Bana İstediğim Hayatı Verecek İnsandı. Ben Gezmek, Dolaşmak, Konuşmak, Paylaşmak İstedim Hep. Ama O Konuşmayı Fazla Sevmezdi. Sakindi. Dertleşirdik, O Dertlerini Hiç Anlatmazdı. Ona Hiçbir Şey Zarar Veremezdi, O İzin Vermedikçe. Hayata Deli Gibi Bakardı. Hayatı Ancak Deliler Kaldırabilir Derdi. Piç Gibiydi. Ne Zaman Nerede Ne Yapar Kimse Bilmezdi. Her Şey Olur Biter, Sonra Anlatırdı. Çok Güzel Konuşurdu. İltifatı Sevmezdi, Onlar Yalanın Daniskası Der, Ama Çok Güzel İnsanın Gönlünü Okşayan Bir Konuşması Vardı. Hep Bekledim Onu, Haydi Söyle Şunu Bana Diye, Ama O Demedi. Hep Çekindi. Hep Birisi İle Sanırdı Beni Belki. Bana Mutluluğu Bulmak İçin Hep Yolumu Açardı. Ben Mutluluğu Onda Arardım. Onu Öpme İsterdim. Kaçırırdı Kendini. Ben Onu Arıyorum…”

Yusuf, iyice gerilmişti. Kadın bunları söylerken, aklına tek bir kişi gelmişti. Aysu. Yusuf, dirhem dirhem olsada kadının yamacına gelmişti. Kadın, yüzünün şömineden taraf olan kısmını örten saçlarını eliyle toplayarak, Yusuf’un yüzüne baktı acı bir tebessüm ile ve “Her Şey İçin Çok Geç Sayılır Mı? Bugün Ona VAR MISIN Desem Kabul Eder Mi Beni Geçmiş Bunca Zamana Rağmen? ” dedi.

Yusuf, “eğer oda seni seviyorsa…” diye karşılık verirken birden kadının yüzü, aydınlanıvermişti. O yüz Aysu’nun yüzü idi.

Aniden irkilerek uyandı. Sanki sudan çıkmış gibiydi; terlemişti. Başını yastığına koymuştu ki, o sırada annesi geldi ve haydi oğlum kalk baban hazırlanıyor, ona yetiş dedi.

Kalktı, banyoya geçti. Hala gördüğü düşün etkisinde idi. Suyu açması ile duvara sıçraması ve başını vurması bir oldu. O dalgınlık hali ile suyu ılıştırmayı unutmuş ve sadece soğuk suyu açmıştı. Haliyle bu da onun dalgınlığının aniden geçmesine, kendine gelmesine beklenmedik bir yardım sağlamıştı.

Hazırlandı, babası ile camilerine gittiler. Camiden çıktıklarında, camiye her gelenin yaptığına eşlik edip onlarda herkesle bayramlaştılar. Eve geldiklerinde kahvaltı masasını annesi ve kız kardeşi emine tarafından hazırlanmıştı. Emine her zaman gibi tez canlılık edip hemen babasından başlayıp bayramlaşma merasime erken bir giriş yapmaya çalıştıysa da, süper gücün hedefi haline dönüşüp bu girişimi anında bastırılarak kahvaltı masasına geçtiler.

Bu sırada Yusuf, camiye giderken yanına almadığı cep telefonunu kontrol etmek istedi. Bir adet mesajınız var yazısını gördü. Gece uyurken gelen mesaj olduğunu hatırladı. Arkadaşlarının birinden geldiğini düşündüğü için umarsızca mesajı okumak için kabul et tuşuna bastı. Gördüğü yazı ile kalbi hızlandı. Cevap yazıp yazmamayı düşünürken, elleri kendiliğinden mesajı yazmış ve bitirmişti. Sadece gönderilmeyi bekliyordu. “HOŞ BULDUM AYSU. NASILSIN? BAYRAMIN KUTLU MUTLU OLSUN”. Mesajı gönderdi. Çok ümitliydi cevap geleceğinden, ama gelmedi. Kendini bu konuya vermemeye çalışarak ailesi ile bayram sabahına teslim etti.

Bayram sabahı dualarını ettikten sonra kahvaltıya başladılar. Bir yandan da, televizyondan bayram sabahı programlarını seyrediyorlardı. Babası ve annesi Yusuf ve Emine’nin küçüklüklerinde bayramlarda yaptıklarını anlatıp anlatıp gülüşüyorlardı. Kahvaltı bitmiş ve bayramlaşma başlamıştı aile içinde. Emine ağabeyinin ardına sıraya geçmişti. Önce babalarının eli öpülüyor, bu sırada baba sol elini çocuklarının omzuna koyuyor ve sağ eli ile pantolonunun cebinden bir adet 50 TL çıkarıp, sağ eline sıkıştırıyordu. Yusuf, çalışmaya başladığından beridir bundan rahatsız olmaya başlamış değildi ancak büyüdüğü için utanıyordu. Bunu bilen kardeşi Emine ise, her defasında ağabeyine şaka yollu olarak “Fusuycan Utanıyoosan Ve Baa. Ben O Utançile Seve Seve Yaşaim” derdi. Yusuf ise, kafa atarmış gibi bir hareket yapardı. Sonra sımsıkı birbirlerine sarılırlar, ömür boyu ne olursa olsun bu bağlarının kopmayacağına, buna izin vermeyeceklerine yemin ederlerdi.

Gün boyu sadece oturdukları apartmanda bayramlaşma ziyaretlerine gittiler ve gelenleri konuk ettiler ailece. Gün dönümüne yakın Yusuf ve Emine dışarı çıkmak izin istediler ve izini aldıktan sonra hemen evden çıktılar. Yolda cep telefonlarından arkadaşları ile haberleştiler ve Maltepe sahilinde buluşmaya sözleştiler. Maltepe sahiline geldiklerinde iki kardeş gözgöze geldiler ve başlarını tamam anlamında bir kez sallayarak, ayrıldılar; arkadaşlarının yanına gittiler.

Yusuf, tam adımı atıp arkadaşlarının olduğu bara doğru ilerleyecekken ardına döndü, Emine’ye işin bitince beni ara diyecektiki; siyah uzun dalgalı saçları ile gülerek gelen Aysu’yu gördü. Olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Emine ağabeyini fark etti ve ona bir şey söyleyeceğini anlamıştı, ancak ağabeyinin heykel gibi duruşundan bir şeylerin olduğunu anladı. Soluna baktığı anda Aysu’yu gördü ve ona seslendi. Sonra elinden tutarak onu ağabeyinin yanına getirdi. “YUSUUUUF YUSUF BAK, AYSU’DA BURADA. BEN İŞİM BİTİNCE SENİ ARARIM TAMAM MI CANIM? AYSU SENDE GEÇ KALMA SENİDE BEKLİYORUZ KIZIM ONA GÖRE” dedi ve kafenin içine girdi.

Aysu, Yusuf’un boynuna sarılarak yanaklarından öptü.

- HOŞGEDİN YUSUF. NASILSIN? Yusuf, sakin olmaya çalışarak
- SAĞOL, SENİ GÖRDÜM DAHA İYİ OLDUM. SEN NASILSIN? GECE MESAJ GÖNDERMİŞSİN, AMA BEN BUNU SABAH GÖRDÜM.
- ASLINDA GÖNDERMEYECEKTİM. DE SENİN DÜN EVE GELİŞİNİ GÖRDÜM SESLENDİM DUYMADIN. Dedi Aysu gülerek.
- HADİ YA! GÖNDERMESEYDİN O ZAMAN. Diyerek oda gülerek cevap verdi Yusuf.
- NEREYE GİDİYORSUN? ARKADAŞLARIN NEREDE?
- ŞU İLERDE BODRUM CAFEDELER BENİ BEKLİYORLAR. GEL SENDE İSTERSEN! ! !
- HUMMM… Bu sırada Emine’ye bakarak: BAKARIM TAMAM?
- TAMAM.

Yusuf, Aysu ve Emine’nin kafeden içeri girişini seyrediyordu, bu sırada Aysu’da kısa bir süre ardına baktı ve Yusuf’a el salladı. Emineler arkadaşlarının yanına yönelince, oda arkadaşlarının yanına doğru yola koyuldu.

Saat hayli ilerlemişti. Yusuf, Emine’nin aramasını bekliyordu. O aslında Aysu’dan gelecek bir haberi bekliyordu. Arkadaşları haydi kalkalım artık dedi, hesabı ödeyip kalktılar çıktılar. Yolda hem yürüyor hem de yüksek sesle gülerek konuşuyorlardı. Emine ile Aysu’nun oldukları kafenin önüne gelince Yusuf, arkadaşları ile vedalaştı ve Emine’yi aradı. Telefonu Emine’nin yerine Aysu açtı, Yusuf’u içeri gelmesini istedi. Yusuf onların masasına gelince Emine ve Aysu’da toparlandılar ve haydi çıkalım geç oldu dediler.

Yolda birlikte yürüyorlar ve konuşuyorlardı. Minibüse binmeye gerek görmediler, böyle güzeldi onlar için. Eve yaklaştıklarında Emine, adımlarını hızlandırarak onlardan uzaklaştı. Yusuf, ona seslenmek istedi, ama seslenmedi. Aysu yanındaydı ve bunun bozulmasını istemedi. Emine apartmandan içeri girdi ve ben babamlara derim tamam takılın siz dedi ve bir kahkaha atarak önce zıpladı, ardından apartmana girdi. Yusuf ile Aysu yürümeye devam ettiler.

Bir ara durdular ve aniden birlikte konuşmaya başladılar aynı kelimeler ile. “Sana Bir Şey Söylemek İstiyorum”
Gülüştüler ve yine aynı anda “Önce Sen Söyle Tamam” dediler ve hafif bir tebessümle bakışarak duraladılar.
Yine aynı anda “İyi Tamam Ben Söyleyeyim” Dediler Ve Kahkahaya Boğuldular. Yusuf Haydi İlk Sen Söyle Diyerek Sözü Aysu’ya Verdi. Aysu Başladı: “Seni İlk Tanıdığım Günden Beridir Sana Karşı Kendimi Çok Yakın Buluyorum. Hayatıma Çok Kişi Girmeye Çalıştı. Ancak Kimse Senin Gibi Konuşmadı Benimle. Eğlendiriyorlar Mıydı? Evet. Yaptıklarımızdan Zevk Alıyor Muydum? Evet. Onlarla Buluşmak İçin Can Atıyor Muydum? Ona Da Evet. Ama Bir Şey Yoktu Onlarla Yaşadıklarımda Mutlu Değildim. Mutlu Olamıyordum. Sanki Ben Onlarda Seni Arıyordum. Yusuf, Her Şeye Rağmen Beni Kabul Eder Misin? ”

Yusuf duyduklarına inanamıyordu. Aklına bir soru takılmıştı. Ne demekti bu her şeye rağmen? Neyi kastetmeye çalışıyordu Aysu? Ama şunu çok iyi anlamıştı. Ya şimdi Aysu’ya kavuşacaktı, ya da bir ömür boyu bu aşktan mahrum kalacaktı. Sormaktan asla çekinmemeliydi; neydi bu her şeye rağmen? Bu düşünceler beyninden geçerken, Aysu’nun gözlerinden ayrılamıyordu.

“Aysu, Her Şeye Rağmen Derken Neyi Kastettin? ” dedi ve Aysu ona sarılarak anlatmaya başladı.

- YUSUF, SENİ ÇOK ÜZDÜM. SENİN BANA OLAN SEVGİNİ BİRDEN HARCAMAMAK ADINA, SENİ HEP KENDİMDEN UZAK TUTTUM. DÜŞÜNDÜM BENİ ANLIK MI SEVDİN YOKSA GERÇEKTEN Mİ SEVDİN BUNUN CEVABINI ARADIM.
- HUMM EVET SENİN İLİŞKİLERİNİN HABERİNİ EMİNE’DEN ALIYORDUM. CANIM ACIYORDU. LAKİN SENİ SEVGİMDEN MUTLU OLMANI DİLİYORDUM. HERŞEYE RAĞMEN DERKEN BUNU KASTETTİYSEN BU BİR ŞEY DEĞİL Kİ GÜZELİM BENİM. Dedi içi rahatlamış olarak.

Zira Yusuf, başka başka şeyler aklına getirmişti. Ürkmüştü. Aysu, başkasının olduktan sonra ona mı dönmüştü. Çok rahatladı.

Aysu, bu düşüncesini hissetti ve sordu: “Senden Önce Başkasının Olsaydım, Gene Beni Kabul Eder Miydin? ”. Yusuf, beklemediği bu soru karşısında afallamasına ramak bırakmadan cevabı verdi. “Aysum, Ben Seni Sevdim. Senin Varoluşunu Sevdim. Bende Senden Evvelinde Birlikte Olduğun İnsanlarla İlişkim Oldum. Önemli Olan Benim Bunu Bilmem Ve Bunu Benden Saklamamandı. Benim Arzum Senden Sadece Dürüst Olman Ve Bağlı Olman. Seni Tanıdığım Günden Beridir Hayatıma Kimse Girmedi, Buna İzin Vermedim. Eğer Sende Bana Bu Şeklide Geleceksen Hayatıma Hoş Geldin, Ama Aksi İse Lütfen En Azından Muhabbetimiz Kesilmesin. Olur Mu? ”

Aysu, Yusuf’a sarıldı ve hoş buldum dedi. Ardından onu dudaklarından öptü. İkiside bulutların üzerinde uçar gibiydiler. Aniden bir kedi miyavlaması ile irkildiler. Aysu’nun evine doğru yürümeye devam ettiler.

Yusuf, Aysu’yu öperek evinde uğurladı. Çok mutluydu artık çok sevdiği aşkına ulaşmıştı. Ellerini cebine sokarak eve doğru yürümeye başladı.

Yaklaşık olarak 4 ay bu ilişkileri devam etti. Ama sadece hafta sonları. Zira Yusuf, şehir dışında çalıştığı için İstanbul’a o zamanlarda gelebiliyordu. 4 ayın sonunda sözlendiler. 7 ay sonra nişanlandılar ve 5 ay sonra çok güzel bir düğün ile evlendiler.

Evlendikleri gün tanışmalarının 2. Yılına denk gelen gündü. Yusuf bunları asla unutmazdı. Ve sevdiği insan için bunu özellikle düşünmüştü.


FAHRETTİN ERBİL KUTLU
11.12.2009.CUMA – 02.15

Erbil Kutlu
Kayıt Tarihi : 11.12.2009 02:30:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Erbil Kutlu