Gün olur tüm zamanlar kavramını yitirir bazen.Dalarsın Akdeniz’in sonsuzluğunu seyrederken o uçsuz bucaksız mavi dünyaya.An olur düşler ötesidir
Yolculuğun,an olur anıları getirir kumsalı kucaklayan dalgalar.İşte böyle bir Akdeniz akşamında gözlerime düşüyor yıllar öncesi.
Yıl 2002 aylardan 25 Mayıs. Antalya’dan Mustafa CEYLAN, Ali İRŞİ
(Ozan İRŞADİ) ve ben, Göller Bölgesi Yazarlar ve Şairler Derneği’nin etkinliklerine
katıldık.Isparta şehir merkezinde Kültür Sarayındaki şiir dinlentisinden sonra kaldığımız
otele doğru yol aldık.Otelin lobisine vardığımızda, sonradan Kütahyalı olduklarını öğrendiğimiz kalabalık bir gurubun saz çalıp şiirler okuduğunu gördük. Tabi bizi de
aralarına davet ettiler.Yanımdaki iki büyüğüm yer bulup oturmuşlardı. Benim ayakta kaldığımı gören bir hanım ve yanında oturan diğer hanım, yer açarak beni aralarına davet ettiler.Önce rahatsız etmek istemedim.Baktım ki ısrar ediyorlar yanlarına gidip oturdum.
Şiirler okunuyor, müzik dinleniyordu.Sırası gelen birkaç kişi şiirini okuyor,
Arada saz çalınıp türküler söyleniyordu.Solumda oturan hanım, önümüzdeki sehpanın üzerine bir şiir bırakıyor.” Sıra bana gelince bu şiiri okuyacağım bir göz atar mısınız.” Diyor. Şiirin ilk kıtasını okur okumaz,”Sıra bana gelince ben de bu şiiri okuyacağım.” Diyerek Hüzün Burcu’nun 41. ve 42. sayfalarını açıp sehpanın üzerine bırakıyorum. Elimdeki şiirin kalan
Mısralarını okuyorum,sessizce hanımın benim şiirimi okuyup bitirmesini bekliyorum.
İlk defa orada karşılaştığımız hanımın şiirinin adı,”Yağmurla Gel Sevgilim”.
Seneler ötesinden yağmurlu bir anımsın
Görmeyeli sevgilim oralarda nasılsın?
Hasret yağmurlarında günahların arınsın.
Ne kadar kırılsam da sen benim ilk aşkımsın.
Yağmurla gel sevgilim yağmurla gir gönlüme,
Sevgi tohumlarımız filizlenir beklide
Karanlık bir geceydi bırakıp gittiğinde,
Birden yağmurlar yağdı gözlerimin içine,
Hep yağmurlar yağıyor sen aklıma gelince,
Sen yağmursun sevgilim yağmurlu bir düşünce,
Yağmurla gel sevgilim yağmurla gir gönlüme
Sevgi tohumlarımız filizlenir beklide.
Benim kitabın 41 ve 42.sayfasında ki şiirin adı,”Yağmurlu Bir Gece Çal Kapımı”.
Yağmurlu bir gece çal kapımı.
Açınca karşımda göreyim seni.
Islanmış ol, sırılsıklam, yorgun,
Kucaklayıp yuvama koyayım seni.
Yağmurlu bir gece çal kapımı.
Yapışsın saçların sarsın alnını.
Bir titreme sarsın dudaklarını,
Nefesimle ısıtıp, yakayım seni.
Yağmurlu bir gece çal kapımı.
Şöminemiz yansın köşe başında.
Yaklaş, yavaşça soyun, gel kollarıma,
Bir damla su gibi yutayım seni.
Yağmurlu bir gece çal kapımı.
Dolaşalım çılgınca sokakları.
Geçelim çamurlu yollardan,
Baharlara, yazlara götüreyim seni.
Yağmurlu bir gece çal kapımı.
Şimşekler çaksın, yaksın bulutları.
Paramparça geceler darmadağın,
Aydınlık şafaklara çıkarayım seni.
Yağmurlu bir gece çal kapımı.
Bir duman, sis kaplasın her yanı.
Açılsın gökkuşağı geçelim altından,
Yeni bir dünyaya götüreyim seni.
Yağmurlu bir gece çal kapımı.
Bitirelim o gün bütün ayrılıkları.
Bir damla ateşle dudaklarımdan,
Yakayım,kül edeyim, savurayım seni.
Aynı duygularla yazılmış, yaklaşık aynı anlatım, bir birinden habersiz iki şiir.
Her şey o gün orada başladı.Şiirini okumayı bitiren hanım,dönüp, uzun uzun yüzüme baktı.
“Adın ne senin” diye sordu.Sonra kaç yaşındasın dedi. Söyledim.”Senden küçük ama benim senin kadar oğlum var,sen de benim oğlum ol” dedi. Muhsine İPEK.
Bu benim katıldığım ilk şiirsel etkinlikti,ve bu ilk şiirsel etkinlikte bir annem
Olmuştu.Benim bir fikrim var dedim.Bu iki şiiri bir kıta siz okuyum sizden, bir kıta ben okuyayım kendimden dedim.Kabul etti. O akşam güzel bir nazire oldu bu iki yağmurlu şiir. Sanıyorum en az bizim kadar diğer dostların da çok ilgisini çekti ve beğenisini kazandı bu nazire.
Bazen gelişen olaylar karşısında neye uğradığınızı şaşırırsınız hani. Bir anlam vermeye çalışırsınız ne olup bittiğini anlamadan.İşte öyle bir şeydi bir oğul’un anne ile buluşması hiç beklemediği bir anda. Saat sabah 04.00 olmuştu dağıldığımızda.
Sabah uyandık kahvaltıdan sonra ayrılık vakti gelmişti. Valilik binasının önünde çektirdiğimiz toplu hatıra fotoğrafından sonra, annemle birlikte çektirdiğimiz ilk resim, o günden bu yana yüreğimde ve büromun duvarında asılı durur hala.
Vedalaşırken annem, Kütahya da yapılacak etkinliklere davet etti beni. Gittim.
Yine Kütahyalı iki arkadaşla beraber annemin evine misafir olup, güzel sohbetinle tat kattığı birkaç bardak çayını içme vakti yarattık kendimize. Bütün etkinliklerde olduğu gibi yine vakit çabucak gelip geçti.Veda vakti gelmişti.Her şenlikteki, sevmediğimiz Pazar günü yani ayrılık anı. Annem yanında Hakanı da getirmişti. “ Bak oğlum seni ağabeyinle tanıştırayım.”İşte
Kardeşimle böylece tanışmış olduk. Ayrılırken ilk fırsatta Kemer’e yanıma geleceğini söyledi.
O an düştü aklıma, annemin yanımıza gelince en az kendi evi kadar rahat edebileceği bir evi yapıp onu en iyi şekilde ağırlamak.Kemer’e dönüşümden yirmi gün sonra inşaata başladım.
Isparta’da başlayan bu anne oğul birlikteliği, daha sonra gittiğimiz Kütahya,Simav,Yalvaç,Tunçbilek,Tavşanlı,Sütcüler,Emet,Antalya şiir şölenlerinde devam etti.Şölen boyunca gezilerde,halka açık programlarda mümkün olduğunca ayrılmaz ve sayısız resim karelerine düşerdik birlikte sarmaş dolaş.Her şölen, her güzel şey gibi çabucak biter, ayrılık vakti gelir boynumuzu bükerdi.
9-11 Temmuz 2004 tarihinde Isparta/ Sütcüler de anneme evinin hazır olduğunu müjdeledim.Beraber gidebiliriz dedim.Kütahya’ya döneceğini ve bir ay sonra geleceğini söyledi.”Yaklaşık bir ay sonra Ağustosun 24 ünde oradayız Meltem ve torunumla geliyoruz” dedi.
Annelerin en güzeli bir hafta konuğumuz oldu.Bazı akşamlar balkona oturup şiirler okuduk şiirler yazdık. Vakit buldukça Kemer ve çevresini tanıtmaya çalıştım. Her süreli zaman gibi bu sayılı tatil günleri de bitti.12 Eylül 2004 tarihin de Antalya da gerçekleştirdiğimiz birinci şairler buluşmasında da konuğumuz oldu Güler YILMAZ ve
Güngör ÖZEN hanımefendilerle.Yine güzel birkaç gün geçirmiştik bir arada.
Bir hafta sonu İstanbul’ a geçerken sürpriz bir ziyaret ettim ayak üstü elini öptüm
Arkadaşlarım vardı kalamadım.her hafta telefonla görüşürdük dertleşirdik.Bir çok anılarımızı
Paylaştık.yer yüzünde bir birini en iyi anlayan iki insandık dersem abartmış sayılmam
Dostlarım.Sanıyorum hiçbir anne ile hiçbir oğul bu kadar iyi anlaşamazdı.
İki bin beş yılı mart ayının ikinci haftası,oldukça yoğundum. Esnaf ve Sanatkarlar Kredi Kefalet Kooperatifinin Genel kurul hazırlıkları ve işlerin yoğunluğundan dolayı arayamadım.12 mart cumartesi günü saat 14.00 sıraları; telefonum çalıyor. Baktım Kütahya’nın kod numarası.Annem normal hattan hiç aramazdı.Şaşırdım.Telefonu açtım,
Telefonda ki ses “Bolat bey ben Kütahya’dan Gültekin” dedi. Size üzücü bir haberim var.
Muhsine hanım biraz rahatsız.Neyi var diye sordum, kalp krizi geçirdiğini söyledi. Durumu
Nedir diye sorduğumda ciddi olduğunu söyledi.
Ben yola çıkıyorum dedim, geliyorum dedim. Biraz sessizlik oldu. Sonra “Bolat bey doğruyu söylemek gerekirse onu kaybettik” dedi. O an Finike ilçesinde bir salonda toplantıdaydım. Sanki tavan üstüme çöktü. Yaşamım boyunca hiçbir haberin altında bu kadar ezildiğimi, yok olduğumu hatırlamıyorum. Salondan dışarı çıktım.Hayır olamaz diyordum
Kendi kendime birisi bana şaka yapıyor olmalı.Çünkü; beni ne kadar sevdiğini tüm dostlar
Bilirlerdi. Birisi dedi ki; “Oğlum oğlum diyorsun başına bir iş gelse koşacak mı bakalım”
Diye beni sınıyorlar sandım. Aklıma Kütahya’dan bir arkadaşı aramak geldi. Nafiz ELİFOĞLU, böyle bir şeyi duymadığını ama araştıracağını söyledi. Dakikalar geçmek
Bilmiyordu. Tekrar aradım araştırıyordu. Kaç dakikadır asırlar gibi geçen zaman bilmiyorum. Cevap gelmeyince yine aradım ama telofonuma cevap alamayınca acı
Gerçekle yüz yüze olduğumu anladım.
Finike den Kemer ‘e döndüm üstüme bir kazak giyip yola çıktım. Yollar bitmek bilmedi.göz yaşlarımı tutamıyordum. Yedi saat boyunca Kütahya ‘ya varıncaya kadar ağladım.Yıkıldım. Aynı gün geri dönmem gerekiyordu birkaç saat dinlenmek için bir otele yerleştim. Sabah saat 7.00 de Güler hanımın telefonuyla uyanıyorum iki üç saatlik uykudan.”Neredesin? saat ikiye kadar seni bekledik” diyor. Tamam abla birkaç saat sonra sendeyim diyorum. Güler hanım’a gidiyorum.oradan dernek’e.Annemin gönül dostları toplanıyor bir bir. Sağ olsunlar her birinin başın sağ olsun taziyelerine, gözyaşları içersinde cevap vermeye çalışıyorum. Öğleye doğru mahalleye doğru hareket ediyoruz. Cenazenin
Bulunduğu cami avlusuna varırken kardeşim Hakan karşılıyor “ağam onu kaybettik” diyor sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlıyoruz.Sonra kardeşim Meltem “abi bizi bırakıp gitti” diyor sarılıp ağlıyoruz.Kendime hakim olamadım göz yaşlarım dinmiyor.yanıma biri yaklaştı.”Rahmetli halam olurdu,senden çok bahsederdi” diyor. Bize; “Benim bir oğlumda Kemer de var “ derdi.
“Hepimizin başı sağ olsun” diyor. Cami avlusunda tabutunu görmesem hala inanmayacaktım
annemim vefat ettiğine dostlar.
Rahmetli, Bilecik ‘i çok severdi. Güzel anılar yaşamıştı. Çocukluğu gençliği orada
Geçmişti. O nedenle Bilecik’e götüreceğiz dedi Hakan. Vasiyet etmiş. Çocuklar, yakın akrabaları ve Kütahya dan Seyfettin GELEKCİ ile bir otobüse bindik. İki saat sürdü yolculuk Oradaki ikinci cenaze namazından sonra şehir mezarlığına doğru yola çıktık.Biraz rüzgarlı soğuk bir gündü.İstanbul yolu üstünde bir yamaçta şehir mezarlığı.Şeyh
EDEBÂLİ’ nin Türbesi ile karşı karşıya bir vadinin karşılıklı iki yakasından bir tarafında.Oldukça sarp bir yamaç. Rüzgar insanın iliklerine işliyor adeta. Baş ucunda iki badem ağacı var. Bilecek sisler içinde görünüyor bu yamaçtan.
Tarla kuşlarını severdi.Badem çiçeklerini severdi. Bayırları severdi.Sabrı severdi.
Bahçe duvarlarının ayrı bir yeri vardı onun yaşamında. “ Bir gün kitabım yayınlanırsa adı
BAHÇE DUVARLARI olsun oğlum” derdi.Beni rahmetli kardeşi Mustafa ya benzetirdi.
Belki bu yüzden beni çok sevmişti, belki bu yüzden oğlum demişti.“Yaşın benzemesin”
derdi. Kardeşini bir tarla meselesi kavgasından dolayı kaybetmişti. Yaşam doluydu ama adabından ödün vermezdi. Kendine özgü değerleri vardı.
Sen ölmedin ki Annem. Sen bunca seveninin sıcacık yüreğindesin. Sarp yamaçların ayazı üşütemez seni. Söyledim ben tarla kuşlarına seni hiç yalnız bırakmayacaklar. Her gün meşe dallarına konup konuşacaklar seninle ben çok uzak yollardan gelemesem de.Yanı başında badem ağaçları seni çiçeklerle karşıladı, senin yerine ben teşekkür ettim onlara. Her bahar bademler senin için çiçekler açacak Beyaz yapraklarını dökecekler üstüne.Çok sıkılırsan şimal rüzgarlarınla haber sal Akdeniz’e koşar gelirim sana.Senin sevdiğin şarkıları söylerim baş ucunda.Çok sevdiğin edep çiçekleri açacak her bahar etrafında. Rengarenk
Kırçiçekleri saracak eteklerini.Bulutlar gözyaşlarıyla sulayacak bahçeni.Şiirler gönderirim
Sana esen meltemlerle sıcak Akdeniz akşamlarında.Sen ölmedin ki Annem.
Ayaklarımı sürüyerek çıktım yamaçlardan ana yola. Geldiğimiz otobüsle döndük
Geriye Kütahya’ya.Duramadım oralarda.Sanki koca şehir bomboş.Sanki yıkılmış üstüme
Ne varsa. Diğer dostlarım alınmasın ama, neye yarar annesiz bir Kütahya. Neye yarar.
Bundan sonra mektuplarımı yağmura yazarım Annem.Aman dikkatli bak gök yüzünden düşen her damlaya. Uzat ellerini, avuçlarında topla bir bir, oku düşen her
Damladaki yüreğimin hasretini. Oku Annem, sonra serpiştiriver toprağa.
bolatunsal.com
Kayıt Tarihi : 27.11.2005 23:24:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Annene olan sevgi yagmurlarinda islan Bolat dostum
Bu ölümsüz destan, seven yüregin hic susmasin hocam
Tebrikler
Sevgi&saygilarimla
TÜM YORUMLAR (1)