Murat Yılancı Şiirleri - Şair Murat Yılancı

Murat Yılancı

91 numaraya vardım sevgilim. Beraber kurduğumuz son hayalimizi gerçekleştirmem için 9 tane kitap kaldı. Önceleri bitiremem diye üzülürdüm, şimdiyse bitecek diye korkuyorum. Daha önce hiç düşünmedim ama biterse ben ne yaparım…
Sen hatırlamazsın sevgilim; ama bu gece sen gideli tam 764 gün oldu… Neden beni bırakıp gittin..? Ben sana ne yaptım ki..? Neden bana bu acıları çektiriyorsun..? Gidişinin dönüşü yok madem, benden de sana bir tek damla gözyaşı yok..! Çünkü sen; arkana bile bakmadan, vedalaşmadan, beni terk edip gittin… Çünkü kaybettim, her gün batımında, okuduğum her satırda, yıldızları seyre daldığım her an seni kaybettim…
Eskiden, yüzünü görmeden bir an bile dayanamam derdim… Bazı şeyleri sana anlatmadan… Sesini, kokunu duymadan… Bir an bile dayanamazdım… Sonra o gün gelip çattı. Sensiz çok zordu, sonraki günler daha da zor… İçimden; böyle devam edemeyeceğimi, her şeyin daha da kötüye gideceğini biliyordum…
Sen hatırlamazsın sevgilim; ama bu sabah, sen öleli tam 765 gün oldu… Evimiz hala sarı renk, içerisi yine nem kokuyor ve odam o zamandan beri soğuk… Elveda sevgilim, gün ışımaya başladı yine, usul usul çekiliyor karanlığım. Güneşin ilk ışıkları yüzüme vuruyor sevgilim ve ben yeni günle tekrardan başlıyorum seni kaybetmeye…

Devamını Oku
Murat Yılancı

Sebepleri sorgulanmaz
Her insan biraz katildir,
Ve her insan biraz maktul...
Öldürmek güzeldir
Kıyabilmek cansızlara…
Sebepleri sorgulanmaz

Devamını Oku
Murat Yılancı

İns ve Nüsyan, unutan ve hatırlayan; insan...
İnsanın doğumuyla başlıyordu her şey; bir ömürlük, tam bir engel parkuru; tükenene dek süren, mazeretlerin kabul görmediği, herkesin katılmak zorunda olduğu, acımasızlıklarla dolu hayatın ta kendisiydi bu… Güzel şeyler de vardı elbette; ama zaman kısıtlıydı ve şartlar o kadar hızlı değişiyordu ki tadı damağa varmadan yitip gidiyordu. Bazen de başkaları engel oluyordu bu güzelliklerin tadılmasına; bilerek, isteyerek, hunharca ve vahşetle yahut da naifliğin doğası gereği; suskunlukla, istemeden engel oluyorlardı… Hayattı bu; verdiğinden fazlasını almaya programlıydı ve sadece kendinden daha acımasız daha amansız olana boyun eğip kapıları sonuna kadar açıyordu. Bu sebeptendir ki biz de payımıza düşene razı olup yüreğimizin haykırışını dinlemek yerine aklın fısıltısına uyduk; kazanmak için engelleri aşıp memnuniyete varmak için gücü seçtik. Neydi ki güç..? Yaşamak için güçlü olmak zorunda olduğumuz bu hayatta aldığımız her nefeste yalnızlıkla lanetlenmek ve dinlemek, anlamaya çalışmak yerine kanatanlardan nasibini almak mıydı..? Elbette kıymetlim; elbette, ona varmak için güç lazımdı ama bizi öldüren şey bizi ona götüren şeyin ta kendisiydi… Ne için; sıcak bir döşekle bir lokma aş için..! Değer miydi peki..? Kendi rahatımız için başka insanlara hele ki yuvası, bakmak zorunda olduğu ailesi varken, şartlar zaten bu kadar ağırken; yüreğimiz nasıl taşlaşıyordu da gözümüzü kırpmadan kıyabiliyorduk o masum güzel insanlara… Kazananlar hep aynıyken kaybedenler her gün daha çok kaybediyor ve daha fazla kaybetmeye mahkum edilenler yığınla ekleniyordu bu garip, masum çoğunluğa… Düzen böyleydi; birinin kazanması için çoğunun kaybetmesi, yok olması gerekiyordu. Tabii bunda bu düzene yandaşlık, yaltaklık dalkavukluk edenlerin, lüksüne, şatafata düşkünlerin, insanı; insanca yaşamayı unutanların tesiri çok büyüktü… Bunları herkes görüyor ama karşısında kimse duramıyordu; durmak isteyenlerin karşısına ya bir başkası dikiliyordu menfaatleri uğruna ya da hepsi birden… Hangi açıdan bakılırsa bakılsın bu çok acımasızcaydı, hiçbirimiz ölmemek üzere yaşamıyorduk bu hayatı… Birimiz bunu yapmalıydı; karşılarına dikilip: ‘buradan geçemezsin’ demeliydi. Biri bunu yapmalıydı… Ağzı sulanmış bu güruh bu gün durdurulmazsa korkarım ki yarın için çok geç kalmış olacağız. Korkarım ki yarın değil karşılarına çıkmak; yaptıkları haksızlıkların, kıyılan onca masum canın, yitip giden onca güzel hayatın, umudun ve hatta biz dahil bizden olan gelecek tüm nesillerin; onların rahatça yaşaması, daha çok kazanması, her an kanımızı biraz daha emmeleri için sömürülmemizin, köleleşmemizin, can vermemizin bizim için normalleşmesine ve bizlerin, tüm masum inanların bu sisteme boyun eğmesine, tüm bunlara her an biraz daha alıştırılmaya maruz kalacağız...
İns ve Nüsyan; insan, öleceksin: benim gibi...
En az benim kadar...

Devamını Oku
Murat Yılancı

Pencereyi aç dünya görülsün
Sesime ses ver sevgilim
Sesin sıcak mı soğuk mu
Yağmur çiseliyor inceden
Usulca kayıyor aşağıya
Sonra dağılıveriyor...

Devamını Oku
Murat Yılancı

Her şey ölmekle son bulmaz..!
Öyle değil mi..?
Söylemediler sana, bilmiyordun..!
Zamanın kısıtlı olduğunu, sahip olduğun her şeyin: seni sevsin ya da sevmesin geride kalanlara dağıtılacağını, bir zamanlar sahip olmakla övündüğün; o güzelliğinin, gençliğinin gelip geçici olduğunu, bir zamanlar dokunmaya kıyamadığın o nadide anıların ve hayatının didik didik edilip ayaklar altına alınacağını ve tutup ellerinden yaka paça götüreceklerini söylemediler…
Oysa bilseydin…
Bilseydin neler yapmazdın öyle değil mi..?

Devamını Oku
Murat Yılancı

Eğer dil gönüldekini tarife yetmiyorsa nedir bu kelimeler kalabalığı..?
Kaldırın efendim şu kifayete muktedir olamayan cümlü kelamı... Madem ki muhattaba bir kalem ile kelam edilmiyor, kaldırın gitsin...
Kahrolası bir mazoşist güdümüyle anlaşılmayan bir karanlığa ilerleyiş arzusu mu yoksa acıya duyduğunuz özlemin tarifinin imkansızlığı mı..?
Hangisi..?
Çok sebep vardı ortada ama sonuç hep aynıydı. İlginç değil mi..? Bir o kadar ilginç olan da kimsenin buna dikkat etmemesi, umursamamasıydı.
Elli iki farklı sebepten aynı sonucun doğması...

Devamını Oku
Murat Yılancı

Bir şey var biliyorum; var bir şey.

Adını sorsan söyleyemem; biliyorum…

Tarifini veremem; sorarsan…

Devamını Oku