Yine içimde kaybolduğum acımasız bir gecedeyim. Acılara çarpıp çarpıp duruyorum. Acılar, eşiği olmayan en büyük girdap.
Her şeyin senin istediğin gibi olmasını o kadar çok isterdim ki. Benim ne istediğimin hiçbir zamam bir önemi olmadı, tıpkı söylenilen şeylerin bir önemi olmadığı gibi. İçimden geçenleri bu şekilde dile getirmek ne kadar da zor. Belki hiçkimsenin okumadığı yazılarla sana ya da yaşanmış her şeye seslenmek ne kadar garip ve acınası. Ve her şeyin bu satırlarda gizlenmesi ne büyük çaresizlik. Bir kez olsun bu acınası hali, yaşadığım bu çaresizliği okuyabildin mi acaba? Yoksa hep senin hayatın mıydı dile gelen? Çözmemiz gereken her sorun senin hayatına dair değil miydi? Bir kez olsun yaşadığım bu acının derinliğini ve ağırlığını sezebildin mi beni ardında bırakırken. Hayır ben seni ardımda bırakıp gitmedim demek mi istiyorsun yoksa? Ne acı söylemen gerekenleri hiç duymamam, ne acı benim onları senin söylediğini var saymam. Ne acı senin korkaklığının kaderimiz olması.
Her şeyi yaşanmamış mı kılmalı. Nasıl yapabilirim ki bunu. Hafızamdan o anları nasıl çıkarıp atabilirim. Hayatına saygısı olan bir insan bunu nasıl yapabilir? Hiçliğin içinde savrulurken anılardan başka neye emanet edebiliriz ki benliğimizi? Benim çıkışım yok, bunun nedeni yaşadığım olaylar ya da başka kişiler değil. Bunu çok iyi anlıyorum şimdi. Benim çıkışım yok. Çünkü çıkışı olmayan bir yaşam var, ölüme doğru koşan bir yaşam. Her gün biraz daha eksilerek çoğalan yaşama nasıl inanılır? Kendini kendine sürmüş zavallı bir bedenden öte neyiz?
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta