Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1604

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:22

    MUHABBETİN EN MAKBÛLÜ: ALLAH SEVGİSİ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Bize en küçük bir iyiliği dokunan kişiyi severiz ve bağrımıza basarız.Oysa Allah biz insanlara sayısız nimetler veriyor.Onu sevme hususunda niçin ihmâlkâr davranıyoruz.Gerçek mümin,bütün sevgilerin membaının Allah sevgisi olduğunu bilir ve ona göre hareket eder.Bu Müslüman olmanın en bariz gereği ve göstergesidir.Allah’ı bütün mahlûkattan daha çok sevmedikçe gerçek mümin olacağınızı mı sanıyorsunuz?
    Kalplerin sürûra ermesi ancak Allah’a teveccühle mümkündür.Bütün gönüller,Allah’ı ister.Nefisler bu arzunun önüne engeller koyar.Allah sevgisiyle dünya muhabbeti aynı gönülde barınamaz.Kişi bunlardan birini tercih etmelidir.Akıllı insan, Allah sevgisini diğer sevgilere tercih edendir.Kalplerin Rabbine muhabbet duyması ancak ibadetle mümkün olur.Çünkü kişi sevdiğini hiçbir zaman aklından çıkarmaz.İbadetler,Rabbin,zihinde canlı tutulmasına vesile olur.Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde,inananlarla inanmayanların sevgisini mukayese ederek şöyle diyor: “İnsanlardan kimi,Allah’tan başka eşler tutar,Allah’ı sever gibi onları sever.İnananlar ise en çok Allah’ı severler.Zulmedenler,azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çetin olduğunu anlayacaklarını keşke bilselerdi! ”(Bakara S.165.Ayet)
    Demek ki hakiki mümin,Allah’tan başkasına aşırı sevgi duymaz.Sevilmeye lâyık olan ancak Allah’tır.Diğer mahlûkat,Allah’ın bir eseri olduğu için sevilir.Zira usta,eserinin herkes tarafından sevilip beğenilmesini ister.Biz insanların en büyük dostu hiç şüphesiz ki Allah’tır.Kişinin,dostuna muhabbet duymasından daha tabiî ne olabilir?
    Yüce Rabbimiz,müminleri imtihan etmek için onlara belâ ve musibet gönderir.İman sahipleri bu gibi sıkıntılar karşısında sabrederek ahiretteki derecesini ve makamını yükseltir.Allah sevgisi kuru lâfla olmaz.Rabbini seven,onun emir ve yasaklarına uyar.Bilindiği gibi Resulullah Aleyhisselâm,Allah’ın en sevgili kuludur.Kâinatı onun yüzü suyu hürmetine yaratmıştır.Bu nedenle Resulullah’ı canından çok sevmedikçe Allah sevgisine vakıf olamayız.Dil ile ikrar etmek, sevgi için kâfi bir ölçü değildir.Gönüllerimiz O’nun sevgisiyle yanıp tutuşmalıdır.
    Müminin Rabbine duyduğu muhabbet ne nimetle çoğalır, ne de külfetle azalır. Çünkü O karşılıksız sever. Sevgide menfaat aranmaz. Rabbimizin sevgisini iliklerimizde hissetmek istiyorsak kalbimizdeki dünyevî sevgilerin tamamını atmalıyız. Allah sevgisi kalplere zikirle nakşolur. Zira kişi, sevdiğinin adını dilinden düşürmez. Rüyalarında bile kendi adını sayıklar durur. İçinde sevgi bunmayan kalp, taş gibi hissizdir. Bunu büyük mutasavvıf Yunus Emre şöyle ifade eder:
    “İşidün iy yârenler ışk bir güneşe benzer
    Işkı olmayan gönül misâl-i taşa benzer.”
    Sevgi ve menfaat bir arada bulunmaz.Yukarıdaki beytin şâiri olan Yunus Emre,diğer bir kısım şiirlerinde,varlığa sevinmediğini,yokluğa yerinmediğini; Allah’ın aşkıyla avunduğunu dile getirmiştir.Cennet ve cehenneme de iltifat etmemiştir bunun gibi Allah dostları.Zira belli bir menfaat karşılığı zuhur eden sevgi,o menfaatin yok oluşuyla birlikte kaybolur.Kişi,Rabbini seviyorsa ölümden korkmaz.Zira ölüm Allah’a kavuşmadır.Sevgililerin en büyük gayesi vuslat değil midir? Mevlâna gibi,ölüme “Şeb-i Arûs(Düğün Gecesi) diyebiliyorsanız mübarek bir aşk üzeresiniz.Dünyanın en bahtiyar insanısınız.
    Resulullah’ın dediği gibi: “Allah’ın kullarına olan şefkat ve merhameti,şefkatli bir annenin çocuğuna olan şefkat ve merhametinden daha üstündür.” Allah,biz mümin kullarını böyle büyük bir aşkla ve şevkle seviyorken,biz ne diye gönlümüzü dünyevî mahbuplarla dolduruyoruz? Eğer kazançlı bir iş yapmak istiyorsanız,kalbinizin paslarını manevî zımparayla silerek,bu köşkü Allah sevgisiyle nurlandırın.Böylelikle her iki dünyanızı da mamur etmiş olusunuz.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:22

    AMELLER NİYETLERE GÖREDİR

    M.NİHAT MALKOÇ

    İnsanı diğer varlıklardan ayıran,onun düşünme ve idrak edebilme kabiliyetidir.Bunun dışında,öteki canlılardan çok fazla bir farkımız yoktur.Hatta benzerliklerimiz,farklılıklarımızdan daha çoktur.Hayvanlardan ayrılan en bariz yönümüz,sorumluluk duygusuna sahip olmamızdır.Öteki canlılar sezgiyle hayatlarını yönlendirirken insanlar mantık çerçevesinde hareket ederler.Akıl nimeti sayesinde faaliyetlerimizi şuurlu yaparız.
    Allah,insanı belli bir kader çizgisinde yaratmıştır.Doğumdan ölüm anına kadar,başımıza gelecek olan hadiseler,levh-i mahfuzda yazılıdır.Fakat biz onlardan haberdar değiliz.Bir saat sonra neler yaşayacağımızı bilemeyiz.Gelecek günler için harıl harıl planlar yaparız.Oysa her şey evvelden planlanmıştır.Bu durum bizim sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaz.Vesileleri kendi cüzi irademizle ortaya koyuyoruz.
    Hayatımız hep niyetler üzerine kuruludur.Her daim bir şeyler yapmak için niyetler ederiz.Yaptığımız işleri belli amaçlar uğruna gerçekleştiririz.İslâm inancına göre niyetler çok önemlidir.Yapılan işler, kişinin niyetine göre ehemmiyet kazanır.Niyet hususunda yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Göklerde ne var,yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.Siz içinizde olanı açıklasanız da,saklasanız da,Allah onu bilir ve onunla sizi hesaba çeker.(Sonra da ameline ve niyetine göre) dilediğinin günahını bağışlar,dilediğine azap verir.Allah’ın kudreti her şeye yeter.”(Bakara S.284.Ayet)
    Allahü Tealâ,insanların yaptıklarını da,yapmak istediklerini de,neyi niçin yaptığını da en iyi bilendir.O içimizden geçenleri de bilmeye gücü yetendir.Hâl ve hareketlerimizde Allah rızasını gözetmeliyiz.Gösteriş için yapılan ibadetlerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur.Her işimizde samimiyeti esas almalıyız.Başkalarına hoş görünmek,riyakârlık ve hodkâmlık amellerin en büyük düşmanıdır.
    Bazı insanlar çok ibadet yapmalarına rağmen,niyetleri salih olmadığı için amellerinin kendilerine faydası olmaz.Bazıları da az ama ihlaslı ibadetleriyle cennete gitmeye hak kazanırlar.Bu misal,niyetin önemini gösteriyor bizlere.Bununla ilgili olarak Resulullah Efendimizin çok mühim bir hadis-i şerifi mevcuttur: “Muhakkak ameller(her türlü işler) ancak niyetlere göre değer kazanır.Ve şüphesiz her insan,(neye niyet etmişse,kendisine) ancak niyet ettiği şeyin karşılığı vardır.Bu hâle göre kimin hicreti(teveccüh ve hedefi) Allah’a ve Resulüne ise onun hicreti(göçü) Allah’a ve Resulünedir.Ve kimin hicreti elde etmek istediği bir dünya malına veya evlenmek istediği bir kadına ise bunların göçü de elde etmek istedikleri şeyedir.”
    Yukarıda zikrettiğimiz hadis,niyetin dinimizce ne kadar ciddi bir mesele olduğunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.Niyetsiz yapılan işler,iradesiz işler sınıfına girer.Fiiliyata intikal etmeyen niyetlerin bir önemi yoktur.Niyetler davranış hâline dönüşünce günah veya sevapla karşılık bulurlar.Niyetsiz yapılan amellerin bir değeri yoktur.Meselâ niyetsiz namaz kılınmaz,oruç tutulmaz,hac farizası yerine getirilemez.Şayet bu hâliyle yapılsalar bile Allah katında ibadet hükmü taşımazlar.Bunlarda niyet etmek farzdır.
    Bir insan çok fakir olsa,zengin olması hâlinde Allah yolunda tasadduk edeceğini düşünse,onun niyetinin halisliği,bu düşüncesini ibadet hükmüne dönüştürür.Allah ona,o işi yapmış gibi sevap yazar.Tabiki bunun aksi de geçerlidir.Bunun yanında,muamelâtla alâkalı işlerde niyet,ibadetlerdeki niyet kadar mühim değildir.Ne mutlu halis niyetle salih amel işleyenlere! ...

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:22

    ŞEFAAT YA RASULALLAH! ..

    M.NİHAT MALKOÇ
    Şefaat kelimesinin anlamı bir şeye bir mislini daha ekleyerek çift kılmak, tek olan bir şeyi bir başka şeyle birleştirmektir.Bu kelime dinî bir terimdir.Dinî manası “kendisine şefaat götürülen makamdan birisinin yaptığı günah ve suçtan geçmesini istemek” veya “kendisine şefaat götürülen kimseden şefaat edilecek olan kimse hakkında bir şey istemek”tir.
    Aslında şefaat bir istek ve duadır.Güç ve kudret şefaat edende değil,aksine şefaat arzusunun sunulduğu yüce Allah’tadır.Bilindiği gibi dünyamız Peygamber Efendimizin yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır.Allah,Peygamber Efendimiz için “Habibim(Sevgilim) ” ifadesini kullanıyor.Yani onu çok seviyor.Onun için Resulullah’ın ümmetine şefaat yetkisi vardır.O bağışlanmasını istediği kullar için dua ederek Allah’tan mağfiret ister.Allah da onun bu dileğini tereddütsüz yerine getirir.Yoksa Peygamberimizin hiç kimsenin günahlarını affetme yetkisi yoktur.Aksini düşünmek insanı şirke kadar götürür.
    Şefaate erişmek için belli kıstaslar vardır.Bir kere her şeyden önce mümin olmak gerekir.Bu da mutlak yeterli bir ölçü değildir.Aşağıdaki ayet bu hususta bize yol göstermektedir:
    “Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur’ân’la) (şunu) hatırlat ki, bir kişi, kendi yaptıklarıyla helâke düşmesin; (böylesinin) Allah’tan başka ne bir dostu, ne de bir şefaatçisi vardır; (amelinin elinden kurtulmak için) her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez...”(En’am s.70.Ayet)
    Nimete nankörlük edenler,şeytanı yoldaş edinenler,kıyamet gününe inanmayanlar,dinlerini oyun ve eğlence yerine koyup alay edenler,zalimler ve müşrikler şefaatten istifade edemeyeceklerdir.Resulullah Efendimizin şefaat hususunda pek çok mübarek hadisi mevcuttur.İşte onlardan bazıları:
    “Bana, benden öncekilere verilmeyen beş şey verilmiştir... ve bana, benden önceki hiçbir peygambere verilmeyen şefaat verilmiştir...”
    “Kim benim için vesile isterse, şefaate ulaşır.”
    “Şefaat edin ki, şefaat edilesiniz ve yüce Allah Peygamberinin diliyle istediğini yapsın.
    “Benim şefaatim, ümmetimden büyük günahlar işleyenlere ulaşacaktır.
    “Cennette ilk şefaat edecek olan benim.”
    “Her peygamberin ettiği bir duası var; ben ise duamı, kıyamet günü ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum.”
    “Her peygamberin dünyada gerçekleşen bir duası vardır; ben ise duamı ümmetime şefaat için sakladım. Ben kıyamet günü Adem oğullarının efendisiyim... Sonra denilecek ki başını kaldır; söyle, kabul edilsin; iste, verilsin; şefaat et, şefaatin kabul edilsin.” Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Bunun üzerine ben başımı kaldırıp diyeceğim ki: ‘Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim! ’ Bunun üzerine bana; ‘Kalbinde şu ve şu olanları cehennemden çıkar’ denilecek; ben de onları dışarı çıkaracağım.”
    “Birisinin ezan okuduğunu duyduğunuzda onun söylediklerini tekrarlayın. Sonra bana rahmet dileğinde bulunun; kim bana rahmet dileğinde bulunursa, bunun karşılığında Allah ona on kez rahmet eyler ve sonra benim için vesile isteyin; bu, cennette Allah’ın özel kullarından birine yakışan bir makamdır ve ben Allah’ın o kulu olmayı arzuluyorum; öyleyse kim benim için vesile isterse, şefaate ulaşır.”
    “Benden sonra ümmetimin karşılaştığı şeyi gördüm... Bunun üzerine, (Rabbimden) kıyamet günü onlar hakkında şefaat etmeye sahip olmayı istedim ve bu isteğim verildi.”
    “Ümmetimden ‘cehennemlikler’ denilen bir grup benim şefaatimle ateşten dışarı çıkacak.”
    “İnşallah, benim şefaatim Allah’a bir şeyi ortak koşmayarak ölen kimseye ulaşacaktır.”
    “Bizim şefaatimiz var; bizi sevenlerin de şefaati vardır.”
    Rabbim bizleri şefaate nail kullarından eylesin.
    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:20

    KIRK HADİS IŞIĞINDA

    M.NİHAT MALKOÇ

    Peygamberimizin mübarek sözlerine “hadis-i şerif” diyoruz.Hadisler,dünyevî ve uhrevî hayatımızı nasıl tanzim edeceğimizi öğretir.Her insan Kur’an-ı Kerim’den mana çıkaramaz.Hadisler,Kur’an-ı Kerim’in herkes tarafından kolaylıkla anlaşılmasını sağlar.
    Peygamber Efendimizin binlerce hadisi mevcuttur.Bu mübarek sözler bizlere kılavuzluk etmektedir.Efendimizin hadislerini; yakın çevresinden ve sahabelerden öğreniyoruz.Hz.Aişe,Ebu Hureyre gibi zatlar en çok hadis rivayet etmiş kişilerdir.
    Hadisler sözlü gelenekle günümüze ulaşmıştır.Bu nedenle hangisinin doğru,hangisinin uydurma olduğunu kestirmek zordur.Bunu engellemek için altı büyük hadis kitabında ortak olan hadisler alınarak “Kütüb-i Sitte” adıyla bir araya getirilmiştir.Bunlar doğruluğu ispatlanmış hadislerdir.Çünkü pek çok muhaddis bu sözlerin doğruluğunu ve hadis olduğu gerçeğini kuvvetli delillerle ileri sürmüşlerdir.
    Hz.Muhammet(SAV) ’in özellikle kırk büyük hadisi “Hadis-i Erbain” pek çok İslâm âlimi tarafından tefsir ve tercüme edilerek insanlığın hizmetine sunulmuştur.Hatta bazı şâirler bu seçkin hadisleri manzum olarak dile getirmişlerdir. “Kırk Hadis” bize ameli konularda ışık tutmaktadır.Şimdi bu hadislere değinmek istiyorum.Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:
    “Her kim,duyulsun diye bir iş işlerse Allah onun kıymetsizliğini duyurur.Her kim de gösteriş olsun diye bir iş yaparsa Allah da onun gösteriş yapmasını ve değersizliğini ortaya çıkarır.”
    Günümüzde bu hadis-i şerife muhatap olan kişilerin sayısı az değildir.Gösteriş hevesi hâl ve hareketlerimizi yönlendiriyor.Bu uğurda avuç avuç paralar sarfediyoruz.Desinler,bilsinler,tanısınlar,özensinler diye har vurup harman savuruyoruz.Sonuçta insanlığımızı bir hiç uğruna kaybediyoruz.
    Resulullah,ellerini açarak kemâl-i ihlasla şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Acizlikten,tembellikten,korkaklıktan,(yerinden kalkamayacak derecede) ihtiyarlıktan sana sığınırım”
    Acizlik,tembellik ve korkaklık insanı zelil eden,istenmeyen davranışlardır.Bu hâl üzere olanlarda şahsiyet aranamaz.Kişiliğin temel dinamikleri cesaret,çalışkanlık ve iktidar gücüdür.Böyle hasletlere ulaşma azmini taşımalıyız.
    Hz. Muhammet(SAV) barışın tesisi hususunda şöyle diyor: “İnsanlar arasını düzelten,bunun için hayırlı söz söyleyen ve hayırlı söz ulaştıran kimse yalancı değildir.”
    İnsanlar arası ilişkilerin sağlıklı yürümesi karşılıklı anlayış ve sevgiyle mümkündür.Kavga ve gürültü hiçbir zaman iyi sonuçlar vermez.Fertler haysiyetli olursa toplum da ruhen ve madden güçlü olur.Onun için dargınlıklara ve kavgalara mahal vermemeliyiz.İnsanların arasını düzeltmeliyiz.
    Peygamberimiz yalan konusunda da şöyle buyuruyor: “Yalan kötülüğe,kötülük cehenneme götürür.İnsan yalancılık yapa yapa nihayet Allah katında yalancılardan yazılır”
    Yalan ile iman bir arada bulunamaz.Kişi tercihini ortaya koymalıdır.Yalanın cehenneme götürdüğü gerçeğini gözardı etmemeliyiz.Ya olduğumuz gibi görünmeli,ya da göründüğümüz gibi olmalıyız.Allah,bizleri yalandan ve yalancılardan korusun.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:19

    İSLÂMİYET IRKÇILIĞI LÂNETLEMİŞTİR

    M.NİHAT MALKOÇ

    Allah,dünyayı yarattıktan sonra Hz. Adem Aleyhisselâmı halketmiştir.Onun sol kaburga kemiğinden de eşi Hz.Havva’yı vücuda getirmiştir.Bu çift,zamanla çoğalarak bugünkü insanlığın oluşumuna zemin hazırlamıştır.Yüce Rabbimiz bu durumu şu ayette dile getiriyor:”Ey insanlar,hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.Sizi,sırf birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlerle,küçük küçük kabilelere ayırdık.Şüphesiz ki,sizin Allah nezdinde en şerefliniz,takvaca en ileri olanınızdır….”(Hucurat S.13.Ayet)
    Demek ki birbirinden farklı gelenek ve göreneklere sahip toplumların varlığı,karşılıklı dayanışma ve işbirliği içindir.Oysa günümüzde,bırakın ülkeler arası dostluğu,komşular bile birbiriyle davalıdır.İlâhî nizam rafa kaldırılırsa olacağı budur.
    İnsanların ve toplumların birbirinden farklı hususiyetlere sahip olması çok kere tefrikaya sebep olmuştur.Özellikle ırk farklılıkları kavgaların ve ayrılıkların ana kaynağını teşkil etmiştir.Oysa hepimizi Allah yarattı.Hiçbirimizin yaratılış itibarıyla kişisel üstünlüğü yoktur.Cenab-ı Rabbi’l-Âlemin,değişik ayetlerde üstünlüğün ancak takva ile olacağını belirtmiştir.Kim Allah’ın emir ve yasaklarına hakkıyla riayet ediyorsa,Allah katında üstün olan O’dur.Bunun dışındaki üstünlük iddiaları hep boştur.
    Dünya, kurulduğundan beri pek çok kişisel ve beynelmilel kavgaya sahne olmuştur.Bunların pek çoğu ırkçılığa ve sömürüye dayanır.Milletler arası anlaşmazlıklardan Müslümanlar da üzerine düşen payı almıştır.Hatta Müslüman devletler,birbirleriyle savaşmaktan bile çekinmemiştir.Oysa müminler ancak birbirinin kardeşidirler.Bu kardeşlik imanîdir.Demek ki Müslümanlar iman hususunda yeterince kemalâta erişmemişlerdir.Oysa Allah ve Peygamber gibi dinî unsurlar,müminlerin vazgeçilmez ortak değerleridir.Müslümanlar iman bağıyla birbirine bağlanmalıdır.Bunun ihmali,büyük bir sorumluluğu beraberinde getirir.Zira bu gibi imanî meseleler hassastır.
    Allah,ırkçı bir mantıkla hareket ederek Müslümanlara zulmedenleri lânetlemiştir.Zira iman bağı,kan bağından çok daha ileridir.Hz.Nuh’un oğlu,Nuh Tufanı esnasında,iman etmeyen ve babasının bütün yalvarmalarına rağmen gemiye binmeyen gürûhun yanında yer almıştı.Nuh Aleyhisselâm bu duruma çok üzülmüş ve Allah’tan,onun kurtulmasını istemişti.Fakat Allah onun bu talebini kabul etmemişti.Çünkü Hz.Nuh’un oğlu şirk bataklığına saplanmıştı.Demek ki mensup olduğumuz ırk,övünme vesilesi değildir.Bir büyük Peygamberin oğlu bile şirke düşünce,yaratılanların en sefili olarak muamele görüyor.Peygamberimiz pek çok hadis-i şerifinde insanları birbirine düşüren ırkçılık belâsına değinmiştir:
    “…Allah indinde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır.Arap’ın Arap olmayan(Acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur.Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur.Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur.Beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur.Üstünlük sadece takva iledir.”
    İslâm dini,insanları kavimleri bakımından tasnife tabi tutmamıştır.İnancımıza göre yeryüzünde iki ayrı millet vardır.Bunlar iman ve küfür milletidir.İman milletinden olanlar kurtuluşa erenlerdir.Peygamberimiz:'Kişi kavmini sever” diyerek kavim sevgisinin meşrû ölçüler dahilinde olması hâlinde kerih görülmediğini vurgulamıştır.Yasak olan şey,kendi ırkını diğerlerinin üstünde ve ayrıcalıklı olarak görmektir.Müslüman,kendi ırkından olan kâfiri,müslümana tercih edemez.Irk bağı,iman bağından üstün tutulamaz.Rabbim bizleri iman bağını,ırk bağından üstün tutan gerçek müminlerden eylesin.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:18

    DUA MÜMİNİN SİLAHIDIR

    M.NİHAT MALKOÇ

    Dua, Allah’a karşı rağbet,niyaz,yalvarış,tazarru,salât,namaz; Cenab-ı Hakk’tan hayır ve rahmet dilemek; Allah’ın rızasını,hidayet ve istikamete muvaffakiyeti dilemek,yalvarmak; Peygamber(A.S.M.) ’a salâvat getirmek; birisini çağırmak; birisini bir şeye sevketmek; bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek mânâlarına gelmektedir.(Yeni Lügat-Abdullah Yeğin)
    Bu fâni dünyada Allah’tan başka dayanacağımız her şey yıkılmaya mahkûmdur.Onun için kâinatın mutlak hakimi olan Allah’a yalvararak,ondan yardım istemeliyiz.Yani daima Rabbimize dua etmeliyiz.Çünkü dua etmek Allah’la konuşmak gibidir.Bu mübarek rahmet kapısını her zaman açık bırakmalıyız.Duanın faziletine ilişkin Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet mevcuttur:
    “Kullarım,sana benden sorarlarsa(söyle) :Ben(onlara) yakınım.Bana dua edince dua edenin duasına karşılık veririm.O hâlde onlar da bana karşılık versinler,bana inansınlar ki,doğru yolu bulalar.(Bakara S.186.Ayet)
    “Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin,çünkü O,haddi aşanları sevmez”(Araf S.55.Ayet)
    “Rabbiniz buyurdu ki:Bana dua edin,duanızı kabul edeyim.Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler,aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.”(Mümin S.60.Ayet)
    “…Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor…”(Neml S.62.Ayet)
    Biz kullar,Allah verirse rızıklanırız.Her halükârda ona muhtacız.Vesilelere rağmen,nimetleri veren Rabbimizdir.Fakat nefis ve şeytan,biz insanları duadan men etmek için olmadık hilelere başvurur.Akıllı mümin şeytanın desiselerine yem olmaz.Cüzi aklını kullanarak ısrarla ve samimiyetle Rabbine dua ederek ondan helâl rızık talep eder.
    Allah’tan istediklerimizin meşru ve helâl nimetler olması gerekir.Aksi hâlde günah işlemiş oluruz.Meselâ şans oyunlarında başarılı olmak için dua ve niyazda bulunmak uygun değildir.Dua eden insan,Rabbine güven duymalıdır.Meşru isteklerinin gerçekleşeceğine inanmalıdır.Çünkü Allah’ın hazinesi sonsuzdur.Yeter ki niyetimiz halis olsun.Duanın ehemmiyeti hususunda Resulullah Efendimizin mübarek hadis-i şerifleri vardır:
    “Allah indinde duadan daha kıymetli bir şey yoktur.”
    “Dua rahmetin anahtarıdır.”
    “Dua müminin silahı,dinin direği,semavat ve arzın nurudur.”
    “Dua kazayı def eder.”
    “Dua,gelmiş olan musibet için de,henüz gelmemiş olan musibet için de faydalıdır.”
    “Mazlumun bedduasından kaçının,kâfir bile olsa.Zira onun duasının önünde perde yoktur.”
    “Rabbimiz ikramı bol ve haya sahibi bir Rabdır.Ellerini kendisine uzatan kulunun ellerini boş çevirmekten utanır.”
    “Kulun Rabbine en yakın olduğu an,secdede olduğu andır.Secdede çok çok dua ediniz.”
    İnsanların bir kısmı dualarının kabul olmadığından yakınır.Aslında her duanın,sahibine faydası vardır.Allah dua eden kişiye bazen istediğini verir; bazen de ettiği duadan dolayı günahının bir kısmını bağışlar; bazen de ahirette cennet olarak karşılığını verir.Biz insanlar sabırsız ve tahammülsüz olduğumuzdan ötürü,duamızın işe yaramadığı hükmüne varırız.Oysa dua bir ibadet türüdür.Her ibadetin karşılığı muhakkak vardır.
    Özellikle mübarek gün ve gecelerde yapılan dualar çok makbûldür.Duamızın çabucak kabul olması için helâl rızıkla beslenmeliyiz.Allah’tan günah şeyler istememeliyiz.Rabbim bizleri duayı çokça edenlerden ve duası kabul olanlardan eylesin.(Amin)

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:18

    ALLAH,NE GÜZEL VEKİLDİR

    M.NİHAT MALKOÇ

    Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticesini Allah’tan beklemeye tevekkül,bunu yapana da mütevekkil diyoruz.Mütevekkil insan,sebeplere tevessül ettikten sonra sonucunu Allah’a bırakır.Ondan gelene rıza gösterir.Kaderine razı olur.Hakka güvenir.Üzüntü ve endişeden uzak olur.Kendisinde tam bir teslimiyet hâli görülür.
    İnsanoğlunun pek azı tevekkülü hakiki mânâda anlayabilmiştir.Oysa iş, “Tevekkeltü” (Ben tevekkül ettim) demekle olmuyor.Her şeyden evvel,işin elimizden gelen kısmını hakkıyla ifa ettikten sonra tevekküle başvurmalıyız.Aşağı yatıp da Allah’a tevekkül edilmez.Sebepleri göz ardı etmemeliyiz.Rabbimiz kullarının rızkını sebeplere büründürerek veriyor.Merhum Mehmet Akif,tevekkülün gerçek manasını idrak etmeyenlere bakın nasıl çıkışıyor:
    “Çalış dedikçe şeriat,çalışmadan,durdun,
    Onun hesabına bir çok hurafe uydurdun!
    Sonunda bir de TEVEKKÜL sokuşturup araya,
    Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya! ”
    Akif’in, portresini çizdiği insan tipi, tevekkülü hakkıyla anlamayanlardır.Mütevekkiller elinden gelen bütün imkânları kullanarak,üzerine düşen görevi yerine getirir.Kendi gücünün yetmeyen kısmını Rabbine bırakır.Meselâ bir öğrenci,gece gündüz demeden çalışarak başarı yolunda koşar.Gayretlerinin karşılığını almak için Allah’a yalvarır.Bunun yanında bir çiftçi tarlasını sürer gübresini koyar,tohumunu eker,gerektiğinde sular ve geri kalan kısmını Rabbine havale ederse hakiki ve makbûl bir tevekkül etmiş olur.Çünkü tevekkül Allah’a dayanmak ve ona güvenmektir.Allahü Tealâ,Kur’an-ı Kerim’in değişik ayetlerinde tevekkülü teşvik etmektedir:
    “…Müminler Allah’a dayansınlar.”(Maide S.11.Ayet)
    “Eğer(inanmaktan) yüz çevirirlerse de ki:Allah bana yeter! ”(Tevbe S.129.Ayet)
    “Ve ölmeyen(diri) e tevekkül et ve O’nu överek tesbih et”(Furkan S.58.Ayet)
    “Gaalip ve esirgeyen (Allah) ’a tevekkül et.”(Şuara S.217.Ayet)
    “Allah’a tevekkül et,çünkü sen apaçık gerçek üzerindesin.”(Neml S.79.Ayet)
    “Allah’a dayan; vekil olarak Allah yeter.”(Ahzab S.3.Ayet)
    “Allah kuluna kâfi değil mi? ...”(Zümer S.36.Ayet)
    “…Yalnız onu vekil tut.”(Müzzemmil S.9.Ayet)
    “Allah bize yeter,O,ne güzel vekildir.”(Âl-i İmran S.173.Ayet)
    Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi Allah,kullarından kendisini vekil tayin etmelerini istiyor.Böyle yapanların kurtuluşa ereceklerini ve bol bol rızıklanacaklarını müjdeliyor.Aslında tevekkül, büyük bir rahat ve güven verir insana.Yüce Rabbimiz bütün canlıların rızkını vereceğini vaat ediyor.Bunu doğumdan ölüme dek gerçekleştiriyor.Kul,hangi hakla kalkıp Allah’ın taksimatına karşı itirazda bulunuyor? Tevekkülle alâkalı Resulullah Aleyhisselâm Efendimizin de çok muteber ve mübarek sözleri vardır:
    “Ey ümmetim! Siz,Allah’a hakkıyla tevekkül etseniz,kuşların rızkını nasıl veriyorsa,sizin rızkınızı da öylece verir.Kuşlar sabahleyin yuvalarından aç çıkar,akşamleyin yuvalarına tok dönerler.”
    “Allah’a tevekkül,insanlardan(bir şey) beklememektir.Zira insanlar bir şey veremez ve verilenlere de engel olamazlar.”
    “Allah’a tevekkül eden ve onun kazasına razı olan kimse,istemekten kurtulacağı gibi kederden de rahat bulur.”
    Tevekkül edenler,başkalarına kul ve köle olmaktan kurtulurlar.Allah muhakkak ki kullarına zulmetmez.Onlara merhamet eder.Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin dediği gibi:
    “Mevlâ görelim neyler/Neylerse güzel eyler.”
    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:18

    ÖLÜMÜ İLİKLERİMİZDE HİSSETMEK GEREK

    M.NİHAT MALKOÇ
    “Dünyada en akıllı insan kimdir? ” diye bir soru sorulsa,inanıyorum ki pek çoğumuz: “Çok çalışarak geleceğini garanti altına alan ve çoluk çocuğuna iyi bir miras bırakandır.” diye cevap veririz…Veya bu manaya gelen değişik cevaplar…Oysa durum hiç de öyle değildir.Dünya için çalışan,uhrevî hayatı çok uzaklarda görenler muhakkak ki büyük bir çıkmazın eşiğindedirler.Zira Resulullah Efendimize yukarıdaki sual sorulduğunda hiç tereddüt etmeden şu cevabı vermişlerdir: “ Müminlerin en akıllısı ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonrası için en iyi hazırlığı yapandır.İşte bunlar en akıllı kimselerdir.”
    Biz insanlar ya çok cesuruz, ya da biraz deli dolu! ..Rabbimiz ısrarla “Her nefis ölümü tadacaktır”(Enbiya s.35.Ayet) diyor.Bizler bu kat’i fermana rağmen gündelik işlerle zamanı,bir değirmenin tahılı öğüttüğü gibi öğütüyoruz.İnsanlık tarihinde ölümden kaçabilen veya ölümü öldürebilen bir cengâver çıkmamıştır.Ölümle boy ölçüşmeyi bir kenara bırakın,bir kısım hastalıklarla da boy ölçüşememişlerdir.Ecel vakti gelince,bu zamanı hiç kimse ne bir dakika öne,ne bir dakika geriye alabilmiştir..Dünyanın neresinde olursanız olun,ölüm sizi ağına düşürecektir.Çağın üstün teknolojisinin önlem alamadığı tek hakikattir ölüm! ..Oysa buna rağmen insan,hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışır.Oysa en kârlı ticaret,yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışmaktır.
    İnsanlarda ebedî yaşama arzusu hat safhadadır.Bu aslında ahiretin varlığına bir işarettir.Yüce Rabbimiz,bütün duyguların tatmini için sebepler yaratmıştır.İnsana ebedîlik hissi veren bir Yaratıcı’nın ebedî bir sığınak olan ahireti yaratmaması düşünülemez.Çünkü tatmin edilemeyen bir duygunun varlığı (haşa) abes olurdu.
    Ölümden kaçmak,onun bize ulaşmasına engel teşkil etmez.Kendinizi dünyevî mahbûplarla oyalamakla ölümü unutacağınızı mı sanıyorsunuz? Aklınızdan kovmaya çalıştığınız o ölüm asla sizi unutmayacaktır.Azrail adlı o mübarek melek,günün birinde yakanıza yapışarak ilâhî emaneti alıp,sahibine geri götürecektir.Böylelikle manen tebdil-i mekân etmiş olacaksınız.Bu hususta yüce Allah’ın şu ayeti o büyük hakikati tüm çıplaklığıyla bütün insanlara,özellikle inkârcıların yüzlerine vurmaktadır: “(Ey Resulüm! Onlara) de ki:-Haberiniz olsun,o kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak gelip size kavuşacaktır.Sonra,hem gizliyi,hem aşikârı bilen Allah’a döndürüleceksiniz de o size neler yaptığınızı haber verecektir.(buna göre sizi cezalandıracaktır.) (Cuma s.8.Ayet)
    Hayat aslında bir rüzgârın esip geçmesi kadar kısa bir zaman dilimidir.Göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçiyor.Sevgili annem “Sayılı gün çabuk geçer oğlum! ” derdi.Bunu şimdi daha iyi anlıyorum.Bazı şeylerin farkına varabilmek için zamana ihtiyaç vardır.
    Ölüm,hayatı tazelemektir aslında! ..Yeni doğanlar,ölenlerin yerini alarak hayata bambaşka bir renk ve dinamizm katıyorlar.Şevket RADO,aşağıdaki şiirinde hayatı bir sinemaya benzeterek şöyle diyor:
    “Güneş yine doğacak tepelerden
    Bu gökyüzü yine mavi kalacak
    Şarkılar yükselecek bahçelerden
    Ne çare ki giden gitmiş olacak.

    Gerek yoktur ağlayıp sızlamaya
    İzin yoktur düzeni kınamaya
    Başkaları gelecek sinemaya
    Bizim için film bitmiş olacak.”

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:16

    VATAN SEVGİSİ
    İMANDANDIR
    M.NİHAT MALKOÇ

    Aynı gelenek ve görenekleri paylaştığımız,dinî ve içtimaî değerlerle adeta etle kemik gibi bütünleştiğimiz toprak parçasına “vatan” diyoruz.Vatan,alelâde bir toprak parçası değildir.Toprağı vatan yapan bir kısım maddî ve manevî değerler mevcuttur.Töre,dil,din ve tarih bunların başında gelir.Bu unsurlar birlik ve beraberliğimizin çimentosudur.Onlara sımsıkı sarıldığımız müddetçe gerçek kimliğimizi muhafaza etmiş oluruz.Bu değerlerden kopanlar,günün birinde melez bir varlık oluverirler.
    Ülkemiz dört bir tarafı değişik hususiyetlerle bezenmiş,adeta cennetten çalınan bir ülkedir.Pek çok mevsimi bir arada yaşama imkânına sahibiz.Palandöken’de buzlar üzerinde kayarken,Marmaris’in sımsıcak sularında rahatlıkla denize girebilirsiniz.Memleketimizde her inançtan olan insanlar,istedikleri gibi inançlarının gereklerini yerine getirebilmektedirler.Gayri müslimlere asla hor bakılmamaktadır.Bu da çok renkli bir mozayık vücuda getirmektedir.Bu yönüyle,sözüm ona,çağdaş Avrupa ülkelerinden daha ileri olduğumuzu söyleyebiliriz.Bundan 500 yıl önce baskı ve zulümden kaçan Yahudileri himayemize alıp,onlara kucak açtığımız da dünyanın malûmudur.Böyle merhametli insanlardan müteşekkil bir ülkeye,hiç kimsenin insan hakları dersi vermeye hakkı yoktur.
    Bu vatan için yüz binlerce şehit verdik.Güzel ülkemizi hiç kimseye peşkeş çekmeye niyetimiz yoktur.Bu topraklarda doğduk,bu topraklarda öleceğiz.Ruhumuz ve cesedimiz ecnebi topraklarda huzur bulamaz.Mehmet Akif’in dediği gibi:
    “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ,
    Şühedâ fışkıracak,toprağı sıksan,şühedâ,
    Canı,cananı,bütün varımı alsın da Hüdâ,
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.”
    Türk Milleti çok temiz ve aydınlık bir mâziye sahiptir.Tarihimiz Türk’ün şeref levhalarıyla doludur. “Keşke böyle olmasaydı” diye pişmanlık duyacağımız hadiseler yok denecek kadar azdır.Tarihî geçmişimiz derken,tabiki altı yüz yıllık Osmanlı devresini de içine katıyoruz.Çünkü Türkiye Cumhuriyeti,Osmanlı Devleti’nin enkazı üzerine kurulmuştur.Bizler Osmanlı’nın devamı olmaktan gurur duyuyoruz.Her ne kadar kimliğini yanlış adreslerde arayan bir kısım insanlar,bundan rahatsız olsa da hakikat budur.Biz ne kadar bu gerçeği inkâr etsek de Avrupalılar bize,Osmanlı’nın torunları gözüyle bakıyor.Bu durumdan hiç de rahatsız değiliz.Çünkü ecdadımız taa Viyana önlerine kadar giderek,ne kadar kahraman bir millet olduğunu tüm dünyaya ispatlamıştır.
    Milletimiz şanlı mâzisinden yola çıkarak daha büyük işler yapmalıdır.Bu da ancak vatanını bir ibadet aşkı ve şevkiyle sevmekle mümkün olur.İyi ve kötü günlerimizde,dosta düşmana karşı sımsıkı kenetlenmeliyiz.Böylelikle düşmanımızı çatlatmış,dostumuzu sevindirmiş oluruz.Başarı ancak milletçe tek yumruk olmakla kazanılabilir.Peygamber Efendimizin dediği gibi: “Vatan sevgisi imandandır.” Şayet vatanımıza ve milletimize husumet besliyorsak imanımızı bir kez daha gözden geçirip tazelememiz lâzımdır.Unutmamak gerekir ki bu güzel vatan belli bir zümrenin değil,aksine hepimizindir.Bu gemiyi batırırsak,istisnasız hepimiz suya gömülmüş olacağız.İslâm’ın bayraktarlığını yapmış olan bu milleti sevmek,aynı zamanda Müslümanlığın da bir gereğidir.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:16

    NİMETE ŞÜKÜR
    ESASTIR
    M.NİHAT MALKOÇ

    Biz insanlar,pek çok hareketimizle kendi bünyemizde tezat oluştururuz.İnsanlar bize herhangi bir şey verince teşekkür eder,hatta çok kere karşısında iki büklüm oluruz.Fakat nimetlerin mutlak sahibi olan Allah’a teşekkür etmeyi her nedense ihmal ederiz.Oysa insanlar nimetin asıl sahibi olan Cenab-ı Allah’a şükretmelidir.İnsanlar mevcut nimetleri birbirine vermede sadece aracılık yaparlar.Oysa malın gerçek sahibi Rabbimizdir.Maalesef bu hakikati görmekten uzağız.Bizler deve varken pireyi görerek,gerçekte kör olduğumuzun farkına bile varamıyoruz.
    Dünyada yaratılan her ne varsa hepsi Allah’ın mahlûkudur.Mülkün mâliki Allah’tır.İnsanoğlu mülkün gerçek sahibini bir kenara bırakarak emanetçilere şükrediyor.Rabbimizin yarattıkları karşısında ne kadar şükretsek azdır.Bizler gece gündüz aralıksız şükretsek bile,bir gözümüzün şükrünü eda etmiş olamayız.İnsanları balçık çamurundan yaratarak mükemmel bir şekil veren,organların hepsini,olması gereken yerlere koyan Rabbim ne büyük kerem sahibidir.Ademoğlu kendini ne sanır da onu yaratan Halik-i Zülcelâl’e lâyık olduğu üzere şükretmez? Bunu anlamak mümkün değildir.
    Dünyaya ilk geldiğimizde ne kadar da aciz varlıklardık.Annelerimizin sütü olmasa büyüyüp gelişemezdik.Bundan daha enteresanı,biz doğmadan evvel,Rabbimizin bizleri annemizin göbek bağıyla rızıklandırmasıdır.Bu ne büyük lütuftur.Anneyle bebek arasında sarsılmaz bir gönül ve muhabbet bağı kuran Allah,o küçük yavruyu ele muhtaç etmiyor.
    Allah’ın azametini görmek için çok uzaklara gitmeye gerek yok.Bunun en büyük delili kendi vücudumuzdur.Yüzlerce organı bedenimizin içinde gizleyen ve onlara hassas bir çalışma nizamı getiren Allah,dış görünüşümüze de estetik bir şekil vermiştir.Vücudumuzdaki her organ,kendisine verilen vazifeyi titizlikle gerçekleştiriyor.Kalp kanı pompalarken,damarlar da pompalanan kanı yerlerine taşıyor.Dişler alınan besinleri midenin kolayca hazmetmesi için küçük parçalara ayırıyor.Mide,vücudun ihtiyacı olanları belirli safhalardan sonra enerji hâline getiriyor.Vücuda lâzım olmayanlar da bağırsaklar yoluyla dışarı atılıyor.Bunun gibi her organ,üzerine düşeni, Rabbimizin emriyle yerine getiriyor.
    Allah’ın yarattığı her organın kendine göre şükrü vardır.Dil, şükrünü sözlü olarak gerçekleştirir.Hak ve hakikati konuşmak,kötü söz söylememek dilin şükrüdür.Kulak kötü lâfları duymamaya çalışır.Helâl olanı işitir.Göz harama bakmamakla mükelleftir.Allah’ın yarattığı harikulâde nizami görmesi ve takdir etmesi gerekir.Eller helâl rızık kazanmak içindir.Akıl,hakkı batıldan ayırmak için vardır.
    Allah,geceleri aydınlatan mehtabı,gündüzlerimizi ısıtan güneşi,tarlalarımıza hayat veren yağmuru,bizleri boğucu sıcaklardan koruyan bulutu hep insanlar için yaratmıştır.Arıya o doyumsuz balı yaptıran ve insanların istifadesine sunan da O’dur.İnsanoğlu onun nimetlerini saymaktan bile aciz kalır.
    Şükreden,hem maddî,hem de manevî yönden kazançlı çıkar.Çünkü şükür nimetin artmasına vesile olur.Nitekim yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor: “Nimetlerime şükür ederseniz,arttırırım.Nankörlük ederseniz,muhakkak azabım çok şiddetli olur.”(İbrahim Suresi,Ayet:7) Allah sizleri ve bizleri hakkıyla şükredenlerden eylesin.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta