O, Allahın Resûlü, Hâtem-ül-Enbiyâ’ dır
Hilkatin çekirdeği, ol Kâdir-i Zülcelâl
İlk nübüvvet nuruydu sırtındaki yumru hâl.
O, Allahın Resûlü Hâtem-ül-Enbiyâ” dır
Mehdî, Münîr,Muâllim, Mükerrem, Mürtezâ’dır.
Zikrederken ismini alır derin düşünce
Çekilir enginlere mavi,beyaz bir sütûn,
Dağılan tüm hücreler toplanır ince ince
Başkalaşır bu benim birden başlıyor sükûn.
Gözlerim bir noktada ayrı yerde dururken
İlerleyen vakitler saatimi vururken…
Derin bir ızdırap belirir dimağımda,
Kelimeler topyekûn bocalar dudağımda.
Ey canların cananı, ömrünün hazanında,
Seyr-i âlem içinde çırpınan garip kuşum.
İki gözüm çağlıyor, dereler hüzzamında,
Dağdan sonra yine dağ, bitmiyor ki yokuşum.
Gönül karada ise bilmez suyun tadını,
Bugün ha yarın derken duymaz öz feryadını.
Seni bulan bulmuştur yüreğine koymuştur,
Âşkla deryaya dalıp hakk nuruna doymuştur.
Kaç Üveys-el Karânî senin âşkından yandı,
Göz yaşı döküp durdu Ahmed-i Muhtâr’ına
Gülü, Gül’e taç edip gül rengine boyandı,
Gönülden sevmişti O, bağlıydı didârına.
Çok istedi görmeyi vuslat için can attı,
Annesine hürmeten hasreti ağır tattı.
Derdi veren Yüce Râb dermânını vermez mi?
Hazreti Eyyûb gibi sabreyleyen ermez mi?
Nihayetinde ödül Kutsal Hırka-i Şerif,
Miraçtaki kokuyu getirdi iki Ârif.
İlim-İrfan Sultanı Âşık Yunus neyledi,
Nur-i Muhammed dedi için için göynedi.
Sordu sarı çiçeğe kalp gözünden bakarak
Ateş böceği gibi gece kendin yakarak
Gül sizin neyiniz ki kokusuyla mest eder?
Koparıldığı zaman sararıp solup gider.
Sarı Çiçek Yunus’a: Gül, Muhammed teridir,
Tevhid sahnesinde O, yananların yeridir…
Ey Yüceler Yücesi bana da aç kapını
Nakkaşçı Kerem gibi nakşedeyim yapını
Belki mahşer gününde düşkünlerin âşığı
Gelir şefaat eder ümmetinden birine
Saçlarına dolanan o kanlı sarmaşığı
Çekiverir dalından atıverir yerine.
Ey ilâhi Nâkkâşı nâkş içinde görenler,
Ey gönül aynasında nakşeyleyip erenler.
Ben günahkâr olsam da ümit etmek güzeldir
Çağlayan nehirlerin bestesi çok ezeldir.
Gönlümde esti bugün taze bahar havası,
Küme küme ışığı aynalardan topladım.
Kuğu gibi süzüldüm hayal-meyal arası,
Düşüncemi toplayıp o zamana sapladım
*
Tüm insan ve cinlere gönderildi Muhammed(s.a.v)
Yaradanın habibi Muktedâ, Münîr, Ahmed
Neler olmuştu neler o gün güneş doğmuştu,
Cahiliye devrini aydınlığa boğmuştu.
Ol Rebîul’evvel’in; onikinci gecesi
Dünyaya gelmiş idi Nebilerin Yücesi.
Her yerde gelişinin nişânesi belirdi,
Kâbe içinde putlar bir bir yere serildi.
On dört burç yıkılmıştı Kisra’nın sarayında
Açılmıştı goncalar yeni bahar ayında.
Mecusîlerin söndü bin senelik ateşi
Gökyüzünden parlarken Süreyyâların eşi.
Mukaddes bildikleri Save Gölü kurudu,
Sanki o gün dereler Semave’ye yürüdü.
İşte o günden sonra kehanet sona erdi,
Gaipten haberlere İslâmiyet son verdi.
Allah’ın sevgilisi, ey gül yüzlü efendim
Gönlümüzün meyvesi şirin sözlü efendim.
Ne haldeydi o devir tüm ışıklar sönmüştü
Bir takım heykellere “ilâh” diye tapanlar,
Haniflerin dışında İbrahim’den dönmüştü
Vahşi adetleriyle yollarından sapanlar
Gömerlerdi kızları diri diri toprağa
Satılırdı pazarda birkaç şişe arağa.
İşte o günden sonra açtı beyaz çiçekler,
Göğsümüzden çekildi kan emici böcekler.
Kadınlara çok geniş hürriyetler tanındı
Yeni açılmış gonca yayla çiçeğiydi o,
Saygı, sevgi, hürmette kusursuz olun dendi
Kaburga kemiğinin canlı gerçeğiydi.
Yaradanın indinde meyve veren ağaçtır
Yaratılış gereği sevilmeye muhtaçtır.
*
Allahın buyruğunu tebliğ ederken Resûl,
Bu ulvi vazifeyi işkencelere rağmen
Kapı kapı gezerek anlattı usul usul
Meşakkatli olsa da içi rahattı manen.
Din düşmanları vardı her an önünü kesen
En çok da Ebû Cehil; kini, nefreti kusan
Geçeceği yerlere diken atıyorlardı
Yaklaştıkça onlara geri itiyorlardı.
Uzaklaştı bir müddet Mekke’den Resûlümüz
Taif’e sefer oldu En Nadide Gülümüz.
Rahat ve rehavetten şımaran Taif halkı
Galeyana gelerek Sultan’a taş attılar
Siper etti göysünü Zeyd’lerin yüz akı
Bir ağacın dibine kan içinde gittiler.
Sultanımın haline ağla gözlerim ağla,
Dök ırmağa yaşını çağla gözlerim çağla.
Sevgilinin yolunda kırılan yen olaydım,
Diyar diyar sürülen, vurulan ben olaydım.
Cibrîl-i Emin geldi yanlarına ansızın
Azgınların başına dağı yıkayım dedi
İki Cihan Serveri, vermedi ona izin
Belki bir gelen olur hele bakayım dedi.
Onca çileye rağmen O Şefkatli Hünkârım
Erhamerrahimîn! Dedi Yaradana Envârim
Böyle dua ederken Alemlerin Sultanı
Tabak dolu üzümü Addas adlı bir köle
Resûl’e sunar iken beklemişti o anı
İman etti Allah’a ağlarken güle güle…
Ey İslamın Güneşi! Gözümüzün ışığı
Sendeki aşkı gören tüm âlem-i mahlukat
Sevinç çığlıklarıyla oldu Hakkın âşığı
Serin diye ateşi giyindi hilkat hilkat.
Kızgın kumlara rağmen ol müezzin Habeşi
Nasıl sabır gösterdi yoktu benzeri, eşi.
Kehkeşandan yükseldi Kur’anın meşalesi,
Gönüllerde parladı ebediyyen hâlesi.
Kendi yaşantısıyle âlemlerin Sultanı
Dünya nimetlerinden tamamen sıyrılarak
Topluma ışık etti yaşadığı her anı
Allah’ın buyruğuna gönülden sarılarak
O Hakkın varlığına aşikâr bürhan idi
Muhammed-ül-emîndi ezelden Sultan idi
Dünyaya gelmiş idi tertemiz bir anneden
Annelerin yücesi Hazreti Amine’den
Anadan sünnetliydi, göbeği kesik idi
Eli yere dayalı göğe başı dik idi.
Binlerce selâm olsun mucizatın şahına,
Şefaat eyle n’olur, nasın günahkârına
Mahşer günü gelecek, terazi kurulacak
Dllerimiz susacak günahlar sorulacak
İşte o korkunç günün, alevini dindiren
Cayır cayır ateşi,râhmetiyle söndüren
Alnımızda parlayan ümit meş’âlemizsin
Bizim sığınağımız,burçtaki kalemizsin.
O, Allahın Resûlü Hâtem-ül-Enbiyâ” dır
Mehdî, Münîr,Muâllim, Mükerrem, Mürtezâ’dır.
Melahat Temur
Melahat TemurKayıt Tarihi : 5.3.2012 10:47:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Melahat Temur](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/03/05/naat-35.jpg)