Muharremiye-i Müştâk-ı Merhûm Şiiri - Yo ...

Müştak Baba
1

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Dilâ geldi yine eyyâm-ı mâtem
Bu rûz-ı bî-vefâda olma hurrem
Hemân hasretle kan ağla dem-â-dem
Muharremdür meded ey dil Muharrem

Bugün ol bersiyeh günde giy ey cân
Şehîd oldı o sultân-ı şehîdân

Tamamını Oku
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara 27.11.2011 - 00:48

    Evrim Nesimi Erenler Bey şöyle demiş...

    Sinyali bey..yazı yazıdır, tahmin tahmindir..görüş görüştür, düşünce düşüncedir, yorum yorumdur.., kehanet ise...ne desem ki!

    Yani sizin şiire olacak iki cümlelik yorumunuz bu zırvalamadan bin kat daha yerinde olurdu diye düşünmekteyim. Siz de mi sistemde olanlardan etkilenip şiir bünyesi kılıfınızdan çıkıp, boş işlerle uğraşmaya başladınız yoksa? Samimi bir soru! Ne diyeyim canınız sağolsun

    Ne desem bilmiyorum ki...Veya nasıl anlatsam...

    Elektrik fakültesinde okuduğumuz yıllarda Kurtuluş savaşına da katılmış bir hocamız vardı...Profesör DR Adnan Ergeneli..

    Cumhuriyetimizin yurt dışında eğitim verdirerek ülkemize elektriğin gelmesinde çok katkısı olan bir hoca..hakkında google dan epeyce bir şeyler bulabilirsiniz


    Demişti ki...nazara inanır mısınız..

    sınıf neredeyse tamamına yakın olarak hayır inanmayız dedi...

    cevabı şöyle olmuştu hocamın..inanıp inanmamakta serbestsiniz..Ama inanmasanızda önyargısız ve hatta kendinize antitez olarak bir düşünce geliştirebilmelisiniz..

    gözlerden neden bir şua bir ışın çıkmasın ve karşıda bir manyetizma oluştırmasın...oluşturubilir...ve bu ışınların yönünü değiştirmek için nazar boncuğu kullanmak ta gerekebilir...belki bir gün ışınların bu hassasiiyette ölçülebileceği bir ölçü cihazı bulunabilir...

    Kısacası bize 360 derece düşünebilmemiz gerektiğini anlatmaya çalışmıştı..

    Gelelim sorunuza..

    ben bu şairin bu yönüyle bir çok yazıya konu olduğunu biliyordum...ilk yorumumda da hurufilik yani harfçilik ve rakamsalcılık, ebced ile cifr konusuna vurgu yapmıştım...Siz belki bilmiyorsunuz ama ezoterik inaçlarda bu konu çok önemlidir sadece ehli kitap değil uzak doğu ve hint dünyasında da oldukça gündemde olan bir konudur...

    orhan pamuğun karakitabı hurufilik üzerine çok ciddi kafa yoran bir kitaptır...

    ayrıca bu alıntıladığım yazıda literatürde (kaynakçada) adı geçen isimler deve dişi gibi adamlardır...mesela konyalı mehmet vehbi türkiyede belki de en saygın kuran meali yazan ve ilk mecliste çok saygın bir mebus olan birisidir..tahirül mevlevi çetin altanın eniştesidir ve çetin altanın tasavvufi bilgisine katkı sağladığını düşündüğüm birisidir..

    cifr ilmiyle ve ebced ile uğraşan çok saygın isimler vardır..

    ben de araştırdım ama yetkinmiyim bu konuda hayır..bilimsel bir karşılık bulabildim mi hayır..

    Ancak benim okuma şeklim karşıtları ihmal etmeden ve küçümsemeden dinlemek anlamak ve empati kurmak üzerinedir..

    Bilginin inanılmaz çoklukta binbir çeşit yönü vardır...insanlar dinlediği veya ilgilendiği şeylerin dışındaki şeylere sağır olmamalıdır...Benim naçizane ilkem budur..

    Efendim, zaten ben o yazıyı astığımda uzunluğundan ve yoğunluğundan ayrıca konu hakkında ihtisas istemesinden dolayı meraklısına bir not olarak düşmüştüm...Katılıp katılmamamdan daha çok enterasanlığı nedeniyle asmıştım...

    Gerçek duygularım bunlardır efendim..Bilgilerinize sunarım..saygılarımla

    Cevap Yaz
  • Neris Bahar
    Neris Bahar 26.11.2011 - 23:47

    Bu şiir türünün murabba nazım türü olduğunu öğrendim ve özellikleri ise şöyle imiş murabbanın ( Vikipedi ):
    Murabba (Osmanlıca: مربع), bent adı verilen dört dizelik kıt'alardan oluşan şiir türüdür. Kelime anlamı 'dörtlük' demektir.Aruz ölçüsüyle yazılır. Genelde 3-7 bentten oluşur. Uyak düzeni genelde aaaa/bbba/ccca/ddda/... şeklinde olmakla beraber, ilk bendi kafiyeli olmayan ya da sonraki bentlerde kafiyesi tekrarlanmayan murabbalar da vardır. Divan edebiyatında 15. yüzyılda sultanü'ş-şuara(şairler sultanı) unvanlı Ahmed Paşa tarafından kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatında da Namık Kemal bu türün başarılı örneklerini vermiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şarkı şeklinde bestelenen eserlerin büyük bir kısmı murabba tarzında yazılmıştır.
    Özellikleri
    • Nazım birimi dörtlük olan nazım şekillerinden biridir.
    • Kafiye düzeni aaaa/bbba/ccca'dır.
    • Genellikle 3 ile 7 dörtlükten oluşur.
    • Her konuda murabba yazılabilir. Ancak dini ve didaktik konular ile övgü, yergi, manzum mektup, mersiye vs. türlerde murabba nazım şekli daha çok kullanılmıştır.
    • Aruz kalıbıyla yazılır.
    • Önemli murabba şairleri Aşki, Muhabbi, Hayreti, Taşlıcalı Yahya Bey, Fuzuli sayılabilir.
    • Dili Süslü Ve Ağırdır.
    • Son dizeleri tekrarlanıyorsa mütekerrir murabba,Son dizeleri tekrarlanmıyorsa müzdeviç murabba'dır.
    • 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şarkı şeklinde bestelenen eserlerin büyük bir kısmı murabba tarzında yazılmıştır.
    • İran edebiyatından edebiyatımıza geçmiştir

    Cevap Yaz
  • Orhan Balkarlı
    Orhan Balkarlı 26.11.2011 - 23:23

    Aslında haram aylar diye bir şey var.Bu sadece Muharrem ayı değil.Bir ay değil dört aydır.Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb ayları.Bu aylarda avlanmak da dahil haram belde kabul edilen hicazda yani Mekke ve çevresinde kan dökmek yasaktır.

    Prens Mişkin arkadaşımızın belirttiğine ilaveten söylemek isterim.Kerbela hadisesinin bu aya denk gelmesi olayı daha bir dramatik hale getirmiştir.Doğrudur gerekçe hiç olmazsa yılın bu dört ayında birbirimizi yemeyelim de serbest ticaret yapalım ve hayat normal seyrine dönsün düşüncesidir.Mekke'nin ileri gelen 12 büyük kabilesi böyle bir karar almıştır.

    Malumata ilave selamlar saygılar

    Cevap Yaz
  • Nazır Çiftçi
    Nazır Çiftçi 26.11.2011 - 18:52

    Terkibi bentleri fazla anlamadım zira yazarın anlatmak istediği
    İki farklı grubu karşılaştırmış,yanlış bir kavram vardı. Hiçbir zaman birlik ve beraberliğimizi bozmamalıyız.Her hangi inançta olursa olsun hepimiz insanız. Bugünkü çatışmalarının nedeni,insanları din mezhep kavramları ile ayırmak değil midir? Baruta ateşle yaklaşmak gibi bir şey.Objektif yaklaşmak gerekir.Saygılarımla .yazara rahmet dilerim. Muharrem Ayınız kutlu olsun.

    Cevap Yaz
  • Feyzi Kanra
    Feyzi Kanra 26.11.2011 - 17:26

    Ben de diyorum ki Aziz Nesin in din konusundaki fikirlerine (dinsizliğe,Kur'an ın Allah kelamı olmadığına)inanmam için ben aklımı kaybetmem lazım.Şükür aklım da var imanım da var,inancım da var.Vesselam.

    Cevap Yaz
  • Nadir Şener Hatunoğlu
    Nadir Şener Hatunoğlu 26.11.2011 - 16:40

    Saygı ile.. Şair dostlarımdan özür dileyerek, ikinci kez sayfaya konuk oluyorum. Geçen gün de değinmiştim, yorumları okumadan, kendi yorumumu sunuyorum; etki altında kalmamak için. Bugün, yorumumdan sonra, değerli yormcularımızı okumaya başladım. Asil ve akılcı yorumlar, beni bir iddiama, bir makaleme götürdü.
    Efendim, hukukçu bir dostumun da bulunduğıu bir mecliste, öteden-beriden konuşurken, elbet inanç konusuna da değinildi. Dostlardan biri dedi ki:
    ' Yahu Aziz Nesin hem dinsiz olduğunıu söylüyor, hem de gidip AlevÎ kardeşlerimizin törenlerine katılıyor; bu nasıl iş?! ' O anda yüzüne söylemediğimi (Bir seferinde söyleyeceğim.) küçük bir makaleme sıkıştırarak, bir siteye gönderdim. Bu görüşümü sadece antoloşideki dostlarımla değil, tüm dünyayla paylaşmak isterim ve kenıtlarım da:
    ' Yani bir 'Şii' arkadaşımla dost olabilmem için, ille de Şii mi olmam gerekir? Ya da bir Hıristiyan arkadaşla dost olabilmem için, ille de Hıristiyan mı olmaklığım gerekir?' Filizof-matematikçi R.Descartes'i haksız eleştiren bir yazara karşı çıktım: 'Dekart benim elli yıllık dostumdur.' dedim.Bunu çoğaltabilirsiniz. Ben dünyaya açılan pencerelerimi kapatarak, zihnimin küflenmesine razı olamam. Razı olanları da toplumumuzun küfü olarak algılarım. Saygılarımla.
    *Nadir ŞENER HATUNOĞLU: matematikçi-bilim uzmanı*

    Cevap Yaz
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara 26.11.2011 - 16:12

    Sabrı olan okusun......ALINTIDIR


    ANKARA’NIN BAŞKENT OLACAĞI MÜJDESİ



    Ankara, 13 Ekim 1923 tarihinde başkent olmuştu. Aradan 77 yıl geçti. Ankara’nın başkent oluşunun ilginç yönlerinden biri de, bu olayın, çok daha önceden, Müştâk Baba adlı bir mutasavvıf şair tarafından sembolik dille müjdelenmesidir. Müştâk Baba 1832’de vefat ettiğine göre, bu müjdeli şiirini olaydan en azından 91 yıl önce; hatta, belki de bir yüzyıl kadar önce, yazmış olmalıdır. Bu müjde bir yana; daha da eskiye gidilirse; 400 yıl önce, 1429/30’da vefat eden Hacı Bayram Velî’nin bir şiirinde sembolik dille inşası açıklanan kentle simgelenen acaba yine Ankara değil midir?

    Önce, daha yenisinden Müştâk Baba’dan başlayalım. Müştâk Baba kimdir?

    Müştâk Baba, 1759-1832 arasında yaşamış bir sûfî şairdir. Adı Muhammed Mustafa’ dır. Bitlis’ lidir. Soyu Abdülkadir Geylanî vasıtasıyla Hz.Ali’ye dayandırılır. Amcası Şems-i Bitlisî tarafından eğitilmiş, Hasan Şirvanî tarafından aydınlatılmış; Bağdat’ta Nâkibül-eşraf Hasan Efendi ve İstanbul’da Mesnevihan Hoca Neşet Efendi’den yararlanmıştır. Müştâk mahlasını Neşet Efendi takmıştır. Avrupa’dan Hindistan’a çok yer gezmiştir. Uzun yıllar İstanbul’da Eyüp Selâmi Efendi dergâhında kalmış ve II.Mahmud’un has nedimi olmuştur. Eğitime ve bilime çok değer verir. Arapça ve Farsça bilir. Döneminin seçkin kültürlü insanları arasındadır. Vahdet-i vücud anlayışıyla Hakk’ı insanda arar. Mevlânâ hayranıdır. Edebî yönü ve hitabeti güçlüdür. Aruzla yazdığı şiirlerinde sembolik dil kullanmayı sever. Musikî eğitimini Şirvani’den almıştır. İcralara udu ve sesiyle katılacak kadar musikiye aşinadır. Bu niteliği dolayısıyla, postnişin olduğu Kadirîye içinde, musikî ve semaya özel önem veren Müştâkiye şubesi kendi ekolü olarak kurulmuştur. Müştâk Baba, 1832 yılında Bitlis’i ziyarete giderken, konakladığı Muş’ta düşmanları tarafından 75 yaşındayken öldürülür. Şiirlerini kapsayan divanı, ölümünden sonra, 1847 yılında basılmıştır. Yayınlanmamış başka eserleri de vardır.

    İşte bu Müştâk Baba, Ankara’da Hacı Bayram Velî’nin türbesini ziyaret ettiği sırada gelen ilhamla, ileride Ankara’nın başkent olacağını keşfeder. Velîlerin böylesi özelliklerine tasavvufta keşif ve keramet denir. Müştâk Baba bu keşfini, tasavvuf şiirinde istihraç, yani bir şeyin içinden başka bir şey çıkararak, geleceğe ait bir olayı üstü kapalı olarak bildirme yöntemi ile aruzun az kullanılan bir vezni ile şiire döker. Divan-i Müştâk Baba adıyla 1847’de yayınlanan divanının 29. sayfasında yer alan 73 numaralı, Ankara’nın başkent olacağını sembolik dille açıklayan beş beyitlik şiiri şöyledir.

    mef û l ü / fâ i lâ tün / mef û lü / fâ i lâ tün

    1 Me’vâ-yı nâzeninde kim elf olursa efser
    Lâ-büdd olur o me’vâ İslambol ile hem-ser

    2 Nun vel kalem başından alınsa nun-i Yunus
    Aldıkta harf-i diger olur bu remz azhar

    3 Miftah-ı Sûre-i Kaf serhaddi kaf ta kaf
    Munzam olunmak ister ra-yı Resûl Peygamber

    4 Hay huy ile ahir maksud oldu zahir
    Beyt-i veliyy-ül-ekrem el-hâc iyd-i ekber

    5 Ey pâdişah-ı fahham sultan Hacî Bayram
    Ruhan ister ikrâm Müştâk abd-i çâker



    Müştâk Baba Divanı’nın mevcut nüshalarında bazı küçük farklar vardır. Örnek olarak; 1.beyitte, Me’vâ yerine Mah (ay): 2. Beyitte, Nun vel-kalem yerine Nun-u kalem ve Olunmak yerine Alınmak; 5.beyitte, Ruhan yerine Rûhâni ve abd-i çaker yerine abd-i ahkar gibi. Ayrıca, şiirin 3.beyitindeki ilk mısrada bir hece eksik olduğu ve sanki “kaf ta kâf” olması gerektiği; 4.beyitte her iki mısrada ve 5. beyitte son mısrada vezin bozukluğu olduğu söylenebilir. Ancak, hataları Müştâk Baba’ ya yüklemek yerine, benzerlerinde görüldüğü üzere, divanın basımı sırasında el yazısından aktarma işlemi veya dizgide mürettip yanlışları olabileceğini düşünmek belki de daha doğru olur.

    Müştâk Baba’nın sembolik dille yazmış olduğu bu şiirdeki sembol kelimeler ve anahtar kavramlar çözümlendiğinde, o zamanki başkent İstanbul'un yerine, ileride kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olacak şehrin adı olarak Ankara ortaya çıkmakta ve Ankara’nın başkent olacağı tarih Hicrî takvime göre takriben bulunmaktadır. Yeni başkent olacak şehrin adı, ilk bakışta sanki anlamsızmış gibi mısraların arasına serpiştirilmiş harflerin birleştirilmesiyle şöyle ortaya çıkar:



    Efser’den, Türkçe “A” harfi karşığı (elif) A
    Nun’dan, Türkçe “N” harfi karşılığı (nun) N
    Kaf’dan, Türkçe “K” harfi karşılığı (kaf) K
    Resûl’den, Türkçe “R” harfi karşılığı (rı) R
    Hay’dan, (ismin “e, a” hâli karşılığı) (he) H (A)

    ANKARA


    Ankara adı Arap harfleri ile Osmanlıca yazılışında açık şekilde okunmaktadır.

    Müştâk Baba şiirindeki ilk mısrada Ankara’nın başkent olacağı yılı belirten sembolleri elf ve efser kelimeleri ile vurgular. Bu iki kelimenin ve harflerinin analizi, Arap alfabesi ile önemli olaylara tarih düşürme yöntemi olan Ebced hesabına göre şöyledir:

    elf............................................. 1000
    e (Elif)...................................... 1
    f (Fe)........................................ 80
    s (Sin)...................................... 60
    r (Rı)......................................... 200
    elf (1000) + efsr (341)........... 1341



    Müştâk Baba’nın şiirinde verdiği elf ve efser kelimelerine göre, Ebced hesabıyla çıkan tarih Hicrî 1341’dir. Ankara’nın başkent olduğu dönemde, Gregoryen esaslı Milâdî takvim, veya eski dille tarih-i efrencî, henüz yürürlüğe girmemiştir. Daha sonra, 1 Ocak 1926’da yürürlüğe girecektir. O dönemde, idarî işlerde 1 Mart 1333 (1917) tarihinde uygulamaya konulan Rûmî (Mâlî) takvim, dinî işlerde Hicrî takvim geçerlidir.

    Ankara, Rûmî 13 Teşrinevvel 1339 Cumartesi başkent olmuştur. Rûmî ve Milâdî takvimlerin yılları arasında 1917’den itibaren 584 yıl fark olduğu; ayların ve günlerin aynı olduğu kabulüne göre, Ankara’nın başkent olduğu tarih Milâdî 13 Ekim 1923 Cumartesi gününe tekabül eder. Hicrî ve Rumî takvimlerin yılları arasında, o yıllarda, Rûmî takvime göre yılın ilk yarısında 2 yıl, son yarısında 3 yıl fark vardır. Yani, Rûmî 1339 yılının başı Hicrî 1341 yılına tekabül eder; ancak, 13 Ağustos 1339’ da Hicrî 1341 yılı biterek, Hicrî 1342 yılı başlar. Yani, Ankara'’ın başkent oluşu Hicrî 2 Rebiyülevvel 1342 Cumartesi günüdür.

    Görüldüğü gibi, Müştâk Baba’nın Ebcedle verdiği 1341 yılının 12. ayı Zilhicce ile Ankara’nın başkent olduğu 1342 yılının 3.ayı Rebiyülevvel arasında takriben iki aylık bir zaman farkı vardır. Acaba, böyle bir hata gerçekten var mıdır? Yoksa, daha sonra 1333’de kabul edilen Hicrî ve Rumî yıllar arasındaki hesap yönteminden meydana gelen farktan dolayı mı zâhiren hata gibi görünmektedir?

    İlk yorum, Ankara’nın başkent oluşunun ilânı gerçekten Cumartesi’ye, yani arefesi Cuma’ya rastladığına göre, o gün aslında Kurban Bayramı olmasa bile, Müştâk Baba’nın iyd-i ekber terimini sembolik anlamda kullanarak, Ankara’nın başkent olacağı günü ülke için büyük bayram sayabileceğidir. İkinci yorum, Müştâk Baba’nın Hacı Bayram Veli türbesini, 1832’de veya daha eski bir tarihte ziyaret etmiş olduğu günün, gerçekten iyd-i ekbere tesadüf etmesidir. Üçüncü yorum, Hacı Bayram Veli’nin velâyetteki kutsal kimliğinden yararlanarak, Müştâk Baba’nın ziyaret ettiği gün aslında iyd-i ekber olmasa bile, bu önemli günü kendi açısından büyük bayram kabul etmiş olmasıdır.

    Bunların içinde en gerçekçi görüneni, birinci yorum, yani Müştâk Baba’nın ileride Ankara’nın başkent oluşunu bir büyük bayram olarak değerlendirmesidir. Ama, diğerleri de üst üste gelmiş olabilir. .

    Müştâk Baba’nın şiirinde, kimilerine göre, daha derin yorumlar da vardır. Örneğin, “Miftah-ı Sûre-i Kaf” la başlayan mısrada “Mim” ve “Kaf”, yani “M” ile “K” harfleri ile Mustafa Kemal’in; “Hay huy” la da İstiklâl Savaşı’nın açıklandığı söylenir.

    Müştâk Baba’nın şiirsel sembolik mesajını kimler çözümledi?

    İlk yorumlayan TBBM Birinci Dönem Konya Milletvekili ve müfessir Mehmet Vehbi Efendi’dir. Sonra, Trabzon Halkevi’nin çıkardığı İnan Dergisi’nin İkinci Teşrin (Kasım) 1937 tarihli 7. Sayısında, “Şair Müştâk” başlıklı yazıda şiir yorumlu olarak yayınır. Uzun yıllar sonra, 1972’de Mustafa Özkul’un kitabı; 1978’de Hekimoğlu İsmail’in Sûr Dergisi’ndeki makalesi; merhum Dr.Halûk Nurbaki’nin 1986’da Anadolu Mucizesi adlı kitabındaki yorumu; Muş İli 1992 yıllığındaki inceleme; 1997’de Mehmet Kemal Gündoğdu’ nun kitabı gibi eserlerle hâlen devam ede gelmektedir.

    Umarım ve dilerim ki, gönül gözü açık olanlar şiir üzerindeki tefekkürlerini müktesebatları oranında derinleştirerek, daha güzel ve daha anlamlı yorumlar yapmayı sürdürürler. Çünkü, “Her bilenin üzerinde, daha iyi bilen bir başkası bulunur.”

    Şimdi de konuyu Müştâk Baba’dan 400 yıl öncesine, Hacı Bayram Velî’ye getirelim. Müştâk Baba’nın makamını ziyareti sırasında ilham aldığı Hacı Bayram Velî, acaba “yeni inşa edilen kent” sembolüyle Ankara’yı mı müjdelemektedir.

    Anadolu Müslümanlığı’nın, adı Mevlânâ, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre ile anılan ünlü önderlerinden biri olan Hacı Bayram Velî (1352-1429), doğumu, yaşamının büyük kısmı, ölümü itibarıyle öz be öz Ankara’lıdır. Ankara ve Bursa’da eğitimini tamamlayıp müderris olmuş; Somuncu Baba lâkaplı Hâmid Aksarayî tarafından aydınlatılmıştır. Adını taşıyan Bayramiye’den, kendisinden sonra, Melâmiye, Celvetiye, vb kollar kurulmuştur. Hacı Bayram Velî’nin yazdığı ilâhiler arasından, aşağıda aktarılanı, sanki Ankara’yla ilgili; hatta Ankara’nın başkent olacağına ilişkin sembolik mesajlar vermektedir.

    Çalabım bir şâr yaratmış iki cihan âresinde
    Bakıcak dîdar görünür ol şârın kenâresinde

    Nâgehan ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm
    Ben dahı bile yapıldım taş u toprak âresinde

    Ol şârdan oklar atılır gelir ciğere batılır
    Ârifler sözü satılır ol şârın bâzâresinde.

    Şâkirdleri taş yonarlar yonup üstâda sunarlar;
    Çalabın ismin anarlar ol taşın her pâresinde.

    Ol şâr dediğim gönüldür ne delidir ne usludur
    Âşıklar kanı sebildir ol şârın kanâresinde

    Bu sözü ârifler anlar câhiller bilmeyip tanlar
    Hacı Bayram kendi banlar ol şârın menâresinde.

    Hacı Bayram Velî’nin gönül olarak tanımladığı “şâr”, bir anlamda neden Ankara olmasın?

    Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olacağını yüzyıl kadar önce sembolik dille müjdeleyen Müştâk Baba’ya ve ilhama vesile Hacı Bayram Veli’ye selâm olsun.


    Sözlükçe:

    Me’vâ: yer, makam; nâzenin: nazlı, cilveli; elif: Arap alfabesinin 1.harfi, Ebced hesabında 1; elf: bin; efser: taç; lâ-büdd: gerçek, gerek, mutlaka; İslambol: İstanbul; hem-ser: aynı değer, eşit düzey, arkadaş; nun: Arap alfabesinin “N” karşılığı 25. harfi, Ebced hesabında 50; balık; Kûn’daki özet bilgi; kalem: ilâhî tafsilatlı bilgi; kesmek, ayırmak; nun-vel-kalem: icmali ilim (öz toplu bilgi) ve tafsili ilim (ayrılmış bilgi): nun-i Yunus: Yûnus peygamberi yutan balık; remz azhar: açık sembol, kesin belirti; miftah: anahtar, şifre; Sûre-i Kaf: Kur’an’ın 50.Sûresi, Kaf harfi ile başladığından anahtarı Kaf harfidir; Kaf: Arap alfabesinin “K” karşılığı 21. harfi, Ebced hesabında 100; tasavvufta Kur’an’a işarettir. (Kaftan Kafa, bir uçtan bir uca anlamında): Kaf-Nun: harfleri, Allah’ın bir işin olmasını istemesi ve o işin hemen olması anlamında Kûn sözünü oluşturur; Kaf ü Nun, evrenin oluş emri; serhad: sınır; munzam: zammedilen, üste konulan, katılan; resûl: elçi, peygamber; ra: Arap alfabesinin “R” karşılığı 12. harfinin sesi, Ebced hesabında 200, ta’lil ifade eden, tahsis ve mülkiyet anlamında ismin “i” ve “den” hali; Hay huy: Hayy ve Hû, Yüce Allah’ın ilki “Diri” ve diğeri “O” anlamında isimleri, insan ömrü Hayy ve Hû arasındadır; Hayy’dan gelen Hû’ya, Allah’dan gelen Allah’ a gider; ahir: en son, nihayet; maksud: maksat, amaç, meram; zahir: açık, belli; beyt: ev, konut, makam; veliyy-ül-ekrem: çok keremli ermiş,veli; el-hâc: hacı; iyd-i ekber: büyük bayram; arefesi Cuma’ya rastlayan Kurban bayramı; beyt-i veliyy-ül-ekrem el-hâc: çok kerem sahibi Hacî (Bayram Veli)’nin makamı; fahham: büyüklük, ululuk (Ey! Büyük padişah Hacî Bayram Sultan anlamında): ikram: ikram, bağış, iltifat; abd-i çâker: kulunuz köleniz ;alap: Allah; şâr: şehir, kent, belde; cihan: dünya; âre: ara; didâr: güzel yüz, çehre, Allah’ın manevî görünüşü; kenâr: kenar, kıyı; tan: sövme, yerme; nâgehan: ansızın, birdenbire; ârif: bilgi sahibi; bâzâr: çarşı, pazar; şâkird: çırak, öğrenci, yamak; pâre: parça; kanâr: kucak; ban: bekçi, gözcü; menâre: minâre.

    Kaynaklar :

    CEBECİOĞLU Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anakara, 1997
    DEVELİOĞLU Ferit, Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1970
    GÖLPINARLI Abdülbaki, Türk Tasavvuf Şiiri Antolojisi, İstanbul, 1972
    GÜNDOĞDU Mehmet Kemâl, Müştâk Baba (Divân), İstanbul, 1997
    HANÇERLİOĞLU Orhan, İslâm İnançları Sözlüğü, İstanbul, 1984
    HÜSEYİN VASSAF, Sefine-i Evliyâ, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Böl., No. 2305
    HÜSEYİN VASSAF, Risâle-i Müştâkiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Böl., No. 2320
    HÜSEYİN VASSAF, Risâle-i Müştâkiyye, Ankara Millî Kütüphane, İbni Sina Salonu, No. A 3374
    KADRİ Hüseyin Kâzım, Büyük Türk Lügati, İstanbul, 1928
    KOCATÜRK Vasfi Mahir, Tekke Şiiri Antolojisi, Ankara, 1955
    MÜŞTÂK BABA, Divân-ı Müştâk Şeyh Mustafa, İstanbul Üniversitesi Kitaplığı, No.T 3821
    MÜŞTÂK BABA, Divân-ı Müştâk Baba, Millet Kütüphanesi- Ali Emirî Efendi Böl., No.403
    MÜŞTÂK BABA, Divân-ı Müştâk Baba, Millet Kütüphanesi- Ali Emirî Efendi Böl., No.404
    MÜŞTÂK BABA, Şeyh Mustafa, Müştâk Efendi Ankara Millî Kütüphane, F.B 291
    MÜŞTÂK BABA, Âsârü’l-Müştâk Esrarü’l-Uşşak (Âsâr), Süleymaniye Kitaplığı, Hacı Mahmud Efendi Böl., No. 2421
    MÜŞTÂK BABA, Âsârü’l-Müştâk Esrarü’l-Uşşak (Âsâr), Ankara Millî Kütüphane, İbni Sina Salonu, No. A 4124
    NURBAKİ Halûk, Anadolu Mûcizesi, İstanbul,1986
    ÖZKUL Mustafa, Divân-ı Müştâk Baba, Hayatı ve Eserleri, 1972
    ÖZÖN Mustafa Nihat, Osmanlıca Türkçe Sözlük, İstanbul,1989
    SAFER (DAL) BABA, Tasavvuf Terimleri, İstanbul, 1998
    SÖZER Ahmet Necdet, Tekke Şiiri, İstanbul 1997
    TAHİR-ÜL MEVLEVİ, Edebiyat Lûgati,İstanbul, 1973
    UNAT Faik Reşit, Hicrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1984
    ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1995

    Cevap Yaz
  • Nadir Şener Hatunoğlu
    Nadir Şener Hatunoğlu 26.11.2011 - 16:08

    Saygı ile.. Şiire emek vermiş, gönül vermiş bir büyüğümüzü daha tanımaktan, onur duydum: Müştak BABA.
    Eelbet dizelerin hepsini çevirip özümsediğimi söyleyemem. Ancak, dizelerin derin anlamlı ve şiirsel olduğunu sezdiğimi söyleye bilirm. Şiirin başlığı bile çözüm isteyen bir vurgu: ' Muharremiye -i Müştâk-ı Merhûm. ' Değerli şairimize Tanrı'dan rahmet diliyorum. Antoloji.com/da kayıtlı 'Barış İçin Barış' başlıklı şiirimin girişiyle, büyüğümüzün şiirine eşlik etmek istiyorum:

    ' Bir çocuk gülüşünün terkisinde
    ' Dağları aşmak da ne ki!
    ' Öfkenin ayazında zangırdayan
    - dişlerim hele dursun;
    ' Gözlerimde büyüyen barış güneşlinde,
    ......................
    *Nadir ŞENER HATUNOĞLU: matematikçi-bilim uzmanı*

    Cevap Yaz
  • Que Sera Sera
    Que Sera Sera 26.11.2011 - 15:02

    parmagımı ısırdım Osman Tuglu bey...çok güzeldi:)

    Cevap Yaz
  • Feyzi Kanra
    Feyzi Kanra 26.11.2011 - 12:48

    Orhan bey teşekkürler,Şia yı hafıza tezelensin diye osmanlıca türkçe den baktım aynen şöyle yazıyor.

    Şia Yardımcılar mânâsiyle, Alevilik, Şiilik. İfrat ve tefrit ve dünyevi sebebler yüzünden Ehl-i Sünnet ve Cemaat Mezhebinden ayrılan bir fırka. Bir şahsa taraftar olmak. (Çok açık mukni izâhatını Risâle-i Nur külliyatı Dördüncü Lem'adan okuyunuz.)

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 21 tane yorum bulunmakta