Annem ve Babam (Allah rahmet etsin ve Allah onlardan razı olsun) Türkmenistan asıllı olup, Horasan Türkleri'ndenmiş. Evlilik sonrası 7 yıl çocukları olmamış. Hani yer ve gök dua üzerine kurulmuştur derler ya Tarsus'taki 7 uyurları ziyaret ederler, mübarek kullarını vesile kılarak yüce Yaradan'a yakarırlar, dua ederler. O gece annem rüyasında görür, ermiş kişi bir düzine evladın olacak bunlardan üçü yaşamayacak der. Hakk ermişin sözü gerçek olur. Üçü vefat eden, yaşayan 5'i kız 4 ü oğlan 9 çocuklu ailenin yukarıdan 6. çocuğu olarak dünyaya gel ...
DEDEM KORKUT SOY SOYLAMIŞ, BOY BOYLAMIŞ
GÖRELİM NE SÖYLEMİŞ.
Ey yârân-ı memdühu safâ!
Olasız gam hanesinden cudâ
Dindi meydanlar.
Deniz gömdü susan ışığı.
Bir ak bulut içiyor üstümüzde
Kalan son kızıllığı.
Yanımızda, yönümüzde şehitler: Uyuyor!
Önce rüyalarımızı gömdük, uykularımızla.
Hayallerimizİ en kuytularına mevzilerin.
Dal inan, pür iman, döş gerip sularına
İndik siperlerine, Çanakkale’nin.
Kavrayıp kılıçları tırpan yerine
Beni kıl köprüden Tanrım, geçireceksen, sözüm var:
İnsan olmak yetmiyor mu, imtihana ne lüzûm var?
Sen yarattın, halk eyledin; Kelâm’ı Kadîm söyledin:
“Suretimledir suretin,” her zerremde bir özün var.
Mevsimidir, gözlerini gördüm renklerinde,
Akasyalar sensiz kokmuyor Birtane’m.
Maziye nispet, nice vakit oturdum serinliğinde,
Sıcaklığın hâlâ toprağında Birtane’m.
Bir kelebeğin alaca kanatlarındasın sandım da,
Nice zaman koştum peşinden,
Helâl olsun diyerek emdikleriniz:
Süt vermedim ağzınıza besmelesiz.
Mahzun kalmasın diyerek nefisleriniz:
Türlü nimetlerden kurdum soframı.
Bir tuttum evimle vatanımın mahremiyetini.
Yavuz Sultan Selim'in ZERÂFETİ
Yavuz Sultan Selim Han zamanında, İran hükümdarı Şah İsmail, kıymetli mücevherler ile dolu bir hediye sandığı gönderiyor, hünkâra.
Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat, sandık açılır açılmaz, pek fena bir koku yayılıyor etrafa.
G A Z E L
(Ruhun şad olsun, Ziya Paşa.)
Gezdim batı diyarını, imarlı beldeler gördüm.
Dolaştım Mülkü İslâmı, bütün viraneler gördüm.
Gözlerin mi, saçların mı, bilmem ellerin miydi?
Sen miydin beni çeken, aşk mı, hâyâl mi dersin?
Özlem mi, ağrı mıydı, yüreğimde büyüyen,
Büyülü tutku muydu, söyle; neyin nesiydi?
Kanmadığım su mudur; yoksa iklim mi kurak,
Millet-i Sadıka (Ermeniler) ve 24 Nisan 1915 Ermeni Tehciri*
Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethettikten sonra, Rum’lara olduğu gibi Ermeniler’e de dillerinde ve dinlerinde tam bir serbestlik tanımıştır. Bu imtiyazların doğal bir sonucu olarak Anadolu’nun muhtelif kesimlerinde yaşayan Ermeniler, yoğun bir şekilde İstanbul bölgesinde toplanmış ve Türkler’le kısa bir sürede kaynaşarak, iş ve sanat hayatını geliştirmek suretiyle refah içinde rahat bir hayat sürmeye başlamışlardır. Bu devirde, bunlara “Hıristiyan Türkler” veya “ Tebaayı Sadıka /Millet-i Sadıka” denilmesinin sebebi, huzur ve güvenlik içinde yaşayan Ermeniler’in bu hoşgörülerden yararlanarak Türkler’le kaynaşmış olmalarındandır.
Ermeniler, önceleri Osmanlı’nın barışsever ve sevilen tebaları idiler. İki millet arasındaki düşmanlığı, dini sebeplere yormak, çok yaygın bir düşünce olmakla beraber, tamamen yanlıştır. Dokunulmadığı taktirde Türkler, başka dinde bulunanlara dünyanın en hoşgörülü insanlarıdır. İki ırk arasındaki düşmanlık, tamamen siyasi sebeplere dayanır.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!