Fütursuzca tabanlarımı sürttüğüm asfaltın yanık kokusu
Limitsiz devrilen çay kadehleri
Sanat eserine evrilen izmarit kulesi
Ve ardlarında kalan paslı demir tadı
Çok içtiniz efendim yeter
Bilim her şeyi açıklarmış
Külliyen yalan
Misal kalbimi alıp otopsi masasına
Bir milyar parçaya bölseler
Bulamazlar ayak izlerini
Her vakit fırlayacağı an yerinden
Şimdi nerede yalana dair nutuk atanı görsem
Giz tuttuğu yalanların
Üstelik nasır tutmuş gibi derinliklerde
O koskoca yalanlarını düşlüyorum içinde sakladığı
Şimdi nerede ahlaktan nutuk atanı görsem
Bir gün desem ki
Şöyle bir kahve içelim
Acısından hatırından muhabbetinden
Oturup bana ait sahillerin birinde
Şiir okusam
Duraklasam yüzüne baksam
Mezopotamyanın bağrını kavurur
Bağrımızı umutla kavuran yıldız
Siriustan güneşe uzanan
Tanrısal bir bekleyiş bu yıkım
Bağbozuk kentlerde süzülürken
Ve uzun uzadıya süren bu hasret
Hello hav ken ay go tu bebek
Az ilerden otobüse atla kardeşim
Arnavutköyde in çek fotoğraflarını git
On yıllardır sikrıt kast sisteminin tepesindekiler
Ağızlarında senyor ve madam hitaplarıyla ayrışırken halkın iliklerinden
Aşağıdakiler ezilmişliğin öfkesiyle yakıp yıkıyor güzelim dokuları
Bütün evreni senin önüne sermeliyim
Gözlerinden bir yaş akacağı vakit
Bir gülün yaprağı dökülsün
sen ağlama
Senin adın kazınmalı koskoca dağlara
Dağlar senin adınla yeşillenmeli
Zamanın görecesini sokaklarda öğrenenenlerdendik
Yarını yokmuşcasına koşarken bükerdik zamanı
Tozunu attırırdık sokakların patinaj atan bisikletlerle
Yer çekimine meydan okumanın hazzını
Bir çift el üzerinde uçarken yaşardık habersiz
Suskun suskun yol alan dilleriniz
Aşkın kanunu ile sevişmeli şafağın büyüsünde
Şafak savaştan arta kalan zaferler için değil
Arşa yükselen aşklar için doğmalı barıştan toprağıma
Kavga ekiyor bağımıza Süfyanın oğulları
Ey şafak için direnenler
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!