Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1604

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:44

    YUNUS EMRE’DE HOCA(ÖĞRETMEN) SEVGİSİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Dünyanın en zor ve en zevkli mesleği öğretmenliktir.Zordur,çünkü yüzlerce insanla hemhâl olmak gerekir.Zevklidir,çünkü hepsi birbirinden farklı dünyalarla içiçe yaşama imkânı hasıl oluyor.Öğretmenin asıl görevi,elinin altındakilere ansiklopedik bilgiler vermek değildir.Onlara herşeyden evvel sevgiyi,doğruluğu güveni,çalışmayı ve hoşgörüyü öğretmeliyiz.Kitle iletişim araçları olabildiğince yaygınlaşmış.Günümüzde bilgiye ulaşmak çok kolay…Böyle bir ortamda öğretmene daha farklı görevler düşüyor. İyi bir öğretmen,öğrencisini,kabiliyetleri doğrultusunda yönlendirir.Ona rehberlik yapar.Bilgiye ulaşmanın yollarını öğretir.
    Öğrencilerin manevî dünyaları,maddî dünyalarından önemlidir.Muteber olan, bilgili insandan çok,düşünen insan yetiştirmektir.Soran ve sorgulayan bir nesil yetiştirmek zorundayız.Kuru bilgileri ezberlemek ve ezberletmek artık marifet olarak görülmemektedir.Üreten ve yorumlayan insanlar,bu çağın hakimi olacaklardır.
    Kişi öncelikle öğrenmeli,ardından öğrendiklerini geniş kitlelere aktarmalıdır.Nitekim Peygamberimize göre: “Sadakanın en efdali,müslim kişinin ilim öğrenip,müslüman kardeşine öğretmesidir.”Bildiğini başkalarına öğretmeyenler,kitapları sırtında taşıyan eşek gibidir.Çünkü o bilgilerin ne kendine,ne de başkalarına hayrı yoktur.Bilginin sadakası onu başkalarına öğretmektir.İlimde kıskançlığa ve tamahkârlığa yer yoktur.Öğrettiklerimiz hak ve hakikat olmalıdır.İnsanların hidayetine vesile olmaktan daha büyük bir bahtiyarlık düşünülemez.Şu hadisler ilim öğretmenin önemine işaret etmektedir: “Öldükten sonra kişiye amelinden ve hasenatından ulaşan şey,öğretip neşrettiği ilimle,geride bıraktığı salih evlâttır…Allah,melekler,arz ve semada bulunan her şey yuvasındaki karıncaya,denizdeki balığa varıncaya kadar (bütün canlılar) halka hayır öğreten muallime dua ederler.”
    Bilindiği gibi Yunus Emre’nin manevî feyizlerle dolup taşmasında hocası Tapduk Emre’nin rolü çok büyüktür.Tapduk Emre’nin müridi olmuştur ömrü boyunca…Gerçek kişiliğini bu veli şahsın manevî tasarrufu altına girdikten sonra bulmuştur.Yunus,Tapduk Emre’nin şahsında bütün hocalara büyük bir sevgiyle ve aşkla bağlanmıştır.Fakat o,hocayı geniş mânâlarda ele almaktadır.Ona göre hoca,Allah’ın âlim sıfatıdır.Bunu şu beyitlerden de anlıyoruz:
    “Resul agdı Miraç’a nazar eyledi Hace
    Görün görün kim niçe vasfını dervişerin

    Başuma dikeler hece ne irte bilen ne gice
    Âlemler ümidi Hace sana ferman olam bir gün”
    Yunus’a göre Peygamberimiz de bir hocadır.Çünkü İslâm dininin emir ve yasaklarını Cebrail vasıtasıyla Allah’tan alarak ümmetine öğretmiştir.Bunu şu beyitte ifade etmektedir:
    “Muhammed’e bir gice Çalap’dan indi Burak
    Cebrail eydür Hacem Miraç’a kıgurdı Hak”
    Yine o,hocayı Mürşid-i Kâmil olarak da vasıflandırmaktadır.Hatta bu mânâda kullandığı beyitlerin sayısı diğerlerine göre daha fazladır:
    “Hocanın talibi çokdur hiç bundan kemteri yokdur
    Şunun kim mürşidi Hak’dur uymaz nasun allerine”

    “Dilerem fazlundan ayurmayasun
    Hocam senden özge sevmezem ayruk”
    O son olarak hocalara şu tavsiyede bulunmaktadır.Bu tavsiye onun gerçek kimliğini de,niyetini de bize açıkça göstermektedir:
    “Yunus Emre dir hoca gerekse var bin hacca
    Hepsinden iyice bir gönüle girmekdür.”

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:41

    “BİR LÂHZA-İ TEAHHUR” VE İKİNCİ ABDÜLHAMİT-2

    M.NİHAT MALKOÇ

    Tevfik Fikret,ömrü boyunca buhran içerisinde yaşamıştır.Gün gelmiş İstanbul’a,gün gelmiş manevî değerlere,gün gelmiş Sultan İkinci Abdülhamit gibi mütedeyyin eşhasa saldırmıştır.İçindeki maneviyat boşluğu,bu yaptıklarını ona şirin göstermiştir.Mensup olduğu devletin padişahına düzenlenen suikaste methiyeler yazan bir insanın ruh dünyasını varın siz düşünün! Ölüm,öyle veya böyle hepimizi gelip bulacaktır.Başkalarının ölümüne sevinilmez.Fakat Tevfik Fikret,şahsına münhasır bir kişi olduğu için,Abdülhamit’e karşı düzenlenen suikaste çok seviniyor.Hatta bunun başarısızlıkla neticelenmesine karşı,asabı bozuluyor.
    Bu pek meşhur Servet-i Fünûn Şairine göre Allah daima güçlüleri koruyormuş! Ermeniler’in Abdülhamit’e karşı düzenledikleri suikastte de böyle olmuş! Bu durum karşısında Fikret,hedef değiştiriyor.Tarih-i Kadim adlı eserinde aşağıladığı Allah’a karşı,bu defa şu ifadelerle boy ölçüşüyor:
    “Lâkin tesâdüf…Ah,o kavîler münâdimi,
    Acizlerin,zavallıların hasm-ı dâimi,
    Birden yetişti mahva bu tedbir-i hâriki
    Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bârikı
    Yukarıdaki mısralarda günümüz Türkçe’siyle şöyle deniyor:
    “Fakat o rastlantı…Ah,o güçlülerin yardımcısı,
    Güçsüzlerin,zavallıların sürekli düşmanı
    Birden yetişti bu eşsiz önlemi yok etmeye,
    Söndürdü bu parıldayan umudu bir solukta.”
    Bu suikastte onlarca masum insan hayatından olmuştu.İnsanda azıcık merhamet olsa,ölen onca insana acırdı.Onları canlarından eden bir suikaste methiyeler yazmazdı.Büyük Şair(!) bunla da yetinmeyerek olaya muhatap olanları: “Aşağılık bir seyirci topluluğu,kudurmuş,kaba” gibi sıfatlarla tavsif ediyor.Gök boşluğuna bacak,kelle,kan ve kemiğin yükseldiğini söylüyor.Dilerseniz bu mısralara bir göz atalım:
    “Bir darbe…Bir duman…ve bütün bir gürûh-ı sûr,
    Bir ma’şer-i vazî-i temaşa,haşîn,akuur
    Tırnaklarıyla bir yed-i kahrın,didik didik,
    Yükseldi gavr-i cevve bacak,kelle,kan,kemik…”
    Bu ifadeler bana merhum Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiiri hatırlattı.Nasıl oluyor da bir Türk şairi,Ermeniler’le ağız birliği ediyor ve onları övmekten çekinmiyor.Oysa Sultan Abdülhamit,vatanperver bir insandı.Hiç kimseye bir kötülüğü dokunmamıştır.Herkese karşı hoşgörülü olduğu için çok eleştiriliyordu.Bunu pasiflik olarak addediyorlardı.Bir sultana mütevazi olmayı yakıştıramıyorlardı.Fikret de bu kervana katılanlardandı.Gerçi o devirde basına zaman zaman sansür de uygulanıyordu.Lâkin hadiseleri değerlendirirken cereyan ettikleri zamanı da göz önünde bulundurmak lâzımdır.O dönemde böyle yapmak gerekiyordu.Zira devlet,bölünme ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.Tevfik Fikret tüm bu şartlara rağmen Ermeni suikastını hoş görüyor ve suikastçıları kutluyordu.Onları kurtarıcı bir el olarak görüyordu.Bu hadiseyle toplumun uyanacağını iddia ediyordu.Ona göre Abdülhamit’in ölümü, zorbalığın da sona ermesi mânâsına geliyordu.Bu saldırının o görkemli taçları sarsmasını istiyordu.O gizli eli çok merak ediyordu.Belli ki bilfiil kutlayacaktı onları:
    “Ey darbe-i mübeccele,ey dûd-ı müntakim,
    Kimsin? Nesin? ..Bu savlete sâik,sebep ne? Kim? ..
    Arkanda bin nigâh-ı tecessüs,ve sen nihân,
    Bir dest-i gaybı andırıyorsun,rehâ-feşân.”
    Bu fâni dünyada sonunda Abdülhamit de öldü,Tevfik Fikret de.Çünkü Rabbimizin buyurduğu gibi: “Her nefis,ölümü tadacaktır.”(Enbiya S.35.Ayet) Başkalarının ölümünü istemek caiz değildir.Hepimiz bu kervanın yolcusuyuz.
    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:41

    “BİR LÂHZA-İ TEAHHUR” VE İKİNCİ ABDÜLHAMİT-1

    M.NİHAT MALKOÇ

    Tevfik Fikret,Servet-i Fünûn Topluluğunun başta gelen şairlerinden birisidir.Hatta bu edebî kitlenin yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yapmıştır.Şiirlerini “Rübab-ı Şikeste” adlı eserde bir araya getirmiştir.Bu kitapta yer alan şiirlerden birisi de “Bir Lâhza-i Teahhur” dur.Günümüz Türkçe’sine “Bir Anlık Gecikme” şeklinde çevirebiliriz bunu.Peki bu şiirin ne ehemmiyeti vardır? Sözkonusu şiir,İkinci Abdülhamit’e düzenlenen suikast nedeniyle yazılmıştır.
    İkinci Abdülhamit,Osmanlı Devleti’nin çöküş dönemlerinde tahta oturmuş talihsiz bir padişahtır.Onun için pek çok düşmanları olmuştur.İşlerin iyi gittiği zamanda herkes methiyeler düzer.Hele bir de işler kötü gidedursun herkes düşman kesilir bir anda.Abdülhamit de bu kaderi yaşamış iyi niyetli,aşırı müsamahakâr bir insandı.Ermeniler’in en büyük ideali Doğu Anadolu toprakları üzerinde müstakil bir Ermenistan kurmaktı.İkinci Abdülhamit buna şiddetle karşı çıkmıştır.Onun için Ermeniler,Abdülhamit’i en büyük düşman olarak ilân etmişlerdi. Hatta onu öldürmek için büyük bir suikast düzenlemişlerdir.
    21 Temmuz 1905 senesinde icra edilen suikast planı gerçekten tüyler ürperticiydi.Bilindiği gibi Abdülhamit,mütedeyyin bir insandı.Osmanlı padişahlarının tamamı böyledir zaten.Abdülhamit Han, Cuma namazını daha çok Yıldız Camiî’nde kılardı.Ermeniler onun bu özelliğini bildikleri için kendisine Yıldız Camiî’nin önünde şirret bir tuzak kurmuşlardır.Hatta bu işin eksiksiz gerçekleşmesi için dünya çapında ün yapmış Belçikalı terörist Jorris’i de aralarına dahil etmişlerdir.Hazırlanan plan gereğince Abdülhamit’i,Cuma Selâmlığı’ndan çıkarken bomba marifetiyle havaya uçuracaklardı.Hatta pek çok kritik nokta da bombalanacaktı.Her şey saniyesi saniyesine ayarlanmıştı.Yüz kiloluk bir bomba hazırlanmıştı bunun için…Saatli bomba hassas hesaplarla Abdülhamit’in çıkış anına ayarlanmıştı.Ama öldürmeyen Allah öldürmüyor işte.O gün her ne hikmetse Abdülhamit Han,Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi’yle ayak üstü bir süre konuşmuş.Bomba şiddetli bir gürültüyle patladığı esnada o, yukarıdaki merdivenlerden yeni iniyordu.Kendisinin burnu bile kanamamıştır.Fakat bu hadisede 26 kişi hayatını kaybetmiş; 58 kişi de yaralanmıştı.
    İkinci Abdülhamit’i,pek çok kişi gibi, zamanın büyük şairlerinden biri olan Tevfik Fikret de sevmezdi.Yukarıda bahsedilen başarısız suikast girişimi üzerine “Bir Lâhza-i Teahhur” adlı,kin ve nefret dolu şiirini yazmıştır.Bu şiirinde Abdülhamit’i yerden yere vurarak suikastçı Ermeniler’i övmüştür:
    “Ey şanlı avcı,dâmını bî-hûde kurmadın!
    Attın…Fakat yazık ki,yazıklar ki vurmadın!
    Dursaydı bir dakikacağız devr-i bî-sükûn
    Yahut o durmasaydı,o iklîl-i ser-nigûn
    Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş
    Bir hayr olurdu,misli asırlarca geçmemiş
    Lâkin tesadüf…Ah o kavîler münâdimi,
    Âcizlerin,zavallıların hasm-ı dâimi,
    Birden yetişti mahva bu tedbîr-i hâriki;
    Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bâriki.
    Nakşetti bir tehekküm için baht-ı bî-şuûr
    Târih-i zulme bir yeni dibâce-i gurûr
    Kurtuldu; hakkıdır,alacak, şimdi intikam;
    Lâkin unutmasın şunu târih-i sifle-kâm:
    Bir kavmi çiğnemekle bugün eğlenen denî
    Bir lâhza-i teahhura medyûn bu keyfini! ”

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:41

    SABAHATTİN ALİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Kısa bir ömür sürmesine rağmen adından çok söz edildi Sabahattin Ali’nin…Çünkü dolu dolu yaşadı.Sözünü hiç sakınmadı.Dobra dobra konuştu.
    Sabahattin Ali,25 Şubat 1907 yılında Gümülcine’nin Eğridere Köyü’nde dünyaya geldi.Babası, bir subay olan Cihangirli Ali Selâhattin Bey’di.Annesi Hüsniye Hanım’dı. Sabahattin Ali,önce Edremit İlkokulu’nu bitirdi.O vakit savaş yıllarıydı.Bir süre Balıkesir Öğretmen Okulu’nda okuduktan sonra İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’na geçti.Buradan 1927’de mezun oldu.Okulu bitirdikten sonra Yozgat Cumhuriyet İlkokulu’na atandı.Buradaki görevi uzun sürmedi.Girdiği imtihanı kazanarak Almanya’ya gitti.Yurda döndükten sonra Aydın ve Konya ortaokullarında görev yaptı.Aydın’da çalıştığı yıllarda bölücülük yaptığı gerekçesiyle üç ay tutuklu kaldı.Konya’da öğretmenlik yaptığı sırada,okuduğu bir şiirde hakaret unsurları bulundu.Konya ve Sinop hapishanelerinde yattı.
    Hayatının önemli bir kısmı dört duvar arasında geçti.1934 yılında M.E.B. Neşriyat Mümeyyizliği’ne getirildi.Bunca sıkıntıdan sonra evliliğe sıra gelmişti.1935 senesinde Aliye Hanım’la dünya evine girdi.! 937’de kızları Filiz doğdu.Devlet Konservatuvarı’nda Almanca öğretmenliği yaptı.Savaş yüzünden tekrar askere alındı.Ömrünün son yıllarında M.E.B. Tercüme Bürosu’nda çevirmenlik ve editörlük yaptı.
    Sabahattin Ali,Cumhuriyet sonrası Türk hikâyeciliğinin önemli bir ismiydi.O da pek çok sanatçı gibi,edebiyat deryasına şiirle girmiştir.Şiirlerinde millî veznimiz olan heceyi kullanmıştır.Bu türdeki eserlerinde Halk edebiyatının şekil ve muhteva hususiyetlerini bulmak mümkündür.İlk gençlik ürünlerini Çağlayan,Servet-i Fünûn,Meşale,Hayat,Güneş gibi dergilerde yayınlamıştır.Şiirlerini “Dağlar ve Rüzgâr” adlı eserde bir araya getirmiştir.
    O,asıl ününü hikâyeleriyle elde etmiştir.İlk hikâyesi olan “Bir Orman Hikâyesi” 30 Eylül 1930 yılında Resimli Ay Dergisi’nde yayınlanmıştır.Hikâyelerinde daha çok Anadolu insanının hayatını anlatmıştır.Güçlü bir gözlemcidir.Tabiat tasvirlerinde başarılıdır.Hikâye kitapları şunlardır: “Değirmen(1935) ,Kağnı(1936) ,Ses(1937) ,Yeni Dünya(1943) ,Sırça Köşk(1947) ”
    O,hikâyenin dışında romanlar da yazmıştır: “Kuyucaklı Yusuf(1937) ,İçimizdeki Şeytan(1940) ,Kürk Mantolu Madonna(1943) ” Bunların yanında “Esirler” adlı bir de oyunu vardır.Daha sonra eserleri,külliyat hâlinde yayınlanmıştır.
    Büyük ülkücü şâir ve yazar Nihal Atsız’la Sabahattin Ali’nin fikrî sürtüşmeleri meşhurdur.1946 yılında bir grup arkadaşıyla “Marko Paşa” adlı mizah dergisini çıkaran Sabahattin Ali, bu yüzden de hapse atılmıştır.41 yıllık bu çileli ömür,yurt dışına kaçmak amacıyla gittiği Bulgaristan sınırında,garip kılıklı,niyeti meçhûl bir kâtilin kör kurşunlarıyla son bulmuştur.Onun,vaktiyle kaleme aldığı şu satırlar bugün bile güncel ve enteresandır:
    “Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer.Bir gün Almanlar’ın pabucunu yalayan,ertesi gün İngilizler’e takla atan,daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik…Kanunlu,kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük.Bugünün itibarlı kişileri gibi,kese doldurmadık,makam peşinde koşmadık.İç ve dış bankalara para yatırmadık.Han,apartman sahibi olmak,sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık.Milletin derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.Bu ne affedilmez suçmuş meğer! ...”

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:40

    TRABZONLU EDEBİYAT TARİHÇİSİ NİHAT SAMİ BANARLI

    M.NİHAT MALKOÇ

    Nihat Sami Banarlı için,sadece bir edebiyat tarihçisi demek yeterli olmasa gerek.Zira o,edebiyat tarihçiliğinin yanında çok üstün meziyetlere de mâlikti.Roman,şiir,tiyatro,hikâye,makale fıkra ve deneme türleriyle de yakından ilgilenmiş; bu alanlarda takdire şayan eserler ortaya koymuştur.Fakat mesaisini daha çok edebiyat tarihçiliğine ayırmıştır.Onun için de bu sıfatla tavsif edilmektedir.
    Nihat Sami,Trabzon kökenli bir ailenin oğludur.Trabzon’un Alemdarzâdeler soyuna mensuptur.,Dedesi,Fatih Sultan Mehmet’in bayraktarlığını yaptığı için bu sıfatla anılmışlardır.Dedesi Hilmi Efendi,İstanbul’da kurulan ilk Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında Trabzon mebusu olarak vazife görmüştür.Kendisi aynı zamanda Müretteb Divanı olan bir şâirdir.Banarlı’nın babası İlyas Sami Bey de bir vatan şâiridir.Yani Nihat Sami,şâir kökenli bir aileden gelmektedir.Zaten kendisi de lise yıllarında hece ve arûzla şiirler yazmıştır.Fakat şâirliğini ileri götürememiştir.Daha doğrusu edebiyat tarihi ve diğer türlerle yoğun olarak alâkadar olduğu için,şiire yeteri kadar zaman ayıramamıştır.
    Banarlı’nın annesi Hafize Nadire Hanım da Trabzonlu’dur.Fakat Nihat Sami,İstanbul’da 1907 senesinde doğmuştur.Çünkü ailesi bu şehirde ikamet ediyordu.Doğum yeri olan İstanbul’un Fatih semti,onun kimliğinin oluşmasında etkili olmuştur.Bilindiği gibi eskiden Fatih semti daha çok mütedeyyin insanların oturduğu bir mekândı.İlk tahsilini Fatih Sultan Vakıf Mektebi’nde,orta tahsilini Gelenbevî ve Mercan İdadîsi’nde tamamlamıştır.Vefa Sultanîsi’ne devam etmiş, İstiklâl Lisesi’nden de mezun olmuştur.Üniversite tahsilini Yüksek Öğretmen Okulu’nun Edebiyat kısmında yapmış,buradan 1929’da mezun olmuştur.Bundan sonra onun için,öğretmenlik yılları başlamıştır.Evvelâ Edirne’de,ardından da İstanbul’da Kabataş ve Galatasaray liselerinde öğretmenlik yapmıştır.Eğitim Enstitüsü’nde ve Yüksek Öğretmen Okulu’nda da görev almıştır.Bunlar gibi pek çok okulda kültürlü ve sağlam seciyeli gençler yetiştirerek Türk Milleti’nin istifadesine sunmuştur.Öncelikle kendisi örnek bir insan olmuştur.
    Türk kültür tarihine çok hizmetleri olmuştur Banarlı’nın.Yazdığı onlarca eser,bugün de sevilerek okunmaktadır.Bunların başında hiç şüphesiz “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eser gelmektedir.1366 sayfalık bu kapsamlı eserde Türk edebiyatının tarihî seyrini tüm ayrıntılarıyla bulmak mümkündür.Üstelik sözkonusu eser,ilmî metodlarla kaleme alınmıştır.Duygusallığa yer vermemiştir.Zaten edebiyat tarihi çalışması ciddiyet ister.Sözkonusu eser,üniversitelerin Edebiyat bölümlerinde okuyan öğrenciler için çok faydalı bir kaynak ve başucu kitabıdır.Doyurucu bir muhtevası vardır.Bu esere sahip olanların başka edebiyat tarihi kitaplarına ihtiyaç duyacağını sanmıyorum.Üstelik bilgileri de çok güvenilirdir.
    Türkçe’nin en büyük savunucusu olan Banarlı,yazmış olduğu “Türkçe’nin Sırları” adlı eserde dil hakkındaki görüşlerini ayrıntılı olarak beyan etmiştir.Çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı dil yazılarını bu eserde cem etmiştir.Türkçe’nin üzerindeki kara bulutlara dikkati çekerek,önlem alınmasını istemiştir.1971’de yayınlanan eserdeki uyarılar dikkate alınsaydı,dildeki bugünkü yozlaşma görülmezdi veya ziyan asgariye indirilirdi.Her işte olduğu gibi,dilin muhafazası hususunda da ihmalkâr davrandık. Banarlı’nın uyarılarını ciddiye almadık.
    Yine Banarlı, “Kitaplar ve Portreler” adlı eserinde Türk edebiyatının mümtaz simalarını ve onların eserlerini gün yüzüne çıkarmıştır. “İstanbul’a Dair” isimli kitabında İstanbul aşkını açığa vurmuştur. “Kültür Köprüsü”, “Şiir ve Edebiyat Sohbetleri” gibi eserlerde edebî meseleleri irdelemiştir.Kısaca edebiyat adına yazılmadık mevzû bırakmamıştır.14 Ağustos 1974 senesinde bu fâni dünyadan göçüp gitmiştir.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:40

    GÜNÜMÜZ AYDINLARININ GÖZÜYLE ÜSTAD NECİP FAZIL

    M.NİHAT MALKOÇ

    Son Sultanü’ş-Şuara olarak kabul edilen Necip Fazıl Kısakürek, günümüzden yüzyıl evvel dünyamızı şereflendirmişti.1905 senesinde İstanbul’da dünyaya gelmişti.Maraşlı Kısakürek sülâlesindendir.İlk ve ortaöğreniminden sonra Bahriye mektebini bitirdi.Bir ara İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde okuduysa da bitirmeden ayrıldı.Paris’te Sorbon Üniversitesi’ne kısa süre devam etti.Türkiye’de bankalarda çalıştı.
    Ağaç dergisini 1936 yılında çıkarmaya başladı.Onu 1943’te Büyük Doğu mecmuası takip etti.Yüzlerce eser vücuda getirdi.
    Şiir kitapları arasında Örümcek Ağı,Kaldırımlar,Ben ve Ötesi,Sonsuzluk Kervanı,Çile ve Esselâm; tiyatro eserleri arasında Tohum,Bir Adam Yaratmak,Künye,Sabırtaşı,Para,Namı Diğer Parmaksız Salih,Reis Bey,Ahşap Konak,Ulu Hakan Abdülhamit Han,Siyah Pelerinli Adam,Yunus Emre,Kanlı Sarık,Mukaddes Emanet,İbrahim Ethem; hikâyeleri arasında Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil,Ruh Burkuntularından Hikâyeler,Aynadaki Yalan(tek romanı): biyografi eserleri arasında Namık Kemal,Ulu Hakan Abdülhamit Han,Vahidüddin,Menderes; dinî,tasavvufî ve siyasî eserleri arasında Çerçeve,Halkadan Pırıltılar,Çöle İnen Nur,101 Hadis,Cinnet Mustatili,At’a Senfoni,Büyük Doğuya Doğru,Büyük Kapı,Büyük Mazlumlar,Peygamber Halkası,İdeolocya Örgüsü,Tanrı Kulundan Dinlediklerim,Türkiye’nin Manzarası,1001 Çerçeve (4 cilt) ,Müdafaalarım,O ve Ben,Abdülhak Hamit,Hazreti Ali,Her Cephesiyle Komünizma,Hacdan Çizgiler,Başbuğ Velilerden 33 Altun Silsile,Babıâli,O ki O Yüzden Varız,Komünizma ve Materyalizma,Külhanî Edipler,Rapor(6cilt) ,Senaryo Romanları,Veliler Ordusundan 333,Yolumuz Hâlimiz Çaremiz,Son Devrin Din Mazlumları,Sahte Kahramanlar,Saraylarda Mecnunlar,Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri,Tarihimizde Moskof,İman ve Aksiyon,,İhtilâl…vb. sayılabilir.
    Bu kadar çok ve kıymetli eserleri kütüphanelerimize kazandıran bu büyük mütefekkir hakkında günümüzün aydınları neler düşünüyor? Bu hususta Rasim Özdenören,Mustafa Miyasoğlu,şâir Erdem Beyazıt,tiyatrocu Üstün İnanç’ın Üstat Necip Fazıl Kısakürek hakkındaki değerlendirmelerini dikkatinize sunuyorum:
    RASİM ÖZDENÖREN: “ Şiiri entelektüelleştirdi. Necip Fazıl Kısakürek, heceyi kentleştirmiştir. Ondan önceki şairler, taşradaki halkın diliyle şiir yazarken, o, şiirini kentli diliyle yazmıştır. Bu anlamda Necip Fazıl, şiiri entelektüelleştirmiştir. Bu da Türk şiiri için bir devrim olmuştur. Topluma ışık tutmuştur. Şiiriyle, dini bilgisiyle, ideolojisiyle, tarih ve edebiyat yelpazesiyle büyük bir şahsiyettir. O, yönlendiren, öncü bir kişidir. Her zaman bir gençlik yetiştirmek istemiştir.”
    MUSTAFA MİYASOĞLU: “ O yüzyılın dahisiydi Toplumların dönüşümü için, fikirleriyle katkıda bulunan kimseler için dahi tanımlaması yapılır. 20. Yüzyıl'da İslâm dünyasında ondan daha öne geçen kimse çıkmamıştır. Bu yüzden, Necip Fazıl yüzyılın dahisidir. Ancak onu ve fikirlerini henüz anlayabilmiş değiliz. Gerek İslâm dünyası, gerekse biz siyasî istikrarsızlıktan ve baskılardan ötürü Necip Fazıl gibi düşünemiyoruz. İslâm dünyası, geçen yıllar içinde kendi kültürüne yabancı kaldı.”
    ŞÂİR ERDEM BEYAZIT: “Bir nesli yetiştirdi.Necip Fazıl'ı yaşadığı zamanda değerlendirmek lâzım. Onun hayatını, önce 1930'ların ortasına kadar şâir ve ondan sonra dava adamı olarak iki dönemde anlamalıyız. Şiiri ve tiyatro oyunları dışında, tarihe yönelen bir Necip Fazıl da karşımıza çıkıyor. O, Osmanlı hanedanını suçlamak adına, Ermeniler'ın ağzıyla 'Kızıl Sultan' olarak anlatılan Abdülhamit Han'ın gerçek kişiliğini ortaya koydu. Onu anlayan ve davasını savunan bir nesil yetişti.”
    TİYATROCU ÜSTÜN İNANÇ: “ Tiyatroda da çakı taşı...Necip Fazıl sadece şiir alanında değil, tiyatro ve öyküde de çakı taşı gibidir. Şu anda bile 'Bir Adam Yaratmak' isimli eserine yaklaşabilmiş tek bir yerli oyun yoktur. Ne var ki ideolojik kamplaşmaların saf sanatı boğması yüzünden o güzelim eserler remp ışıklarına kavuşamamaktadır. İdam cezası kamuoyunda tartışılırken, aynı konuyu işleyen Reis Bey'den tiyatro dünyasının mahrum kalması ayrı bir acıdır.”
    Günümüzün aydınları bu büyük dâhî şâir,yazar,tiyatrocu ve mütefekkiri henüz hakkıyla tanıyamadığımız,onun fikirlerinden yeterince istifade edemediğimiz ve onu anlayamadığımız noktasında birleşiyorlar.Al benden de o kadar! ...Zaten onu gerektiği gibi okuyup anlayabilseydik bu noktada olmazdık.
    Necip Fazıl bir irfan mektebidir.Ne mutlu bu mektebin talebesi olma şerefine erişenlere! ...
    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:40

    GÜNÜMÜZ AYDINLARININ GÖZÜYLE ÜSTAD NECİP FAZIL

    M.NİHAT MALKOÇ

    Son Sultanü’ş-Şuara olarak kabul edilen Necip Fazıl Kısakürek, günümüzden yüzyıl evvel dünyamızı şereflendirmişti.1905 senesinde İstanbul’da dünyaya gelmişti.Maraşlı Kısakürek sülâlesindendir.İlk ve ortaöğreniminden sonra Bahriye mektebini bitirdi.Bir ara İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde okuduysa da bitirmeden ayrıldı.Paris’te Sorbon Üniversitesi’ne kısa süre devam etti.Türkiye’de bankalarda çalıştı.
    Ağaç dergisini 1936 yılında çıkarmaya başladı.Onu 1943’te Büyük Doğu mecmuası takip etti.Yüzlerce eser vücuda getirdi.
    Şiir kitapları arasında Örümcek Ağı,Kaldırımlar,Ben ve Ötesi,Sonsuzluk Kervanı,Çile ve Esselâm; tiyatro eserleri arasında Tohum,Bir Adam Yaratmak,Künye,Sabırtaşı,Para,Namı Diğer Parmaksız Salih,Reis Bey,Ahşap Konak,Ulu Hakan Abdülhamit Han,Siyah Pelerinli Adam,Yunus Emre,Kanlı Sarık,Mukaddes Emanet,İbrahim Ethem; hikâyeleri arasında Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil,Ruh Burkuntularından Hikâyeler,Aynadaki Yalan(tek romanı): biyografi eserleri arasında Namık Kemal,Ulu Hakan Abdülhamit Han,Vahidüddin,Menderes; dinî,tasavvufî ve siyasî eserleri arasında Çerçeve,Halkadan Pırıltılar,Çöle İnen Nur,101 Hadis,Cinnet Mustatili,At’a Senfoni,Büyük Doğuya Doğru,Büyük Kapı,Büyük Mazlumlar,Peygamber Halkası,İdeolocya Örgüsü,Tanrı Kulundan Dinlediklerim,Türkiye’nin Manzarası,1001 Çerçeve (4 cilt) ,Müdafaalarım,O ve Ben,Abdülhak Hamit,Hazreti Ali,Her Cephesiyle Komünizma,Hacdan Çizgiler,Başbuğ Velilerden 33 Altun Silsile,Babıâli,O ki O Yüzden Varız,Komünizma ve Materyalizma,Külhanî Edipler,Rapor(6cilt) ,Senaryo Romanları,Veliler Ordusundan 333,Yolumuz Hâlimiz Çaremiz,Son Devrin Din Mazlumları,Sahte Kahramanlar,Saraylarda Mecnunlar,Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri,Tarihimizde Moskof,İman ve Aksiyon,,İhtilâl…vb. sayılabilir.
    Bu kadar çok ve kıymetli eserleri kütüphanelerimize kazandıran bu büyük mütefekkir hakkında günümüzün aydınları neler düşünüyor? Bu hususta Rasim Özdenören,Mustafa Miyasoğlu,şâir Erdem Beyazıt,tiyatrocu Üstün İnanç’ın Üstat Necip Fazıl Kısakürek hakkındaki değerlendirmelerini dikkatinize sunuyorum:
    RASİM ÖZDENÖREN: “ Şiiri entelektüelleştirdi. Necip Fazıl Kısakürek, heceyi kentleştirmiştir. Ondan önceki şairler, taşradaki halkın diliyle şiir yazarken, o, şiirini kentli diliyle yazmıştır. Bu anlamda Necip Fazıl, şiiri entelektüelleştirmiştir. Bu da Türk şiiri için bir devrim olmuştur. Topluma ışık tutmuştur. Şiiriyle, dini bilgisiyle, ideolojisiyle, tarih ve edebiyat yelpazesiyle büyük bir şahsiyettir. O, yönlendiren, öncü bir kişidir. Her zaman bir gençlik yetiştirmek istemiştir.”
    MUSTAFA MİYASOĞLU: “ O yüzyılın dahisiydi Toplumların dönüşümü için, fikirleriyle katkıda bulunan kimseler için dahi tanımlaması yapılır. 20. Yüzyıl'da İslâm dünyasında ondan daha öne geçen kimse çıkmamıştır. Bu yüzden, Necip Fazıl yüzyılın dahisidir. Ancak onu ve fikirlerini henüz anlayabilmiş değiliz. Gerek İslâm dünyası, gerekse biz siyasî istikrarsızlıktan ve baskılardan ötürü Necip Fazıl gibi düşünemiyoruz. İslâm dünyası, geçen yıllar içinde kendi kültürüne yabancı kaldı.”
    ŞÂİR ERDEM BEYAZIT: “Bir nesli yetiştirdi.Necip Fazıl'ı yaşadığı zamanda değerlendirmek lâzım. Onun hayatını, önce 1930'ların ortasına kadar şâir ve ondan sonra dava adamı olarak iki dönemde anlamalıyız. Şiiri ve tiyatro oyunları dışında, tarihe yönelen bir Necip Fazıl da karşımıza çıkıyor. O, Osmanlı hanedanını suçlamak adına, Ermeniler'ın ağzıyla 'Kızıl Sultan' olarak anlatılan Abdülhamit Han'ın gerçek kişiliğini ortaya koydu. Onu anlayan ve davasını savunan bir nesil yetişti.”
    TİYATROCU ÜSTÜN İNANÇ: “ Tiyatroda da çakı taşı...Necip Fazıl sadece şiir alanında değil, tiyatro ve öyküde de çakı taşı gibidir. Şu anda bile 'Bir Adam Yaratmak' isimli eserine yaklaşabilmiş tek bir yerli oyun yoktur. Ne var ki ideolojik kamplaşmaların saf sanatı boğması yüzünden o güzelim eserler remp ışıklarına kavuşamamaktadır. İdam cezası kamuoyunda tartışılırken, aynı konuyu işleyen Reis Bey'den tiyatro dünyasının mahrum kalması ayrı bir acıdır.”
    Günümüzün aydınları bu büyük dâhî şâir,yazar,tiyatrocu ve mütefekkiri henüz hakkıyla tanıyamadığımız,onun fikirlerinden yeterince istifade edemediğimiz ve onu anlayamadığımız noktasında birleşiyorlar.Al benden de o kadar! ...Zaten onu gerektiği gibi okuyup anlayabilseydik bu noktada olmazdık.
    Necip Fazıl bir irfan mektebidir.Ne mutlu bu mektebin talebesi olma şerefine erişenlere! ...
    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:39

    DOĞUMUNUN 100. YILINDA ÜSTAD NECİP FAZIL KISAKÜREK

    M.NİHAT MALKOÇ

    Bundan tam yüzyıl evvel doğan Üstad Necip Fazıl Kısakürek,Türk şiirinin zirvesine postunu seren bir gönül eriydi.Ölümden asla korkmayan ve “Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? ” diyen bu Allah dostunu,çok üzdüler bu dünyada.Atalarımız: “Meyve veren ağacı taşlarlar “ demiş…O da meyve veren bir ağaçtı.Koca bir nesli sırtında taşıyordu.Allah’ın davasını,ateşten gömlek misali giyinmişti bir kere.Bütün zevkleri elinin tersiyle geri çevirerek çileye talip olmuştu.İki cihan saadetini temin etmek için böyle gerekiyordu.O da öyle yaptı.
    Üstad Necip Fazıl,çok sessiz ve kendi hâlinde yaşayan bir insan olmasına rağmen,şöhreti Türkiye’yi çoktan aşmıştı.Bu onun fâni teninden değil,davasına sadakatle bağlılığından kaynaklanıyordu.Tarihî,dinî ve millî değerlerimizi onun kadar sahiplenen sanatkâr az yetişir.Ömrü boyunca kendini,mensup olduğu davadan daha öncelikli görmemiştir.Asla “ben” davası gütmemiştir.Fakat büyük bir sanatkâr olduğunu,her fırsatta dile getirmekten geri kalmamıştır.Bu biraz da kendisinin ve davasının izzetini korumak içindir.
    Necip Fazıl’ın hayatı,iki ayrı döneme ayrılarak incelenebilir.1904 senesinde doğan şair,1934 yılına kadar dağınık bir ömür sürmüştür.Henüz beklenen manevî atmosferi yakalayamamıştır bu süre içerisinde.1934’te Esseyyid Abdülhâkim Arvasî Hazretleriyle tanışınca hayatının çizgisi değişmiştir.İslâmın nurlu iklimine ayak basınca bütün dünyası değişmiştir.O güne kadar pek çok eserler yazmıştı.Fakat yazdıkları Hakk ve hakikat çizgisinden uzaktı.Allah’ın kime,ne zaman hidayet nasip edeceği hiç belli olmaz.Demek ki onun kaderi de böyle yazılmıştı. İslâm dairesine dahil olduktan sonra,eski arkadaşları onun için: “Necip Fazıl sanatını ve kendini mahvetti.” demişlerdir.Oysa o yapılması gerekeni yapmıştı.İnsanoğlunun fıtratı Hakk’a meyillidir.Üstad,İslâm’dan habersiz geçen yılları için şu veciz beyti söylemiştir:
    “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
    Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”
    “Büyük Doğu” isimli dergiyi aylık,haftalık ve bazen de günlük periyotlarla çıkarmıştır.Söz konusu dergi çok kere kapatılır.Bunun yanında “Ağaç” adlı bir dergi çıkarır.Okuyucunun ilgisizliği yüzünden ancak 17 sayı yayınlanabilir. “Borazan” adlı bir mizah dergisini ancak üç sayı çıkartabilmiştir.En uzun ömürlü yayın organı Büyük Doğu’dur.Koca bir nesil,bu dergiden süzülen maneviyat damlalarıyla hayat bulmuştur.Öyleki,zaman gelmiş söz konusu mecmua 15 bin gibi astronomik bir miktarda basılıp dağıtılmıştır.
    27 Mayıs İhtilâli’nde evi basılarak didik didik aranır.Evde tehlikeli olarak addedilen sadece Marks ve Engels’in “Manifest Komünist-Komünist Beyannamesi” isimli eserler bulunur.Bu durum iç basında,muhaliflerince kullanılır.Gazeteler: “Süper Mürşid’in evinde komünistliğe ait kitaplar bulundu.” diye yaygara koparırlar.Üstad bu lâfın altın da kalır mı? Buna karşılık şu ilginç cevabı yetiştirir: “Bir bakteriyoloğun laboratuvarında mikrop şişeleri bulunmasından daha tabiî ne olabilir? ” Söz konusu ihtilâlle ilgili olarak da şu değerlendirmeyi yapar: “Yoğurttan bir hükümete mukavvadan bir hançer saplandı.Hükümet teneke olsaydı hançer kırılırdı.”
    Ömrü hapishane hücrelerinde geçen Necip Fazıl,kendisine yapılan zulüm ve işkencelere rağmen,davasından taviz vermemişti.Ömrünün önemli bir kısmının hapishanelerde geçmesi onu İslâma hizmetten alıkoymamıştır.Pek çok eserini hapishane ortamında yazmıştır.Merhum Üstad’ı doğumunun yüzüncü yılında rahmet ve minnetle anıyoruz.Ruhu şad olsun.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:39

    TÜRK MİZAHININ KÖŞE TAŞI: NASREDDİN HOCA

    M.NİHAT MALKOÇ

    Gülmek ve ağlamak insanların yaşadığı iki zıt hakikattir.Halk arasında gülmekle ağlamanın kardeş olduğu söylenir.Gerçekten de zaman gelir,iç içe yaşarız bu iki duyguyu.Gözyaşları bazen elemden,bazen de sevinçten boşalır gelir.Onun için her zaman kötü değildir ağlamak! ...Gülmek de aşırıya kaçınca kalbi karartır.Resulullah Efendimizin, hayatı boyunca bir kez bile kahkaha atarak gülmediği rivayet olunur.En güzeli tebessüm etmektir.
    Ölçülü olmak şartıyla gülmek,insanı rahatlatır.İnsanı neşelendirmek ve eğlendirmek için mizah sanatı geliştirilmiştir.Fakat günümüzde mizah adına öyle edepsizlikler yapılıyor ki insanın gülmekten çok,ağlayası geliyor..Oysa lâtifenin lâtif olması gerekir.Karikatürler,fıkralar ve mizahın her türü,insanları somurtkanlıktan kurtarmak içindir.Bunu yaparken terbiyeyi rafa kaldırmamak gerekir.Mizahı müstehçenlikten kurtarmalıyız.
    Türk mizahının gelmiş geçmiş abide isimlerinin başında Nasreddin Hoca vardır.Onun hayatı hakkındaki bilgilerimizin çoğu rivayetlerden ibarettir.Yani onun hayatına dair elimizde hiçbir yazılı belge yoktur.Biz Türkler’in en büyük hatalarından birisi de yazılı belgelere gereken kıymeti vermemektir. Onun içindir ki yüzlerce büyük şahsiyetin hayatı hep ihtimal ve rivayetlere dayanır.
    Hoca Nasreddin’den bize kalan miras,onun dünyaya nam salmış fıkralarıdır.Bunlardan yola çıkarak Hoca’nın hayatı hakkında ipuçları elde ediyoruz..Burada da karşımıza şu problem çıkıyor: Acaba ona ait olduğu söylenen fıkraların yüzde kaçı onundur.Bu hususta iddialı konuşmak pek mümkün değildir.Fakat yine de bir kısım kıstasları göz önünde bulundurarak somut gerçeklere varabiliriz.Bir kere Nasreddin Hoca’nın fıkralarında müstehçenlik bulunmaz.Mukaddes değerlere son derece saygılıdır.Fakirlerle alay etmez.Daima düşkünlerin ve zavallıların yanındadır.Küfürden nefret eder.Ahlâksızlığa asla prim vermez.Türk-İslâm ahlâkıyla mücehhezdir.Daima iyilik ve merhamet temalarını işler.Duygu sömürüsü yapmaz.Bu ve bunun gibi ölçüleri dikkate alarak hangi fıkranın Hoca’ya,hangisinin başkalarına ait olduğunu çıkarabiliriz.
    O,büyük bir halk filozofudur.Belki sistemli ve düzenli bir eğitim görmemiştir ama kendini iyi yetiştirmiştir.Ufku çok geniştir.Hayattan edindiği tecrübelerle hareket eder.Tabir caizse hayat mektebini bitirmiştir.Fıkraları alelâde komikliklerden ibaret değildir.Güldürürken düşündürmeyi amaç edinmiştir.Onun lâtifelerinin her biri ibret ve hikmetlerle doludur.Fıkraları sözlü gelenekle günümüze aktarıldığı için bir kısım değişikliklere uğramıştır.Ona ait olmayan pek çok fıkra,ona mal edilmiştir.Türk Milleti’nin ince zekâsının tüm hususiyetlerini onun fıkralarında görebiliriz.
    Nasreddin Hoca’nın evliyadan biri olduğu da söylenir.Kâmil bir müslümandır O…İslâmın vakarı,hayatının her dönemine yansımıştır.Onun fıkralarının anafikir cümleleri atasözü hâline gelerek,halk tarafından benimsenmiştir.Bunlar arasında şu güzel örneklere rastlıyoruz: “Parayı veren düdüğü çalar…Damdan düşenin hâlinden damdan düşenler anlar…Yiğidin malı gözü önünde gerek…Dostlar alış verişte görsün…vb.”
    Bugün Nasreddin Hoca tüm dünya için evrensel bir değerdir.Fıkraları,dünyanın dört bir köşesinde sevilerek okunmakta ve dinlenmektedir.Fakat dünya milletleri onun Türklüğünü daima gözardı etmektedir.Geçen zaman içerisinde,Türkiye olarak,Hoca’nın popülaritesinden yararlandığımız söylenemez.Özetle şunu söyleyebiliriz; her zaman olduğu gibi kaymağı ecnebiler yerken,bizler seyrediyoruz.Hoca’yı bir Türk mizahçısı olarak dünya kültür ve mizah pazarına çıkarmanın zamanı gelmedi mi hâlâ? ...

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 17:38

    ÖZ MÛSİKİMİZİN PİRİ: MUSTAFA ITRÎ EFENDİ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Türk musikisi bütün engellemelere rağmen çok büyük bir merhale kat etmiştir.Bir kısım insanlar kendilerince musikiyi muzır bir uğraş olarak görmüşlerdir.Kendi mantıklarını ölçü alarak fetva vermeye kalkmışlardır.Oysa Kur’an’ın hiçbir yerinde musikiye dair lehte ve aleyhte ayet mevcut değildir.Fakat her alanda olduğu gibi, bu sahada da kendi fikirlerini dinin emriymiş gibi göstermeye kalkanlar olmuştur.Buna rağmen musiki,hayatımızın her alanına sirayet etmiştir.Hatta mistik bir musiki de doğmuştur.Tasavvuf müziği de diyebileceğimiz bu alanda büyük bestekârlar yetişmiştir.Aslında insanı Allah’a yaklaştıran her şey güzeldir.Bunun yanında kulu Allah’tan uzaklaştıran şeyler de çirkindir.Ölçü bu olmalıdır.Bu,ister şiir olsun,isterse müzik…Mühim olan muhtevadır.
    Aslında Türk musikisi çok köklü bir mâziye sahiptir.Fakat her alanda olduğu gibi değerlerimize bir türlü sahip çıkamamışız.Bu,değeri bilinmeyen değerlerin başında Mustafa Itrî Efendi gelmektedir.Klasik Türk Musikisinin bu en meşhur bestekârı hakkında bilgilerimiz maalesef çok azdır.1640 senesinde doğduğu rivayet ediliyor.Asıl adı Mustafa’dır.Itrî,onun mahlasıdır.Buhûrîzâde sülâlesinden gelmektedir.İstanbul’da doğmuş ve yaşamıştır.Yenikapı Mevlevîhanesi’ne devam etmiştir.Çok büyük bir değerdir Türk musikisi için…Bununla ilgili olarak Yahya Kemal Beyatlı,Itrî için şu dizeleri sıralıyor:
    “Mûsikîsinde bir taraftan dîn,
    Bir taraftan bütün hayât akmış;
    Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
    Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış.
    Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
    Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
    Bize benzer o kâinât akmış.”
    Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi binlerce beste yapmış hayatı boyunca…Gel gör ki bunlardan ancak elli tanesi günümüze kadar gelebilmiştir.Binlerce bestesi tarihin karanlığına gömülmüştür.Bu,Türk kültür tarihi için büyük bir kayıptır.
    Başlıca eserleri şunlardır: Segâh Kurban Bayramı Tekbiri; Segâh Salât-ı Ümmiye; Dilkeşhâveran Gece Salâtı; Mâye Cuma Salâtı; Segâh Mevlevi Ayini; Rast Darb-ı Türkî Naat ve Sofyan Tevşih; Nühüft Durak; Nühüft İlahî; Nühüft Tevşih; Nevâ Kâr; 2 Pençgâh Beste; Hisar Devr-i Kebir Beste ve Aksak Semai; Mâhûr Ağır Aksak Semai; Rehavî Berefşan Beste; Buselik Hafif Beste ve Yürük Semai; Segâh Ağır Semai; Segâh Yürük Semai; Bayatî Çember Beste; Bestenigâr Darb-ı Fetih Beste; Dügâh Hafif Beste; Isfahan Zencir Beste ve Ağır Aksak Semai; Nikriz Muhammes Beste; Râhatu'l Ervah Zencir Beste; Irak Aksak Semai; Rast Aksak Semai; Nühüft Aksak Semai; Acemaşiran Yürük Semai; Rehavî Peşrev; Nühüft Peşrev ve Saz Semaisi…
    Günümüz gençliğinin,bu büyük musiki üstatlarından haberdar olmaması ne acıdır.Batı’nın pop müziğini hayat tarzı olarak benimseyen gençlerimiz,klasik Türk Musikisine sırt çevirmişlerdir.Oysa Yahya Kemal’in dediği gibi:
    “Çok insan anlamaz eski musikimizden
    Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden.”
    Itrî,zamanında saray çevresi tarafından da sevilen ve takdir edilen bir insandı.Beş padişah görmüştür.Besteleri devrinin padişahları tarafından beğenildiği için saray çevresince himaye edilmiştir. Sultan IV. Mehmed zamanında dikkatleri üzerine çekmiştir. Itrî uzun yıllar Enderun'da müzik öğretmenliği ve hanendelik yapmıştır. Divan şairlerinden Şeyhî'nin yazdığına göre, ölümünden sonra 'Mevlevihane Yeni kapısı haricine' gömüldüğü rivayet edilmiştir.
    Büyük bestekâr Itrî,aynı zamanda bir şâirdir.Elimizde çok sayıda şiiri olmasa da,mevcut şiirlerinden, iyi bir şâir olduğunu anlıyoruz.Bestelerinin çoğunun güftesi kendisine aittir.Şiirlerinin dili günümüze göre ağırdır.Fakat zamanı için bu kanaate varamayız.Kendine ait olanlarının dışında,zamanın pek çok şâirinin şiirini bestelemiştir.Yani geniş bir ufka sahiptir.İyi bir eğitim almamışsa da,kendisini yetiştirmiştir.Zaman zaman dinî motifli besteler de yapmıştır.Hafız Post’un etkisi altında kalmıştır.Dinî muhtevalı besteleri Mevlevî dergâhlarında söylenmiştir.Lâkin eserleri bunlarla sınırlı değildir.Dilerseniz onu tekrar Yahya Kemal’den dinleyelim:
    “O ki bir ihtişamlı dünyâya
    Ses ve tel kudretiyle hâkimdi;
    Âdetâ benziyor muammâya;
    Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
    O eserler bugün defîne midir?
    Ebediyyette bir hazîne midir?
    Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi? ”
    Tabiki o eserlerden hiçbirimizin haberi yok.Eserleri bırakın,Itrî’yi bile doğru dürüst tanımıyoruz.Her ne kadar kendisini hakkıyla tanımazsak da,okunan her bestesiyle kendimizden geçiyoruz.Bu durum,onunla olan gönül köprümüzün yıkılmadığına bir işarettir.Buna da şükür! ...

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta