(Kaf Dağı yürüyüşü son tepe)
Eski uzun geceler yok, her şey kısa Nazende… Gece kısa, aşk kısa, hayat kısa…Ben bin bir gece masallarından geliyorum Nazende, mümkün olsa da çığlığım kısılmasa…
Şehrazat’ın sabrına nail olmuş bir Şehriyar olmak istiyorum… Yaraları saran Şehrazat’ı bin bir gece evet tam da bin bir gece dinlemek, yeniden koşullanmak yeniden kuşanmak istiyorum Nazende. Bir Dünyazad’ın olsun yanında, Dünyazad’ın da sana ömür katsın Nazende…
Şehrazat’dan ayrıldığımda seher atıyordu. Yeni dalınmış bir uykunun şafağındaydım. Şehrazad anlatırken masallarını Şehriyar’a, ben bacadan dinliyordum. Sıcak tüten bacaya düşmeden Kaf Dağı’nın altıncı tepesine gitmek için işaret buldum. Yedinci ve sonuncusunu görebilecektim.
Azığımı koydum çıkınıma, kulağımda, uyumuş Şehriyar’a söylenen Kaf Dağı şifreleri, gözlerimde Şehrazat’ın hayali ve en küçük tepe olan altıncısı Ağrı Dağı gibi.
Çıktım Nazende bir dağı çıkınımla … Yolda ren geyikleri,bin bir türlü kuşlar,ürkek dağ keçileri,hazallar,yüzlerce renge bürünmüş ceylanlar ile yedi ötüşlü kuşlar vardı… Kızıl kayaların üzerlerinde bülbüller, yepyeni besteleri şakıyarak okuyorlardı…
Dağın zirvesine vardığımda karda yeşeren geniş bir flora ile dünyada göremediğimiz ağaçlar gördüm. Karda kıpkırmızı duran nar ağaçları, renkli sedirler, kırmızı açmış papatyalar, mavi gelincikler, lavanta gibi kokan güller,sarı zerdaliler karlar içinde yeşermiştiler. Dünyada görmediğim böyle bir zirve Şehrezat’ın anlatımıyla örtüşmekteydiler…
Bu olağandışı manzaradan başımı kaldırıp karşıya baktığımda yeşil zümrütten olağanüstü bir köşk gördüm. Sarı yakuttan pervazları olan bu köşk semanın tüm etrafını kuşatıyordu. Çevresi Bahr-i Muhit ile kaplıydı.Yeşil zümrütten bir zeminin üzerindeydim.Görünmeyen bu dünyada Zümrüd-ü Anka karşıladı beni ve o yeşil köşkün sırça odasında kanatları yakutlarla süslü, tüyleri elmas ve safirden taşlarla bezeli Simurg’un odasına götürdü beni.
Bilge kuşun büyüsünden midir bilmem dile geldim Nazende:
Dedim: - Ey Simurg! Nazende benden öte, benden uzak benden bigane
Elleri elmas bir koltuğun üzerinde, gözleri mavi papatyalar gibiydi
Simurg’un. Kanatlarını gerdi biraz ve:
- Oğlum, dedi; o hikaye, dünyanda kurduğun bir kinaye.
İrkildim Nazende, ama bilge sesin etkisi çok sürmedi:
Dedim: - Ey Simurg,o uzak kalenin birinde tutsak, ne gelir elimden?
Doğruldu, süzdü beni Nazende’yi süzer gibi:
- Dinle beni aşık! Özgürleştir ama bırak onu kalesinde
Kalesinde özgür müydü acaba? Düşünmeliydim şimdi, haklı mıydı Simurg?
Şaşkınlığım arttı ve sıkıldı Simurg. Yine de tutamadım kendimi Nazende. söyledim:
- Bir uçan halı ver bana, Nazende’yi bindirip çıkarmalıyım kalesinden, o belli ki tutamıyor atının yelesinden.
Kızdı Simurg ve çığlık çığlıya çıktı ses gagasından:
- İn dedi Kaf Dağından, derdin dünya, sonsuzlaşacak adam değilsin sen..
Üstüme alınmadım Nazende… Sen sonsuzluğum ve masalımsın elbette… Ve Nazende ellerini tutmam evrenler ötesinde… İndim Kaf Dağı'ndan ve anladım ki anlatamaz seni Simurg bile…
Mehmet Şerif EkiciKayıt Tarihi : 29.4.2015 19:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!