Nakşeden İzler (Anı roman 1)

Mustafa Cilasun
4155

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Nakşeden İzler (Anı roman 1)

Oldukça sıkıntılıydım! Hüznümden adeta solduğum bir sonbahar mevsimiydi.
Canlılığın muştusu olarak bilinen yeşil çimenler soluyor, ağaçlar,yapraklarını makus talihine boyun eğmiş bir eda ile, sarartıyor ve dalından bırakıyordu.
Patikalara dökülen ve serpilen yapraklar, damarlarımda dolaşan kanın ve soluduğum oksijenin, bir gün yetersiz olabileceğini anlatıyordu.
Yokluk sıkıntısını aşmak niyetiyle savaş verdiğim günlerdi! Böyle bunaltıcı zamanlarda ufkumun karardığını hissettiğim çok olmuştur.
Hayatı manalı yaşamak gayesiyle durmadan koştuğum ve bilinmeyenleri aşmak adına çırpındığım yorucu ve çileli yıllarımdı!
Çözüm bulmakta zorlandığım düşüncelerin, içimi kararttığı vakitlerde, ruhumu rahatlatacak şartları arardım.
Bulunduğum mekandan, uzaklaşmak istediğim zamanlar, gönlüm dost arar, meşk etmek arzulardı.
Yine efkarımın acımasızca, benliğimi kuşattığı bir gündeydim.
Üç ev ilerimizde kiracı olarak oturan ve inşaat işlerinde çalışan duvarcı ustası İbrahim vardı.
Ara sıra onu arardım, evinde ise ziyaretine giderek muhabbet ederdim.
Ustanın öyle bir çehresi vardı ki!
Yaşadığı yılların yorgunluğunu bakışlarından, tecrübesini tespitlerinden, gönül sıcaklığını, samimiyetinden anlıyordum.
Yüzünden hiç eksik etmediği tebessümü,beni her zaman rahatlatıyordu. Can dostum olmuştu,artık arkadaşımdı.
Yine böyle bir akşamda ziyaretine gittim. Kapıyı açtı,beni karşısında görünce sevindiğini fark ettim.
Geleceğimi tahmin ettiğini, çayı dahi demlediğini söyleyince, gözlerine hayretle baktım. İçimi okumuşçasına, gönlümün dost aradığını anlamışçasına, beni ziyadesiyle memnun ettiğini, içimde gizledim söylemedim.
Sohbet koyulaşıyor,sardıkça sarıyordu, şahsımda gördüğü hususiyetleri sıralıyor, övünçle bahsediyor beni utandırıyordu.
Birden yeni mahalle meydan camisinin hocasını, tanıyıp,tanımadığımı sordu ve peşinden ekledi.
Çok muhterem ve muttaki bir insan,özellikle tanımanı isterdim dedi.
Hayır tanımıyorum, hocalarla,camilerle yakınlığım pek yok, yıllardır istemeden soğudum. Yine sen anlat dinlerim hususiyetlerini dedim.
Neden camilere,hocalara uzaksın,diye aniden sorunca!
Biraz şaşırdım ve yutkundum.
Birden çocukluğumda aynı camide yaşamış olduğum ve yıllarca etkisinden kurtulamadığım, hicran dolu sırlarımı, içimden sökülerek alınan camii sevgisini, hüzünlenerek tekrar yaşamaya ve anlatmaya başladım.
Beş,altı yaşlarındaydım.
Annemden defalarca dinlediğim, fakat ne olduğunu bilmediğim, ama her zaman merak ettiğim;
Oğlum; senin göbeğini, meydan camisinin bahçesine gömdük.
Onun için sen ibadetlere ve mabetlere çok düşkünsün, bu yaşta ve gecenin zifiri karanlığında, sabah namazına camiye, gidiyorsun, aferin diyerek öper ve uğurlardı.
İşte içimde camiye karşı böyle ilgi ve sevgi varken, mahallemizde ki çocuklardan, bir grup olarak,beş,altı kişi, öğle namazına yakın bir zamanda, sure ve dua öğrenmeye gidiyorduk.
Suphaneke den başladık.
Fakat ezberlediğim halde (S) harfini, bir türlü hocanın istediği gibi çıkartamıyor,ezilip,büzülüyordum.
Diğer çocuklar (S) harfini, rahat bir şekilde çıkartıyorlardı.
Belki de onun için, hoca onlarla daha fazla ilgileniyor ve fark edilir derecede, şefkatli davranıyordu.
Arkadaşlar Hocam;
Mustafa duayı çok iyi biliyor, fakat dili peltek! olduğu için sizin istediğiniz gibi, söyleyemiyor dediler, ama nafile.
Hoca dilini düzeltene kadar git, düzeltince gel, o zaman okursun dedi ve camiyi terk etmemi söyledi. Öyle şaşırdım ki, bir şey söyleyemeden camiden çıktım ve ağlayarak,soluk soluğa eve geldim.
Kaskatı kesilmiştim.
İçimde fışkıran cami sevgisi, bir anda ve hiç istemediğim halde, yüreğimden sökülerek, haksız bir şekilde alındığından donup kaldım.
Yıllarca camilere olan ilgimi, sevgimi sakladım, bir sır olarak içime attım.
Müezzinin okuduğu ezan sesleri, kulağıma gelince, içim yanarak sırrımı hatırlar, acıyla terennüm eder, ezanı tekrarlar dururdum.
İşte bu nedenle, camilerle,hocalarla samimiyeti, yıllar önce kaybettim ve bir daha da kuramadım.
Ayaza,fırtınaya,doluya bakarak hislerimi sorguladım,göz yaşlarımı yıllarca hüzün içinde yudumladım.
İbrahim usta, can kulağı ile dinliyordu ve birden haykırdı; Allah kahretsin böyle insanları, nasıl hoca yaparlar böyle basiretsizleri dedi ve ekledi.
Yaşıyor mu o hoca diye, birden hışımla sordu? Hocanın ne durumda olduğunu, bilemiyorum, fakat oğlunun düğünlerde rakı içerek, şarkı söylediğini biliyorum dedim.
Peki usta neden sordun, meydan Camisinin hocasını tanıyıp tanımadığım merak ettim, anlat ta dinleyelim dedim.
İbrahim usta, inan bak samimi söylüyorum, seveceğin, saygı duyacağın ve çok hocadan,farklı yönü bulunan bir insan diyerek sözlerine başladı.
Ben hafızam da nakşetmiş bulunan hoca portresinden, farklı bir hoca profili duyunca, tabii olarak meraklanmıştım.
Duramadım, ustaya sordum; peki ne zaman tanıştın böyle bir insanla ve nasıl müspet kanaate vardın diye, hemen sordum.
İbrahim usta, anlatmaya başladı.
Bir cuma namazı için meydan camisine gitmiştim, tanıdıklarım hoca duvar ustası arıyordu, bizde senin ismini vermiştik, görüştünüz mü dediler.
Bende hayır henüz görüşmedik, fakat namazdan sonra konuşabiliriz dedim.
Cuma namazını kıldık, camiden çıkarken hoca, usta, müsaitsen tanışıp konuşalım diyerek koluma girdi ve söze başladı:
Evinin bahçe duvarının yapılacağını ve bir haftadır beni bulmaya çalıştığını, emeğimin hakkını fazlasıyla vereceğini ifade ederek, işi almamı ve hiç vakit kaybetmeden başlamamı söyledi.
Hocayı dinlerken süzüyordum, gönülden konuşuyor ve net ifadeler kullanıyordu, samimiyetten gelen sıcaklığı da etrafımı sarıyor, gönlümü ikna ediyordu.
Hoca o anda adeta içimi fethetti.
Etkilendim ve hiç tereddüt etmeden kabul ettim, hocam sen hiç merak etme hallederiz inşallah dedim.
Ertesi gün hoca efendi ile camide buluşarak evine gittik.
Kapının önünde taş yığınını, kumu, çimento paketlerini görünce,vakit geçirmeden ve yardımlaşarak hemen harcı kardık, bismillah diyerek duvar örme işene başladık, evellallah üç gün içinde duvarı ördük bitirdik.
Fakat bu üç gün içinde, o kadar sıcak ilgi ve samimiyet gördüm ki, şu zamana kadar hiçbir yerde görmediğim kadar!
Kendimi onlardan biri zannettim, üç,dört tane kızı,iki tanede oğlu vardı,hepside birbirinden edepli ve hizmetkardı. Kızları dışarıda bahçe kenarında, erken saatlerde halıya oturuyorlar,son derece hızlı ve istekli dokuyorlardı.
Her zaman önlerine bakıyor ve bana bir şey ikram ederlerken yüzleri kızarıyordu. Kendi aralarında konuşurlarken, seslerini hiç duyurmuyorlardı.
Düşündüm, benim kız kardeşlerim köyde yaşıyorlar, babam son derece sinirli,abilerimde ondan farksız, annemin ağzında dili yok,oldukça rahatlar.
Üstelik halıda dokumuyorlar, böyle olmasına rağmen; bacılarımın çemkiren, ukalâ, buyruk tutmaz ve şımarık birer huysuz kız, olmalarını anlaya bilmiş değilim diyerek, İbrahim usta biraz soluklandı ve sonra yine devam etti.
Bizim aile sevgiden, şefkatten,muhabbetten sanki bihaber, ahenksizlik hat safhada, asabiyet, adavet istemediğin kadar bol.
Fakat hoca efendinin ailesinde ve her nedense haddinden fazla huzur ve güven bulunuyor, bunun sebebi, hikmeti ne olabilir diye çok merak ederek düşündüm.
Sanki mutlak talimat verilmiş gibi, hiç aksatmadan sabah kahvaltısı, öğle yemeği, hemen arkasından çay ve meyveler.
Bu mükemmel düzen, ahenk ve eksilmeyen bereket, o kadar dikkatimi çekti ki; ey Allah’ım, sonsuz şükürler olsun diye hamd ettim.
Hoca efendi emeğimin karşılığını hiç ihmal etmedi, beklemediğim miktarda beni memnun etti.
Çalıştığım günlerde bana eşlik ederek, gönlümü sohbetleriyle zenginleştirdi.
İşte onun için; Allah bilir ki, seni sever ve sayarım, bulunmadığın ortamlarda her zaman seni örnek gösterir ve gıyabında muhabbetle yad eder, anarım.
İşte hocanın evinin duvarını örerken, hemen aklıma sen geldin ve keşke hocanın kızlarından birine talip olsa da, mutlu bir yuva kurmak nasip olsa, diyerek içimden geçirdim.
İşte onun için sordum sana; ne dersin,düşünmez misin böylesi şahit olduğum güzelliği, paylaşmak istemez misin diyerek yine bana sordu.
Sen daha layıksın böyle güzelliğe tek başına kalıyorsun, kendin için neden düşünmüyorsun, diyerek karşılık verdim.
Nerde bizde o şans, tek başıma karar vermem mümkün değil, çünkü bizim köy adetlerinde sıralama vardır.
Beklemek zorundasın,aksi davranış töreye karşı gelmek olarak anlaşılır, bunun bedelini ödemek, çok ağırdır düşünemezsin bile.
Sen kişilik ve karakter bakımından sevdiğim, muhabbet beslediğim bir kişi olarak, evinizin de tek oğlu bulunduğun için, senin ihya olmanı istedim dedi.
Böyle samimi bir itiraf karşısında ne diyeceğimi bir an bilemedim, hem sevindim, hem de şaşırdım, ne söyleyeceğimi düşünürken, açziyeti yaşadım.
Hemen toparlanıp bu sevgiye layık olmaya çalışacağım, teşekkür ederim, bahsettiğin aile hakikaten çok ilginç ve farklı bir yapıda hoş insanlarmış.
Allah hanelerinin bereketini ve kısmetlerini açık etsin, yaşantı bakımından maneviyat yönümü oldukça zayıf olarak görüyorum,o bakımdan kendimi bu aileye uygun görmüyorum.
Çünkü; aramızda yaşantı ve anlayış farkı oldukça fazla, ayrı dünyalarda yaşıyoruz diyebilirim.
Ayrıca içimde bulunan manevi boşluk hat safhada, bizlere zor kısmet olur, böylesi güzellikler, hayırlısı olsun diyerek mevzuu kapattım.
O akşam; enteresandır ama rahatlamış bir keyifle ve dalaştım, efkarımı dağıtmış ve mutlu olarak İbrahim’e teşekkür ederek ayrıldım.
Doğruca hızlı adımlarla evimize geldim.
Gönlümün sevincini, paylaşmak istiyordum,ama kiminle!
Ne yazık ki; yine sinemin derinliğine serpiştirdim.
O yıllara kadar, nasıl çalışarak okudum ise,yine çalışıyor ve okuyordum,sanat okulunun metal işleri bölümünde ikinci sınıfına devam ediyordum.
Ne hikmetse annem, sürekli evlenmemi isteyerek,oğlum ölmeden önce mürüvvetini göreyim diyerek beni her zaman sıkıştırıyordu.
Kendi ölçeğine göre,kızlara bakıyor,gözüne kestirdiği bir kızı görünce,bana dahi sormadan, kendi kendine karar veriyor ve gereğini yapmaya çalışıyordu.
Eve geldiğim her fırsatta,akrabalarımızla,mahalle komşularımızla, ne zaman bir araya gelsek bu mevzuyu açıyor ve kendine mutlaka bir destek arıyordu.
Önceleri utanıyordum, zamanla sıkıldım, bıktım, ve annemi kırmadan izah etmeye çalışıyordum, fakat nafile çünkü annem biran önce netice almak istiyordu.
Usul hatasında bulunuyor ve farkında olmadan beni üzüyordu.
Anne şu anda evlenmeyi düşünmüyorum,düşündüğüm şartların oluşması lazım;
ısrarcı olmayın,diyerek, gönlünü almaya çalışıyordum.
Ama gayretlerim maalesef nafileydi, annem bildiğini okumaya devam ediyor, yılmıyor ve yorulma bilmiyordu.
Güneş ile Kar’ın uyuşmazlığı her ne ise, bende annemle o kadar farklı yapılarda insanlardık,bunu ben biliyordum fakat,annem anlayamıyor,veya anlamak istemiyordu.
Ama annem yılmıyordu kafaya koymuştu bir kez, mahallemizden, akrabalarımızdan, tespit ettiği kızların özelliklerini,güzelliklerini bana anlatıyordu.
Her birini de çok methediyordu,bununla da yetinmiyor,ayrıca gönlümü ikna etmeye çalışıyordu,bir anne olarak belki de haklıydı.
Her nasılsa kızları bir şekilde tespit ederek, annesi ile birlikte evimize davet ediyor ve gelmelerini sağlıyordu,bu manada benimde yakından ilgilenmemi ve daha duyarlı olmamı istiyordu.
Tabi olarak içimden gelmiyordu,onun için daha çok canım sıkılıyor ve kaçacak bir yer arıyordum,yeni konuklar gelmişler ise,hoş geldiniz diyerek hemen,diğer odaya geçiyordum.
Artık evimiz benim için, sıkıcı gelmeye başlamıştı,ben neler düşünüyordum, fakat zavallı annem dağarcığındaki hayaliyle karar veriyor yaşıyor ve kendini avutmaya devam ediyordu.
Yine benzer günlerin birinde,misafirler gelmişler,hoş geldiniz,dilerim iyisinizdir diyerek,müsaade isteyip hemen odama geçtim.
Bir müddet sonra odamın kapısı vuruldu,yine annem zannederek, anne müsait değilim, çalışıyorum dedim.
Fakat kapı açıldı, baktım ki gelen misafirlerin kızı,çok doğal bir tavırla bulunduğum odaya girdi.
Annesi olduğu halde,hiç çekinmeden ben senin için gelmiştim,birlikte oturalım mı şayet sakıncası yoksa,konuşur sohbet ederiz ne dersin demesin mi!
O kadar çok şaşırmıştım ki,fakat belli etmem uygun olmazdı, oturun siz bilirsiniz, fakat derslerim çok fazla sizinle hiç ilgilenemem gücenmez sıkılmaz iseniz buyurun oturun, nasıl olsa oda müsait,oturacak yerde var, diyebildim.
Senin yanında olmam, benim için yeterli bir sebep,kesinlikle sıkılmam demez mi! hoppala diyerek hayıflandım tabi birazda üzüldüm. Zira bu kadar samimiyetin, gerekçesi ne olabilirdi,niçin gerekliydi demek zorunda kaldım,fakat belli etmemeye çalıştım.
Aman Allah’ım bu nasıl iş,aman Mustafa durum kritik,bir bahane bul hemen sıvış,haydi hiç durma topluma karış diye, içimden geçirdim, saatime birkaç kez baktım,hemen hatırladım ki,kara Mehmet’le buluşup dolaşacaktık.
Hayırdır niçin saatine çok bakıyorsun,benden kaçmak için, bahanemi arıyorsun demez mi, kızcağız!
Kusura kalmayın,anlayışlı olduğunuz belli oluyor,sizinle oturmak çok keyifliydi, ama arkadaşımı bekletmek istemiyorum, siz sanırım annemi ziyarete gelmiştiniz, bir insanı bekletmek hoş bir davranış olmaz değil mi, diyerek müsaade istedim ve arkama dahi bakmadan ayrıldım.
Ayrılırken annemin yüzünü bir görmeliydiniz!
Şaşkınlık,kızgınlık,kırgınlık hepsi mevcuttu.
Fakat hiç önemli değildi, çünkü, bunların hepsi benden sakıttı, demlediği çayı hışımla,bir solukta midesine akıttığını, tahmin ediyorum.
Böylelikle bir badireden, zorda olsa kurtuluyordum.
Evimizden uzaklaştıkça annem aklıma geliyordu ve gülmekten kendimi alamıyordum,eve dönünce annemle yaşayacağım finali, çekinerek bekliyordum ve maalesef böyle atlatıyordum o sıkıntılı günleri.
Okul dışında,çalıştığım iş yerinde müsait zamanlarda,bulduğum her boşlukta, okumaya çalışıyor, araştırıyor, yeni çevreler, ediniyordum.
Yalnızlığımda sürekli düşünüyor, gecelere dost gözüyle efkarımı açıyordum, mehtaba sırlarımı anlatacağım diye,soluk soluğa kalıyordum.
Hayatımda; yaşadığım tüm gerçekleri, izlerini taşıyarak tecrübe ediniyor,sabırla bileniyor, sebatla azmediyor, metanet ikliminde, filizlenerek kendimi yetişiyordum.
Hayatın kendisi için,bilinçsizce harcadığım, boş zamanlarımı düşünüyor, hayıflanıyor ve acısının iliklerime kadar, nufus ettiğini biliyordum.
Gayenin olmadığı,hafızanın mesnetli bilgilerle dolmadığı, kalbin ihtiyacı olan, sevgi ve şefkate doymadığı,itminanlık bulmadığı her an meşkuk tur.
Bilinçsiz bir yaşayış ne kadar,karanlık ve manasız ise,bunların farkına varmakta, bir o kadar doyumsuz ve berrak oluyordu.
Farkı yakalayan, keyifle haz alıyor,içi sevinç doluyor,farkına varamayan için, değişen bir şey olmuyor,her şeye Fransız kalıyordu.
Kara Mehmet’i anmışken; fazla esmer olması sebebiyle, isminin ön takısı olan (kara) deyimi, arkadaşlar tarafından eklenmişti,yoksa Mehmet Muçhan olarak bilinirdi.
Son derece muzip, oldukça duygulu, araştırmayı seven, mesnetli bilgileri kuşanmış, kalender karakterli, güler yüzlü, alçak gönüllü, gür saçlı, kalın kara kaşlı, nazik tatlı dilli, hoş bir insan olmasının yanı sıra.
Yokluğu her zaman yaşamış, lakin şikayetçi olmamış sinesinde gizlemiş,yaşayış tarzı onu çok tutumlu yapmış,aldığı aile terbiyesi özellikle imam hatip ve ilahiyat kökenli olması nedeni ile;
Yıllarca kızlara olan uzaklığı,yüreğinde derin yaralar açmış, ama fırsatını bulup bir türlü açılamamış,zaman içinde bu tecrübe edilmemiş,bakir kalan duygular, kişiliğinde derin yaralar açmış, bu bakımdan zafiyetler oluşturmuş.
Kendini cezbeden, yetişkin tanıdık bir kızla karşılaştığı zaman,çok farklı bir insan olur,yerinde duramaz adete coşardı, konuştukça kendini alamaz,kızla ilgili merak ettiği ne varsa,ardı ardına sorular sorarak, hep anardı.
Bende, son derece doğal karşılayıp,anlamaya çalışırken,yüreğini kuşatan duyguların,derin izlerini rahatlıkla görebiliyor,çoğu zaman üzülüyor,bazen de kararsızlığı yüzünden kızıyordum.
Evlerindeki; kendine ait yalnızlığını her zaman görüyor ve hassas bir kişiliğe sahip olduğundan,kitaplarının arasında kayboluyor, yanlış anlaşılmaktan korkarak, dertlerini paylaşamıyor,aile dayanışmasından mahrum kalıyordu.
Her uğradığımda evlerine çok kısa bir zaman otururdum, öyle gerekiyordu, ortam müsait olmuyordu ve daha sonra birlikte ayrılarak mekan değiştirir, sokakları adımlayarak, caddelerin derinliğine dalardık.
Müşterek bir hedef doğrultusunda yol almanın heyecanını haz alarak,yaşayarak sıkıntılarımızı paylaşır,oldukça keyif alırdık,vakit ne çabuk geçmiş pek anlamazdık.
Dini konulardan uzak kalmam ve bilgisiz olmam nedeniyle, sorduğum soruların cevaplarını içimdeki boşluğun derinliğini bildiğim için, kanarcasına pür dikkat kesilerek dinliyor, hasretle deruhte etmeye çalışarak, bilmediklerimi dost arkadaşım Mehmet Muchan dan öğrenmeye gayret gösteriyordum.
Çünkü beyhude geçirdiğim,onca yılların içimdeki engin bir denizin hırçın dalgaları arsında,gecenin zifiri karanlığında şimşeklerin çakmasıyla bir ferahlık getireceği umuduyla aydınlık için,kurtuluşa koşmam gerekiyordu.
Zaman denen mefhum dur durak bilmiyordu,akıp gidiyordu,görevlendirildiği hedefine doğru, tereddüt etmeden, acaba demeden, yılmadan, yorulmadan,yeter artık diye söylenmeden.
Hasret kalmışçasına,yüreği yanarcasına,sevgiliye koşarcasına, kaygılardan, zanlardan sıyrılmış bir şekilde.
Emin olmanın hazzını yaşayarak,vakarında tevazuu kuşanmış bir eda ile, bilinmeyenlerden uzak iklimlerde,gizemleri sunarak, akıp gidiyor.
Giderken de, hayatımızdan harf,hece, kelime ve mısraların, anlam bütünlüğündeki, satır aralarını, düşünme fırsatı olarak sunuyordu.
Romanlardan kahramanını buluyor ve seçercesine alıp götürüyor, dolayısıyla bizzat kendisi, romanların konusu oluyordu, her şeyin anlamını bulduğu bir zaman diliminde.
Sanat okulu son sınıfında,okumaya çalışırken,öğrenci hareketleri,hat safhaya gelmiş,sınıflarda derslerin yerini, çoğu zaman,olaylar ve konuları almıştı.
Bulaşmadan,dalaşmadan,kokuşmadan,üç,beş arkadaş kenetlenip,aynı hedef doğrultusunda yoğunlaşmış,istikbale bakıyorduk.
Tereddütlerin başını aldığı,belirsizliklerin haddini aştığı günlerin sıkıntısı, hat safhaya gelmiş,her gün olay,baskın,polis kovalaması alıp başını gidiyordu.
Okul çıkışlarında dava birliğinin sağlanması adına,zorla fatih derneğine götürülmek istenmemiz, bizim acilen çözüm bulmamızı gerektiriyordu.
Zira,son senemiz olduğu için,mefkureci öğretmenler derneğine giderek, üniversite imtihanına hazırlık için kursa başlamıştık bila bedel.
Sınıf ve kurs arkadaşım Mustafa; son derece sakin,oldukça mülayim, ufku açık, sevgi dolu,esnaf kültürünü kuşanmış,yokluğunda aranan,özlenen güzel huylu, hayır öğütlü bir arkadaşımdı.
Yani parantezi biraz daha açacak olursak,özetle;
O da benim gibi yıllarca,en doğal hakkı olan,baba şevkatinden,ilgi ve desteğinden mahrum kalmış, en çok ihtiyaç duyduğu anlarda bile,onu yanında bulamamış maalesef.
Sevgili annesi her zaman, bu boşluğu doldurmaya çalışmış,dolayısıyla en annesi Mustafa’nın en yakın dost ve dert ortağı olmuş,
Fakat çocuğun gönlünde oluşan ve beklenen, babanın hal,tavır,nasihat,muhabbet ve cesaret boşluğunu hiçbir zaman anne dolduramaz.
Sevgili dedesi ve anneannesi,engin tecrübeleriyle,çocuk psikolojisini özümsemiş, bir mürebbi vakarıyla,Mustafa’nın yetişmesinde, en temel mihenk taşları olmuşlar,sabrı,sadakati ve kanaati ihmal etmeden zihnine yerleştirmişler.
Amcası Hacı efendi de; babasının iş ortağı olarak, Net kuru temizleme ismindeki, mütevazı dükkanlarında,başlarında bulunmuş,bilgisi,becerisi nispetinde yardımcıları ve hamisi olmuş.
Mustafa’nın esnaf kültürünü kuşanmasında,insanları yakından tanımasında, tecrübe kazanmasında,katkıda bulunmuştur.
Mustafa’nın kişiliğinin oluşmasında,katkısı olanlar,kimlik sorununu aşmış,hayatı anlamış, kimselerden olmaları gerekir ki;
Genç, fidan gibi, gönlü açık, sahavetli, hayırlı işlerle iştigal eden,kötülüklere bulaşmayan,şerden her zaman uzak kalmayı başaran, vatana ve millete hizmet etmeye duyarlı, hassas,duygusal,edebi yönü fark edilen,
Toplum tarafından kabul gören ve teveccüh gösterilen,gıyabında hayırla yad edilen,duyarlı ve haklı olduğu konularda, metaneti, şecaati ve sabrı bir solukta terennüm eden,
Herkese bizim Mustafa Yalçın dedirten ve fakat; insanlar tarafından çok zor başarılan,bir vizyonu hak ederek, sergilemenin huzurunu,her an şükrederek yaşıyor olmalı.
İşte aynı sınıfta yan yana otururken, dedim ki Mustafa ya; her gün böyle olmayacak,bir şeyler yapmamız lazım,inisiyatif kullanmak durumundayız.
Oda tamam ama ne yapabiliriz deyince,o zaman seyret dedim ve sınıfta ayağa kalkarak, öğretmenin henüz gelmediği bir vakitte masasının arkasına geçip,masaya sert bir şekilde vurarak dikkatleri üzerime çektim.
Herkesin bana baktığından emin olunca,arkadaşlar şu andan itibaren, bu sınıfın başkanı ve sorunlusu benim,itirazı olan varsa,şayet yüreği yetiyorsa beni okul çıkısında, kapıda beklesin görüşelim dedim.
Sınıftaki arkadaşları süzdüm,bir dakika kadar bekledim, hiç bir ses çıkmayınca başkanlığı otomatikman üstlendim.
O günden sonra okul çıkışlarında,mazereti olan her arkadaşa izin veriyor ve istekli olan arkadaşları,fatih derneğine götürüyor,mana ve maksatlarını öğrenmeye dolayısıyla anlamaya çalışıyordum.
Biraz devam ederek,kuvvet dengesinin kaynağını bulmaya ve şahsımda oluşturmağa çalışıyordum,bu ara Mustafa’yı rahatlıkla kursa gönderiyor ve benim içinde not almasını söylüyordum.
Günlerden Cuma idi,o gün birkaç ders önemsiz olduğu için,evde yarım kalan işlerimi yapmak niyetiyle sınıftan ayrıldım.
Okulun kapısından çıktım giderken,okul duvarında oturan bir kaç arkadaşı gördüm,selam vererek,ne yapıyorsunuz burada diye hatırlarını sordum.
İçlerinden Yozgatlı Abdullah, bugün komünistler okulu basacaklarmış, bizler de arkadaşları toplamaya çalışıyorduk,sen nereye gidiyorsun,haberin yok mu diye sordu.
Benim haberim yok,her zaman olduğu gibi palavradır inanmayın dedim.
Abdullah inan ki bak gerçekten basacaklarmış, haber doğru deyince, ben inanmıyorum, işlerim yoğun olduğu için gidiyorum dedim.
Ayağa kalkarak koluma girdiler,ısrarla omuzlarıma ellerini koydular.
Gardaş; eğer sende gidersen, bizim yapacağımız bir şey kalmıyor,bur da kalmamız manasız,çünkü bizim güvendiğimiz insan sensin.
Eğer sende gidersen ne diye bekleyelim, bizde çekip gidelim, yoksa sadece dayak yeriz,ama sen kalırsan okulu kurtarırız dediler bir solukta.
Baktım ki oldukça ciddiler,yapacak bir şey kalmadı,istemediğim halde, kalmak zorunda hissettim kendimi,madem ki öyle tamam kalıyorum dedim.
O zaman burada beklemeyelim, okulun içine girelim de,etrafa bakalım dedim, ve okul bahçesinde ilerleyerek idari binaya yaklaşıyorduk.
Bir grubu okulun yan tarafında toplu halde bekliyor olarak fark ettik,baktık ki takriben, yirmi beş, otuz kişilik sol grup, tabi olarak karşılaştık,yanlarından geçerken Abdullah, karşı gruptakilere ne bakıyorsunuz lan, oros...çocukları demezmi.
Ortalık öyle karıştı ki, bir anda vuran vurana,bizim sayımız onların beşte biri,bir ara Abdullah’ın ensesine yönelen, bıçak darbesini fark ettim.
Oğlanın bıçak tutan bileğini, öyle bir yakaladım ki,kolumu kırıldı,parmaklarımı bilemiyorum,bağırarak yere yattı,kıvranıyordu.
O an şaşkınlık içinde, savunma yaparken,kulağıma öyle bir taş geldi ki, feleğimi şaşırdım,gözümün önünde şimşekler çaktı,elimi kulağıma attım bir baktım ki, ılık bir kan,gözüme çarptı işte o zaman şuurum bozuldu ve tepem attı.
Artık haleti ruhu yem bozulmuştu, önüme kim gelirse gözüm görmüyor,vurdukça vuruyordum,baktım ki önümde kimse kalmamış.
Karşı sol grup, idari binaya kaçmış, öyle bir haleti ruha sahiptim ki,o kapıyı zorluyor içeriye girerek,takatim bitene kadar vuracaktım.
Kapıyı açamadım,döndüm arkama baktım ki ne göreyim,bizim adamlarımız diye bildiğimiz öğrenciler,okulun bahçe duvarının dışında,rast gele taş atıyorlar.
Daha çok canım sıkıldı,lan ibneler dövüş meydanını bırakıp ta, neden idari binaya taş atıyorsunuz,binalar ne zamandan belli, komünist oldular,diye bağırdım.
Epey bir vakit geçtikten sonra, ekipler halinde polisler geldi.
Tabi ki bu ara kaçanlar kaçtı,ben kaçmamıştım,üç kişi polislerle gelip, benden davacı olduklarını söylediler,her taraflarında darp izleri mevcuttu.
Polislere bunları tanımadığımı,sınıf başkanı olduğum için,sınıf defterini teslim ettim ve merasim için burada beklemekteyim dedim.
Bazı yerlerimde bulunan kan izlerini sordular,top oynadığımız için farkında olmadığımı söyledim,fakat şikayetçi olanlar, ısrarla davacı olduklarını söylediler.
Polisler artık yapacağımız bir şey yok,darp izleri ve şikayetçide çok, karakola götüreceğiz seni dediler.
O an içimi burukluk sardı ve gariplik hissiyatının hakim olduğu fırtına içimi sızlattı, fakat yapacağım hiç bir şey yoktu.
Ekip aracına binerek karakola doğru ekip otosu hareket ettiğinde görebildiğim her kez bana bakıyordu.
Nihayet karakola gelmiştik.
Davacı olan fakat, benim tanımadığım öğrenciler şikayetlerini dile getirip,polise yazdırdılar, üçü birden rapor almak için hasta haneye koştular.
Bana bir şeyler sordular,cevap verdim dinlediler,yazdılar fakat ne yazdılar bilmiyorum okuma fırsatını vermeden hemen imzalamamı söylediler,imzaladım.
Yarın mahkemeye götürülmek üzere,saat 17.45 civarında mahkeme saatine kadar nezarete bekleyeceğimi söyleyerek bu gün kendilerinin misafiri olacağımı ve kalacağım mekan olarak nezareti gösterdiler,içeriye girerek üzerime kapıyı killediler.
Nezarete girdim,acayip bir koku,her taraf pislik içinde,demir parmaklıklar var, fakat camları kırık,ayaz,rüzgar,kar savruluyor,soğuk mu hat safhada.
Üç tane çocuk yaşta hırsız yakalamışlar,yüzleri donuk,yere uzanmış yatıyorlar, sanki orada devamlı konuk, yer yok ki oturacak, alalım bir soluk,saatlerce dikildik durduk, tabii bu arada da haylice solduk.
Saat 23.45 i gösteriyordu,gelen giden çok, ama göstermiyorlar ki bilelim, soran hangi konuk.
(devamı nakşeden izler 2de)

Mustafa Cilasun
Kayıt Tarihi : 5.7.2007 10:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Cilasun