unuttun mu nayino
zeytin gölgesinde uyanan mavi
yaralı coğrafyanın vurgun deniziydik
hani sere serpe uzanmıştı düşlerimize özgürlük
duygu zulası ceplerimizde
mülteci bir eylül saklardık
güvercin kanatlarına öykünürken kollarımız
ayaklarımıza dolanırdı tutsaklığımız
ağzına biber sürülmüş çocuklarıydık
ezilmiş toprakların
falakaya yatırılmış dünlerimize inat
ışıklı yoluyduk son kervanın
unuttun mu nayino
tepeden tırnağa hazirandık
çingene kızının kulağında kiraz küpe
dudağında şiraz’dık
akşam kızıl perdelerini örtüyordu üstümüze
gözlerimizde yosunlar sevişirken
firari bir kıvılcım yatıyordu göğsümüzde
hercai ellerimizde kurumuş gül kokusu
martılar dem tutuyordu yitik şarkımıza
hüzün nihavent makamında yokluyordu yüzümüzü
“belki de ölmeliydik” diyordu şair
şiirin en bıçak sırtı imgesinde
ikiyüzlü aynaları parçalayıp
gömülmeliydik kendi gizimize
oysa efsaneler küf tutuyordu zamanın mahzeninde
yalancı yıldızlara aldanıyordu leylâ
pamuk ipliği sevdalara tutunup
asılı kalıyordu mecnun’un har kirpiğine
uçurum yüreklerden düşerken son kez
bile bile lades diyordu aşk
unuttun mu nayino
bir koy ağlıyordu unutulmuşluğuna
ıslak bir keder çöküyordu uzak iskeleye
ay buluta saklıyordu yüzünü
ağır ağır çekiyordu gece ağlarını
bir an çekiliyordu ömrümüzden
ahı tutuyordu kayıp kentin
bir deniz kızı vuruyordu kıyıya
anadan üryan korkuları
bacakları koparılmış
kan revan avuçları
isyanlarından çözülmüş
bir küheylan koşuyordu
susturulmuş dağlara doğru
yarım bir çığlık kırılıyordu kayalarda
yaslanıp yılgın umudumuza
öpüyorduk alnından kendi masalımızı
“belki de ölmeliydik” diyordu şair
şiirin en bıçak sırtı imgesinde
01 şubat 2012
braunschweig
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer…
belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine derince bakmasalardı eğer…