Nahit Yücel Öykü VII Mavi Kuş

Nihat Yücel
232

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

Nahit Yücel Öykü VII Mavi Kuş

MAVİ KUŞ

Biraz önce olanca gücüyle yağan yağmur, birder susuverdi. Bulutların karanlığında saklanan bahar, çocuk gözlerinde nisan ayının verdiği sevinci sildi.

Selim durmadan elindeki boş kibrit kutusuyla oynuyordu. Uzun bir zaman karşılıklı oturdular Nilgün'le. Zaman, yanlarından kocaman gürültülerle geçti. Dakikaların en sivri uçlarında sıkıntılar...

Her zamanki gibi Ali'nin kahvesindeydiler. Pencerenin hemen iç tarafında denizi görebilen bir yere oturmuşlardı. Kahveci Ali elindeki boş çay bardaklarıyla dolaşıyor, bir taraftan da karşı masada dört kollu pişti oynayan sakallı gençlere laf yetiştirmeye çalışıyordu.

Nilgün bakışlarını karşı sahildeki ağaçlardan kurtararak eline sigara paketini aldı. 'Kim dikti bu ağaçları, en sıkıntılı yerlerine dağların? ' diye yazdı paketin boş bir yerine. Selim okudu, gülümsedi.

- Biz dedi. Sıkıntı ağaçları büyütüyoruz.

Nilgün saatine baktı. Gözleri sabırsızlık içindeydi. Bir an önce kaçmak istiyordu.

- Kalkalım artık. Akşam olmadan eve varmalıyım.

Kalktılar. Selim boş kibrit kutusunu büyük bir özenle cebine yerleştirdi. Anahtarlığını kemerinin altına sıkıştırırken, ' Bir daha filtreli sigara içmemek gerek.' diye düşündü. ' Çok para.'

Selim bir anda ayrılmanın yaratacağı boşluğu duyar gibi oldu.

- Bebek'e kadar yürüyelim istersen. Nasılsa yağmur dindi.

Yürüdüler. Arnavutköy-Bebek arası kilometrelerce uzadı sandılar. Islak bir rüzgar esiyordu, denizi dalgalar yapıp sahile vuran.

Bebek otobüs durağında tüyleri yağmurdan sırılsıklam olmuş köpek yavruları birbirlerine daha çok sokuldular. Burunlarını yukarı kaldırarak karınlarını şişire şişire solumaya başladılar. Parkın alçak duvarında oturan yaşlı balıkçı bir köpeklere baktı, bir gökyüzüne. Dizlerinde siyah saçlı, siyah gözlü bir çocuk oturuyordu. Adamın sigara tutan kalın parmakları güneşe uzanır gibiydi. Güneş önündeki bulutları bir türlü eritemedi. Işıklarını gönderemedi nasırlı, kalın parmaklara. Balıkçı yönünü denize döndü. Kıyıda dalgaların üstünde durmadan çırpınan sandalına baktı. Mavi boyalı sandalın her iki yanında büyük, siyah harflerle 'Mavi Kuş' yazılıydı. Mavi Kuş en güzel sevgilisiydi onun, saçları deniz renginde olan.

Bir sigara daha yaktı. Gökyüzü bir anda dumanların hepsini alıverdi adamın ağzından. Adam koca ellerini çocuğun siyah saçlarına götürdü. Eller, kısacık saçlara öylesine yabancıydı.

Bebek durağından domates kırmızılığında otobüsler geçiyordu. Levhada, ' Boğaz'a giden otobüsler durur.' yazılı. Selim tam sekiz tane otobüs saydı, boğaz'a giden. Tükenmez bir bekleyiş içindeydiler. Her şey bekliyordu onlarla birlikte: kuşlar, ağaçlar, otobüs durakları. Hiç konuşmuyorlardı. Oysa devirmek istiyorlardı göğüs kafeslerinde büyüyen, büyüdükçe ağırlaşan dağları. Dağlar durmadan uzuyordu.

Durağa bir halk otobüsü yanaştı. Sarışın genç muavin gırtlağını yırtarcasına bağırıyordu.

- Hisar, Baltalimanı, Emirgan!

Büyük bir eksoz dumanı bıraktı otobüs. Nilgün, kucağındaki küçük kahverengi çantayı daha bir sıkı tuttu.bKısa, tombul parmakları çantaya yapışmış gibiydi.

Bebek parkındaki çiçekler gökyüzünün acımasızlığında bükülüp boz bir renge büründüler. Nilgün bir ara çiçeklere baktı, umursamaz. Sonra yoldan yana devirdi gözlerini. Çiçekleri sevemedi bu kız. Onlarla konuşmayı öğrenemedi. Selim Nilgün'e verdiği çiçeklerin hepsini geri alabilmeyi diledi. Kızmıştı. Uzaklara baktı. Sahil boyunca gezindi gözleriyle. Deniz çok dalgalıydı. Sandalların kımıldanışlarında anlamsız, tatsız bir mutluluk.
- Kopmamız gerek, kendimizi bulmalıyız artık.

Nilgün suskun. 'Evet' ya da 'hayır' der gibi bir hali vardı. Anlayamadı Selim. Durak levhasına baktı. Bir yerlere bakması gerekti. Levhada hala 'Boğaz'a giden otobüsler durur.' yazılıydı.

- Toplumun ezici baskısı bu, dedi Nilgün.

Zorla konuşturuluyor gibiydi. Toplum birden anlamını yitirdi. Selim binlerce kafa düşündü. Kalabalık ve kalabalık boyunca uzanan gürültüler. Üzerine yürüyorlardı Selim'in Herkes bir şeyler söylüyordu. Ellerinde şakır şakır zincir sesleri. Selim'in düşüncelerini bağlıyorlardı. Sonra eline bir zincir tutuşturup aralarına alıyorlarlardı onu. Selim kalabalıkta ellerini yitiriyordu. 'Ellerim! ' diyordu. Kocaman bıyıklı bir adam Selim'in elleriyle Nilgün'ün boğazına sarılıyordu. Bir daha 'Ellerim' diye bağırıyordu Selim. Sonra susuyordu.

Nilgün daha güçlü görünmeye çırpındı.

- Mandalina elli kızı unutacak mısın?

- İnsan unutabildiğince yaşar. Ne etsen saklayamazsın yaşanılanı.

Balıkçı dizlerindeki çocuğu yere bıraktı. Çocuk ağlamaya başladı. Sesi yetimhaneleri andırıyordu. Yamalı, kirli pantolonları, ellerinde kaynamış mısır koçanlarıyla sarışın, esmer, karanlık çocuklardan farkı yoktu. Dört ya da beş yaşlarında olmalıydı. Ağladıkça daha bir yetimleşiyordu gözleri. Küçük kemikli elleriyle tutunacak bir yer aradı. Babasının traşsız yüzüne çevrili gözleri sorularla doluydu.

- Dayım niye götürdü anamı? diye sordu.

Ağlayışlar boğazını tıkıyordu. Dili oynatılamayacak kadar ağırdı.

- İrbaam dayım geri getirecek mi anamı?

Yaşlı adam ne edeceğini bilemedi. Yok yere ellerini saklamak istedi.

- Elbette getirecek.

Aslında hiç bir şey bilmiyordu. Düşünmek bile öylesine yorucuydu. Bir düş gibiydi olanlar.

Adam elleriyle yaşıyordu. Balık tutan, kürek çeken, ağ toplayan elleriyle. Onlar da susuyorlardı şimdi. Ne diyeceğini hepten şaşırdı. Bir sigara daha yaktı.

Çocuk başını babasının dizlerine dayadı bu kez. İncecik bacakları bir titremedir almıştı. Yaşlı adam doyasıya ağlamak istedi. Başını koyacağı bir diz, saçlarını okşayacak bir el yoktu. Siyah saçlarını okşadı çocuğunun. Kendi saçlarını okşar gibi okşadı. Hiç konuşmadılar uzun süre.

Çocuk ince sesiyle yırttı sessizliği.

- Acıktım be!

Baba cevap vermedi. Ağzında biriken tükürüğün hepsini birden yuttu. Cebindeki boşalmış sigara paketini iri parmakları arasında buruşturarak attı. Paketin düştüğü yerde rahatları bozulan iki kumru ürkerek havalandılar.

Nilgün sevgi üstüne konuşuyordu.

- Karşlıklı olmalı sevgi dediğin. Yaşamalısın tükeninceye dek.

Sevginin en sıcağını, insanı en mutlu kılanını arıyordu. Ekmeğe ya da sevgiye duyulan açlık birbirinden farklı mıydı? Selim düşündükçe daha çok karıştığını hissetti. Bunca zaman doyurmaya çalışmıştı Nilgün'ü. Ona gökyüzünü, ağaçları, çiçekleri anlatmıştı. Nilgün'ün yazdığını daha iyi anlıyordu şimdi. 'Kim dikti bu ağaçları? '

Park duvarından yana çevirdi yüzünü. Çocuğun sümükleri dudaklarına süzülmüştü. Kendine büyük bir tiksinti duydu. ' Boğaz'a giden otobüsler durur.' durağını bir otobüs gelip Nilgün'ü almasını beklemeden elini uzattı.

- Hoşçakal, dedi, gözlerini saklayarak.

Nilgün, Selim'in parmaklarını daha bir kuvvetle sıktı.

- Unutamayacağım seni.

Bir kaç kez daha tekrarladı bunu. Selim anlamıyordu. Bir kaya gibiydi artık.

Yaşlı adam Selim'in yaklaştığını görünce boş ve anlamsız gözlerle baktı ona. Selim duvarın üstünde çocuğun yanında bir yere oturdu.

- Adın ne senin?

Çocuk cevap vermedi. Yalnızca baktı, sessiz, kızgın. Sessiz ağlıyordu.

- Abiye adını söylesene, dedi adam.

Çocuk boğazından zayıf, titrek bir ses çıkardı.

- Süleyman.

Selim çocuğun saçlarını okşadı.

- Ağlama artık.

Çocuklar ağlamamalıydı. İnsanlığın yaratabileceği çiçeklerin en güzelleriydi onlar.

- Anasını götürdüler diye başladı balıkçı. Samsun'dan kardaşları geldiler. Beni de dövdüler namussuz herifler.

- Adam kafasındaki yarayı gösterdi. Selim daha fazla dinlemek istemedi.

Başını bir başka yöne çevirdi. İlerde köpekler dolaşıyordu. Gözleri karardı. Göz kapaklarına kan dolar gibi oldu. Hızla ayağa kalktı. Her şey susmuş, büyük bir korkuyla Selim'in hareketlerini izliyordu. Gökyüzüne baktı. Ellerini uzattı, tutamadı. Tutsa boğacaktı.

Sahile doğru yürüdü. Kendini korkunç bir varlığ benzetiyordu. Deniz kenarında binlerce tavşan görüyordu. Tavşanların hepsi dağılıverdiler birden. O yaklaştıkça kaçıyor, denize atlıyorlardı. Korkuyorlardı ondan. Evren korku çığlıklarıyla doluydu.

Özsüt'e gidiyoruz gelir misin?

Belgin'le Asiye kolundan asılmışlar, ona bakıyorlardı. Döndü.

- Asuman'ı tavlada çok acı yendim. dedi Belgin, gülerek.

Gülüşler yüzünde apayrı kımıldanışlar oluşturuyordu. Her şeyiyle gülüyordu Belgin.

Üç tane domates renkli otobüs daha geçti. Selim en arkadaki otobüste mandalina elli kızı görür gibi oldu. Durakladı.

- Bir tavlada benimle oynarsın artık dedi Belgin'e

Nihat Yücel
Kayıt Tarihi : 18.11.2006 19:01:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Kardeşim Nahit Yücel 1956 yılında Kahramanmaraş'ta doğdu İlk ve Orta okulu Kahramanmaraş'ta okudu. İstanbul Robert Kolleji ve Ortadoğu Teknik Üniversitesini bitirerek İnşaat Mühendisi oldu. Müteahhitlik yaptı,daha sonra tekstil işiyle ilgilendi. 23 Eylül 2002 de öldü. Öyküleri 1975-1976 yılında Ankarada yayınlanan Hisar dergisinde yayınlandı.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Nihat Yücel