Neden Akif? Şiiri - Derya Akgün 2

Derya Akgün 2
104

ŞİİR


12

TAKİPÇİ

Neden Akif?

Bana sor sevgili kaari, sana ben söyleyeyim;
Ne hürriyette şu karşında duran şu eş’arım.
Bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri
Ne tassanu bilirim, çünkü, ne san’atkarım
Şir için gözyaşı derler onu bilmem, yalnız
Aczimin giryesidir bence bütün asarım !
Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin , ondan ne kadar bizarm !
Oku, şayed sana sana bir hisli yürek lazımsa:
Oku, zira onu yazdım, iki söz lazımsa.

Çok söze ne hacet, kendisini en güzel tanıtan yine Mehmet Akif’in kendi dizeleri. Yüreğini dizelerinin derinliklerini, hislerini her bir inci gibi dizilmiş dizeleriyle “Safaat Okuma” adlı şiiri dantel gibi işlemiş büyük şair.

Kimdir Akif sorusunu daha da derinleştirmek bizi zenginleştirmektir, aslında koca bir ummandan bir damla daha fazla nasiplenmek, onun yüceliği ile bereketlenebilmektir…

Arnavut Mehmet Tahir Efendi’den olma, Tokatlı Emine Şerife Hanım’dan doğma Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul Fatih’te dünyaya gözlerini açar. Bir ahlak ve ilim yuvasının letafetinde babasının ve mahalle mektebinin başa baş giden eğitimleri ile yetişi. Annesi manevi yönünün en büyük mimarı, babası “Temiz” lakaplı Tahir Efendi hayran olduğu ve bir ömür boyu rol modeli olmuştur Akif’e.

Daha baba ocağındayken alır dini ve milli hassasiyetlerini. Ahlaki değerleri ve idealizmini. BU ilk mektepte atılan tohumlar gün olup çatladığında “İslam Şairi” ve “İstiklal Şairi” Akif olup dal budak verecek, çiçeğe duracaktır.

Bir halk adamıdır Akif. İçinde yaşadığı toplumu gözlemlemiş, sorularını incelemiş ve o nefis “manzum şiir” tarzı ile hikayeleştirmiştir. Realizmin en güzel şekillendiği bu toplumcu şiirlerinde Akif durumu tespit etmiş ve çizimleri için kafa yormuştur. “Seyfi Baba”’da fakirliğin, yaşlılığın acziyetini; “Küfe”de mağdur bir çocuğun ezikliğini tüm yüreğimizle hissederiz. Canlı betimlemeleri ile bizi bugünden alır o devrin zor, sıkıntılı atmosferine taşır şair kudretiyle. Yüreğimizin bir yerlerini titretir ve gözlerimizi buğulandırır…

Aynı dönem şairleri içinde manzum hikaye yazan Fikret’te fakir,ağlayan çocuk teması rahatsızlık veren susturulması gereken bir gerekliliktir. Ama en güzeli Akif’te bu şiir konusu değil, yaşamın ta kendisidir. Vefa kahramanı Akif bayraktarlık mektebinde arkadaşının ölümü üzerine ona 20 yıl önce verdiği sözü unutmamış, onun eşi ve iki çocuğuna o kıt kanaat maaşı ile bakarak dizelerindeki yüce gönüllülüğü hayata geçirmiştir.

Bir Türkçe aşığıdır Akif: Döneminde Servet-i Fünun şairlerinin ağır, ağdalı diline karşın o gün şartlarına göre sade yazmaya gayret etmiş halkın kullandığı atasözü, deyim tabir gerekirse argodan da kullanmaya özen göstermiştir. Fransızcayı, Arapça, Farsçayı çeviri yapacak kadar iyi bilmesine rağmen “Pardon çıkalı eşeklik mübah oldu.” Diyecek kadar dil milliyetçisidir.
Türkçeyi aruza en başarılı bir şekilde uygulayan nadir şairlerden birisidir.
Halkın yaşamına ve diline uzak durmayan Akif gerektiğinde halka ait mani, türkü hatta hurafelerden de yararlanır. Yanlışları eleştirir, güzel söyleyişten inmemiştir. “Hele Kur-an: Bunu hakkıyla bilin: Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için ! demiştir.

Onun dizelerinde Köroğlu Bolu Beyi’ne kafa tutar. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirinin aşkı teremmüm eder.
“Firaklıdır Kerem’in “of” der demez yanışı. Fakat şu “ah minel aşk’a kim durur karşı. Halkın fıkraları da Akif’in dizelerinde parıldar:
Kurt uzaktan bakar , dalgın görürmüş merkebi,
Saldırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi
Lakin , aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek
Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek
Kar sayarmış bir tutam ol fazla olsun yutmayı
Hasım derken çullanırmış yutmadan son lokmayı

Sözün özü Mehmet Akif “Türk” olmanın “köylü” olmakla küçümsendiğini, batılaşmanın kendi halkından utanacak bir tuhaflıkla anlaşıldığı dönemde , tüm anonim ve bilinen edebi mirasına sahip çıkmış ve şiirlerinde yüceleştirmiştir.
Akif mizah adamıdır. Şiirlerinde zaman zaman kullandığı mizahi yaklaşım kişiliğinin bir parçasıdır. Çocukluğunda babası ”büyük adam” olmasını annesi de “paşa” olmasını arzu eder. Yıllar sonra koca şair şöyle der: Adamlığı geçtik! Paşalık olsun nerde ?

Aynı zamanda da hazır cevaptır. Baytarlığı ile alay etmek isteyen bir zat sorar:
Siz baytardınız değil mi ?
Akif cevap verir: Evet bir yeriniz mi ağrıyordu ?

Çağını iyi anlamış, iyi değerlendirmiş bir aydındır Akif. Osmanlının yaşadığı süreci, çöküşü, bunun sebeplerini, İslam aleminin içinde bulunduğu sıkıntıları, yanlış Batılılaşma anlayışını, milli kültürün üzerinde ki Avrupanın kültür emperyalizmini gözlemlemiş, üzerinde düşünmüştür. Teşhisleri gerçekçidir. Batının ilim ve fennini alıp uygulamak gerektiğini ama manevi köklerimizden, dini ve milli değerlerimizden kopmamamız gerektiğini söyler.
İdealisttir. Türk gencinin pozitif bilimlerle donanmış, dini ve milli ilimlerle süslenmiş olarak yeni bir hamle yapması gerektiğini ima etmiştir. Batı hayranı olmadan medenileşme üzerinde durur. Bu idealini oğlu “Asım”la sembolleştirir.

Bu cihetten hani hiç yılmayasın oğlum gözünüz
Sade Garbın yalnız ilmine gönsün yüzünüz
O çocuklarla gece gündüz didinin
Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin
Fen diyarında sızan na mütanahi pınarı
Hem için, hem getirin yurda o nafi suları
Aynı membaları ihya için artık burada
Kafanız işlesin oğlum kanal olsun arada…

Asım’a seslenirken, tüm seslenişi tüm halkadır aslında. Onun bu seslenişi Çanakkale’den cevap bulur Asımlardan:
Akif: Asımın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Dizeleri Çanakkale Savaşı’nın onur belgesidir.
İyi bir Müslüman ve din bilginidir. Akif; hem hafız, hem de meal yazacak kadar Arapçaya vakıftır. İslam’ı yaşamaya çalışan samimi bir müslümandır. Gördüğü yanlışları sorgular ve yakınır:
Kaç hakiki Müslüman gördümse makberdedir…
Bilmem amma Müslümanlık galiba göklerdedir.
Dindeki hurafeleri, aşırılıkları hoş görmez. Tam bir peygamber aşığıdır Akif. Hz.peygambere yazdığı naadı “Bir Gece” onun peygamber sevgisinin zirveleştiği noktadır.

Bir Gece
On dört asıl evvel, yine bir böyle geceydi,
Kumdan, ayın on dördü, bir Öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!

Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî'î:
Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kere de, ma'mure-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl akılına gelmezdi, geberdi!
lemlere, rahmetti, evet, Şer'-i mübîni,
Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet...
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Necid Çölleri
Yâ Nebi...
Şu halime bak
Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın.
Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum,
Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.
Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar,
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak,
Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak.
Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı,
Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı.
Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,
Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada.
Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin,
Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.
İradem olduğu gündür senin iradene râm,
Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram.
Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim,
Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim.
Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü,
Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü?
Azab-ı Hecrine katlandım elli üç senedir,
Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir?
Üç beş sineyi hicran içinde inleterek,
Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek.
Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden,
Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden.
nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah!
Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh....


… dizeleri Resulallah sevgisi ile ilmek ilmek dokunmuş güzelliklerdir.
Mehmet Akif tam bir vatanseverdir. Yaptığı vaazlar, konuşmalar, çıkardığı dergiler hep halkı biliçlendirmek vatan savunmasına dikkat çekmek içindir. Bıkmadan usanmadan yazar Akif. Cephedeki askere moral vermek, yüreklendirmek için yazılan “Cenk Şarkısı”, “Ordunun Duası”, “Çanakkale Şehitleri” savaşların kelimeleşmiş halleridir.
Ordunun Duası
Türk eriyiz, silsilemiz kahraman
Müslümanız Hak’ka tapan Müslüman
Putları Allah tanıyanlar aman,
Mescidimin boynuna çan asmasın.
Şiiri İstiklal Marşı’ndaki “Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli…”
Dizelerinin şerh edilmiş halidir sanki.

Çanakkale savaşları sürerken bir grup gazeteci savaş meydanına götürülür. Savaş alanını yazar, şair, ressam görüp yazmaları, çizmeleri ve millete bilgi vermeleri amaçlanmıştır. Mehmet Akif o sıralar bir devlet görevi ile yurt dışındadır. Savaş alanını görememiştir. Ancak vatanına yapılan bu saldırıya o kadar üzülmüş, bu olayı o kadar yürekten yaşamıştır ki; hiç görmeden bu muazzam şiiri yazmıştı. Çanakkale Şehitlerine tasvirleri ile adeta cephede kaleme alınmıştır. Akif’teki vatan ve millet sevgisinin tezahürüdür Çanakkale şiiri.

Tevazu sahibidir Akif. Hayatının her dönemi olgunluk ve yüce gönüllülük hikayeleri ile doludur. İyilik yapar karşılık beklemez. Sorumluluk duygusu gelişmiş kemal sahibi bir insandır. Milletimiz için bir Marş yazılması istendiğinde para mevzu bahis olunca kabul etmez. Israr edilince yazar parasını Kızılay’a bağışlar.
Soranlara “ O şiir benim değil.” Der.

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı! "
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1)
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2)
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
sım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, (3)
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4)
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
“ Şu boğaz harbi nedir ? Var mı dünyada eşi…>

Demişti İstiklal Marşı Şairimiz büyük insan Akif. O bir soru sormuştu ama amacı cevap almak değildi aslında. Amacı bildiğini teyit etmek onaylamaktı özünde. Biz Türkler ne kadar biliyorsak gerçeği tüm dünyada o kadar biliyordu aslında. Öyle bir savaştı ki bu; bir metrekareye 6.000 mermi düşmüş, Çanakkale toprağının şehit kanı ile sulanmamış tek santimi kalmamıştı. Türk askeri yalnız Anzak askeri ile değil aynı zamanda yokluk, açlık, silahsızlık ve işgal kuvvetlerinin acımasızlığı ile de savaşmıştı. Kahraman ordumuz gün oldu şekersiz üzüm hoşafı ile, gün oldu yağsız bulgur aşı ile savaştı. Bazı gün oldu onları bile bulamadı. Açlığına aldırmadan, ama insaniyetini her geçen gün destanlaştırarak düşmanına bile merhamet edecek, Türk olmanın erdemini dost düşmana gösterdi.

Ulu Önder Mustafa Kemal Paşa ve O’nun askeri tüm imkansızlıklara rağmen koca koca zırhlılara “Çanakkale Geçilmez” dediler ve geçirtmediler. Bir destan yazdılar 20 asrın bağrına. Türk’le Kürt’ün, Laz’la Çerkez’in yan yana yattığı Çanakkale toğrağını bu ülkenin kilidi yaptılar hem manen hem madden. Ve bizlere şunu gösterdiler.
“ Bu güzel vatan bizim Canımız pahasına da olsa ülkemizin bir karışını bile düşmana vermeyiz ve vermeyeceğiz. Gerekirse koyun koyuna şehit olacağız ama düşmana boyun eymeyeceğiz.”
Onlar, atalarımız üstlerine düşeni fazlasıyla yaptılar. Bizlere bu cennet vatanı bir inci güzelliği ile sundular. Şimdi bizlere düşen onlardan aldığımız bu emaneti en güzel şekilde koruyup, bizden sonraki nesillere Çanakkale ruhu ile yetiştirebilmek. Aynen Çanakkale toprağında yatan ecdad gibi bir olmak, diri olmak. İşte bunu yapabilir ve milli bilinci yeni nesle iletebilirsek koca Akif’in “Asım’ın nesli diyor ya nesilmiş gerçek; İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek…”
Dizelerine layık olabiliriz…

“Milletimdir” diyecek ve eserlerini topladığı “Safaat” adlı kitabına da bu sebeple aldırmayacaktı bu güzel şiirini. “ Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” Sözü manidardır. Onun vatan ve millet sevgisinin tezahürüdür.

Akif büyük şair nam-ı değer İstiklal Marşı şairimiz ne acıdır ki hayatı boyunca fakirlik çekti hak ettiği halde ne emeklilik ikramiyesi alabildi ne de maaşını. Vefat ettiğinde bu güzel insana bir devlet töreni bile çok görülmüş, naşını İstanbul Üniversitesi öğrencileri Türk Bayrağına sararak kaldırmışlardı. Kendisinden sonra çocukları kamyon kasasında donarak ölmüş, sefalet görmüşlerdir. Sırtında Ankara’nın ayazında giyecek bir paltosu olmayan Akif’in İstiklal Marşı “Milletimindir” diyerek o büyük ödülü almamış yine milletine iade etmişti. Ne yazık ki biz koca bir millet bu büyük adama, çocuklarına sahip çıkamadık. Gereken değeri veremedik. İlkelerinden, ideallerinden taviz verememenin doğrularını savunmanın karşılığıydı Akif’e yapılanlar. Ama o bunun cevabını yıllar öncesinden haykırmıştı:

“ ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM.”

Derya Akgün 2
Kayıt Tarihi : 14.8.2017 19:44:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Emine Şahin
    Emine Şahin

    Usta kaleminizi yurekten kutlarim. Atam Mehmet Akife tanrıdan rahmet uçmağlığı diliyorum. Esen olsun tum zamanlariniz.

    Cevap Yaz
  • Zulmü Alkışlayamam
    Zulmü Alkışlayamam

    Ne güzeldi,
    Hiç mübalağasız müthiş/ti.
    Ufkum bir kez daha genişledi, başka ne denir ki..?

    Katkınız için teşekkürler Derya hanım.

    Cevap Yaz
  • Derya Akgün
    Derya Akgün

    ipek sarıcaya sevgilerimle:)))

    Cevap Yaz
  • Derya Akgün
    Derya Akgün

    ipek sarıcaya sevgilerimle:)))

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (4)

Derya Akgün 2