Perakende,toptan ve daha sonra,toptancılara mal satan fabrika,kurarak sahibi olmuş,bir çok insana iş imkanı sağlamış oldukça başarılı bir insan.
Saygı duymamak,şaşırmamak mümkün değil,gıpta ile nazar ettim, baktım birde kendime, fakat mukayese edemedim,aramızda bulunan farkı açık,seçik bir şekilde sorguladım.
Babam tek amcaları olmasının yanı sıra,Sümer bez fabrikasından emekli ve dar gelirli olması sebebiyle,her sene Ramazan ayında, amcamın canlı hatırası olan yengemi gönderirler ve sevgili yengem ihtiyaçların tespitini yapardı.
Bir yıllık ne ihtiyaç varsa,her şey dahil alınır,biraz da harçlık vererek hayır dualarla başka ihtiyaç sahiplerinin, yardımına gitmek için, vedalaşarak helallik alırdı.
Yengem çok hayır öğütlü,birazda peşin sözlü,ama oldukça samimi,son derece geçim ehli,çileyi tanımış,sabırla yudumlamış, ama kimseye yansıtmamış bir hanımefendi idi.
Allah rahmet eylesin,şimdi aramızda değil,bu fani dünyadan,zamanı gelen herkez gibi aniden,amcamın sevgili hanımı olan yengemde,dareyn saadetine göçüp gitti,evinde misafir bulunduğun her an ilgisini ve ikramını hiçbir zaman ihmal etmemişti,Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
Bu düşünceler yumağı ile,telefon etmek için postaneye gittim,telefon numarasını yazdırdım ve her kez gibi sıraya girip beklemeye başladım.
Bir müddet sonra, sıram gelmiş olmalı ki ismim çağrıldı,hemen telefona yöneldim,alo dedim karşımda bir bayan sesi; o an şaşırdım.
Ben Osman Cilasun beyi aramıştım,yok mu kendisi dedim,efendim kim arıyor acaba, burada kendisi deyince,rahatlamış bir eda ile,ben Kayseriden Mustafa Cilasun dedim.
Efendim bir saniye hemen bağlıyorum, ve ben yutkunurken Osman ağabey alo Mustafa dedi.
Ağabey nasılsınız inşallah iyisinizdir, diyerek hatırını sordum,teşekkür etti ve ne yaptığımı merak ettiğini söyledi, kısaca izah ettim,iş aradığımı anlattım.
Mustafa Bursa ya gelmek ister misin,oradaki fabrikamıza senin gibi Meslek lisesi mezunlarına ihtiyacımız var,sonra senin geleceğin için planlarım söz konusu, ne dersin deyince,tabi neden olmasın gelirim ağabey dedim.
Haydi öyleyse durma bir arabaya atla, şu adrese hemen gel bekliyorum,peki görüşmek üzere diyerek, telefonu kapattık.
Ben aslında evimizin bir oğlu olduğum için,annemle,babamla fakir hanemizde kalarak, altı yıl Ankara da kaldığım çileli günlerimde,hasret dolu yüreğimle Kayseriyi yeni bulmuş,kavuşmuştum.
O yüzden, buradan ayrılmak istemiyordum,zira geleli henüz üç yıl olmuştu. Huzur buluyordum,memleketimden şu an işsiz kalsam bile.
Erciyes dağının haşmetli duruşu,baktığım an içime serinlik sunuşu,Ali dağının, sakin ve mahzun oluşu,Yılanlı dağın,ürperten yalın yokuşu,Erkilet’in,tepe noktada ki kulenin konuşu, her zaman benim huzur ve sırlarımın sığınağı olmuşlardır.
Fakat çare kalmamıştı artık pekiyi demiştik,bir kere üstelikte işsizdik, annem,canım babam üzülmüştü,boş ver gitme biz sensiz ne yapacağız, demişlerdi, fakat başka bir alternatif yoktu.
Hazırlığımı yaptım,gurbete alışıktım,ne çileler çekmiştim,hayat mücadelesi verdiğim yıllarda,ekmek parası kazanmak uğruna.
Sabırla yudumladığım,haksızlığı,zulmü bir tecrübe olarak sineme kalın harflerle yazmıştım bin kere.
Valizim bana bakıyordu haydi durma artık vedalaş diyordu.
Babam ve annemle vedalaşıp terminale vardım,etrafa şöyle bir baktım, yüreğimin derinliklerinden gelen bir ah ki, hışımla salıverdim,durmadım ve otobüse doğru adımladım.
Sormadım bile kimseye, efkarlıydım, tahmin ederek araca daldım,koltuk sıra numaramı aradım,cam kenarı olduğunu anladım,yol arkadaşımdan müsaade alarak, yerimi aldım.
Teypte bir şarkı çalıyordu,sanki ritmik melodisi ve mısraları yolculara yüreğimi tercüme ediyordu.
Bakıyordum camdan dışarıya,dalıyordum hiç bir şey fark etmiyordum,tabi görevlinin biletinize baka bilir miyim diyene kadar.
Uzattım bileti,teşekkür etti verdi,bende anlamadım niçin bilete bakması gerekti.
Nihayet otobüs kaptanı, hayırlı yolculuklar dileyerek, aracı hareket ettirdi.
İlerliyordu araç, o zaman trafik ışığı, felan pek yoktu,hızlanıyordu.
İçim gidiyordu,sonbahar mevsimiydi sanki, Kayseri gözümde yaprak,yaprak bir,bir dökülüyordu,yapacağım hiçbir şey yoktu.
Sıkıcı olduğu kadar, yorucu yolculuktan sonra nihayet, Bursa ya gelince kurtulmuş olduk.
Beni karşılamaya gelen bey, Sabri isminde gözlüklü, biraz tarama özürlü, ince uzun boylu, kumral,füme renginde takım elbiseli,gözleri çakı gibi sanki, uyanık olduğu her halinden besbelli.
Merhabalaşıp tanıştık, o da benim gibi Kayseri’liymiş,bunu duymam bile beni teselli etmeye yetti.
Özel aracına bindik,biraz yol aldıktan sonra,selametle evine geldik.
Maşallah konuşmaya hasret kalmış gibi,evveliyatından başlayıp,şu anki iştigalini bir solukta anlatıverdi.
Oda çok macera yaşamış,uzun yolda kaptanlık yapmış,haksızlığa dayanamamış, trafik polisleri ile kavga yapmış, o günkü gazetelere sür manşetlik haber olmuş, dolayısıyla kaptanlıktan kovulmuş.
İş ararken amcazadem Osman bey elinden tutup,Bursa da yeni devraldığı fabrikaya çok az bir hisse vererek, sahiplensin diye yönetici yapmış.
Osman ağabey sürekli İstanbul’da kaldığından,Sabri bey oranın tek sorumlusu ve karar vereni olmuş.
Erkenden kahvaltı yaptık,Bursa’nın pilot sanayi bölgesindeki, İteks a.ş.ünvanlı fabrikaya vardık, oradaki personelle tanıştık,tokalaştık,idareci arkadaşlarla biraz konuştuk.
Refakatçi oldular,bölüm ve kısımları göstererek,işin oluşum ve ahengini bir solukta önüme koydular.
Daha önce geleceğimi duymuşlar,patronun amcasının oğlu olduğumu öğrenmişler,gıyabımda müessese müdürü olarak görmek istediklerinin kararına vermişler.
Bunu benim yüzüme karşı söylediler ama zorlandılar,zira çok belirsizlikler vardı.
İşi tamamıyla öğrenip,tespit ve tayin eden olamayınca, piyon olmaktan başka seçenek kalmaz,ben bunun bilincindeydim ve taltifle oyuna gelmeyecek kadar,insan psikolojisini özümlemiştim.
Hayatıma nakış güzelliğinde işlenen ve iliklerime kadar nüfus eden, hiç silemediğim ve sürekli üzerimde taşıdığım,tecrübe olarak kalan silinmeyen izler, benim mihengim, yoldaşım olmuşlardı.
Fabrikada,iki vardiya olarak çalışılacak,sürekli mesaiye kalınacak,yüklü siparişler olduğundan,iplik balyaları hazırlanıp teslim edilecek, gerekirse fabrikaya takviye işçi alınacak,kararına varılarak ilgililer uyarıldı.
Öyle bir iş vardı ki heyecanlanıyordum,annem,babam ve Kayserim güzel memleketim nerede kaldı, inanın çalışırken unutuyordum.
Yatsı namazımı zor kılıyor, uzandığım yerde uyuya kalıyordum,fakat yorulmuyor,keyif alıyor ve özellikle hoşlanıyordum, Allah işsiz kalanların yardımcısı olsun çünkü o psikoloji çekilir,tahammül edilir gibi dert değil.
Yirmi dört saat fabrikada kalıyor yetiştiğim her işe koşmaya çalışıyordum.
Fakat zaman öyle hızlı akıyordu ki, yapacağımız işleri yetiştiremiyor, yeni oluşumlar ve sıkıntılar durmuyor devam ederek geliyordu.
İşin yoğunluğu beni öylesine içine almış ve sarmıştı ki, tam beş ay geçmiş olduğunu her nasılsa pek fark edemedim.
İlk önce vardiya amiri oldum,mahiyetimde elli beş kişi çalışıyor,on iki saat mesaiye kalınıyor ve beş kazan mal (iplik) boyaya hazırlanıyordu.
İthal boyalar son derece hassas bir şekilde tarafımdan tartılıyor,asit’i katılıyor en uygun biçimde karıştırılıyor ve kazan içinde belirli bir sıcaklığa getirilmiş,hazır bekleyen suya katılarak,kazanın kapağı kapatılıyor,kelepçeler takılararak,vanalar açılıyordu.
Yüz derece ısıya kadar kaynatılıp,ipliğin boyayı çekmesi dolayısıyla kıvamına gelmesi bekleniyor ve bir müddet sonra kazanın kapağı açılarak,soğuması bekleniyordu.
En ufak bir yanlışlık yapılırsa, defo ve abraş meydana gelir, yapılan tüm çalışmalar heba olur, iş verenin suratı asılır ve abraşlı mal hiçbir işe yaramadığından bir kenara konarak bekletilirdi, daha sonra değerlendirmek üzere.
Böyle durumlarda suçlu aranır,fakat maalesef bir türlü bulunamazdı.
Çünkü iplik boyama işlerinde, on beş yıllık tecrübesi olan, kendini bulunmaz bir bursa kumaşı olarak sunmayı başarmış bir insan var karşımda.
Ve çok kıymetli, değişemez olduğunun zehabına kapılarak, her zaman içebilen, kazancını dost edindiği kadınlarla yaşayan ve bundan hiç bir vakit gocunmayan bir insan.
Bu gayri meşru yaşantısını, siyah bir şavrole taksiyi seçerek zenginleştiren ve bu araçla gece,gündüz gezmeyi marifet sayan bir insan.
İşleri bir alt kademede bulunan görevlilere havale ederek kaybolan, meşhur Mehmet ustamız vardı ve benim karşı vardiyamın amiriydi bu insan.
Neredesin diye sorulunca sürekli mazeret ileri sürebilen, oldukça kurnaz olan, kalender görümünde,babacan tavırlı olmayı becerebilen bu insan.
Ufak boyu, yeşil gözlü, hafif göbekli, biraz tarama özürlü, bir insan.
Çalışanların Mehmet ustanın her işlediği haltı bildiği halde, maalesef çaresizlik içinde sessiz kalmalarına hala şaşarım.
Şaşkın bakışlarla suçu üstlenmek zorunda kalmaları, aksi bir davranış durumda, anında işten çıkarılma korkusunu yaşayarak sigorta adına sabrettikleri, meşhur Mehmet usta ve ekibiydi.
Sürekli onun vardiyasında,bir iki kazan mal defolu çıkar,oda kendini kurtarmak adına çalışanları suçlar,onlara sürekli fırça atar,böyle giderse hepsini kovalayıp yeniden kadro kuracağını söyleyerek,
Zavallı işçileri sindirir,vardiya dönüp gece mesaisine kaldığı zaman,odasına çekilerek alemine dalardı.
Ben bunların hepsini tespit ediyor,fakat seslenmiyor,sabrediyordum,zira benim işim bunlarla uğraşmak değildi.
Kendi vardiyamda sosyal yapının şartı olarak gördüğüm,iş verimliliğinin mutlaka artması adına telakki ettiğim, arkadaşlık ve muhabbet rüzgarının esmesini temin adına, sürekli yenilikler yapıyordum.
Çalışma ortamını, herkesin benimsediği,güven duyduğu,huzur bulduğu,saygı ve sevginin önemsendiği,herkesin mutlaka dinlendiği,bir ortam esenliğine götürüyor ve yoğun bir şekilde koşturuyordum.
Bayan arkadaşların sayısı, yirmi kişiye yakındı,her birinin ayrı derdi var,çoğunun bağrı yanıktı.
Hayat mücadelesinin verildiği bir ortamda,kaderlerindeki fırtınanın, onları kum taneleri gibi çok faklı yerlere savurmuş olduğunu öğreniyorum.
Hüzün,kaygı,her zaman bol idi,ümit ise oldukça azdı, fakat çok kıymetliydi,ufukta belirdiği zaman, bakan gözler kiminse, ışıl ışıl canlanır, yanardı.
Hayırdır inşallah, bugün daha iyisin dendiği vakit,bir anda,gönül rahatlığında, heyecanının refakatinde,soluk,soluğa anlatırlardı.
Paylaşırdık,elimizden gelen katkıyı,esirgemez yapardık,umursamaz olamazdık, çünkü kaynaşmış,zor olanı başarmıştık,bir aile ortamı esenliğinde,sıcak ve samimi birer dostlar olmuştuk.
Böyle çalışma ortamlarında,başarısızlık,barınamaz,mekan tutamazdı,çünkü husumet yoktu,karalama,kaypaklık ve özellikle yalan hiç kıymet bulamıyordu.
Ön yargı ile beslenmek,arkadan çekiştirmek kabul görmüyordu,dinlemeden mahkum etmenin, haksızlık olduğu bilinci yerleşmişti bir kez.
Böylece insanlara şırınga edilen;
Toplumsal hastalıklara,geçit yoktu,hepimiz birimiz,birimiz hepimiz için, seferber olmuştuk,kenetlenmiş bir bütünlüğe giden yola, gönül koymuştuk.
Çalışanların geneli, vasıfsız olduğu için,kısa zamanda tarafımdan yetiştiriliyor, vasıf kazanması sağlanıyordu.
Onun geleceğini de bir anlamda,düşünmek zorundaydım.
Yeter ki,harbi,mert,dürüstlükten taviz vermeyen,şahsiyet bütünlüğünde ufku saf, yalak ve salak olmasın.
Bu ilkeler benim olmazsa,olmaz şartlarımdı.
Sinemde oluşmuş ve oturmuş değişmez kanaatimdi!
İnsanlar yaşadıkları sürece,mutlaka hata,yanlış veya suç işleyebilirler, bunlar mümkün olan fiillerdi,nihayetinde insan değil mi!
Haiz oldukları şartları ve sosyal dokuyu, araştırıp sorgulamadan bu oluşum ve açılımları analiz etmeden,insanları mahkum etmeye kalkarsak,bir anlamda zulmetmiş sayılırız.
Ve işte o zaman; temelden hatayı bizler yapmış oluyoruz.
Çünkü; temel konularda tercihleri fertlere bırakmıyoruz, önlerine koyduğumuz tercihi yapmaya, bilakis bizler zorluyoruz.
İnsanların inisiyatif hakkını,bilerek gasp ediyoruz,dolayısıyla belki farkında bile olmadan, asıl yanlışı bizler yapıyoruz.
Şu anda bizleri yargılayacak, bir kimse çıkamıyor, zira güçün bu gün, bizlerde bulunuyor olması yeterli görünüyor!
Zavallının zaten mecali kalmamış ki, haykırsın haksızlığı var gücüyle.
Yine onlara durmadan,sizler ne bilirsiniz,düşünemezsiniz bile,sadece söyleneni yaparsınız demiyor muyuz çoğu vakit.
Her zaman kendi akıl ve zanlarımızı ön plana çıkartarak,onlarda akletme,tahkik etme,imkanını tanımadan tahayyül diye bir şey bırakıyor muyuz.
Bunları bizlere yaptıran her ne olursa olsun,sermaye,politika,makam veya şerrimizden korkulan zulmümüzdür.
İster kabul edelim veya etmeyelim azgın bir nefis için ne fark edecek.
Eğer hakkıyla düşünürsek,bunların pek çoğunu,aynı şartlara haiz olarak elde etmemişizdir.
Mutlaka çok önemli desteğimiz,veya desiselerimiz mevcuttur.
Yok eğer hak ederek gelmiş isek,enaniyetimiz veya farkında olmadığımız tekebbürümüz, bunları bizlere yaptırmaktadır.
Çünkü; halkın kucakladığı, her müspet tavrın arkasında,objektif ahlak,şeffaf yönetim ve mutlaka hakkaniyet vardır.
Bu hareket sosyal bir gerçektir,bunu fark ederek göremeyenler,ne hazindir ki; zavallılar, ve terapiye ihtiyacı olan, biçarelerdir.
Fabrikanın bir bölümünde,mescit olarak ayrılan,küçük,kare biçiminde olan,mesai dahilinde her türlü gürültüyü cömertçe içine alan,koyu yeşil halı ser döşeli, odaya bir somya yerleştirip,burayı lojman niyetiyle kullanmak zorunda kalıyordum.
Güya hedefimiz fabrikadaki her faaliyeti öğrenmek ve özümsemekti!
Fakat kaldığım yer,dinlendiğim mekan beni sıkıyor, daha çok yoruyordu,kendimi dinlemem mümkün görünmüyordu.
Kimseye söylemiyor,sabrediyordum, istiyordum ki, amcazadem, tespitini yapsın, bir gün yerimde yatsın,benim hissiyatımı anlasın ve çözüm arasın.
Bir akşam benim gece vardiyamda geldi, saat 02.45 e kadar çalıştı,aynı bir işçi konumunda,röleleri taşıyor,istif yapıyor,makina’nın başına geçiyor,ipleri sarıyordu.
İlgisizdi,son derece yoğun olduğu gözleniyordu,zihni kaldığı mekanda değil,başka ufuklarda dolaşıyordu.
Yorulmuş olmalı ki,işlerden sıyrıldı,bana doğru yaklaştı Mustafa senin yattığın yer müsait mi,yatmayı düşünüyorum,ne dersin dedi.
Tabi müsait buyurun gidelim diyerek,refakat ettim,yatağı açtım,yardımcı olacağım bir şey var mı,diye sordum,teşekkür etti sabah görüşür,konuşuruz seni epeydir dinlemiyorum,bu fırsatı bulmuş oluruz dedi.
Dolayısıyla bende hayırlı geceler dileyerek ayrılmak zorunda kaldım.
Sabah Osman ağabeyin isteği üzere,saat 06.30 da uyandırdım,dinlenmiş görünüyordu,işlerin nasıl gittiğini sordu,gayet güzel geçti,bir vukuatımız olmadı dedim.
Fakat benim nasıl olduğumu,neler düşündüğümü sormasını bekliyordum merakla, maalesef beklentim boşa çıktı sormadı.
Fakat Mustafa şu ana kadar gösterdiğin başarı, herkesi şaşırttığı gibi beni de oldukça sevindirdi.
Sabri bey her fırsatta seni överek,gurur duyduğunu söylüyor,işleri tamamıyla deruhte ettiğini anlatıyor.
Mehmet usta bile zorlandığı vakit,sana koşuyormuş, amcamın oğlu olarak, bana bu duyguları yaşattığın için, sana teşekkür ederim,bir sıkıntın olduğu zaman hiç çekinme,beklerim diyerek tokalaştı ve
İstanbul’a hareket etmek için aracın gaz pedalına bastı ve uzaklaştı.
Ben yine sırlarımla baş başa kalmıştım,tespit ettiğim onca problemleri,içime gömerek,zamana sabırla havale etmiştim.
Bir gece uyuyamamıştım,saat 04.35 civarı ab dest almak niyetiyle kalktım, lâvaboya doğru yönelip adımlıyordum.
Boyaların bulunduğu yer, önemli olduğu için,idareci haricinde kimse giremezdi,üçer gram karıştırılsa,renk değişik çıkar,bir çok maddi zarar olurdu.
Çok farklı sesler geliyordu,irkildim emin olmak için silkindim ve yeniden kulak kesildim,acayip seslerin devam ettiğini fark ettim.
Teklifsiz kapıyı açtım,baktım ki ne göreyim şaşırdım kaldım,tabi biraz bocaladım, gözlerimi açtım,sonra hiddetimi şu sözlerle sıraladım.
Eğer sizi bir daha böyle, uygunsuz biçimde görürsem,kimseye söylemem önce ben sizi kitlerim,açılamazsınız diyerek konuşmaya devam ettim.
Bunu böyle bilin dedikten sonra,orayı terk etmelerini söyleyerek,hışımla gözlerine baktım,onları silkelememek için kendimi zor zaptettim,
Başları öne eğik şekilde kaybolup gittiler,meşhur Mehmet usta ve evli olduğu halde,namustan arınmış bulunan ve maalesef burada çalışan güya yetkili bayan.
Çalışan bayanlar içinde,Bursa hürriyet mahallesini iskan tutmuş Bulgar ve Romen göçmen vatandaşlar çoğunluktaydı.
Çalışanların genelini oluşturan onlardı ve bu insanların yapıları,adetleri oldukça farklıydı, mesela; bayanlar,erkeklerle güreşmekten sakınmıyorlar, gayet doğal diyorlardı.
Mehmet ustada sağ olsun bunu fırsat bilerek hiç sıkılmıyor ve çok rahat bir şekilde değerlendiriyordu.
Terfi etmek isteyen,rahat işi benimseyen,izine ihtiyaç duyan, Mehmet ustanın vardiyasında,kime gidecekti elbette ve üstelik tek yetkili olan Mehmet ustaya, o ne derse onaylanır,mesele çıkmazdı.
Ama Mehmet usta sürekli,hata yapar,beş kazan iplikten en az iki kazanı abraşlı(bozuk) çıkar,hayrola neden verim sürekli düşüyor, diye sorulunca bazen,
Elektrik kurumunu,bazen sigortanın attığını,eh mazeret bitmez ya Mehmet ustada,bazen de motor arıza yaptı der çıkardı.
Acaba doğrumu söylüyor demezler,tamam usta canın sağ olsun, hafta sonu acısını çıkartırız diyerek,zavallı garibanları karşılıksız olarak çalıştırırlardı.
Elemanların hafta sonu,dinlenmeleri,en doğal ihtiyaçlarını gidermeleri,aile fertleriyle bir gün dahi olsa,
Bir araya gelmeleri,dertleşmeleri onlara sorulmadan, başkalarının hataları yüzünden, hafta sonu tatillerinden haksızca mahrum edilerek, çalıştırılmaları beni kahrediyordu.
Tabi iş veren temsilcisi Sabri beyin işine geldiği için, problem çıkmıyordu.
Fakat iş veren kim.! asıl patron hangisi! çalışanlar tarafından pek bilinmiyordu.
İstanbul da ikamet eden,oradaki pazarı genişleten,sürekli siparişleri artıran amcazadem Osman bey,haftada bir gün zor geliyordu.
Diğer azınlıkta olan hisse sahipleri,nadiren gelirler,hafta sonu araçlarını temizlerler,asıl işleri olan fabrikalarına giderler,hoş geldikleri zaman, Bursa sporun transferini konuşurlardı.
Dolayısıyla asıl patron, Sabri bey olarak bilinmekteydi,zira; çoğu zaman bizimle birlikteydi.
Sabri bey Mehmet ustaya o kadar güveniyordu ki,üzerine toz kondurmuyordu her nedense birkaç kez yokladım,atmosfer zemini müsait değildi ve hemen konuyu değiştirerek vazgeçtim.
Çünkü Sabri bey,meşrep ve mantık olarak Mehmet ustaya daha yakındı.
Mehmet usta işine,iş verenine saygı duysa,iş ahlakı ve disiplinine haiz olsa, Sabri beyden çekinse,boyahanenin içinde,gece yarısı ve o saatte,
Kendi vardiyasında,bayan elemanların başıyla,üstelik kapıyı dahi kilitlemeden,en mahrem pozisyonda,haramın doruğunda,
İdareci sorumluluğunda bu kadar pervasız olabilir miydi,mümkün değil dedim kendime ve daha boyutlu düşünmeye başladım.
Sürekli içime atıyor,sabrediyordum,çalışma şevkim kırılıyor,kuytu,serin ve sakin mekanlar arıyordum,
Sinemde beni kuşatan sırlarımı,sigaramı yakarak, hasret kalmışçasına nefes çekiyor,dumanları ile mehtaba pas atıyor,hicranımı paylaşıyordum.
Cumartesi günü yoğunluğu bitirmiş,mutat olduğu üzere çalışıyorduk,saat 11.15 civarındaydı,ipek kozalarını temizletiyor, Pazartesi için hazırlık yaptırıyordum.
Elektriklerin kesildiğini fark ettim,elemanlara temizlik yaptırmak niyetiyle, talimat verecektim ki,
Sabri bey hızlı bir şekilde, elemanların yanına yaklaşarak,el,kol hareketleriyle bir şeyler anlatıyordu,ben uzaktaydım fakat, fark ediyordum.
Anlattıkları her neyse, elemanların lehine olmadığı kesindi,çünkü Sabri beyin suratı asıktı,hayırdır inşallah diyerek yanlarına yaklaştım.
Sabri bey bana yönelerek,sizi bulamadığım için,elemanlara söylemek durumunda kaldım deyince,alakasız ve manalı olduğunu anladım.
Hemen beni nerede aradınız,her zaman buradaydım dedim, ve arkasından, neyse önemli değil, sizi dinliyorum diyerek,meramını merak ettim.
Mustafa bey, biliyorsunuz ki elektrikler yok,o nedenle çalışan arkadaşlar,Pazar günü gelecekler ve bugünkü açığı telafi edecekler dedi.
Teklifi çok mantıksız,manasız ve haksızdı,üstelik benim sorumlu olduğum elemanlarımdı.
Sabri beye kafamı kaldırdım,gözlerine manalı bir şekilde baktım ve ağzımı açtım,
Sabri bey, Allah aşkına saat kaç, bakar mısınız,mesai bitimine kırk dakika var,böyle bir talebi siz nasıl yaparsınız.
Elektriğin kesilmesinin elemanlarla ne ilgisi var,kul da Allah ta insana bunu sorar,sonra maksadınız nedir anlayamadım,bizim hafta içinden sarkan işimiz yok.
Bak Mustafa bey,sizin gelmenize gerek yok,ben Mehmet ustayı getirtirim,bunları çalıştırırım deyince.
Hakir bir ifade şekli vardı,asabım bozuldu,bu insanlardan ben mesulüm,sizin iş verenlerden biri olmanız,
Yanlış veya haksız davranmanızı gerektirmez, böyle hareket keyfiyetini de hiç bir zaman size vermez.
Eğer bu insanlara sahip çıkmaz,devamlı haksızlık yaparsak,insan olma onurunu, bizler nasıl savunur,koruruz,rahat bir biçimde insanların, karşısına nasıl çıkar konuşuruz dedim.
Ve elemanlara dönerek arkadaşlar,mesai bitmiştir,hazırlık yapabilirsiniz diye,komut verdim.
Sabri beye yönelerek, yapacak başka bir şey yok, kusura kalma, ama sen yinede istersen, Mehmet ustayı ve ekibini çağıra bilirsin, dedim ve oradan ayrıldım.
Belki bu denli keskin davranmazdım,fakat kocası askerde olan, sigortalı olarak çalıştığını sanan,gariban bayanın dramını yaşamasaydım.
Öyle hazin ki, gece vardiyasında mesai yapıyoruz, ben makineleri geziyorum, kazanı kontrol ediyorum, genel iş takibini yapıyordum.
Saat takriben 23.15 civarıydı.
Kısım ikiye geçtim,bobinleri saran, bayan elemana baktım,sabit bakıyordu, bir anda kaskatı kesildi,
Gözleri fal taşı gibi açıldı,ağzından köpükler saçıldı,adeta bir robot gibi yere çakıldı,öyle şaşırdım ki sormayın.
Hayatımda o ana kadar böyle bir olayla hiç karşılaşmamıştım, aptallaştım, hemen yanına yaklaştım, elemanlara, seslendim geldiler, ellerinden gelen ne varsa, ortaya serdiler, maharetlerini gösterdiler.
Yakın arkadaşlarından biri,arkadaşlar telâşlanmayın,zaten belliydi,zavallı ne çekmişti,bunu bir Allah, birde ben bilirim deyince, daha çok şaşırdım, hemen orada kendi kendime hayıflandım,haberimiz yok,ama neler var dünyada diye.
Bayan arkadaş,bir müddet sonra ayıldı,kendine geldi,sara hastası olduğunu belittiler,şimdi geçer dediler,
Fakat olsun biz yine de seni, bir hastaneye gönderelim de kontrol edilirsin,durumunun tespiti yapılır, olmaz mı deyince,
Faydası olmaz acil servisinde ilgi az,izin verirseniz şimdi gidip dinleneyim,yarın nöroloji doktoruna giderim dedi.
Bende tamam, sen durumunu bizden daha iyi bilirsin,diyerek şoföre talimat verdim,evine bırakmasını tembihledim.
Şoför yanıma yaklaştı,kulağıma eğildi,efenim,size söyleyemiyor,ama sigortası hala yapılmadı, personel müdürü oyalayıp duruyor, her maaşında üstelik ücreti kesiliyor deyince;
Beynime kan toplandı,gözlerimin önü karardı,boğazım kurudu,kulaklarım kızardı,ateş yüz hatlarımı sardı.
Allah kahretsin böyle varlığı; Yarabbi senin uygun görmediğin,kullarına tavsiye etmediğin,lanetlediğin,
Kul hakkını gasp ederek,bunu marifet sayarak,aldananlardan eyleme,diye kalbi hislerimle duamı yaptım.
Personel kaleminden,bayanın durumunu kontrol ettim ki,içler acısı yedi aydır çalışıyor,ama sigortası yapılmıyor,
Neden diye sorunca da, iş talebinde bulunanlar pek çok,çalışmak istemiyor mu,hiç nazlandırma hemen kapıya koy,çıkart demesinlermi.
Bak Mehmet, usta elemanlarının çoğunu yeniledi,sizde aynısını yapın diyerek, tavsiyede bulundular akıl da neleri.
O zaman tepemden sıcak sular bir hışımda indi. Biraz bocalamaya başladım,bende mi gariplik var,idareciler de mi terslik var,diyerek mırıldanmaktan kendimi alamadım.
Sosyal barış,iş ahlakı,dürüstlük,adalet mevhumları nerede kaldı,öyle ya para kazanmak en büyük sanattı,toplumsal temel öğeler, kilere kaldırılmış,menfaat ve yalaklık her tarafı sarmıştı sanki.
Nerede kaldı mükellefiyet, bu kadar yozlaşma, nasıl izah edilir,bütün bunların sebebi ne olabilir diye düşündüm,daha çok dertlendim.
Fakat; tiksinmiştim,soğumuş,buz kesilmiştim,hakkımda en hayırlısı ne ise Allah tan onu samimiyetimle istedim.
Kanaatim odur ki;
Tespit ettiğim,şahit olduğum,zulme,haksızlığa,gaspa gücümün yettiğince müdahale etmezsem,
Kendime,kişiliğime,kul olabilme bilincime, saygı duyamam,ses çıkartmaz,seyirci kalırsam,mutlaka katkım olduğuna inanırım. Dolayısıyla kayıtsız kalıp, seyirci olamam.
Günler ilerledikçe, geldiğim ilk günlerdeki heyecanımı,hevesimi, ümitlerimi ve şevkimi bulamıyorum, sıkıntılı, buruk, amcazademe karşı donuk,bir şekilde fire vermeden çalışıyordum.
Kazandan ipleri çıkarttık,sulardan arınmasını bekliyorduk,boş durmayım diye,ikinci kazanın iplerini,kontrol etmeye başlamıştım ve dalgındım.
Belimi iki kollarıyla kavrayıp, kendine doğru çekerek,dili ve dudaklarıyla el ense eden, bakire hislerimi bir anda galeyana getiren ve inanılmaz şekilde heyecanlandırdı.
İçime hasret kalınmış bir arzu salan kişiye,dönüp baktığımda yüzü alev gibi yanan,gözlerini kapatarak kendini bana sunan,Ferize isminde bir kız.
(devamı nakşeden izler 4 te)
Kayıt Tarihi : 5.7.2007 10:45:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!