İşte öyle dostlar. Hepsi bir yolculukla başladı. Sonbahar sarıydı, gökyüzü gri. Beyaz giymiştim o gün. O kadar çok şeye kadeh kaldırmıştım ki, sonbahara kaldırmayı unutmuştum. Ama o beni unutmadı, sapsarı yaptı her yerimi. Soluk, yorgun ve yalnız ağaçların arasına aldı. E onlar da anlatmaya başlayınca mecbur bir kadeh de onlara kaldırdık. Şerefe.
Aslında kelimelere ihtiyaç yoktu. Bir şarkı anlatıyordu hepsini. Her duyguyu yaşamış, her yaşananı anlatmış, ne bahane kalmış ne de harabeler kalmıştı. Hıçkırığı unutmuştu sadece. Yutkunmayı unutmuştu. Onlar da düşmüştü peşine ama, ağır ağır ilerlerken keskin bir virajda ikisi de kayboldu. Bu kadardı işte o koskoca yıllar. Bir şarkı kadardı. Tek başına, başı önde yürürken, birisi seslenince kafasını kaldıran bir şarkı. Sessizliğini bozmadan, konuşanlara özenen bir şarkı. Öyle mütevazi, öyle kendinden haberi yok. Unutmuş çünkü kelimeleri. Bir "Ah" kalmış dilinde, bir de damla yanaklarında. Onları da hatırlattık ve bir kadeh daha kaldırdık. Şerefe.
Sabah olmadan defterleri kapatmamız lazımdı. Selim, Yunus, Semih, bir de tanımadığımız bir adam daha. 4 duvara 5 kişi sığmıyorduk. Şişenin de dibi gelmiyordu ki kapatalım. Hepsi ayrı ayrı anlattı. Biz zaten birbirimizi biliyoruz da, tanımadığınız adam anlattıkça hayretle nasıl yeni şişeye geçtiğimizi anlamıyorduk. Ya defteri kapatıp o adamı da o gece unutacaktık, ya da deftere onu da yazıp bir daha hiç kapatmayacaktık. O adam diyorum, ismini söylemedi çünkü. Kendisi de bilmiyordu bence. Bilseydi söylerdi. Bilip de anlatmayan çok insan tanıdım. Onlara hiç benzemiyordu. Saçları uzun rastalı, gözleri yemyeşil, zayıf desem zayıf değil, şişman desem hakkını yerim. Oturduğundan beri bir şey yemedi zaten, meyhaneyi de utandırdı. Sustukça geberiyorum diyordu ama hepimizden çok yaşıyor gibi içiyordu. O konuştu, biz de yaşadık. "Yaşamaya" dedik bu sefer de. Şerefe.
Aşk. Sana da aşk olsun. Ne utanman var ne de yüzün. Pişirip pişirip önümüze koyduğun her lokma boğazımızda kalıyor. Acıların çok, tatlıların lafta, ekşilerin bayat, tuzluların kuru. Bir tek içkilerin güzel, onlar da sürç-ü lisan ettiriyor. İki kelime konuşuyoruz, yutkunamıyoruz. Biz de o adamdan zannediyoruz. Yıllardır işletiyorsun bu meyhaneyi, kaç müşterin geldi geçti, bir tanesi de diyemedi bu Aşk iyi diye. Neyse en azından kötü değil diyorlar. Kötü değilsin, ama arsızsın. Servisin kötü, lezzetin kalmıyor, hız desen imkansız. En iyi yemeğinin pişmesi yıllar alıyor. Kalkan kadehlere dönüp bakmıyorsun bile. Yine de kadehleri en nihayetinde sana kaldırıyoruz. Belki bu sefer utanırsın. Şerefe.
Yakında adem dirler bir şehre azîmet var
Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım
Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta