Bahçeli şirin bir ev, bahçesinde birkaç tavuk ve köşede küçük bir kaplanın kulübesi. Buraya taşınalı birkaç ay olmuştu. Çam ağaçları, meşe ağaçları ve söğütler karışmıştı.Yüz yılık kavak ağacı vardı. Gövdesi oldukça geniş ve kabukları taş gibi sağlam. Bu yüz yılık kavak ağacı çevresinde neler görmüş geçirmişti. Bir çobanın diktiği ağaçtı. Ne kısraklar, ne kuzular, ne kuşlar... kimisi konmuş kimisi gölgesinden yararlanmıştı. Sonbahar gelmiş yaprakları dalından dökülüyor, ömründen bir son bahar daha kayboluyordu. Gelip gececeği mevsimlerden birini daha yaşıyordu.
Evin içinde iki çocuk birde anne vardı. Ahmet yedi yaşında, sümüklü gözlerini yıkamaz, ağır grip içinde ateşli salonda dolanıyor. Lyon on bir yaşında, kendi halinde çok kıskanç, eşyalarını kimseyle paylaşmaz. Annesini kızdırmaz kızmasına ama mutfaktan hiç çıkmaz. Deniz otuzuna yeni değmiş, güzel bir hanım. Oldukça duygusal sesiz ve sakin. Kimse damarına basmadığı sürece sinirlenmez ve tepki göstermez. Çocuklarına çok düşkündür. Dünya bir yana, çocukları bir yana... Üzerlerine titrer.
Gel gelelim, Ahmet'in yüksek ateşine sebep olan, grip oluşuna.Çaresizdir. Kendi başına ateşini düşürmek için elinden geleni yapar ama beceremez. Sirkeli su hazırlar, başına ve ayaklarına koyar. Terletir yine, çocuktur ne de olsa yerinde duramıyor. Mutfaktan başka yere de çıkmıyor. Bazı zamanlar annesi çocuğun yatağını mutfağa taşır, orada uyutur ve sonra odasına çıkarır…
Yine bir gün böyle günün günden güzel olması için dua ederken, Lyon’unun çığlığını duyar, Ahmet le kavga etmektedir ki,
Anne:
-Yeter artık didişmeyin akılı oynayınız, onca işin güçün arasında, birde sizinle uğraşmayım. Lyon! o senin küçüğün biraz anlayışlı ol!
Lyon:
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla