Bir gölgelik vakti için bin satır dökmeye gerek yok.
Kırık bir bardakta toplanıyor gökyüzü,
kan, duman, ve çocukların sessiz çığlığı.
Duvarlarda yitik bir yankı:
Sesimizi duyan var mı?
Duyan var mı?
..
Çocuğum,
Tahtından indi benden önceki çocuklar,
Çocuğum,
Kırıldı nasırlı ellerin sevdası,
Tahtadan atlar,
Bir vakit namazdı,
Herşey aynı,
Dalgalanmaları göklere paralel,
Yüreklerimiz hariç.
Pas tutmuş zaman,
Sokaklardan ülkelere ve oradan da atlaslara,
Yani sıkıştırılmış bir kışlık elbise mekan,
Uzanmasın yolların,
Sis ve barut kokar bu şehir.
Uzanma kuşların göçebeliğine,
İnanma uzun ince yolların,
Adını koyamadığım griliğine.
Sen,
İnce rüyaları,
Bir şubat burukluğuyla,
Yaşarken bağın
bahçenin yazında,
Bir av seremonisi başlar,
Kaç keklik havalandı şu pınar başında
Elim tüfekte Allah’ım
Sorarım,
Dili olsaydı gökyüzü,
Susar mıydı yetim yıldızların gevezeliğine?
Kahverengi dallarını yüceltince bir çınar,
Bir yaprak tuttum sevdiğim,
Sen Adn cennetleri görürken rüyanda,
Ben yaprak olmak istedim sevdiğim,
Ölümün Issız okyanusunda...
Aynada ki yüz gevredi artık,
Güneşe kapanan gözler,
Baktıkça sarıdan kırmızıya dönen bir kan çiçeği.
Rüzgarlar bir sakala toz süpürürler,
Uzaklardansa gelen o hakikatin sesi.
Çölün bir yüreği olsaydı,
Sen varsın diye dönmüyor dünya,
Dön de bir döndürene bak.
Bu surda ki her taş, inmedi senin sırtından,
Yalvaç kayaları dize getirene bak.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!