DİKKAT DİKKAT… 2. BÖLÜM.
SEVGİLİ OKURLARIM, YAŞADIĞIM İNANILMAZ GERÇEK BİR OLAYIN DEVAMI.YENİ OKUYANLAR KONUYU ANLAMAK AÇISINDAN, ÖNCE İLK BÖLÜMÜ OKUSUNLAR LÜTFEN.
MUM ADAĞI (LOĞUSA SULTAN TÜRBESİ)VE BAYRAK ADAĞI( BAYRAKLI BABA)
Hayat insanlar yaşadığı müddet zarfında, yaşamın bedeli olarak hiç beklemediğimiz anlarda, bizlere öyle sürprizler hazırlar ki kimi zaman en mükemmel kimi zaman da en acımasız olayları yaşatır. Bazı mutlulukların yanı sıra, çok acı dersler de verir.
Bu olaylardan biri de benim başıma geldi ve en acı şekilde yaşadım. Daha önce yazdığım birinci bölümde, olayın devamını yazacağıma sizlere söz vermiştim. Sizleri merakta bırakmamak ve okurlarımdan gelen yoğun istek üzerine, gecikmeli olarak yazmaya devam ediyorum.
Eşimin ani vefatından sonra yetmiş günlük kızımla birlikte Van’dan, Yalova’ya baba evine dönmüştüm. Kötü bir rüyada yaşıyor gibiydim, olanlara inanmak istemiyor, kaderime isyan ediyordum. Onulmaz acımı yaşarken babasız çocuk büyütmek bana çok zor geliyor, acıma acı katıyordu. Annem, babam ve kardeşlerim bana her konuda maddi, manevi yardımcı oluyor, beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Hiç bir kelimeyle avunacak, teselli olacak durumda değildim.
Elim olaydan dört ay sonra dayımla birlikte uçakla Van’a bize tahsis edilen lojmanı boşaltıp teslim etmeye gittik. Lojmanlarda oturan karayolcu arkadaşlar gözyaşlarıyla bizi karşıladılar. Eve girerken yaşadığım duyguları sizleri daha fazla üzmemek için yazmayacağım.
Üç gün içinde arkadaşların yardımıyla evi toparlayıp eşyaları kamyonla Yalova’ya gönderdik. Dayımla tekrar uçakla geri döndük. Bu arada kızımı annemlere bırakmıştım, emzirdiğim için beni çok aramış ve gece gündüz ağlamış. Döndüğümde bana dargın olduğunu belli etti ve tekrar emzirmek için çok uğraştım, sonunda emmeye başladı. Altı aylık bebek adeta meme emerken homurdanarak ‘Beni niye bırakıp gittin anne?’diye söyleniyordu. Hepimiz yaşlı gözlerle bebeğimi izliyorduk.
Ailemin oturduğu apartmanda daire kiraladım ve Van’dan gelen eşyaları oraya yerleştirdik. Ben ve kızım ailemin yanında kalıyorduk, yalnız oturmama izin vermiyorlardı. Tam beş sene ailemin yanında kaldık. Kızımın iyi bir okulda tahsil hayatına başlaması için Bursa’daki evime taşınmak istediğimi söylediğimde, ailem çok üzüldü ve gitmemizi çok zor kabul ettiler. Sonunda Bursa’daki evimize yerleştik.
Bu arada ben kendi dertlerimle meşgulken mum adağını tamamen unutmuştum. Bir gün çantalarımı yerleştirirken mumu buldum. Yine adağımı yerine getirememenin suçluluğunu yaşamaya başladım. “Olan oldu, ölen öldü, kalan kaldı. Adaklık ne kaldı ki ?” diye kendimi teselli ediyordum.
Bursa’daki evimde karşı dairede oturan kız kardeşimin, İstanbul’a birkaç günlüğüne gideceğini öğrenince hemen mumu verdim, türbeye götürüp yakmasını rica ettim. Kardeşim isteğimi kabul etti, merakla dönmelerini bekledim. İstanbul dönüşü kardeşim bana geldi:
“İnci abla, N.teyzeyle taksi tutup türbeye gittik. Mumu defalarca yakmamıza rağmen, yanıp hemen sönüyordu. Bütün mumlar yandığı halde senin mumunu bir türlü yakamadık, mumu da orada bırakıp döndük. İnanmıyorsan kendin gidip yakarsın” dedi. Kardeşimin doğru söylediğini biliyordum ve çok üzüldüm.
Aradan uzun yıllar geçti, dünya telaşesinden bu zaman zarfında yine mumu unuttum. Kızım İTÜ Endüstri Müh. bölümünü kazanınca İstanbul’a taşındık. Bu arada uzun bir rahatsızlık dönemi geçiren babamı kaybetmiştim. Güvendiğim dağlara karlar yağmıştı. Buzulların karları eriyor, yüreğime yağan karlar erimiyordu. Her hafta sonu türbeye gitmeye karar veriyor, bir türlü kısmet olmuyordu. Ya kızımın sınavı, vizesi oluyor, ya biri geliyor ya da birimiz hasta oluyorduk. Nasılsa artık İstanbul’dayız bir gün gideriz diye kendimi avutuyordum ama hep aklımdaydı.
Kızım mezun olup diplomasını aldı, tekrar Bursa’ya dönmeye karar verdik. Son hafta kızıma:
“Bugün hiçbir mazeret kabul etmiyorum, taksi tutup türbeye gideceğiz. Mum adağımı yerine getirmeden Bursa’ya dönmek yok” dedim.
Marketten yeni mum ve bir kutu kibrit aldım, taksiye binip türbeye geldik. Tam öğle saati, Ağustos sıcağı, türbede ve etrafta kimseler yok. Türbenin dört bir yanındaki demir parmaklıklı pencereler açık ve belki yüzlerce mum alev alev yanıyor. Yerler mumların eriyen yağlarından vıcık vıcık yağ olmuş. Türbenin önüne kocaman “MUM YAKMAK YASAKTIR” levhası asmışlar, kızım bana dönerek:
“Anne mum yakmak yasakmış, istersen dönelim” deyince:
“İstedikleri cezayı versinler, herkes yakmış. Bugün bu mumu yakmadan buradan gitmek yok” dedim ve yağlardan kayıp düşmemek için yavaşça mumların yandığı pencereye yaklaştık.
Çantamdan mumu ve kibriti çıkardım, mumu yanan mumların yanına diktim. Besmele çekerek içimden:
“Loğusa Sultan Hazretleri, yıllardır çok arzu etmeme rağmen huzuruna gelemedim. Ne olur beni affedin, özrümü kabul buyurun” dedim, bir yandan da kibriti çaktım.
Kibrit yandı ve mumu yakamadan hemen söndü. Defalarca kibrit yakıp denediğim halde mumu yakmayı başaramıyordum. Mum alev alıyor, tam ‘oh’ deyip sevinirken sönüyordu. İçin ilginç yanı bütün mumlar yanıyordu. Bu arada bildiğim bütün duaları okuyordum. Kızım beni sakinleştirmek için:
“Anne herhalde cereyandan sönüyor, üzülme” dedi.
“Kızım cereyandan sönse hepsi söner, niye sadece benim mumum sönüyor?”deyince kızım sustu ve ellerini mumun etrafına siper edip tekrar denememi istedi.
Mum yine yanıp söndü, ikimizde korkmaya başladık, ben artık üzüntümden gözyaşlarımı tutamıyordum. Kutuda tek bir kibrit kalmıştı, etrafa bakındım, kibrit alacak bir yer yoktu ve caddeden araçların dışında kimse geçmiyordu. Son kibriti de çakıp mumu yaktım, titrek bir ışık verdi ve yine söndü, duman çıktı kızım:
“Anne artık gidelim buradan lütfen” deyince pencerenin önünden uzaklaşırken üzüntüden ve sıcaktan bayılmak üzereydim.
Bir adım geri gittim, boş kibrit kutusunu çantama attım, avuçlarımı semaya kaldırdım ve “ALLAHIM ne olur mum yansın” diye dua ettim. Bir müddet durup mumu seyrettim. Tam o sırada SÖNEN mum birden alev aldı ve cayır cayır yanmaya başladı, tıpkı yüreğim gibi. Kızım ve ben şaşkınlıkla birbirimize baktık ve tüylerimiz diken diken oldu. Ellerimi yüzüme sürüp şükrettim ve adeta koşar adımlarla türbeden ayrıldık. Hemen yoldan geçen taksiye binip evimize geldik. İkimizde korku ve şaşkınlıktan sus pus olmuştuk, bir müddet konuşamadık. Sevinç, korku ve hüzün birbirine karışmıştı. Uzun yıllar sonra adağımı yerine getirmenin huzuru ile yatağıma kendimi zor attım, bütün azalarım titriyordu. Bursa’ya gönül rahatlığıyla dönecektim. Sanıyorum ve inanıyorum ki Lohusa Hatun o gün bana şunu söylemek istedi:
“İnci Hanım, ADAK MUMU sen istediğin zaman değil, BEN İSTEDİĞİM ZAMAN yanar”.
“AZ ADA, TEZ ÖDE” derler. Bir daha adak adamak mı? Tövbeler tövbesi.
Bazen kızımla: “MUM NASIL YANMIŞTI” diyerek bu olayı anımsarız ve aklıma geldikçe hala ürperirim.
NOT: Türbenin pencerelerine demir kafes konduğu için artık kimse orada mum yakamıyor.
İnci Germenliler
Kayıt Tarihi : 1.9.2019 17:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Çok teşekkürler paylaştığınız için.
Sevgilerimle..
TÜM YORUMLAR (1)