Necmettin Büyükkaya ve Remzi Aytürkün An ...

İsa Tekin
269

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Necmettin Büyükkaya ve Remzi Aytürkün Anısına

NECMETTİN BÜYÜKKAYA VE REMZİ AYTÜRK 1984 yılı Ocak ayı başları idi. Cezaevi idaresi baskılarını yeniden arttırmak ve tek tipi elbise (Elazığ ve Bakırköy’ü Ruh ve Sinir hastalıkları hastanelerinde ruhsal ve sinirsel rahatsızlığı olan hastalara giydirilen çok adî bezlerden yapılmış lacivert boyasına batırılmış rengi laciverde benzeyen fakat yıkandıktan sonra her renge giren tabiri caizse deli elbisesi) ni giydirmek için yeni oyunlar ve provakosyanlar peşindeydi. idare 1983 5 Eylül direnişinde tutukluların kazandığı hakları hazmedemiyordu. Tekrar baskı ve işkencelere başlamışlardı. Görüş günlerinde ziyaretçi görüşlerine çıkan ve mahkemelere gidip gelen, avukat görüşmelerine çıkan arkadaşlarımıza hakaret etmeye küfür etmeye ve dayak atmaya başladılar Tekrar cezaevinde direniş başlamıştı. Bizim koğuş (24. koğuştu) içimizde bazı grupların önde gelen tanınmış insanları vardı. PKK grubundan Mehmet Şener DDK grubundan Necmettin Büyükkaya gibi şimdi hayatta olmayan arkadaşlar vardı. Cezaevi direnişini Mehmet Şener yönetiyordu. Necmettin Büyükkaya’da ona yardımcı oluyordu. Koğuşlar arası gidip gelmek yasaktı diğer koğuşlar ile irtibat kurmak için geceleri geç saatlerde, Mehmet Şener’in talimatlarını Necmettin Büyükkaya Kürtçe ve Zaza’ca diğer koğuşlara iletiyordu. Tüm cezaevi açlık grevine başlamış ve direnişe katılmıştı. Cezaevi idaresi her gün birkaç koğuşun(genellikle mevcudu az olan) koğuşlara baskın yapıyor, kapılarını zorla kırıyor ve 20 kişilik tutuklu grubuna 200 komando asker ile saldırıyordu. Koğuşlara saldırdıkça bizler sesimiz çıktıkça slogan atıyor ve işkenceleri lanetliyorduk, idare sesimizin anlaşılmaması ve psikolojik işkence olsun diye Hasan Mutlucan’ın savaş türkülerini hoparlöre son ses açarak korkunç bir ses gürültüsü ile psikolojik işkence yapıyorlardı. Kapısını açamadıkları koğuşların ya duvarlarını balyozlarla kırıyorlardı ya da havalandırmadan girip pencerelerin şişlerini kırarak koğuşlara giriyorlardı. Bunlara karşı tutuklular kendilerini değişik koğuşlarda yakmaya başladılar. Bunu gören cezaevi idaresi yeni bir yöntem geliştirdi. itfaiye araçlarını getirdiler ve koğuşlara saldırmadan önce mazgallardan itfaiye hortumlarını koğuşların içine bırakarak koğuşlara tonlarca su bırakıyorlardı böylece tüm koğuşları adeta göle çeviriyorlardı ıslanmayan hiçbir eşyamız kalmıyordu ne döşek ne yorgan ne elbise her taraf su içinde kalıyordu.
Önceleri baskınları gündüz yapıyorlardı, baş edemeyince bu defa geceleri kapılara vurarak hem uyumamızı engelliyorlardı hep de her an baskın yapıyoruz psikolojisini canlı tutuyorlardı tabii. Onların her kapıyı zorlamalarında bizler uykudan fırlar fırlamaz “Kahrolsun işkence” diye karşılık veriyorduk bu psikolojik işkence bizleri öyle etkilemişti ki bazı arkadaşlar bazen uykularında bile slogan atmaya başladılar. Gün geçtikçe baskı ve şiddet daha çok artıyordu her gün bir koğuşu boşaltıyorlardı. Kapılar kapatıldığı için yemekte vermiyorlardı, açlık grevinde olduğumuz için elimizdeki az miktarda bulunan şekerimizde tükenmişti. Tuzlu su ile idare ediyorduk. Tabii bu arada arkadaşlar haberleşmeyi sürdürüyorlardı idare buna da bir yöntem bulmuştu. Kürtçe, Zaza’ca ve Arap’ça bilen askerler getirdiler. Haberleşmeleri getirdikleri askerlere tercüme ettirdiler.
Bir gün cezaevi müdürü kapı mazgalını açtı ve Necmettin Büyükkaya’yı çağırdı ve şöyle dedi. “ Seni araştırdım sen bu cezaevini bozuyorsun, sen orta doğunun en tehlikeli adamısın senin kalemini kırdık, kendine dikkat et.” Necmettin Büyükkaya(Zınar; biz ona Zınar diyorduk) iç güvenlik amirinin sözünü kesti ve şöyle dedi:
“Senin gibilerin çocukları babalarının işkenceci olduklarını öğrendiğinde hayatı boyunca vicdan azabı çekecekler, ömür boyu sizden ve sizin çocuklarınız olduğunu düşündükçe nefret edecekler ama bizim çocuklarımız yaşam boyunca bizlerle gurur duyacaklar… Tarihin çarkını geriye çeviremezsiniz, bu işkenceler bizi yıldıramaz, tehditleriniz bizi korkutamaz biz bu yola baş koymuşuz” devam ediyordu ki cezaevi iç güvenlik amiri mazgalı kapatıp gitti.
Arkadaşlar hep beraber Necmettin Büyükkaya’ya döndük dedik “ Ağabey niye bu köpeğe cevap verdin, bak senin için ne diyorlar, gerek yoktu böyle sert konuşmana.” Dedi ki “ Arkadaşlar boş verin bundan daha kötü mü olur? Ne yapacaklarsa yapsınlar.
Öyle de oldu cezaevi bizim koğuşu basana kadar Zınar arkadaş haberleşmeyi sonuna kadar götürdü ve o gün gelip çattı. Artık sıra bizim koğuşa gelmişti koğuşta sorumlu arkadaşlarımız hepimizin toplanmasını istediler. Hepimiz ranzalarımızdan indik ve arkadaşların konuşmasını dinlemeye başladık. Mehmet Şener dedi ki, arkadaşlar artık barikatları kaldıracağız kapının arkasına barikat kurulmakla bir yere varılmaz idare gelecekse gelsin. Bundan sonra direnişi açıkta sürdüreceğiz yine işkence yapacaklar elimizdeki hakları tekrar almak. İsteyecekler ama ne pahasına olursa olsun bizler direneceğiz işkencenin yabancısı değiliz, unutmayın bir esas duruşumuz bozuk olduğu için 500 tane 5e 10 kalas yiyorduk biz bunları çok yaşadık çok çektik hepinize şimdiden başarılar diliyorum.
Konuşmasını tamamladıktan sonra hep beraber kapının arkasına dayadığımız tahtadan ranzaları geri çektik çok geçmeden idare amiri ve gardiyanlar, komandolarla birlikte kapıya
Dayandılar, kapı mazgalını açtılar barikatın kaldırıldığını görünce kapı anahtarını açtılar, çok kalabalık bir komando grubu içeriye saldırmaya başladı, bizler kol kola girerek “Kahrolsun işkence” diye slogan atmaya başladık, ellerinde cop, sopa, demir çubuk, beşe on kalaslarla üstümüze saldırmaya başladılar, rast gele vuruyorlardı, vücudumuzun neresine denk gelirse gelsin vuruyorlardı o an çok vahşetti. Bizim elimizde hiçbir şey yoktu hiçbir şey yapamıyorduk sadece biri birimize kenetlenmiş “kahrolsun işkence” diye haykırıyorduk darbelerin ardı arkası kesilmiyordu çok korkunç çığlıklar ve feryatlar vardı ve başımda sıcak bir şey hissettim elimi attım kafamdan kan akıyordu, bir darbede burnumdan yedim elimi burnuma attım sol göğsümde çok şiddetli bir acı hissettim ve yere düştüm, sonrasını hatırlamıyorum, kendimden geçmişim. Bayılmışım herhalde çünkü kendime geldiğimde, eski hamam dediğimiz yerde idim yanımda tahminen 10’dan fazla arkadaş vardı, halen “kahrolsun işkence” sloganı atıyorlardı, ben de onlara eşlik ettim. Sırt üstü yerdeydim, başımda 10’dan fazla komando vardı slogan atınca ağzımı kapatmaya çalışıyorlardı. Ve her tarafımı kimin elinde ne varsa vuruyordu. Darbelerin ardı arkası kesilmiyordu bu arada bir düdük sesi duyuldu, bize vuran komandolar durdu. Uzandığım yerde gözlerimi açtım her tarafta kan vardı, adeta mezbahayı andırıyordu. Eski hamam dediğimiz bu işkence hanede sert bir ses şöyle diyordu Necmettin Büyükkaya bu elbiseyi giyeceksin. Necmettin Büyükkaya şöyle cevap verdi; Bu elbise bana kefen olur ben giymem “kahrolsun işkence! .. kahrolsun işkence! ..” diye haykırdı. Bizlerde Necmettin Büyükkaya’ya eşlik ettik, tekrar komandolar yeniden cop, kalas ve demir çubuklarla bize vurmaya devam ettiler.bir ara Mehmet Şeneri dışarı götürdüler.uzun bir aradan sonra Mehmet Şener elbise giymiş vaziyete yanımıza getirdiler.ve bizlerede elbise giymemizi söyledi.Necmettin Büyükkaya Mehmet Şenere kızdı ve elbiseyi giymiyeceğini söyledi. Bu işkence faslı tahminen öğleden sonra 3’te başlayıp gece 11’e kadar devam etti. Arasıra düdük sesi gelince mola veriyordular her molada Necmettin Büyükkaya’ya teslim olun elbiseyi giyin diye bağırdılar.
Necmettin Büyükkaya şöyle dedi ”Buradaki arkadaşlarım benim canlı şahidim olsun, bu elbise bana kefen olur. Ama yinede bu elbiseyi giymem, bu arkadaşlarımdan ricam buna şahit olsunlar” bunu her yerde anlatsınlar: kahrolsun işkence, kahrolsun işkence, kahrolsun işkence dedi, bizlerde eşlik etmeye çalışıyorduk, bu son fasıldı, düdük tekrar çaldı, Necmettin Büyükkaya’da yerde yatıyordu. Bir ses “kaldırın onu” dedi. O anda kalabalık bir asker grubu yanımızdan çok çabuk bir şekilde alıp götürdüler ve bir daha getirmediler ve bir daha Necmettin Büyükkaya’yı göremedik, bizleri de kol ve ayaklarımızdan çekerek o deli elbiselerini zorla giydirip tekrar koğuşa götürdüler. Koğuşu paramparça etmişlerdi, tüm ranzaları dışarıya çıkarmışlardı, yorgan döşek ne varsa hepsini parçalamışlardı, bizler yerimizden hareket edemiyorduk, içimizde dört beş arkadaşımız elbiseyi erken giydiği için fazla hırpalanmamışlardı. Onlar bizleri yerden kaldırıp battaniyelerin üzerine uzatıyorlardı, vücudumun sağlam yeri kalmamıştı. Sol göğüs kafesim çok sancı yapıyordu, zaman geçtikçe acılarım daha çok artıyordu, tüm arkadaşlarım aynı acıyı ve sızıyı yaşıyorlardı, yüzümüzde sağlam yer yoktu, çok kötü vurgun yemiştik, o şekilde kendimizden geçtik,aynı gece Remzi Aytürk kendisini asarak cezaevindeki işkenceleri protesto etmek içn bu eylemi yapmıştı. sabah uyandığımızda gardiyan geldi, Necmettin Büyükkaya’nın eşyalarını istedi, nerede olduğunun sorduğumuzda kafasını ranzaya vurduğunu, ve hastanede olduğunu söylediler, korktuğumuz başımıza gelmişti, o anda Necmettin Büyükkaya’yı kaybettiğimizi anladık, o an kendi acımı ve ağrımı unuttum, kulaklarımda hep son söyledikleri vardı ”Buradaki arkadaşlarım benim canlı şahidim olsun, bu elbise bana kefe olur, ama ben yinede bu elbiseyi giymem bu arkadaşlarımdan ricam buna şahit olsunlar, bunu her yerde anlatsınlar, kahrolsun işkence, kahrolsun işkence, kahrolsun işkence, ben kişi olarak bu olayı ve Necmettin Büyükkaya’nın bu sözlerini hiç unutmadım ve çok değişik insanlara defalarca anlattım, içimden hep bunu yazmak geliyordu, şartlarım ve imkanlarım ancak şimdi oluştu ve yazdım, yazdığım içinde çok mutluyum, bir vasiyeti yerine getirmenin huzuru içerisindeyim. Huzurunuzda sevgili Necmettin Büyükkaya’yı tekrar saygı ile anıyorum. REMZİ AYTÜRK’ÜN İNTİHARI

Dayak faslı sona ermiş tek tip elbiseyi bizlere zorla giydirip tekrar getirim 24.koğuşa attılar içeride ranza diye bir şey kalmamıştı hepsini söküp dışarı atmışlardı battaniye ve yatakları yırtıp yatağın pamuklarını rasgele koğuşun içene dökmüşlerdi her taraf yırtılan elbiselerimiz ile doluydu ayakta duracak halimiz yoktu gündüz saat 3 den gece 02.30a kadar sürekli cop kalas zincir demir ve askeri bot darbeleri ile vücudumuzun her tarafı morluklar kan ve kırıklar ile doluydu birbirimize baktıkça gözlerimizden yaşlar akıyordu o neşe ve umut saçan insanlar gitmiş her şeyini yitiren kendisine bile bakamayan çaresiz mecalsiz takatsiz sakat ve yaralıların dolduğu bir revire dönmüştü koğuşumuz.
Üç beş arkadaşımız yalnız ayakta kalabilmişti bu arkadaşlarımızda bir sağa bir sola koşuşturuyorlardı yarası ağır olanlara hala kafasında ve vücudunda kan akan arkadaşlara bezler ve soğuk su ile tedavi etmeye çalışıyorlardı.
Mehmet iz ve hasan çakır arkadaşlarıma baktığımda yıkıldım sanki sol göğüs kafesimdeki sızıyı o ana unuttum onlarında kafasında ve yüzünde korkunç derecede morluklar ve şişlikler vardı her tarafları kan revan içinde idi yerden sürünerek yana yana geldik birbirimizin en çok zayiat olan bölgelerini gösterip tedavi etmeye çalıştık tedavi dediysem ilaç falan yoktu sadece yırtılan elbiselerimizden arta kalan bez parçaları ve soğuk su idi vücudumuzun her yeri sızlıyordu o halde yerde yarı baygın şekilde uyumaya dalmışız ne kadar uyuduk bilemiyorum aniden bir bağırma sesi duydum tekrar koğuşun basıldığını sanarak irkildim tüm koğuş tuvalete doğru koşuyordu bende o yöne doğru sürünerek gittim gördüğüm şey çok korkunçtu koğuş ve aynı davadan yargılandığımız arkadaşımız Remzi aytürk kendisini kalorifer borusuna asarak intihar etmişti bir defa daha sarsıldım remzi aytürk arkadaşımız kendini asmadan önce üç tane mektup yazmıştı birinci mektubu bize yazmıştı mektubun özü hatırladığım kadarıyla şöyle yazıyordu ‘’Tüm devrimci ve demokrat arkadaşlarıma; bu cezaevindeki baskının ve işkencenin son bulması için bedel ödemek gerekir direnmek gerekir bende bu direnişin bir parçası olarak bedenimi feda ediyorum. inanıyorum ki tüm devrimci ve demokratlar beni, unutmayacaklar bu bir zayıflık değildir sakın zayıflık olarak değerlendirmeyin hoşça kalın’’ Remzi’nin bu mektubu karşısında koğuş olarak hepimiz ağladık.
İkinci mektubu cezaevi, idaresine yazmıştı şöyle diyordu: ölümümden cezaevi idaresi sorumludur ben cezaevindeki baskı ve işkencelerin son bulması için hayatıma son veriyorum aileme yazdığım mektubu aileme teslim edin koğuş arkadaşlarım sorumlu değil tekrar söylüyorum benim ölümümden cezaevi idaresi sorumludur.
Üçüncü mektubu ailesine yazmıştı ona saygısızlık olmasın diye o mektubu açıp okumadık kendi aramızda bir değerlendirme yaptıktan sonra kapıyı çaldık gardiyanlar mazgalı açtı olayı anlattık Remzi Aytürk’ün cezaevindeki baskı ve işkenceyi protesto etmek için kendisini astığını ve halen kalorifer borusunda asılı olduğunu söyledik.
Gardiyanların hepsi koşup idareye haber verdiler iç güvenlik amiri yanında 50’ye yakın komando asker ile birlikte gelip Remzi Aytürk’ü asılı olduğu yerden alıp götürdüler ve Remzi arkadaşımız aramızdan ayrılmıştı.gelen savcı Remzinin niye intahar ettiğini sordu bizlerde bunun sorumlusunun idare olduğunu söyledik.savcıya bu konuda hem Remzi hemde Necmettin Büyükkaya için şahitlik yapmak istediğimizi savcıya ilettik savcının cevabı çok korkunçtu hepiniz burada öleceksiniz oldu. Remzi çok neşeli esprili ve dürüst bir arkadaştı aynı tabaktan beraber çok yemek yedim bu yakınlığımızdan dolayı o akşamdan itibaren geceleri sıkıştığım halde uzun süre cesaret edip tuvalete gidemedim ancak yanımda bir arkadaş olduğu sürece gidebildim Remzi’nin intiharı beni çok etkilemişti durumu bir gün Ramazan Yolcu’ya anlattığımda oda benim gibi etkilendiğini ve aynı durumda olduğunu söyledi.

İsa Tekin
Kayıt Tarihi : 25.1.2011 16:49:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Yazılanlar hikaye değil gerçektir.bu iki yiğit insanı anmak istedim

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsa Tekin