Seyit liseye yeni başlamıştı. Birkaç ay içerisinde yapılan yazılılarda hiç zayıf not almamıştı ama notları vasatın da üzerinde değildi. Dersi derste öğrenmeye gayret eder anlamadığı konuyu ta ki öğreninceye kadar sorardı. Dersi derste öğrendiği için de ev ödevi yapmamak gibi bir huy edinmişti. Ta ki bazı öğretmenler öğrencilerin ev ödevlerini yapmalarını sağlamak için ev ödevlerinden de not vereceklerini söyleyinceye kadar. Bu kez de ödevlerini aceleyle baştan savma yapmasına rağmen konuyu daha iyi anladığı için notları da hafifçe yükselmeye başlamıştı.
Seyit, yetim bir çocuktu. Annesi üç ayda bir aldığı dul ve yetim maaşıyla geçimlerini sağlamaya çalışıyordu. Ama Seyit çok yaramaz bir çocuktu. Zor bir çocukluk dönemi geçirmişti. Ergenliğe ilk adım attığı yılların başındaydı henüz. Seyit’in arkadaşları genelde sanayide çalıştıkları için onların hafta sonları her zaman paraları olmuştu. Bu yüzden hafta sonu geldi mi onlar sinemaya gider bazen Seyit’i de davet ederler onun sinema parasını ortaklaşa öderlerdi. Bu Seyit’i çok yaralardı ama onun da yapacak bir şeyi yoktu. Yokluk acı bir şeydi.
Bazen de arkadaşlarına yük olmak istemediği için onlara görünmeden ortadan kaybolur ya da bir mazeret uydurup onlara katılmazdı. İşte böyle zamanlarda Seyit hırsını hıncını öfkesini spordan çıkartırdı. En önemli oyuncağı olan yegane basketbol topunu alır evlerinin hemen yanlarındaki İmam Hatip lisesinin basketbol sahasında alırdı soluğu.
Başlangıçta bazen turnike bazen şut çalışır ama bol bol dripling çalışırdı. O kadar mükemmel top sürerdi ki elinden top kapmak imkansız gibi bir şeydi. Onun bu konudaki becerisi hem kendi okulunda hem İmam Hatip lisesindeki basketbol meraklısı öğrencilerinin takdirini toplamıştı. Kendi okulunda basketbol takımına seçmelere katılmadan arkadaşlarının öğretmenlerine tavsiyesiyle girmişti. Okul takımında ilk yılında olmasına rağmen takımın ilk beşinde daimi yer edinme başarısını göstermişti.
Seyit aslında bütün hayatı boyunca olduğu gibi kendisini bir şeylerin arkasına gizliyordu. Ergenliğinin ilk yıllarında bu basketbol olmuştu. Maçlardaki kazanma hırsı aslında Seyit’in isyanının sesiydi. Çünkü kendisini çok yalnız hissediyordu. Evet devamlı arkadaşlarının arasındaydı ama onu anlayan bir Allah’ın kulu yoktu.
Annesinin tek umuduydu. Bunu o da biliyordu ama gençliğin de verdiği heyecanla hep bir kadere isyanın içerisindeydi. Annesi Hatice Hanım, hayatın meşakkatiyle üç ayda bir aldığı üç kuruş dul yetim maaşıyla hem evini geçindirmeye hem de yavrularını yetiştirmeye gayret ediyordu. Ama bazen Seyit’in yaramazlıkları o dereceye varıyordu ki komşulardan laf söz gelmeye başlamıştı. Bu durumlarda Seyit eve gelince bazen terlikle bazen de oklavayla fena halde dövüyor sonra da oğlunu dövmüş olmanın üzüntüsüyle iki göz iki çeşme bir ağıt tutturuyordu.
Seyit yine bir gün okuldan gelmiş ders kitaplarını masanın üstüne koyup okul kıyafetini çıkarmak için yatak odasına gitti. Üstünü değiştikten sonra acıkmış olmanın da verdiği açlık duygusuyla mutfağa yönelerek yürümeye başladı. Oturma odasında Seyit’in geldiğini anlayan Hatice Hanım sedirin altına saklamış olduğu oklavayı kaptığı gibi Seyit’in peşine koştu. Seyit’i antrede yakalayan Hatice Hanım elindeki oklavayı var gücüyle Seyit’in omuzuna indiriverdi. Oklava ortadan ikiye ayrılıp kırıldı. Seyit ise omuzunda hissettiği acıyla “Anam vay” diye inledi. Elini omuzuna atıp annesine dönüp, “Yav anam daha yeni okuldan geldim. Yeminle ne kimseyle kavga ettim ne bir yaramazlık yaptım. Durup dururken bu dayağın aslı astarı nedir ya?”
Hatice Hanımın cevabı karşısında gülse mi ağlasa mı kendisi de bilememişti. Hatice Hanım,
-Ben seni şimdi elim ayağım tutuyorken döveyim de sen büyüyüp evlendiğinde karının ağzına bakıp beni nasıl olsa döveceksin. Oh ediyorum gücüm yetiyorken en azından o günlerin intikamını şimdiden alıyorum.
Bu sözler karşısında omuzuna inen oklavanın acısından gözünden yaş gelen Seyit birden gülmeye başlar. Seyit’in gözlerinde yaş vardır ama annesinin sözlerine de kendisini gülmekten alamaz.
Seyit annesini anlıyordu. Annesi hayatın getirdiği stres altında eziliyordu. Kardeşleri bacıları olmasına rağmen kimse onları arayıp sormazdı. Bu yüzden Hatice Hanım da kendi içerisinde büyük yalnızlık yaşıyordu. Bu durumlarda öfkesini oğlundan çıkartıyordu. Allah var oğlu da o güne kadar annesine ne bir karşılık ne bir kötü söz söylemişti. Aslında Seyit de annesinin çaresizliğini anlıyor ama elinden bir şey gelmiyordu. Bu yüzden de annesinin sinir krizlerinde elinden geldiğince annesine yakalanmadan evden kaçmaya çalışıyordu. Bu durumlarda Hatice Hanım kendini ağıta veriyordu. Kendi kendine hem ağlıyor hem söylüyordu…
Daha sonraları Seyit annesinin bu ağıtlarını not almamanın pişmanlığını yaşayacaktı. Ama onun da yapacak bir şeyi yoktu ya dayak yiyecekti ki bu kez de annesi hırsını ondan çıkaracaktı. Evden kaçınca da annesinin ağıtlarını kaçırmış oluyordu.
Yine bir gün Seyit okuldan geldi. Elindeki kitapları masanın üstüne koymuştu ki annesinin elinde oklavayla geldiğini görünce hemen yatak odasına kaçıp kapısını kilitledi. Hırsını öfkesini alamayan Hatice Hanım oğluna, “Aç şu kapıyı, kapının camı kırdırma bana” diye bağırdı. Seyit yine dayak yiyeceğini anlamıştı. O an aklına nerden geldiyse bir şey geldi. O günlerin popüler bir şarkısını değiştirip şarkı gibi söylemeye başladı.
-Bakışların bana biraz cesaret versin
Korkuyorum dışarı çıkmaya ben
Döveceksen ne olur suçumu söyle
Söyle söyle kaçıp giderim bu odadan ben…
Oğlunun verdiği bu cevap Hatice Hanım bir anda kahkahalara boğulmuştu. Öfkesinden kızsa mı yoksa oğlunun korku ve çaresizlikten söylediği şarkıya gülse mi bilmiyordu. Sonra gidip sedire oturdu. Oturduğu yerden oğluna seslendi
-Sarı Seyidim kınalı kuzum çık. Bak vallaha dövmücem. Ahan da bak sedire oturdum bile. Gine komşular kızdırdı beni. Hem evime geliyorlar yemeğimi yiyorlar sonra da arkamdan laf edip dedikodumu yapıyorlar. Onlara öfkelendim hırsımı senden almaya kalktım. Çık kuzum çık yavrum senin hiç bir suçun kabahatin filan yok.
Seyit alışmıştı annesinin bu kriz anlarına. Annesi hırsını hıncını Seyit’ten çıkartıyordu ama Seyit hıncını kimden çıkartsındı. Seyit de büyük bir harita metot defteri almış bazı zamanlar yüreğinden geçenleri gizli gizli deftere şiir olarak yazmaya başlamıştı. Gençlik yıllarında parasızlıktan bir kız arkadaşı dahi edinemiyordu. Buna ne bütçesi ne de kıyafetleri müsaade etmiyordu. Bu yüzden ortaokulda aşık olduğu kızı bile elinden gelse kendisinden gizleyecekti.
Kıza ortaokulda âşık olmuştu. Okullar arası basketbol müsabakaları sırasında kızı görmüş beğenmişti. Okullarının o günkü maçını oynayıp maçtan galip çıkmışlardı. Seyit diğer rakip takımları izlemek için tribüne çıkmış Zeynep’i görüp bir süre hayran hayran ona bakmıştı. Sonra cesaretini toplayıp kızla arasında iki koltuk boşluk bırakacak şekilde mesafe bırakıp oturmuştu.
Zeynep yan tarafına kimin oturduğunu görmek için dönüp baktığında Seyit’le göz göze gelmişlerdi. Kız Seyit’i biraz önce ki maçtan tanımıştı. Gülerek, “Merhaba, tebrikler güzel maç çıkardınız” dedi. Seyit’in içinde o an fırtınalar kopuyordu. İlk sözün kızdan gelmesi biraz cesaretlendirdi onu.
-Merhaba, teşekkür ederim ben Seyit
-Merhaba, bende kız lisesinden Zeynep.
-Memnun oldum, sizin de maçınız var mı?
-Evet, bu maçtan sonra biz oynayacağız.
-Siz de takımda mısınız, oynayacak mısınız?
-Evet, takımdayım bir aksilik çıkmazsa herhalde ilk beşte çıkarım.
-O halde ben de sizin maçınızı izleyeceğim.
Bu sırada kız oyunculardan biri Zeynep’e seslenir.
-Zeynep bu maçtan sonra bizim maçımız. Soyunma odasına gidip formaları giyip aralıkta ısınma hareketleri yapacağız. Hoca bütün oyuncuları çağırıyor. Haydi gidelim.
-Tamam geliyorum.
-Bol şanslar…
-Teşekkür ederim, size de iyi günler…
Tanışmaları bu şekilde olmuştu. Daha sonraki okul maçlarında da bir araya gelmişler bol bol sohbet etmişlerdi. Kız Seyit’i devamlı okul eşofmanları içerisinde görüyordu. Seyit ancak eve geldiğinde eşofmanlarını çıkartıyordu ki sefaletini kimse görmesindi. Bu yüzden Zeynep’i hiçbir yere davet edememişti.
Bir gün Zeynep’le otururlarken gençlerden biri, “Zeynep çiğim haftaya Gençlik Şöleni varmış. Müsaitsen birlikte gidelim mi?” diye sordu. Zeynep dönüp Seyit’in gözlerine manalı baktı ama Seyit’te tık yoktu. Zeynep Seyit’in gözlerinin içine bakarak
-Şu an bir şey diyemem. Daha sonra konuşuruz, şimdi maça konsantre olmalıyım.
-Unutma ama senden cevap bekliyorum.
Zeynep Seyit’in yanından kalkıp giderken, Seyit yaşadığı mahcubiyetten hemen oradan uzaklaşmıştı. Bir daha da Zeynep’in yanına gidemedi. Onu hep uzaktan köşelerden seyretti. Zeynep’in gözleri bir süre Seyit’i aradı ama nafileydi. Bir süre sonra Seyit Zeynep’i hep o çocukla gördü. Her gördüğünde biraz kıskançlığın bir çaresizliğin biraz fakirliğin büyük oranda da talihsiz kaderine isyanı yaşadı Seyit. O anlarda ne hissettiyse üşenmeden yanında bulundurduğu deftere yazdı. Akşamları da ders yapıyormuş gibi harita metot defterine geçiyordu.
Yine bir akşam duygularını satırlara dökmüştü. Onun şiir yazarken ki hüzünlü halini gören Hatice Hanım meraklanıp sordu.
-Seyit, bir şey mi oldu oğlum. Neyin var senin, yüzün soluk duruyor biraz. Okulda bir şey mi oldu.
Seyit annesine yakalanmış olmanın sıkıntısıyla, “Bir şey yok anacağım, her şey yolunda. Dersler yoğun geçiyor, gördüğün gibi ders çalışıyorum biraz yoruldum herhalde ondandır”.
-Dikkat et kınalı kuzum, sen benim umudum yarınlarımsın. Sana bir şey olursa ne yaparım ben. Rabbim benim ömrümden alıp sizlere versin.
-Sağ ol anam, Allah razı olsun. Rabbim seni başımızdan eksik etmesin. Asıl sana bir şey olursa biz ne yaparız?
Ana-oğul kucaklaşmış ağlıyorlardı.
Ertesi gün Hatice Hanım oğlunun akşam ki yazdığı defteri masanın üstünde gördü. Oğlunun defterini unutup okula götürmediğini sandı, soluğu komşusunda aldı. Komşusunun ortaokula yeni başlamış bir oğlu vardı. Komşusundan ricada bulunup defteri Seyit’e yetiştirmesini rica etti. Komşu oğluna seslenip, “haydi oğlum bunları Seyit abine yetiştir de ödevinden zayıf almasın”.
Kış günü soğukta okula gidecek olmanın kızgınlığı içerisinde homurdanarak kapıya gelen çocuk bir deftere bir Hatice Hanım’a baktı. Anası yaşında kadın, yok da diyemez. Uzanıp defteri eline alıp sayfalarını hızlıca bir taradı. Bir şey dikkatini çekti. Rastgele bir sayfayı açıp okudu sonra diğer sayfaya geçti. Böyle iki sayfa okuduktan sonra Hatice hanıma dönüp, “Hatice Teyze bu Seyit abimin ders defteri değil galiba. Senin oğlun bu deftere şiir yazıyormuş”.
Hatice Hanım bir an şaşırır. Hatice hanımın okuma yazması dahi yoktur. Köy yerinde yetiştiği için babası kız çocuğu diye onu ilkokula bile göndermemiştir. Şaşkınlıkla sordu, “şiir mi o da ne ki?”
-Yani Seyit abi duygularını hissettiklerini bu deftere yazıyormuş.
Hatice hanımda büyük bir merak uyanmıştı. Komşu oğluna dönüp, “Yavrum sen bi zahmet şunlardan biraz bana okur musun? Gel hadi bize gidelim.”
Okuduklarını ilginç bulan komşu oğlu hemen kabul etti. Hatice Hanımlara geçtiler. Çocuk okudukça Hatice Hanım iki göz iki çeşme ağlıyordu. Çocuk da okuduklarından etkilenmiş, acaba daha neler yazmış merakı içerisinde okumaya devam ediyordu.
Gamlı bir gönül penceresinden
Hüzün akan geceye merhaba
Boşlukta sallanmakmış yalnızlık
Ne sırrını anlatacak
Ne de konuşacak bir dost bulamamakmış
Yalnızlıkta yalnızlığımı paylaşırmısınız
Melankoli vurdu yine derinden
Kalleş bir dost gibi...
Suskun ve kanayan bir yürekle geldim
Ne olursa olsun konuşmak istiyorum
Yalan dolan da olsa
Akla gelmeyecek şekilde saçmalamak istiyorum
Anladım ki kimse yalnızlığı paylaşmak istemiyor
Hoş paylaşılsa adı yalnızlık olmazdı
Ve ben kendi kendimle konuşmaya
Dilediğimce saçmalamaya devam ediyorum
Gökte mehtap var ama
Mehataba inat kar yağıyor lacivert geceye
Yakamozlar kar üzerinde üşüyor...
Kirpikler ıslak
Notalar bile dost değil bu geceye
Şaraba konmuş zehir tadında
Ve ben bile bile içiyorum
Yalnızlık çaresizlik öylesine sarmış ki dört bir yanımı
İnadına yazıyor inadına saçmalıyorum işte
Gözümde uyku yok, yüreğimde huzur
Uyuyamıyorum...
Kim bilir belki de en doğrusunu siz yapıyorsunuz
Susmak, ne olursa susmak
Duygularını, hissettiklerini kendine saklamak
Belki de en doğru olanı
Yazdığım her harf kurşun oluyor
Vuruyor en mahrem yerimden
Geceye döküyorum gözyaşlarımı
Duyan yok gören yok
Renklerin en karasında
Geceye sarılıyor, şefkati vefayı buluyorum
Anlıyorum ki melankoli kardeşiymiş yalnızlığın...
Kaldırımlar en yakın dostum oluyor
Dinliyor ne söylersem
Hatta küfür bile etsem çıtı çıkmıyor
Vitrinler aynalar gibi düşman olmuş
Yansıtıyor bütün tükenmişliğimi yalnızlığımı
Ve ben bütün tükenmişliğimle saçmalamaya devam ediyorum
Kelimeler feryat figan
Kan damlıyor harf harf
Canhıraş feryatta heceler
Bütün bunlar olurken
Geceye saklanmakmış yalnızlık
Sevdalarını, hüsranlarını, umutlarını
Geceye soyunur gibi
Karanlığa anlatmakmış yalnızlık...
Bu şiir bittiğinde yine rastgele bir sayfa daha açıp okumaya başladı,
Ben arka sokakların çilekeş çocuğu
Kalbinde bir çiçek açmamış sevgi mağduru
Karşında hırçınlaşıp kızarıyorsam mazur gör
Ne birisine sevgilim dedim
Ne yar diye elini tuttum
Dilim alışkın değil sevda sözcüklerine
Neden diye sorma, utanırım söyleyemem
Ne kalbimi okşayan bir sevda rüzgarı esti
Ne de bir çift göz mest etti
Ta ki gözlerini görene kadar…
Dilim suskun gözlerim yere çakılıysa cehaletimdendir
Bakamam gözlerine, kıyamam
Kirlenir sanırım gözlerin bakışlarımdan
Tutamam ellerini, korkarım
Ellerimin ateşinden ellerinin yanmasından
Duygular yüreğimde çağlar, dilim sus pus
Beceremem sana güzel cümleler kurmayı
Sana dair biriktirdiğim hayallerimi anlatamam
Korkarım bana karşı duygusuz kalmandan
Bir acemi şaşkın aşığım işte anla halimden…
Komşu oğlundan geçtik annesi bile oğlunun başka bir yüzüyle tanışıyordu. Oğlunun bu kadar duygusal olabileceği hiç aklının ucundan geçmemişti. Bir süre daha dinledikten sonra komşu oğluna birazcık harçlık verip gönderdi. Komşu oğlu annesinin yanına vardığında komşu kadın merakla sordu.
-Ne yazmış Seyit abin?
-Anne Seyit abinin bu kadar güzel şiir yazdığını yeminle bilmiyordum. Bazılarında ağlamamak için kendimi zor tuttum. Meğer ne kadar güzel bir kalbi varmış Seyit abinin. Ben okudukça Hatice Teyzenin gözleri çeşme oldu aktı. Ben gelirken de hala ağlıyordu.
Hatice Hanım oğlunun yazdığı şiirlere ağlıyordu. Oğlunun isyan sesini sevdiği kıza seslenişlerini duymuştu. Onun isyanına o da katılıyordu. Oğlunun yüreğinde açan sevda çiçeğinin henüz çok taze olduğunu ve ömrünün uzun olmayacağını umuyordu. Gençlik ateşi diye düşünüyordu. Ama oğlunun kaderine bu kadar isyan dolu olduğunu bilmiyordu. Onunla konuşması gerektiğini anlamıştı. Oğlunun okuldan dönmesini sabırsızlıkla bekledi. Beklerken oğluna yemek hazırladı, gelmesine yakın sobayı yaktı.
Nihayet Seyit okuldan gelmişti. Eve geldiğinde yemeğini hazır bulmuş ve annesinin onu beklediğini anlamıştı. Kitaplarını masaya koyup sedire hazırlanmış yemek sofrasına annesiyle karşılıklı oturdular. Seyit bütün gün bir şey yememiş olmanın verdiği açlıkla büyük lokmalar atıyordu ağzına.
Seyit, okula yetişebilmek için sabahleyin yedide evden çıkıyor okul bittikten sonra eve dönüyordu. Bu da on yediyi buluyordu. Mevsim kış olduğu için karanlıkta okula gidiyor yine karanlıkta eve giriyordu. Yani bütün gününü okulda bir şey yemeden geçiriyordu. Annesi ilk önce bir şeyler hazırlayıp oğluna vermek istemiş ama Seyit reddetmişti. Sefaleti üstünden başında akıyordu bari yedik içtiklerini arkadaşları görmesin istiyordu. Bu yüzden de okulda kantinden hep uzak durmuştu. Kantincinin belki de hiç tanımadığı öğrenciydi Seyit.
Anası oğluna hayranlıkla bakarken gözlerinden sevgi okunuyordu. Seyit annesinde bir farklılığın olduğunu anlamıştı. Ama neyse ki kızgın değildi. Kızgın olsaydı elinde oklavası hazır bekliyor olurdu. Bir lokma daha aldıktan sonra annesinin gözlerinin içine manalı baktı. Göz kırparak,
-Hayırdır anam yine sende bir şey var, ne iş?
-Yok, kuzum kötü bir şey yok.
-Kötü olmadığını elinde oklava olmayışından anladım zaten. Sen asıl konuya gel, mesele ne?
-Yok, yavrum vallahi de billahi de bir şey yok. Bugün senin şiir defterini buldum. Bizim komşunun oğluna okuttum. Yavrum bu kadar mı isyan dolusun. Kaderimiz böyleymiş ne yapalım.
Seyit özelinin karıştırılmış olmasından duygularının açığa çıkmasından çok rahatsız olmuştu. Çok sinirlendi,
-Ya anam benim özelime neden hiç saygı göstermezsin. Onlar benim hiç kimsenin bilmesini istemediğim duygularımdı. Gönül kanamalarımı yazıyordum o deftere. Eğer bilmeni isteseydim sana zaten okur ya da söylerdim. Yani duygu düşünce ve hissettiklerimi bir deftere yazıp evimde tutamayacak mıyım? Bu ev benim de evim değil mi? Madem öyle bende yakıyorum o zaman o defteri.
Sofradan kalkan Seyit şiirlerini yazdığı harita metot defterini annesinin gözleri önünde yanan sobanın içine attı. O ana kadar meraklı gözlerle oğlunu seyreden Hatice Hanım kendisinden beklenilmeyecek bir çeviklikle hemen kollarını sıvayıp yanan sobanın içerisine atılmış olan şiir defterini kaptığı gibi sabodan dışarı çıkartıp yere vurarak defterin tutuşan sayfalarını söndürdü.
Seyit’in gözleri fal taşı gibi açılmış annesine bir şey olacak korkusuyla annesini izliyordu. Annesi kolunu sobaya soktuğunda “anne ne yapıyorsun sen” diye bağırıp hemen kolunu çekmek istemişti.
Defteri söndüren Hatice Hanım oğluna dönüp,
-Ben bir eşeklik yapıp senin özelini okuttum diye kızıp yazmayı bırakırsan hakkımı sana helal etmem. Bu konuda sonuna kadar haklısın. Unuttuğun ise ben bir anayım. Senin neler hissettiğini bilmek isterim. O yüreğinde yeşeren sevgi fidanından ben de mutlu olurum. Biliyorum okumam yazmam yok diye beni çoğu cahil görür. Belki sen de öyle görüyorsun. Ama unuttuğun ise senin şu an içinde yaşadığın ergenlik döneminden bizimde geçtiğimiz.
-Biliyorum hayatı sorguluyorsun. Daha çocuk yaşta yaşadığın bunca acıya bir cevap arıyor suçlu olarak sümme haşa kadere bağlıyorsun. Evet, hayata belki bir sıfır belki iki sıfır geriden başladın. Bu senin şansızlığın gibi görünse de aslında senin gelecekte başarılı olabilmen için büyük şanstı. Yani eksiklerin belki de senin en büyük şansın olmalıydı. Çünkü sen çok erken yaşta babasızlığı fakirliği, çaresizliği yaşadın. Gelecekte başarılı olabilmek için hep böyle kalmamak için daha çok çalışmalısın. Çünkü sen zaten sefaletin içerisindesin. Eğer kurtulmak istiyorsan okumaktan ya da hangi işi yapıyorsan o işte başarılı olmaktan başka yolun yok.
Seyit ilk defa annesinin bilge yüzünü görüyordu. Hatice Hanım, Seyit’in gözünde kendisinin de söylediği gibi hiçbir şey bilmeyen cahil bir kadındı. Ama şu an Hatice Hanım konuştukça Seyit’in gözünde büyüdükçe büyüyor ulaşılması imkansız bir zirve oluyordu. Bir süre susup oğlunu süzen Hatice Hanım sözlerine devam etti.
-Bak yavrum, bazı insanlar hayatta aradığını bulmuş olmanın mutluluğunu yaşarken bazıları da hayatta aradığını bulamamanın hüznüyle senin yaptığın gibi hayatın anlamını arar durur. Unuttuğumuz ise hayatın anlamı; hayatın bize ne kattığı değil bizim hayata ne kattığımız ve hayata ne kadar katıldığımıza bağlı. Unutma ki hayattaki sır da mana da bizde saklı. Bu sır ve manayı kimde ve nerede bulacağımız yine bize bağlı. Biz ne kadar sır isek hayatta o kadar sır oluyor. İnsanoğlu kendisini bulduğunda hayatın manasını da sırrını da bulmuş olur.
-İşte bu yüzden hayatı ıskalamamak hayata geç kalmamak için, ne zaman ve nerede olursa olsun bir an önce hayata tutunmaya çalışmalısın. Çünkü her zaman hayata tutunmak için bir neden vardır. Bu sevgili olabilir, evlat olabilir, Allah olabilir. Sonuçta hayatın nedeni de sensin sırrı da sensin. Sen benim cevabını en iyi bildiğim en büyük sırrımsın.
-Bak kınalı kuzum sende bir alem saklı olduğunu unutma. Sen bir çekirdeksin, gelip geçtiğiniz yerlere tohum atmaktasın “Sevgi tohumu, kin nefret tohumu, bilgi ilim tohumu cehalet tohumu artık adını sen ne koyarsan yavrum”. Önemli olan bunun farkında mısın değil misin? Sen benim yarınlarımsın sen benim insanlığa serptiğim umut tohumusun.
-Şimdi var git ne halin varsa gör. Tekrar söylüyorum o defteri yakarsan hakkımı sana helal etmem. Şimdiye kadar yazdığın gibi bundan sonra da yazmaya devam edeceksin. Sana söz veriyorum bir daha da yazdıklarını kimseye okutmayacağım. Ama mümkün olursa senin seçtiklerinden bazılarını arada bir de olsa senin ağzından dinlemek isterim. Şimdi bana söz vereceksin yakmayacağına dair.
O ana kadar pür dikkat ve hayranlıkla annesini dinleyen Seyit birden annesine sarılarak, “Sana söz veriyorum anne yakmayacağım. Artık ilham perileri gelir mi gelmez mi bilmiyorum ama gelirlerse de yazmaya devam edeceğim. Senin için yazacağım anne, senin için…”
Seyit’in yazdığı şiirler apartman sakinlerinin kulaklarına da gitmişti. İmece usulü apartmanın merdiven aralığı temizlenirken komşular Hatice Hanıma takılıyorlardı.
-Hu Hatce bacı senin oğlan güzel gazel yazıyor diyorlar hemi. Neler yazmış hele bi de de biz de öğrenek.
Hatice Hanım dersini almış olmanın olgunluğu içerisinde,
-Aman komşum o yavrumun kendine özel duygu ve düşünceleri. Eğer paylaşmak isteseydi herhalde saklamaz kendisi söylerdi. Ben bir eşeklik edip birkaç sayfa okuttum. Çocuk da haklı olarak kızdı. Sonra da defteri tuttuğu gibi yanan sobaya attı. Defteri yanmaktan son anda kurtardım. Oğlana da söz verdim bir daha kimseye okutmayacağım diye. Ama şunu öğrendim ki benim yavrum sol tarafında bir altın taşıyor. Amaaan sen şimdi benim oğlanı bırak da asıl haber sende. Hani senin kıza dünürcü gelecekti ne oldu o mesele sen ondan haber ver…
©
15 – 11 – 2020
08 : 42
Seyit Burhaneddin Kekeç
Kayıt Tarihi : 15.11.2020 11:18:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Hayırlı sınavlar.
Değerli hocam bu öykü bizzat yaşadığım bir olay olup annemin isteği doğrultusunda yazmaya devam ediyorum. Yani yazmam bir yerde onun vasiyeti olduğu için yazıyorum. yazarken farkında olmadan aşırıya kaçıyorsam Rabbimin sonsuz rahmetine sığınıyorum. Selam ve saygılarımla...
TÜM YORUMLAR (2)