''Bişnev in ney çün hikâyet mîküned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned''
(Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.)
“Bişnev! ” dedi Mevlana..“Dinle! ”
Köz doldur diline…Suskun ol,dinle..
Çöz kördüğümleri, kendin ol dinle..
Duy tefekkür namelerini,lâl ol dinle..
Gör rahmanî terennümleri,aşık ol dinle..
Düş kalbî bir yolculuğa,seyyah ol dinle..
Yum gözlerini ve gönlünü aç da dinle..
Alem semaya duruyor,dünya aşka dönüyor,dinle..
Sâhib-i irşâd ol dinle.. Üstad ol yine dinle..
Ebedi sevgili’den ayrı düşmenin sızısını,
inceden inceye feryad eden şu ney’den dinle..
Delik deşik olmuş bak sinesi,
açılan yaraların acısını dinle…
Gurbetliği dinle..
Çağlasın ruhun mûsikisi, yağmur ol dinle..
Bin parçaya bölünmüş kalbi, sessiz ağlayışları dinle..
Üflenen nefesteki yangını dinle..
Havaya aldanma sakın, zira ney’in sedâsı ateştendir…
Yangın yerine bir bak, ateşten başka ne var ki..
Pervane ol..
Yaklaş ateşe..
Can’ı canan’a teslime hazır değilsen düşme aşkın peşine..
Ve kimde bu ateş var ise, onu dinle..
Sulak yerde biten bir kargı değildir ney..
Sıcak iklimde yetişen bir kamış değildir ney..
Aşığın elinde bir bıçak yarası gibi gönüldür, sevdadır, ateştir ney.
Allah’ın derin bir sırrıdır ney.
((“Ney’i dinle ki neler, neler söylüyor.
Allâh’ın gizli sırlarını tekellüm ediyor.
Yüzü sararmış, içi boşalmış, başı kesilmiş yâhud neyzenin nefesine terkedilmiş olduğu halde dilsiz ve kelâmsız, Hudâ, Hudâ diyor.”))
Ney, kamil insan olmanın bir yoludur ve aşk derdini anlatır.
Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delikler açılmış, ancak üflendiği nefesle hayat bulan, feryâd ile sırlar fısıldayan bir dosttur.
”Kem aletle kemalet olunmaz” demişler idi.
Halbuki göğsümde kem bir yürek taşıyordum bu içsel yolculuğa çıktığımda. Ney üflemeyi öğrenmek, iğneyle kuyu kazmak gibiydi…
Sabırla susuzluğu giderecek pınarı aramak gibi..
Aydınlığa çıkacak bir şavkı beklemek gibi..
Avucuma sığdırmaya çalıştığım dokuz boğum..
Her ayrı boğumda gizli saklı doğum..
Hüzne doğmak, ayrılığa doğmak, gurbete doğmak, geceye doğmak, kedere doğmak, yalnızlığa doğmak, sonsuzluğa doğmak, hasrete doğmak, gizeme doğmak…
Nefesin özgürlüğünde nefsi boğmak..
Ve kat’a aşka doymamak..
Kırık dökük bir zamandan arşı yakalamak..
Yüreğin dökemediği kelimeleri, dudağının ucuna bağlı bir ney’den okumak.. Rüzgarın kanadıyla gönül yaralarına usulca dokunmak..
İlmeği aşk’tan alınmış bir hırkaya sarılmak..
Ay’ın gölgesi düşmüş bir gözyaşına sabrı bağışlamak..
Başpare’ye değen bir busede,canpareyi solumak..
Derler ki; peygamber Davut, bir gün bir sazlıktan geçiyormuş. Bu sırada hafif bir rüzgâr esmiş ve kamışlar başlamış ötmeye… Bu ilahi ses karşısında Hz. Davut olduğu yerde kalakalmış. Bir tanesini koparmış, dudaklarına götürmüş ve başlamış üflemeye. O’nun elinde kamış, kamış olmaktan çıkmış, aşk haline gelmiş. Hz. Davut Allah’a olan muhabbetini yanık nefesiyle dillendirmiş..
Dile gelsin yanık bir seste tüm sancılarım..
Neyzenler üflesin aşk-ı mûsîkîyi..
Kıyam etsin ruhlar ervah’a göç eder gibi..
Bir yarenin gülüşü düşsün nasibime…
Siler gibi üflesin tozlu,yıkık dökük raflarımı…
Siler gibi günahtan kirli duvarlarımı…
Baştan başa hüzne boyanayım…
Rabbim… Yakıştır beni hüzne, yakıştır beni yar’e, yakıştır beni yar’dan gelen nây’e…
Derler ki, Hz Muhammed Allah sırrını yalnız canyoldaşı Hz.Ali ile paylaşmış ve kimseye söylememesini tembihlemiş. Hz.Ali bu ilahi sırrı bir süre gizlemiş, ancak sırrın ateşiyle yüreği parça parça olmuş, çöllere düşmüş. Bir gün sahrada dolaşırken kör bir kuyuya rastlamış. İçini yakan, kavuran o ilahi sırrı bu kuyuya boşaltmış ve ferahlamış. Sonrasında o kuyudan sular taşmış; ağaçlar, kamışlar bitmiş. Erbabının elinde bu kamışlar dile geliyor, sırları ifşa ediyormuş.
Alevden bir ses ile, hıçkıran, yanık ve perişan ney..
İlahi bir selsebil ile aşk doldur gönlüme..
Ab-ı hayat gibi taşır kör kuyularımdan suları..
Bab-ı aşk ile arala gaflet uykularını..
Sırlarım çığlıklarımdan hiç de uzak değildir benim!
Ney, aşk dünyasının temel harcı..
Ney’den nasibini alan aşık vecde gelir, yıldızların güneşin çevresinde dönüşleri gibi; ilahi sevgilinin manevi çevresinde döner..
Semaya dalar bütün bir alem..
“Sağ elimi kaldırdım
Sol elimi daldırdım
Dilim kalbe indirdim
Döndüm mevlana gibi”
Kâmil insan bir elini Hakk’a kaldırır ve kendisine lütfettiği feyzi ister.Diğer eli ile de halka dağıtır. Kâmil insan mum gibi etrafı aydınlatırken kendini eritir.
Sonsuzluk diyarından bir nokta düştü artık satırlara.Ve:
”Hamuş” dedi Mevlana..Suskun..
Nokta düştü nazenin bir bedene.. Sustu.. Karanlık çöktü güneşten sıcak yarene.. Şems susuz yüreklere derin bir okyanustu.. Onu da kör bir kuyu yuttu…
Sus.. ve meylet sesin rahmetine..
Sus.. Söndürme ateşini..
Akma kelimlelerin çeşmesinden..
Özüne doğruysa yolculuğun,pişmeye bak..
Eskiyecek dilin kemiği…
Yorulacak ayağın bileği..
Sus ve meylet sözün sahibine..
Aşka doğruysa yolculuğun, yanmaya bak..
Yüreği maşuktan yana bir Hamuş ol ve dinle! ..
Kayıt Tarihi : 11.8.2013 16:52:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!