Murat Menteş Şiiri - Ercan Demirci

Ercan Demirci
217

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Murat Menteş

Murat MENTEŞ

“Neysek oyuz”(Bir Aborijin Ortaoyunundan)

Adını ilk duyduğumda şöhretli bir politikacıdan (Nahit Menteşe) söz ediliyor sanmıştım. Adalet Partisi dönemlerinin içişleri ya da milli eğitim bakanı idi bir zamanlar. Ha bu arada Yalçın Menteş de göz kırpmadı değil beynimin en güleç loblarından birinin itelemesiyle. Yalçın Menteş ki gülmeden güldürebilen ender komedyenlerden biridir. Şu sıralar hasta olduğuna dair haberler var. Allah’tan şifa diliyoruz kendisine. Hayat, Menteş’in romanlarındaki kadar olmasa da sahiden çok tuhaf. İnsan bazen hiç tanımadığı bir ünlüye dua etmek için sadece başka bir ünlünün soyadına ihtiyaç duyabiliyor.
Murat Menteş benim zihnimde daha ilk baştan esaslı bir ad’a sahip olmanın avantajıyla yani bir sıfır önde başlamıştı maça. Murat ismi bile tek başına bir şeyler anlatmaya yetecek karizmaya ve tarihsel, konjonktürel, güncel sempatiye sahipti. Murat Hüdavendigar’dan yani birincisinden tutun dördüncüsüne, Kara Murat’tan Murat Bardakçı’ya, Murat Soydan’dan Murat Boz’a kadar bir yığın ünlü adaşı vardı. Daha ne olsundu.
Menteş soyadı ise tam bir yazar soyadı gibi duruyordu. Mesela Murat TEŞMEN, ya da Murat NEŞTER veya Murat KARDEŞ olsaydı asla afili bir yazar adı gibi durmayacaktı Dublörün Dilemması’nın kapağında.
Televizyonda ilk gördüğümde kalın camlı gözlüklerinin ardında muzip bir ciddiyete sahipti. Kitaplarını okuduğumda ise ilk yargımın doğruluğuna kesin kanaat getirdim. Bay Muzip CİDDİYET yerinde bir isimdi/sıfattı/tamlamaydı onun için.
‘Klark’ diye bir program da yapıyordu bir aralar. Vay canına diye başlayan cümleler kurardı o programda. Bir insan şaşkınlığını ancak bu kadar sakinken bu kadar etkili ifade edebilir. Yanılmıyorsam beni Murat Menteş’e bağlayan şey romanlarından ve şiirlerinden önce bu kendine özgü ‘vay canına’ deyişiydi.
Her ne kadar yabancı filmlerden çevrilen bir ifade olsa da, ‘vay canına! ’, onun hayret ifadesini en iyi anlatan sözdür. ‘Vay arkadaş! ’, ‘vay anasını! ’, ‘vay be! ’ gibi ünlemeler de şaşkınlık ifade eder ve yaygın şekilde kullanılır ama Menteş’in vay canına’sı kadar içten ve sahici değildirler. Ve hakikaten romanlarındaki baş döndürücü hız ve aksiyon insana ‘vay canına! ’ dedirtecek kadar vardır.
Klark Gable’dan etkilendiği çok açık. Bakışları kendine özgü de olsa, gerçekten klark çekmek deyiminin iyice yerleşmesine katkısı olduğunu düşünüyorum. Bakışlarıyla değilse bile, roman ve şiirleriyle genç Türk okuruna klark bakıştan ziyade‘klas düşünmeyi’ salık verdiğine inanıyorum.
Balçiçek İlter’le yaptığı söyleşide: “Türkiye’yi çok seviyorum ama bir türlü beğenemiyorum.” Diyerek ülkenin yüzde doksandokuzunun duygularına tane tane ve fakat simültane tercüman olmuştur. Son tahlilde Vatan da Ata’n da senindir. Beğenmesek de severiz. Tıpkı bazı sevmediklerimizi beğendiğimiz gibi. Eskiler buna ‘hakkı teslim etmek’ derler.
Kelime oyunu yapmayı sevdiğini söyleyenlere: “Kelimeler nimettir. Nimetle oyun olmaz” diyerek literatüre ‘Menteş Paradoksu’ diye geçeceğini düşündüğüm bir terim kazandırıyor.
Ben tarzını çok sevdim onun. Ayrıca romanın hiç de edebiyata ihtiyaç duymadığını gösteriyor bize(!) Roman edebi bir tür olabilir ama Menteş’in romanları ancak Menteş Pardoksu ile açıklanabilecek bir kurgusallığa ve gerçeküstücülüğe sahip. Çok güçlü metaforlar insan zihninin altını üstüne getiren bir anafora dönüşebiliyor onun romanlarında. Teşbihler, mecazlar, ironiler havada uçuşuyor adeta. Üç romanında da kavga sahneleri çok gerçekçi. Absürt olanla sıradan olanı içi içe geçirerek bu kadar ustalıkla okutuyor olması şaşırtıcı.
Onun romanlarını iki kelimeyle anlatacak olursak: Hız ve hareket. Speed And Action. Soluk soluğa bir serüven sürgit devam ediyor. Dur durak bilmeksizin. Okurken yoruluyor insan adeta. Bu tatlı yorgunluk içinde hayal kurmaya vakit bırakmıyor. Ve belki de bilinçli olarak izin vermiyor buna. Okuru hep kurgu içinde tutuyor. Kitaptan bir an olsun uzaklaştırmıyor.
Esasen tam tersi bir durum olmalıyken ‘Menteş Paradoksu’ ndan olsa gerek, Dostoyevski’de ya da Orhan Pamuk’ta rastladığımız betimlemeler okura daha çok hayal kurduyorken, Menteş’in romanları betimleme ve panaromik anlatımlardan uzak olmasına rağmen bir türlü hayal kurmaya izin vermiyor. Alın size ikinci bir paradoks daha. Klasik romanlarda atom altı parçacıklarına kadar tanımlanan sahneler, kişiler, olaylar okunurken hayal gücü de sürekli devrededir. Ama Menteş tıpkı bir sinema filmi izletiyor okurlarına/seyircilerine. Evet evet, tıpkı bir senaryo teksti okuyoruz da haberimiz mi yok yoksa? İyi de bir okur/yazar senaryo yazarken/okurken bu kadar coşkulu ve iştahlı nasıl olabiliyor. Senaryolar sıkıcı metinlerdir oysa. Bunu nasıl başarıyor bu yuvarlak gözlüklü, boksör eskisi, eskinin bisiklet tamircisi. Pes.
Çok şey söylenebilir onun romanları için. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim: Kurgu da değil ama özellikle sıfat tamlamalarında edebiyatın efsunlu havasından kaçmak mümkün olmuyor Menteş için. Edebiyattan kaçış imkansız. Ama öyle görünüyor ki, o kendi romanlarını su içinde zeytinyağı kıvamında yazmaya devam edecek. Yani lisan-ı roman ile diyor ki edebiyata: “ne seninle ne sensiz.”
“Her romancı romanı yeniden yazar” diyen birinin görüşünü paylaştığını söylüyordu bir yerlerde. Hakikaten öyle. Sanırım Dublörün Dilemması’ndan sonra ve Ruhi Mücerret’le daha da pekişen, romanda bir Menteş tarzı oluşacak gibi duruyor. Fast Food yaşam biçimine ayak uyduran bir roman anlayışı var. Ama bu onun romanlarını değersizleştirmiyor tam tersine insana ve hayata uyumlu bir biçime kavuşturuyordu.
Sinematografik romanların tutacağı bir çağın habercisi O.

Ercan Demirci
Kayıt Tarihi : 30.5.2013 13:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ercan Demirci