Urla’da yaşıyor olmak, Urla’da yaşarken sanatla, edebiyatla uğraşmak; onun gidişinin yanına Urla’nın gidişini de katarak yürümek; daha önce aynı yazgıya uğramış olanlarla buluşmak, tanışmak gibi bir şey… Bugün şurada bunları konuşurken bana öyle geliyor ki: Cumalı da aramızda ve aynı şeyleri düşünüyor, aynı şeyleri duyumsuyor…Eğer şu anda bizimle olmak gibi bir olanağı ve şansı olsaydı aynı mekanı paylaşmaktan öte, daha birçok duygudaşlığı da birlikte yaşıyor olurduk. Bu anlamda da “mekânın” sarıcılığının ve etkisinin, yaratma sürecindeki rolünün bir kenara atılamayacak önemde olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum.
Neden Yahya Kemal deyince aklımıza hemen İstanbul geliyor? Can Yücel deyince Datça, Tanpınar deyince Bursa, Ahmed Arif deyince Diyarbakır, Lorka deyince Granada geliyor? Nedir, şairi kuşatıp sarmalayan yakın çevrenin, şairin kendini yapma sürecindeki bu; dolaysız ve doğrudan, başat girdisi? Fiziksel/ sosyal çevreyle birlikte ve onda içerili olarak bulduğumuz ne? Birbirini içerme ve birbiri içinde erime ve yeni bir kimyasal olarak ortaya çıkma düzeneği nasıl işler?
Ben, bazı fiziksel ve insani “yapıların” canlı olduğuna inanırım. Elbet bu, insanın yakın çevre içinde, kendisine “ dokunan “ neyi/ neleri seçip, gönül evine buyur edeceğine de bağlı. Ama, sanatçıyı, özellikle de şairi; çanak antenleri dış dünyanın sinyallerine ardına dek açık birisi olarak görmekle hiç de yanılmış olmayacağımızı bildiğimize göre onu, bu işin ustası sayabiliriz.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta