Sizlere yıllar önce çok sevdiğim, yaşlı bir teyzeden dinlediğim ilginç bir öykü anlatacağım.
Çok eskiden (Arabaların olmadığı, eski Türkçe ve Arapça konuşup yazıldığı yıllarda) bir devlet memuru, görev icabı at sırtında uzak bir kasabaya gitmiş.
Oradaki işlerini bitirdikten sonra kendi memleketine dönmek için atın üzerinde yola koyulmuş. Saatler süren yorucu bir yolculuktan sonra uzakta bir çeşme görmüş. Atını sulamak, dinlendirmek amacıyla atından inmiş. Hem kendi hem de atı sularını içtikten sonra adam dinlenmek için atını ağaca bağlamış. Kendi de ağacın gölgesine oturmuş. Etrafı seyrederken ileride duran bir bez parçası görmüş. Yavaşça gidip bez paçasını eline almış. Ağzı bağlı siyah bir bez torbaymış ve içinde sert bir şey varmış. Adam açıp açmamakta bir müddet tereddüt etmiş; "Herhalde biri unutmuş" diye düşünerek beklemeye başlamış. Torbanın içinde acaba ne var diye çok merak etmiş. Bakmış ki gelen, giden yok, torbayı açmaya başlamış. Bir de ne görsün....Torbanın içinden bir insan kuru kafası ona sırıtıyormuş Birden çok ürkmüş ve korkusundan kuru kafayı elinden yere düşürmüş. Daha sonra acıyıp; "Bari bir yere gömeyim şu garibi" diye düşünmüş. "Bismillahirrahmanirrahim" deyip yavaşça yerden almış, tekrar yüzünü incelemeye başlamış. Dikkatle bakınca kuru kafanın alnında arapça yazılar olduğunu görmüş. Çeşmede güzelce yıkayıp temizlemiş ve okumaya başlamış. Kuru kafanın alın kemiğinde;
"NE İDİM NE OLDUM, DAHA DA NE OLACAĞIM" yazıyormuş. Adamcağız çok şaşırmış kendi kendine ;
"Olacağın kadar olmuşsun daha ne olacaksın?" diye düşünmüş. Başlamış toprağı kazmaya, tam gömeceği sırada aklına bir fikir gelip gömmekten vazgeçmiş: "En iyisi ben bunu götürüp büyük hocalara göstereyim, bakalım onlar ne diyecek " demiş. Kuru kafayı torbasına sokup heybesine yerleştirmiş . Atına binip evinin yolunu tutmuş. Eve gelince hanımı kapıda karşılamış;
"Hoş geldin Bey" deyip elinden torbayı almak istemiş, adam torbayı çekip: " İçinde gizli evraklar var " diyerek karısı korkmasın diye odasına gidip torbayı dolaba kilitlemiş. Her gün odasına gidip kapıyı kilitleyip kuru kafayı inceliyormuş. Aradan günler geçmiş, her gün aynı şeyi yapmaktan kendini alamıyormuş. Karısı bu durumdan şüphelenmeye başlamış. Bir gün adam kapıyı kapatmayı unutmuş, karısı yalın ayak gelip kapı aralığından kocasını gözetlemeye başlamış. Bir de bakmış ki kocası kuru kafayı seyrediyor, okşuyor, evirip çeviriyormuş. Kadın önce; " Bu adam delirdi herhalde " diye düşünmüş.
Sonra bu düşüncesinden vazgeçmiş; "Bunun başka bir sebebi olmalı" demiş. birden aklına bir şüphe düşmüş; "Seni hınzır herif seni, eski yavuklun mu, karın mı, hala unutamadın mı? Kuru kafaya mı aşık oldun ?" diyerek sessizce dövünmeye başlamış.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta