SARI GİYSİLİ ADAM
Güneş boz bir günün arkasından denize devrildi. İri çınar ağaçları ellerini gökyüzüne uzattılar. Gökyüzü ağlar gibiydi. Bulutların katı yüzlerinde anlamsızlık, sıkıntılar. Kuşlar korkuyla titrediler dallarda. Kanatlarının altına sakladılar kafalarını, sustular. Rüzgar gittikçe buza kesiyordu. Üşüyen yapraklar sarı çırpınışlarla döküldüler. Araba lastiklerinin kaygan gıcırtıları yapıştı duvarlara. Asfalt kara bir çamur gibi ıslaktı.
Çengelköy sokakları derin homurtularla uyuyordu. Yalnızlığın verdiği bir mutluluk dalgasi uzanda saçlarıma dek. Çocukçasına sevinçliydim. Varlığımı ilk kez farkediyordum. Sanki içim içime sığmıyordu. Parmaklarım nar gibi kızarmıştı soğuktan. Aldırmıyorum soğuk neydi ki? Hiç bir şey yıkamazdı anki mutluluğumu. Yapraklar sarı kelebeklere dönüştüler. Evler saçaklarına dek gülümsedi. Bir başka dünyanın soluklarını duydum içimde. Sonbaharı ellerimde taşıyordum.
Köşedeki kahve geldi aklıma. Yeşil kapısında 'Erzurum Kahvesi' yazılı küçük bir yerdi burası. Buğulu camları görünüyordu uzaktan. Camlar sıkıntılıydı. Sıcakla soğuk arasında ne edeceklerini bilemez bir haldeydiler. Çaydınlıktan yükselen buharın tatlı sıcaklığını özlüyordum. Anamın odanın bir başından öbür başına değin astığı çamaşırlar geldi gözlerimin önüne. Oda buharlarla kaplıydı. Anamı yanımda hissettim bir an. Kahvenin kapısını kalın gıcırtılarla açtım. Havada sigara dumanları asılıydı. Kağıt, tavla sesleri doldurdu kulağımı. Boğulur gibiydim. Ufak bir masaya oturdum köşede. Garsona bir çay getirmesini söyledim. Yan masadakilerin tartışmaları pahalılık üstüne. Yaşlı adamın dudakları titriyordu konuşurken. Kısılmış gözleri heyecandan ateş gibiydi. Beyoğlu'daki vitrinler geçmeye başladı önümden. Bakışlarım hep o deniz mavisi gömlekte kalıyordu. Ellerimi ceplerime sokuyordum.
At sidiğine benzer bir çay getirdiler önüme. Tiksindim. Masanın ıslak yapışkanlığında bir sinek. Sineğin çırpınışlarında, yorulduğumu hissettim. Çay tabağını kapattım üstüne. Tam karşımda sarı giysili bir adam çekti gözlerimi. Burnu çok büyüktü, kocaman. Salt adam ve kocaman burnu vardı kahvede. Bakışları nargilenin fokurdayan suyuna çevriliydi. Bambaşka bir dünyada yaşıyordu sanki. Giysilerinin içinde kuru, ince bir papatyaya benziyordu. Hiç bir şeye aldırdığı yoktu adamın. Tüm kaygılarını marpucunun ucuna boşaltmıştı. Birden gözlerinin ağırlığını duydum omuzlarımda. Var gücümle kaçırmak istedim kendimi. Ayaklarım derin bir boşluğa kayar gibiydi.
Masadaydım. Önümde yarım bardak çayı içemiyordum. Sinek hala çırpınıyordu kapandığı yerde. Sarışın bir çocuk, köz dolu çanağı tel sapından tutarak kaldırdı. Islak saçları arkaya taralıydı. Tam bir serseri havası esiyordu saçlarında. Kızdım. 'Var mı ateş isteyen? ' diye bağırdı çocuk, düşüncelerimden koparak. Bana doğru çevirdi bakışlarını. Masanın altına saklanmak istedim. Masanın bir ayağı kırık durmadan sallanıyordu. Adam bir baş işaretiyle çağırdı onu, gözleriyle nargileyi gösterdi. Sonra ceplerinde bozukluk aradı uzun bir süre. Çocuğun gözleri adamın ellerinde, önlüğündeki haralarla oynuyordu. Adamı söküp atamıyordum düşüncelerimden. Bağdaş kurmuştu kafamın ortasına, saçlarımdan asılıyordu. İnce, uzun ve kemikli görünüşünden adamın yaşantısına yöneldim elimde olmaksızın.
Dar, fakat uzun bir sokakta oturuyor olmalıydı. Kocaman bir kapıdan giriyordu evine. Evin tek odası uzun bir dikdörtgen şeklindeydi. Kırık bir somya vardı köşede vve yerlerde gelişi güzel atılmış bir kaç minder. Oda çıplaklığından utanıyordu. Küçük bir kızından başka kimsesi yoktu adamın.
Bir zamanlar birileri daha vardı galiba. Ama adam hatırlayamıyordu onları. Kimdiler, nereye gitmişlerdi? Şimdi yoktular ya, yalnızca bunu biliyordu. Kimsesizliğinden yakınmazdı, hiç bir zaman, yalnızlığında mutluydu. 'Zühal' diye çağırdı kızını. Bu adı çok seviyordu nedense. Bütün çocukları aynı adla çağırmak istiyordu. Zühal yerdeki minderlerin birinde yatardı.
Uyurken hafifçe kızarırdı solgun yanakları. Sarı saçları yüzüne dökülürdü. Adam her gece onun üstünü örter, doyumsuzca öperdi saçlarından. Sonra sarı giysilerini çıkarmadan somyaya uzanırdı. Evin küçük penceresinden karşıdaki minare görünürdü yalnızca. Bıkmadan saatlerce seyrederdi bu manzarayı. Denizi görürdü orada. Kuşları, ağaçları, kendini görürdü. Tüm düşlerini kurmuştu orada. Her gelişinde pencereden minareye bakar, onun kaybolmasından büyük bir korku duyardı.
Birden kendime çok yakın buldum adamı. İkimizinde orda gülüp ağladığımız apayrı dünyalarımız vardı. Onunla konuşmalıydım. Bana yalnızlığını anlatmasını diliyordum. Bütün bunları düşünürken gözlerimin devamlı onda kaldığını farkettim. Adam kahveciyi çağırdı yavaş bir sesle. Konuşurken bakışları benden tarafaydı. Gittikçe asıldı yüzü. Kaşları bana doğru uzuyordu. Korkmuştum. Deli miydi bu adam? Ne istiyordu benden. Yalnızlığında yaşayan bir insandım ben. Kalkmam gerektiğini düşündüm. Çay tabağını sineğin üstünden kaldırdım. Sendeleyerek yürüdüm kapıya. Adamın bakışları sırtıma yapışıyordu. Kapıya asıldım. Üstündeki yazı kovar gibi bağırıyordu sanki.
Hava buz gibi soğuktu dışarıda. Ağaçların yaprakları sarı kelebeklere benzemiyordu. Gülüşler donup kalmıştı evlerin dudaklarında. Sonbaharı kollarıma almadım. Ellerimi içeride unutmuştum.
Nihat YücelKayıt Tarihi : 18.11.2006 18:43:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Kardeşim Nahit Yücel 1956 yılında Kahramanmaraş'ta doğdu İlk ve Orta okulu Kahramanmaraş'ta okudu. İstanbul Robert Kolleji ve Ortadoğu Teknik Üniversitesini bitirerek İnşaat Mühendisi oldu. Müteahhitlik yaptı,daha sonra tekstil işiyle ilgilendi. 23 Eylül 2002 de öldü. Öyküleri 1975-1976 yılında Ankarada yayınlanan Hisar dergisinde yayınlandı.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!