MEMİŞ'İN MUSTAFA
Abaz dağının etekleri kapkara kesildi. Ağaçlar daha bir büyüdü yamaçta. Toprak evlerin damlarına katran dökülmüş gibiydi. Arif Kaye kuru bir ağaç dalı gibi sallanarak camiye girdi. Cingöz Hüseyin kordonlu cep saatine baktı uzun bir süre. Birden sığır böğürtüleri doldurdu köy meydanını. Çocuklar ellerinde sopalarla öküzlerin peşine düştüler. Bütün gürültüler Okkayası'nın sivriliğinde birikti. Sonra Kocadere'nin azgın sularına döküldü, yavaşça. Köyün suskunluğunda Kocadere büyük zaferini kutlarcasına çılgındı. İki engerek yılanı doyumsuzca sevişiyordu ekinlerin arasında. Çoşkular ay ışığıyla öpüştüler. Evlerin ürkek uykularında insanlar küçük ve karanlıktı.
Memiş'in Mustafa Abaz dağına uzattı bakışlarını. Bir cigara sardı. Cigara kağıdının beyazlığında umutlar doldu gönlüne. 'Ne olursa olsun, insan mutluluğu kucaklayabilmeli.' diye düşündü. Ne zaman başlamıştı. Çolak Ali'yle düşmanlığı? Bilmiyordu. Perdeleri sımsıkı kapatırdı geceleri. En ufak bir gürültüde tabanca elinde kapıla sıçrardı. Bir namlu ucundaydı hayatı. Günler karanlık geçerdi.
Mustafa, o gece bunların hiçbirini yapmadı. Armut ağacının dibinde, yalnız başına cigarasını içerken büyük bir rahatlık duyuyordu yüreğinde. Ölümden korkmuyordu. Bıkmıştı gayrı. Çolak Ali'nin karşısında olmayı diledi. Ya o ölecekti, ya kendisi. Böylesine rahat düşünmemişti hiç. Her iki sonuç da aynı değerde birer kurtuluş yoluydu.
Kavrulan yağın cızırtıları arasında karısının ölgün sesi geliyordu içerden. Fadime'nin bakışları karanlıktı. Daha otuz beş yaşındaydı oysa. İçeri girerken suçlu bir çocuğa benzetti kendini. Gaz lambasının titrek ışığında çocuklarının soluk yüzleri gölgelerle kaplıydı. Mustafa isteksizce oturdu sofraya. Bir baş soğanı kırarken ellerinin büyüklüğünü yeni fark eder gibiydi. Kendisinin değilmişçesine baktı onlara, büsbütün yabancılaştı. Alirza buz gibi bir suratla:
- Bulgur pilavı ayransız gitmiz. diye homurdandı anasına dönerek.
Mustafa bakışlarını ellerinden çekti. Elindeki soğanı Alirza'nın kafasına fırlattı birden. Fadime olanca gücüyle kocasının eline asıldı.
- Bırak be Mustava... dedi. Bütün gün gazel taşıdı çocuk. Bir ayrancağız yapıveririm.
Fadime yekindi. Alirza'nın gözlerinde yarı korku, yarı isyan. Mustafa karısının arkasından bakarken sinirliydi.
- Avrat. diye seslendi. arı vızıltısını andırırcasına. Sabah ezanı hayvanı hazırla Okkayası'na gidecem.
Kırışıklıklar daha da çoğaldı Fadime’nin yüzünde.
- Gece yarısı yola mı gidilirmiş herif? Düşmanlı adamsın sen.
Biraz önce ölümü umursamayan Mustafa, beyninin kıvrımlarında ağır bir şeylerin kımıldadığını fark etti.
- Boş ver avrat. dedi düşüncelerini saklayarak. Alnımıza yazılan gelir. Korkunun ölüme faydası yok.
Ağır bir sessizlik çöktü odaya. Tavanda mertekler çatladı sıkıntıdan. Umutlar tüm güçlerini yitirdiler. Mustafa, yavaşça yekindi yerinden. Tabancasına yastığının altına sokarak olduğu gibi döşeğin üzerine uzandı. Saatlerce düşündü gözleri kapalı. Dakikalar parmak uçlarında zonkluyordu.
Sabah karanlığında titreyerek uyandı.
- Kalk ulan... diye fısıldadı karısını dürterek.
- Alirza'da seninle gitsin. dedi Fadime.
Sessizce yekindi. Fişekliği kuşanıp, kırmayı omuzuna alarak dışarı çıktı. Fadime ahıra seğirtirken, karanlıkta ürperdiğini hissetti bir an. Çolak Ali geldi usuna. Bir karı sözüyle korkacak adam değilsin dedi kendi kendine.
Katıra bindi, kafasında düşünceler omuzunda kırma. Kırmanın varlığı daha bir güçlendiriyordu Mustafa'yı. Katırın üstünde karanlığa hükmedercesine dikildi. Ceviz ağaçlarının koyu gölgesinden geçerken bir türkü ilişti dudaklarına.
- Bre anasını, dedi gülerek. Ulan seneye askere gidecek Alirza be, koskoca adam oldu namussuz.
Akşamki hareketinin yersizliğini düşündü sonra. Çocuğu yüze çıkarmamak gerekti. Alirza'nın yastığının altındaki mektuplar geldi gözlerinin önüne. Bakışları kendi gençliğini uzandı. Fadime'yle ulu çınarın dibinde buluştuğu günlere.
- N e kadar güzeldi Fadime. dedi Nerdeyse topuklarına iniyordu saçları.
Gök mavisi duygular beslerdi karısının saçlarına. Ölünceye dek okşamak isterdi onları. Beraber kaçtıkları gecenin heyecanını tekrar duydu yüreğinde. Topal Osman'ın evinin yamacında saatlerce bekleyişi, Fadime'nin kolunda bohçası sekileri aşarak gelişi. sarılarak uzun uzun koklayışı saçlarından. Sonra onu atının terkisine alarak uçar gibi gidişleri. Bütün bunları tekrar yaşar gibiydi. Pembe gülücükler kondu dudağına, türküsünü daha bir coşkun söyledi.
Birden bir sıkıntı saplandı beyninin ortasına. Tüm düşüncelerinden sıyrıldı. Sabahın soğuk karanlığına bıraktı kendini. Gökyüzüne bomboş gözlerle baktı. Kocadere'nin gürültüsü yavaş yavaş geriye dönüyordu. Katırın yularını bırakarak, kırmanın soğuk demirini yokladı eliyle. Fışıldak kayanın dibinde bir gölge kımıldan gibiydi. Yaprakların hışırtısıyla birkaç kuş olanca güçleriyle kanatlyarını çırptılar. Katır durdu. Mustafa kırmayı kucağına alarak öylece bekledi.Bekleyişin ölüm soğukluğunda iliklerine dek donduğunu hissetti ürkerek. Birden ateş rengi kıvılcımlar saçıldı Fışıldak kayadan. Çiftenin kalın gürültüsü karanlığı yırtarak yıldızlara uzandı, yankılandı. Yapraklar titredi odallarında. Mustafa koca bir et topağı gibi düştü. Dayanılmaz bir acı duydu böğründe. Gölgenin yamaca doğru seğirttiğini gördü. Yamaçtan taşlar yuvarlanıyordu.
- Çolak Ali. diye bağırdı arkasından. Ahh ulan ah. dedi inleyerek. Alirza'da yanımda olsaydı ananı bellerdik senin.
Doğanın bütün acıları böğründe toplanıyordu sanki. Saçlarının dibine dek terlediğini hissetti. Yıldızları koparmak istercesine gökyüzünü tırmaladı parmaklarıyla. Kayaları dişleriyle parçalamak istiyordu. Kesilmiş bir davarın çırpınışlarına dönüştü hareketleri. Düşünceleri karısına, çocuklarına uzadı son bir kez. Memiş hala dönmemişti Kurudağ'dan. Çabucak dönmesini söylemişti oysa. Zeliha, Alirza'ya varır mıydı acaba? Alirza mektuplarına devam edecek miydi?
Büsbütün güçsüz kalmıştı Mustafa. Avuçlarıyla toprağı kavradı. Toprağın yumuşaklığını Fadimenin saçlarına benzetti.İncitmeden, yavaş yavaş okşadı onları. Mustafa'nın elleri Fadime'nin saçlarında kalırken, kuşlar büyük bir gürültüyle karşı yamaca seğirttiler
Nihat YücelKayıt Tarihi : 18.11.2006 18:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kardeşim Nahit Yücel 1956 yılında Kahramanmaraş'ta doğdu İlk ve Orta okulu Kahramanmaraş'ta okudu. İstanbul Robert Kolleji ve Ortadoğu Teknik Üniversitesini bitirerek İnşaat Mühendisi oldu. Müteahhitlik yaptı,daha sonra tekstil işiyle ilgilendi. 23 Eylül 2002 de öldü. Öyküleri 1975-1976 yılında Ankarada yayınlanan Hisar dergisinde yayınlandı.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!