Korsika’da bir taş çatladı önce;
deniz tuzuydu çocukluğumun dili.
Adımı rüzgâr fısıldadı ilk kez.
Henüz kılıç yoktu;
yalnızca sabır vardı avuçlarımda.
Top sesleriyle büyüdüm ben;
barut kokusunda öğrendim zamanı.
Bir millet çökerken omzuma,
Fransa doğruldu.
Tarihin beli tutulmuştu; ben eğilmedim.
Haritaları masaya serdim geceleri;
uykuya yenik düşmeyen bir akılla.
Her çizgi bir yürüyüştü,
her sınır bir itirazdı.
Dünya küçüktü;
ben büyük değil,
kaçınılmazdım.
Askerlerim adımı bağırırken,
ben annemin susuşunu duydum içimde.
Zafer bir çığlıktır; geçer.
Yalnızlık ise tahta benzer:
oturdukça ağırlaşır.
Austerlitz’te güneş,
benim için doğmadı;
ben onun gölgesinde çoğaldım.
Atımın nalında kıtalar ürperdi;
ama kalbimde
bir ülke hep yarımdı.
Moskova’ya vardığımda,
kış beni bekliyordu:
silahsız, sessiz, merhametsiz.
Orada öğrendim şunu:
Fethedilemeyen tek imparator
zamandır.
Elba’da aynaya baktım;
yüzümde bir taç yoktu artık.
Bir adam vardı yalnızca:
yanılmış, yorulmuş,
ama hâlâ inanan.
Çünkü düşmek,
inanmaktan vazgeçmek değildir.
Ve Waterloo…
Adımı tarihin ağzından
çamurla düşüren an.
Ne askerlerim yenildi orada,
ne ben;
yalnızca kader
cümlesini tamamladı.
Şimdi bir adadayım;
okyanus dinliyor beni.
Dalgalar soruyor:
“Değer miydi?”
Cevap vermiyorum.
Çünkü bazı sorular,
zaferden sonra sorulmaz.
Ben Napolyon’um.
Bir çağın yürüyüşüyüm;
bir milletin ihtiyacı,
bir insanın yanılgısıyım.
Beni heykellerle anlatmayın;
ben hâlâ
bir askerin adımında,
bir çocuğun hayalinde
ve tarihin
kapanmayı reddeden
parantezindeyim.
Kayıt Tarihi : 29.12.2025 23:30:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!