Ceketini asmış yine her iki omzuna,
Dünya yanmış kavrulmuş da kimin umurunda
Aziz bu; takmaz ki hiç bir şeyi kafasına
Halel gelmesin yeter ki beyimin sefasına
Tabakası doluysa değmeyin hiç keyfine
Ey Kudüs, ey gözü yaşlı mabedim,
Ey kaderi çilelerle dolu Şehr-i Davud,
Miracın son durağı, çevresi mübarek belde,
Biliyorum şimdilerde çok hüzünlüsün.
Boynu bükük ve üzgünsün.
Ey Kudüs; gözü yaşlı olmak yakışmıyor sana.
Dipsiz bir kuyudayım.
Hem karanlık, hem soğuk...
En yakınlarımın kalpleri vurmuş beni sevgimden,
Kuyudan daha derin ve soğuk bir nefretle....
Oysa ne hasmımı bilecek yaştayım, ne de hısmımı.
Üşüyorum, yapayalnız ve kör derinliklerde.
Ey dağların taşlarını mutlak sahibi
Bize rahmet diye gönderen Habibi
Büyük Furkan’ımızın Yüce kâtibi
Lütfeyle rızanı bize Ya Rabbim
Turnaya katarı yürüten sensin
Mavi gök, kızıl güneşte payıma düşen
Sıska bir kavak gölgesi,
Kuruyan çatlak dudaklarıma; yarım avuç yosunlu su
Ve hayalimi süsleyen çınar altının serin uykusu
Uykumun en berrak yerinde seninle dinlediğim rüzgârın sesi
Çatıya vuran yağmur tanesi
At üstünden ölü toprakları,
Baharda açan bir çiçek de sen ol.
Seni görmeye hasret kara kıştan çıkmış nice umutlu sima...
Kalk artık ey can, yeter artık uyuma!
Tuval ol sen herkese,
Dışarıda rüzgâr, gökte yıldız,
Âlemin ortasında bir başımayım,
Âlemin ortasında tek, yapayalnız.
Bir türkü söylüyorum çalgısız çengisiz,
Sözlerini hatırlamadığım.
Islığım bana eşlik eder,
Bırak kalbini, sevsin
Gözlerin kör bakmasın
Yüreğin bir kuşun kanadı gibi çırpsın umuda
Uzat ellerini ve tut sana uzanan biçare elleri
Çaresiz çığlıkları duymaya izin ver kulaklarına
Ve şunu bil ki...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!