Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
Devamını Oku
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
1970.yılında elazığda doğdu.musiki ve edebiyata küçük yaşlarda ilgi duymaya başladı,çeşitli orkestralarda çalıştı.bir çok ünlü sanatçıya klavyesi ile eşlik etti,uluslararası hazar şiir akşamları etkinliklerinde düzenleme kurulunda yer aldı, şair olarak bir çok şiir akşamına katıldı elazığda yayın hayatını sürdüren kanal.23tv de 5.yıl süre ile,kırık piyano isimli müzik proğramı yaptı pek çok ünlüyü.konuk etti,halen günışığı gazetesinde,özğün isimli,kültür,sanat sahifesi hazırlıyor,musuki ve edebi ...
Onu ben, 2005 yılında HAZAR ŞİİR AKŞAMLARI’nda tanımıştım…
Ne kadar sıcakkanlı, ne kadar sevecen, ne kadar sempatik ve bir o kadar da duygusaldı.
Hem organizasyonda görevli hem de katılımcı şairdi. Ev sahibi olduğundan, bizi hiç yalnız bırakmıyordu. Gece geç saatlere kadar, kaldığımız Fırat Üniversitesi Misafirhanesi’nde biz yatana dek bekliyor, sabah erken vakitlerde de biz daha kalkmadan orada oluyordu.
Şairler bir arada olunca, sohbetler sabaha kadar sürüyor, o da bu sohbetlerden büyük bir keyif alarak nasipleniyordu. Bilhassa bizler, “Hoca Şairler”i konuşturmaya çalıştırmak için, onlara sorular soruyor ve sohbetleri uzatıyorduk. Mustafa ÖZ de daha bir iştah ve istekle sorular sorarak âdeta şairlerin durmadan konuşmalarını istiyordu.
Bu sohbetlerin birinde, şair ağabeylerden biri konuşurken duygusal bir ortam oluşmuştu. Bir baktım ki Mustafa’nın yanaklarında yağmur damlaları dolaşıyor. O da etraftakiler anlamasınlar diye saklamaya çalışıyordu kendince…
Üç gün boyunca bizi ağırlamak, bizlere hizmet etmek için, elinden gelenin fazlasını yaptı Mustafa ÖZ. Ardından herkes şehirlerine döndü ve ben Mustafa ÖZ’le dostluğun bir köprüsü saydım HAZAR ŞİİR AKŞAMLARI’nı. Aradık birbirimizi zaman zaman, yazıştık.
Bu gün akşama üzeri, şair Bahaeddin KARAKOÇ’tan öğrendim ki, Mustafa’m - çok genç yaşta ve ardında da iki küçük çocuk bırakarak - 21 Kasım günü Hakk’a yürümüş.
'İnna lillah ve inna ileyhi raciun' dedim.
Merhuma Yüce Allah(C.C.) ’tan rahmet, geride bıraktıklarına da sabr-ı cemil niyaz ederim. O’nun ardından –kendisinin de köşe yazarlığı yaptığı- “GÜNIŞIĞI” adlı gazeteden Mithat YILMAZ’ın yazısını paylaşmak istiyorum sizlerle. Lütfen Mustafa ÖZ kardeşimiz için dua edelim Sevgili Dostlar. İşte ardından yazılan yazıdan biri:
MUSTAFA ÖZ “BEN ÖLMEYE GİDİYORUM” DEDİ / Mithat YILMAZ 24/11/2006
Sırasız ölümler sırasız yazılar getiriyor. Ertelenemeyen ölümün, koca bir hayatı ertelemesi işten değilken bir yazıyı ertelemesi mi müşkül olacaktı? Bugünkü yazımız bu değildi bizim, bu olmayacaktı. 24 Kasım Öğretmenler Günü ile ilgiliydi. Fakat 21 Kasım öncelik aldı. “Beni yaz Mithat Abi” dedi Mustafa Öz. Mustafa Öz’ü yazdık biz de. Aklımıza gelmezdi bu hiç.
Öğle namazını İzzetpaşa’da kılıp MANAS’a yürüdüm. İçeriye girdiğimde Şener Bulut telefonun başındaydı. Diyordu ki karşısındakine; “İkindi namazında İzzetpaşa’dan kaldırılacak, Harput’ta defnedilecek.” Kara haber tez yayılır, derler ya! ...
Diğer odada Şükrü Kacar Hoca; gözleri şiş şiş.
—Hayırdır Hocam, kimi diyor Şener?
—Hiç sorma! ..
Minarelerde salâ sesi. Pencereyi açıp dinliyoruz. MANAS’ın tavanı alçalıyor, duvarları daralıyor.
Şener kalkmıyor yerinden. Ha bire haber salıyor eşe, dosta, tanıdığa, yazara, şaire…
Bir gün aradı beni Mustafa; sesi hiç hoş değil, bitkin;
—Mithat Abi zatürree olmuşum. Yarın doktora gideceğim. Yeğenin Nejat Beye haber etsen de hastanede bana yardımcı olsa…
Sabah birlikte gittik hastaneye. Sağ olsun, yeğenim, o gün ve daha sonraki gidişimizde, Mustafa’nın bensiz gidişlerinde hep ilgi gösterdi, gerekeni yaptı. 21 Kasım akşam acı haberi ben verdim kendisine. Nasıl üzüldü, nasıl hayıflandı! ..
Bir rastlantı; muayene eden doktoruyla soy-adaş çıktılar; Mustafa Öz- Osman Öz.
—Akraba olmayasınız Hocam, dedim.
Sorup soruşturdular; değilmiş. Sadece soy isim benzerliği. Fazlasıyla alâka gösterdi soy-adaşı Mustafa’ya. “Seni yatırayım; tedavini burada yapalım.”dedi. Razı olmadı Mustafa. Haftasına kontrole gittik. İlaçlarını ve raporunu yeniledik.
Günışığı’nda cuma günleri Öz- Gün diye bir sayfası vardı. Bin bir kaynaktan veya hiç olmazsa internetten en güzel fıkraları, kıssaları, şiirleri bulur, sayfasını bir sarraf titizliğiyle hazırlardı. Benim yazılarımla aynı gün yayınlanırdı Öz-Gün. Her hafta onun sayfasını dikkatle okur, özenle kesip saklardım.
O sayfalardan birinde Uğur Işılak’tan bir şiir yayınlamıştı. Tarih 5 Mayıs 2006. Şiirin son dörtlüğüne işaret koymuşuz:
“var”da “yok”u haykırırken her seda
aklım ki aklımı başımdan aldı
O’na gidiyorum bana elveda
sonsuz olan sona bir nefes kaldı
Kalan bir nefesini de verip, borçlu gitmedi Mevlâ’sına. Alacağı var mıydı, “üstü kalsın” dedi mi, orasını bilmem. Hz. İbrahim de demişti hani bir gün; “Ben Rab’bime gidiyorum.” Ve Özdemir Asaf, Benden Sonra Mutluluk’ta; “Ben ölmeye gidiyorum.”
Giden gidene…
İlk giden Şeref Tan oldu.,
Sonra Dr. Ali Öztürk gitti.
Şimdi de Mustafa Öz.
Tan’ı da, Öztürk’ü de çok severdi Mustafa. Onları yalnız bırakmadı Harput’ta. Üçü de orda cem oldular şimdi. “Hadi Harput’a Gidek” demişti ya Şeref Tan.
Bir de demişti ki Ahmet Haşim;
“Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam! ”
Bir Günün Sonunda Arzu’su buydu Haşim’in. Bir ömrün sonunda arzusu buna benzedi Mustafa’nın;
“Akşam, yine akşam, yine akşam
Harput’ta bu dem bir mezar olsam! ”
Nida Bulut, MANAS’ın emektarlarından. Mustafa Öz’ü de en iyi tanıyanlardan biri. Nida Adliye’de, Mustafa Belediye’de işe girmezden evvel, günün çoğunu MANAS’ta birlikte geçirirlerdi.
Aylardır ağır tempolu işi dolayısıyla Nida’yı MANAS’ta görmezdik. Şener, sevenlerine Mustafa’nın haberini iletmekte iken çat-kapı Nida girdi. Biz, “haberdar oldu da geldi” diye düşünürken sonradan bu gelişin bir sevk-i tabiî, bir insiyak olduğunu gördük.
—İçime bir sıkıntı çöktü; bir yol MANAS’a uğrayayım dedim.
Zavallı kız, bilgisayar odasında gözyaşlarıyla ödedi MANAS’a uğramanın bedelini.
Bir gün MANAS’tayız. Mustafa Öz, diğer odada yazı yazmakta olan Nida’ya sesleniyor:
—Nida!
Cevap gelmeyince bir daha, bir daha sesleniyor. Fakat Nida’nın nedense duyduğu yok. Araya girip;
—Bugün Nida sessiz’de, diyorum.
Sözün esprisini derhal anlayan Mustafa, o kendine has gülüşüyle;
—Evet, öyle Mithat Abi; “sessiz nida! ”
Şener Bulut, zaman zaman ona “Mıstık” derdi. Mustafa, bunun bir sevgi hitabı olduğunu bilir, hoş karşılardı. Şener’den başka biri de bu sözü kullanmazdı zaten.
Tasavvufa düşkünlüğü vardı. Zengin hafızasıyla tasavvuf ummanından öyle şiirler, beyitler, mısralar bulup okurdu ki karşısındakini şaşırtırdı. Hatırlayamadığımız bir şiiri, bir şairi, bir cümleyi çoğu zaman Mustafa’ya sorardık.
Soyadıyla muvafık az-öz yazdığı şiirlerinde tasavvufî konulara girmeyi, hikemî derinliğe dalmayı pek severdi. Onun üç kıtalık “Aşk” şiiri şu mısralarla başlar;
Âlem-i ervahta aşkla yoğruldum
Şahadet âlemi ayna dediler
Son kıtası şöyledir bu şiirin:
“Âlemi lâhutta zaman yok olur
Kâinat aşk ile döner dediler
Aşk ile tabutta mekân yok olur
Cehennem aşk ile söner dediler”
Nihayet zamanı ve mekânı yok edip Âlem-i lâhuta; Allah katına yürüdü Mustafa. Onu katına teslime götürürken İbrahim Tenekeci’nin bir mısraı dönüp durmaktaydı hafızamda; “Her şeyi ikiye bölerek ilerliyordu tabut.”
Muhalefet etmeyi çok severdi. Son muhalefeti hayata oldu. 36’sında hayatla muhalif düştüler ve Harput’a taşındı bizim Mıstık. Harput’a; yani Âlem-i lâhut’a…
Mithat YILMAZ 24/11/2006 (Günışığı Gazetesi)