Dağıtınca saçlarını rüzgâr
Rayihalar saçılır
Misk kokulu zülüflerin arasında
Bir ay doğar
Gece karası gözlerin kenarında
Faş olur kızıl bir gonca
Ey aşk,
Hani bükülmezdi bileğin
Dengin yoktu, kıymetliydin
Vehmindeydin olmazsa olmazlığın
Oysa ben,
Avutsam maslahatlara sığınıp imanımı
İkindi vakti ağustos ayı meşelik patikalarda serinlik
Dinç gövdem, aklım bir karış havada
İçimde mavi bir çocuk
Kıvrak bir rüzgâr sarmalıyor bedenimi meşelikten sıyrılarak
Derede kalmış sultan söğütleri meltemlerden uzak
İndiriyorlar saçlarını yüzlerine ağlaşarak
Apartmanlar, gökdelenler üst üste mahkûm ranzaları
Andırıyor karınca kolonilerini, kodlanmış davranışları
Omuzlar tedirgin, her birinde kendinden büyük yükleri
Kımıl kımıl yürüyorlar sıralı, geçitlerden
Broşürler, izmaritler, arasında korna sesleri
Işıl ışıl caddeler, sokaklar, stop lambaları
Gönül otağımda oturan ey sultan
Şehrin ruhudur, senin ve benim sevdam
Bu beton duvarlar zift yollar can çekişir her an
Akmaz durur, pıhtılaşır zaman
Kimin nesi olur bu ülke sen yoksan
Şehreminsiz, bimar ve nadan
Sonra sen geldin aklıma birden
Ne gereği vardı sanki dedirten
Yaşayıp gidiyordum öylece, sıradan
Gök indi üstüme, sustu kırlangıçlar
Dağıldı kalabalıklar, suretler bulanık
Ruhum, eriyen mumdan kalan
Dünya kendinden olanı alıyor yine
yaşam yolda olmak düsturunca olmadan şaki
sevdanı düşürdün yine meczubun sinesine
yaktığım kınanın türküsü hala ellerinde
aksak bir umudun gölgesi gönlümde
yeni çıktığım yolların arefesinde
Derinleşiyor gece zirvelerden vadilere
Dumana boğacak bir kara barut gibi
Sanki bir kibrit çöpü dağıtıverecek
Kuru, kesif gecenin karasını
Taze kan dolaşan yüzünde aydınlanacak
Gençliğin iksirine kanmış, alev yüzünde
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!