zaman geçtikçe yazacak, paylaşacak pek bir şey de kalmıyor değil mi. hele aralarda heep uzaklıklar varsa..
gözden ırak olan misali. kimbilir onca gündür, aydır, mevsimdir, yıldır ne yaparsıın, ne edersinn.
yaşlanmaktan başkaca da kayda değer bir şey yok gibi sanki hayat denen dipli kuyuda. belki biraz da akıllarda kalan kırık dökük anılar bir süre daha. beraberimizde taşıdığımız, bir başına yaşadığımız anların dirseklerimizi yasladığımız örtülere sinen kokular.
aklımızın kalması gerektiği, ayaklarımızın götürebildiği yerlerle sınırlı sınırlarımız. gecelerin sessiz yalnızlığına doğan sabahların çöl terkisi. oysa, o kadar çok insanımız var ki; kimi yana döne etekleri tutuşan, pür telaş, ipince upuzun dumanında treni kaçırmamak için paçalarımıza yapışan; kimi olabildiğince dingin ve umarsız, deniz kıyısına terk edilmiş şezlong misali, varlığımızdan hoşnut ama bir o kadar da kayıtsız.
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam