GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ
Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ’NİN NERESİNDEYİZ? -1
M.NİHAT MALKOÇ
İnsan,yaratılanların en şereflisi…Dünyanın var edilişinin tek gerekçesi….Bütün mevcudat insana hizmet etmek için dünyaya gönderilmiştir.Hayvanlar,bitkiler,maden-
ler ve bilumum varlıklar! …Allahü Tealâ,Resulullah olmasa kâinatı yaratmayacağını beyan ederek insanın ehemmiyetini ortaya koyuyor.İnsan bu derece mühim bir yaratıktır.Her şey o dünyaya gönderilmeden evvel yerli yerinde yaratılarak istifadesine sunulmuştur.İnsanın dünyayı şereflendirmesinden kısa bir süre sonra söz konusu yerde bozgunculuk,cinayet ve haksızlıklar baş göstermiştir.Demek ki insanın en azılı düşman yine insan! ...
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu dünyanın mevcut düzeninin devamı ve insanların huzuru için ilkeler koyarak bunları “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” adı altında yayınlamıştır.Bu kurallara uymayı mecburi tutmuştur.Uymayanlara elinden geldiğince yaptırımlar uygulama yoluna gitmiştir.Otuz maddeden oluşan bu ilkelerden kaçımız haberdarız? Öncelikle bizimle ilgili bu ilkeleri dikkatinize sunmak istiyorum.Ülke olarak bu ilkelerin ne kadarını uyguladığımızı, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” nin neresinde olduğumuzun yorumunu sizlere bırakıyorum.İşte bahsi geçen Beyanname’nin ana ilkeleri:
Madde 1:Bütün insanlar özgür,onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.Akıl ve vicdana sahiptirler,birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2:Herkes ırk,renk,cinsiyet,dil,din,siyasal veya başka bir görüş,ulusal ve sosyal köken,mülkiyet,doğuş ve herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Beyanname ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.Ayrıca,ister bağımsız olsun,ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun,bir kimse hakkında uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal,hukuksal veya uluslar arası statü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.
Madde 3:Yaşam,özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 4:Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz,kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.
Madde 5:Hiç kimseye işkence yapılamaz,zalimce,insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
Madde 6:Herkesin,her nerede olursa olsun,hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.
Madde 7:Herkes yasa önünde eşittir veya ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.Herkesin bu Beyannameye aykırı her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve böyle işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 8:Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.
Madde 9:Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz,tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde 10:Herkesin,hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken,tam bir eşitlikle davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.
Madde 11: 1.Kendisine bir suç yüklenen herkes,savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda,yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça,suçsuz sayılır.2.Hiç kimse işlendiği sırada ulusal ya da uluslar arası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz.Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan daha ağır bir ceza verilemez.
Madde 12:Kimsenin özel yaşamına,ailesine,konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz,şeref ve itibarına saldırılamaz.Herkesin bu gibi karışma ve saldırılarına karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.
Madde 13: 1.Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.2.Herkes,kendi ülkesi de dahil olmak üzere,herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.
Madde 14: 1.Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.2.Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan veya Birleşmiş Milletlerin amaç ve ülkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan yararlanılamaz.
Madde 15:1.Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.2.Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılamaz.
Madde 16: 1.Yetişkin her erkeğin ve kadının,ırk,yurttaşlık veya din bakımlarından herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın evlenme ve aile kurmaya hakkı vardır. Evlilik bakımından,kadın ve erkek evliliğin sürdürülmesinde,bozulmasında eşit haklara sahiptir.2.Evlenme sözleşmesi ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapılır.3.Aile,toplumun,doğal ve temel unsurudur,toplum ve devlet tarafından korunur.
Madde 17: 1.Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı vardır.2.Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.
Madde 18:Herkesin düşünce,vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır.Bu hak,dinini veya inancını değiştirme özgürlüğü ile inancını veya dinini topluca ya da tek başına,açık olarak ya da özel biçimde,öğrenim,uygulama,ibadet ve dinsel törenlerde açığa vurma özgürlüğünü içerir.
e-mektup: [email protected]
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ’NİN NERESİNDEYİZ? -1
M.NİHAT MALKOÇ
İnsan,yaratılanların en şereflisi…Dünyanın var edilişinin tek gerekçesi….Bütün mevcudat insana hizmet etmek için dünyaya gönderilmiştir.Hayvanlar,bitkiler,maden-
ler ve bilumum varlıklar! …Allahü Tealâ,Resulullah olmasa kâinatı yaratmayacağını beyan ederek insanın ehemmiyetini ortaya koyuyor.İnsan bu derece mühim bir yaratıktır.Her şey o dünyaya gönderilmeden evvel yerli yerinde yaratılarak istifadesine sunulmuştur.İnsanın dünyayı şereflendirmesinden kısa bir süre sonra söz konusu yerde bozgunculuk,cinayet ve haksızlıklar baş göstermiştir.Demek ki insanın en azılı düşman yine insan! ...
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu dünyanın mevcut düzeninin devamı ve insanların huzuru için ilkeler koyarak bunları “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” adı altında yayınlamıştır.Bu kurallara uymayı mecburi tutmuştur.Uymayanlara elinden geldiğince yaptırımlar uygulama yoluna gitmiştir.Otuz maddeden oluşan bu ilkelerden kaçımız haberdarız? Öncelikle bizimle ilgili bu ilkeleri dikkatinize sunmak istiyorum.Ülke olarak bu ilkelerin ne kadarını uyguladığımızı, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” nin neresinde olduğumuzun yorumunu sizlere bırakıyorum.İşte bahsi geçen Beyanname’nin ana ilkeleri:
Madde 1:Bütün insanlar özgür,onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.Akıl ve vicdana sahiptirler,birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2:Herkes ırk,renk,cinsiyet,dil,din,siyasal veya başka bir görüş,ulusal ve sosyal köken,mülkiyet,doğuş ve herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Beyanname ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.Ayrıca,ister bağımsız olsun,ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun,bir kimse hakkında uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal,hukuksal veya uluslar arası statü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.
Madde 3:Yaşam,özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 4:Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz,kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.
Madde 5:Hiç kimseye işkence yapılamaz,zalimce,insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
Madde 6:Herkesin,her nerede olursa olsun,hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.
Madde 7:Herkes yasa önünde eşittir veya ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.Herkesin bu Beyannameye aykırı her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve böyle işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 8:Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.
Madde 9:Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz,tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde 10:Herkesin,hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken,tam bir eşitlikle davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.
Madde 11: 1.Kendisine bir suç yüklenen herkes,savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda,yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça,suçsuz sayılır.2.Hiç kimse işlendiği sırada ulusal ya da uluslar arası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz.Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan daha ağır bir ceza verilemez.
Madde 12:Kimsenin özel yaşamına,ailesine,konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz,şeref ve itibarına saldırılamaz.Herkesin bu gibi karışma ve saldırılarına karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.
Madde 13: 1.Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.2.Herkes,kendi ülkesi de dahil olmak üzere,herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.
Madde 14: 1.Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.2.Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan veya Birleşmiş Milletlerin amaç ve ülkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan yararlanılamaz.
Madde 15:1.Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.2.Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılamaz.
Madde 16: 1.Yetişkin her erkeğin ve kadının,ırk,yurttaşlık veya din bakımlarından herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın evlenme ve aile kurmaya hakkı vardır. Evlilik bakımından,kadın ve erkek evliliğin sürdürülmesinde,bozulmasında eşit haklara sahiptir.2.Evlenme sözleşmesi ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapılır.3.Aile,toplumun,doğal ve temel unsurudur,toplum ve devlet tarafından korunur.
Madde 17: 1.Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı vardır.2.Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.
Madde 18:Herkesin düşünce,vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır.Bu hak,dinini veya inancını değiştirme özgürlüğü ile inancını veya dinini topluca ya da tek başına,açık olarak ya da özel biçimde,öğrenim,uygulama,ibadet ve dinsel törenlerde açığa vurma özgürlüğünü içerir.
e-mektup: [email protected]
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ’NİN NERESİNDEYİZ? -2
M.NİHAT MALKOÇ
Dünyamızı yaşanmaz hâle getiren hak ve hukuk tanımaz insanların çoğu aslında mutlu değildir.Çünkü vicdanları onların huzurlu olmasına engeldir.Başkalarının huzursuzluğu üzerine bina edilen hayatlar iflah olmaz.Zulüm yıkılmaya,yok olmaya mahkûmdur zaten.Onun için insan hak ve hürriyetlerini koruyup kollamaya mecburuz.Aynı haklar günün birinde bize de lâzım olacaktır.İnsan insandır neticede.Batı’da da olsa Doğu’da da olsa insanların ihtiyaçları aşağı yukarı aynıdır.İnsanın menfaatine olan kanun ve yönetmelikler kimin icadı olursa olsun alınmalıdır. “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ni de bu bağlamda değerlendirerek kabullenmeliyiz.Önceki yazımızda sıraladığımız 18 maddeye kalan maddeleri de ilâve ederek dikkatlerinize sunuyorum. “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” nin geri kalan 12 maddesi şöyle sıralanıyor:
Madde 19:Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır.Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek,ülke sınırları söz konusu olmaksızın,bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak,elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.
Madde 20: 1.Herkesin barışçıl şekilde toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne hakkı vardır.2.Hiç kimse bir örgüte girmeye zorlanamaz.
Madde 21:Herkes,doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler aracılıyı ile ülkesinin yönetimine katılma hakkına sahiptir.2.Herkesin ülkesinin kamu hizmetlerine eşit olarak girme hakkı vardır.3.Halkın iradesi hükümet otoritesinin temelidir.Bu irade,gizli veya serbestliği sağlayacak benzeri bir yöntemle genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak ve belirli aralıklarla tekrarlanacak dürüst seçimlerle belirlenir.
Madde 22:Herkesin,toplumun bir üyesi olarak,sosyal güvenliğe hakkı vardır.Ulusal çabalarla ve uluslar arası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre,herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişim için gerekli olan ekonomik,sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi haklarına sahiptir.
Madde 23: 1.Herkesin çalışma,işini serbestçe seçme,adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.2.Herkesin herhangi bir ayrım gözetmeksizin,eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.3.Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.4.Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır.
Madde 24:Herkesin dinlenmeye,eğlenmeye,özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izne çıkmaya hakkı vardır.
Madde 25: 1.Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme,giyim,konut ve tıbbî bakım hakkı vardır.Herkes,işsizlik,hastalık,sakatlık,dulluk,yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.2.Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır.Bütün çocuklar,evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar,aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
Madde 26: 1. Herkes eğitim hakkına sahiptir.Eğitim,en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır.İlköğretim zorunludur.Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır.Yüksek öğretim,yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.2.Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır.Eğitim,bütün uluslar,ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış,hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.3.Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek,öncelikle ana ve babanın hakkıdır.
Madde 27: 1.Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma,güzel sanatlardan yararlanma,bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.2.Herkesin yaratıcısı olduğu bilim,edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddî ve manevî çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.
Madde 28:Herkesin bu Beyannamede öngörülen hak ve özgürlüklerin tam olarak gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.
Madde 29: 1.Herkesin,kişiliğinin serbestçe ve tam gelişmesine olanak veren topluma karşı ödevleri vardır.2. Herkes haklarını kullanırken ve özgürlüklerinden yararlanırken,başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlâk ve kamu düzeniyle genel refahın gereklerinin karşılanması amacıyla yalnız yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olur.3.Bu hak ve özgürlükler hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.
Madde 30:Bu Beyannamenin hiçbir kuralı,herhangi bir devlet,topluluk veya kişiye,burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.”
Görüldüğü gibi bu Beyanname’deki hakların tamamına yakını Anayasa’mızda ve ceza kanunlarımızda mevcuttur.Zaten Türkiye olarak 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler Meclisi, “Evrensel İnsan Hakları Bildirisi” ni kabul ettik.Ülkemiz Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’ne kabul oyu verdi.06 Nisan 1949 yılında da Türkiye “Evrensel İnsan Hakları Bildirisini” onayladı.Ülkemiz daha bunun gibi onlarca uluslar arası hukuk ve insan haklarıyla ilgili sözleşmeye imza atmıştır.Fakat uygulama safhasında bir kısım eksiklikler temayüz etmiştir.Son yıllarda bunlar da hızla ve iyi niyetle giderilmektedir.Zaten Avrupa Birliği’ne aday bir ülkenin bu gibi ev ödevlerini yapmama gibi bir lüksü yoktur.
Aslında İslâmî inancı güçlü olan insanların düşünceleri “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ile genelde paralellik arz etmektedir.Çünkü Müslümanlıkta daima insan merkez alınmıştır. “Her şey insan için” felsefesinden hareket edilmiştir.Hatta biraz daha ileri gidersek bundan 1400 yıl evvel Resulullah Efendimiz “Veda Hutbesi” nde insan haklarına dair bu doğrultuda görüşler ileri sürerek bunları son vasiyeti olarak ümmetine aktarmıştır.Demek ki hangi inançtan olursa olsun insan hakları ihmal edilmemesi gereken temel haklardır.Hatta bu İslâm’da kul hakkı kapsamına da girer.Kul hakkı da ödenmesi şart olan ve birebir helâlleşmeyi gerektiren haklar sınıfındandır.
e-mektup: [email protected]
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ’NİN NERESİNDEYİZ? -2
M.NİHAT MALKOÇ
Dünyamızı yaşanmaz hâle getiren hak ve hukuk tanımaz insanların çoğu aslında mutlu değildir.Çünkü vicdanları onların huzurlu olmasına engeldir.Başkalarının huzursuzluğu üzerine bina edilen hayatlar iflah olmaz.Zulüm yıkılmaya,yok olmaya mahkûmdur zaten.Onun için insan hak ve hürriyetlerini koruyup kollamaya mecburuz.Aynı haklar günün birinde bize de lâzım olacaktır.İnsan insandır neticede.Batı’da da olsa Doğu’da da olsa insanların ihtiyaçları aşağı yukarı aynıdır.İnsanın menfaatine olan kanun ve yönetmelikler kimin icadı olursa olsun alınmalıdır. “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ni de bu bağlamda değerlendirerek kabullenmeliyiz.Önceki yazımızda sıraladığımız 18 maddeye kalan maddeleri de ilâve ederek dikkatlerinize sunuyorum. “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” nin geri kalan 12 maddesi şöyle sıralanıyor:
Madde 19:Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır.Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek,ülke sınırları söz konusu olmaksızın,bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak,elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.
Madde 20: 1.Herkesin barışçıl şekilde toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne hakkı vardır.2.Hiç kimse bir örgüte girmeye zorlanamaz.
Madde 21:Herkes,doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler aracılıyı ile ülkesinin yönetimine katılma hakkına sahiptir.2.Herkesin ülkesinin kamu hizmetlerine eşit olarak girme hakkı vardır.3.Halkın iradesi hükümet otoritesinin temelidir.Bu irade,gizli veya serbestliği sağlayacak benzeri bir yöntemle genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak ve belirli aralıklarla tekrarlanacak dürüst seçimlerle belirlenir.
Madde 22:Herkesin,toplumun bir üyesi olarak,sosyal güvenliğe hakkı vardır.Ulusal çabalarla ve uluslar arası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre,herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişim için gerekli olan ekonomik,sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi haklarına sahiptir.
Madde 23: 1.Herkesin çalışma,işini serbestçe seçme,adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.2.Herkesin herhangi bir ayrım gözetmeksizin,eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.3.Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.4.Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır.
Madde 24:Herkesin dinlenmeye,eğlenmeye,özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izne çıkmaya hakkı vardır.
Madde 25: 1.Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme,giyim,konut ve tıbbî bakım hakkı vardır.Herkes,işsizlik,hastalık,sakatlık,dulluk,yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.2.Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır.Bütün çocuklar,evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar,aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
Madde 26: 1. Herkes eğitim hakkına sahiptir.Eğitim,en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır.İlköğretim zorunludur.Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır.Yüksek öğretim,yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.2.Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır.Eğitim,bütün uluslar,ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış,hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.3.Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek,öncelikle ana ve babanın hakkıdır.
Madde 27: 1.Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma,güzel sanatlardan yararlanma,bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.2.Herkesin yaratıcısı olduğu bilim,edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddî ve manevî çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.
Madde 28:Herkesin bu Beyannamede öngörülen hak ve özgürlüklerin tam olarak gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.
Madde 29: 1.Herkesin,kişiliğinin serbestçe ve tam gelişmesine olanak veren topluma karşı ödevleri vardır.2. Herkes haklarını kullanırken ve özgürlüklerinden yararlanırken,başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlâk ve kamu düzeniyle genel refahın gereklerinin karşılanması amacıyla yalnız yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olur.3.Bu hak ve özgürlükler hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.
Madde 30:Bu Beyannamenin hiçbir kuralı,herhangi bir devlet,topluluk veya kişiye,burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.”
Görüldüğü gibi bu Beyanname’deki hakların tamamına yakını Anayasa’mızda ve ceza kanunlarımızda mevcuttur.Zaten Türkiye olarak 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler Meclisi, “Evrensel İnsan Hakları Bildirisi” ni kabul ettik.Ülkemiz Evrensel İnsan Hakları Bildirisi’ne kabul oyu verdi.06 Nisan 1949 yılında da Türkiye “Evrensel İnsan Hakları Bildirisini” onayladı.Ülkemiz daha bunun gibi onlarca uluslar arası hukuk ve insan haklarıyla ilgili sözleşmeye imza atmıştır.Fakat uygulama safhasında bir kısım eksiklikler temayüz etmiştir.Son yıllarda bunlar da hızla ve iyi niyetle giderilmektedir.Zaten Avrupa Birliği’ne aday bir ülkenin bu gibi ev ödevlerini yapmama gibi bir lüksü yoktur.
Aslında İslâmî inancı güçlü olan insanların düşünceleri “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ile genelde paralellik arz etmektedir.Çünkü Müslümanlıkta daima insan merkez alınmıştır. “Her şey insan için” felsefesinden hareket edilmiştir.Hatta biraz daha ileri gidersek bundan 1400 yıl evvel Resulullah Efendimiz “Veda Hutbesi” nde insan haklarına dair bu doğrultuda görüşler ileri sürerek bunları son vasiyeti olarak ümmetine aktarmıştır.Demek ki hangi inançtan olursa olsun insan hakları ihmal edilmemesi gereken temel haklardır.Hatta bu İslâm’da kul hakkı kapsamına da girer.Kul hakkı da ödenmesi şart olan ve birebir helâlleşmeyi gerektiren haklar sınıfındandır.
e-mektup: [email protected]
YAZAR OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
M.NİHAT MALKOÇ
İnsanlar bazı zamanlarda,özellikle efkâr saatlerinde büyük bir duygu yoğunluğu içerisinde bulunurlar.Bu vakitlerde içi içine sığmaz sözkonusu kişinin…Yanında birisi varsa onunla paylaşır yoğunlaşan duygularını! ..Kimse yoksa kaleme kâğıda sarılır sessizce.En büyük sırdaşı olur mürekkep…Duygularla yoğrulmuş yazının mürekkebi kurumadan hiç kimse bu sırra mahzar olamaz.Üçüncü şahıslara kapalıdır mevcut duygular! ..
Yazarlık mıdır bu,yoksa geçici bir heveskârlık mı? Bunu da geçen zaman gösterir hiç şüphesiz.Bu işte uzun vadeli düşünüp geleceğe dönük hesaplar yapmaktır önemli olan.Aksi halde rüzgârın getirdiğini yine rüzgâr götürür.
Türkiye’de yazar olmak ateşten bir gömlektir adeta…Çünkü bu iş henüz bir iş ve meslek hüviyeti kazanmamıştır.Yazarlık arenasında sapla saman birbirine karışmış durumdadır.Kim,niçin yazardır? Yazar olmanın kriterleri nelerdir? Yoksa “Ben yaptım oldu” sözüne nazire yaparak “Ben yazdım oldu” demek midir çıkış noktası?
Türkiye’de sadece yazarlık değildir yerine oturmayan.Yayıncılık müessesesi de sistematik bir yapıya kavuşmamıştır.Aslında yazarla yayıncı bir bütünün iki yarısı gibidir.Bunlar et ve tırnak misalidir.Birini ötekinden ayırmak kabil değildir.Oysa günümüzde yayıncılar yazara hak ettiği değeri vermemektedir.Yayıncılıkta tarafgirlik de aşılması gereken çıkmazlarımızdan birisidir.
Yayıncılar bazı isimleri,lâyık olmadıkları halde vizyonda tutarak ite kalka bir yerlere getirmektedirler.Bu hususta aynı fikri paylaşma ve eş dost muhabbeti de etkili olmaktadır.Buna biraz daha ileri giderek fikrî bağnazlık da diyebiliriz.Durum böyle olunca yayınlanan eserlerin kalitesi düşmektedir.Halk tabiriyle adamı olanlar işini yürütmektedir.
Yayıncıların bir diğer hatası da kendilerine medyayı kılavuz edinmesidir.Ülkemizde medyayı kimlerin yönlendirdiği malûmdur.Memleketimizde medya, vazifesi olmadığı halde pek çok işe burnunu sokmaktadır.Yayıncılar gündemin nabzını tutmak ve daha çok kazanmak hevesiyle kalitesiz isimlere ve eserlere pirim vermektedirler.Bu da hakikatte boş ve birikimsiz insanların ön plana çıkmasına zemin hazırlamaktadır.Bu durum kendi halinde yaşayan fakat kalem erbabı değerlerin önünü kesmekte hatta kaybolup gitmelerine sebep olmaktadır.
Aslında okuyucu iyiyle kötüyü ayırt eden bir süzgeç olmalıdır.Olmalıdır diyorum,çünkü henüz bu vazifesini ifa edememiştir Türk okuyucusu! ..Okurları da maalesef medya yönlendirmektedir bu hususta.Kılavuzu karga olanın başına neler gelebileceğini tahmin edersiniz kanımca.
Çok satılan kitapların kaliteli olduğu kanaati ne kadar geçerli bir ölçü olur bu belirsiz ortamda? Varın siz düşünün…Boyalı basın, edebiyatın mahrem ve sırlı dünyasından kirli ellerini çekmelidir.Aslında medya gerçek manada sanat ve edebiyata hizmet etse hepimiz bahtiyar oluruz.Fakat bu alana hizmet etmeyi bir kenara bırakın,aksine işi her geçen gün sulandırarak kendine benzetmektedir.Sözümüz tabiki umuma değildir.Alınanlar suçlananlardır; bu böyle biline! ..
Yazarlık belli bir kabiliyet gerektirir.Fakat hiç kimse yazar olarak dünyaya gelmemiştir.İlham asla yeterli değildir.Yazarlığın onda biri ilhamsa onda dokuzu çalışmaktır.İlhamın gelmesi için de belli bir zemin hazırlanmalıdır.Fikrî ve hissî altyapısı olmayan kimselere ilham da gelmez.Yazarlık çileye talip olmaktır.Uzun geceleri uykusuz geçirmeye hazır olmaktır kalem erbaplığı! ..
Edebiyatta özel kabiliyet gerektiren şiir,hikâye,deneme ve roman gibi türler vardır.Bu alanlarda yeteneğimiz yoksa başka edebî mecralara yönelmeliyiz.Bunun dışında belli bir türde yoğunlaşmalıyız.Edebiyatımızda iz bırakmış isimler belli bir edebî türle özdeşleşerek anılmışlardır.Tabir caizse yazma konusunda da maymun iştahlı olmamalıyız.Nice şair ve yazarlar bir türde, hatta bir eserle meşhur olup adını ebedîleştirmiştir.
Çok yazmak asla övünülecek bir husus değildir.Yazdıkları binlerle ifade edilen kişiler tarihin nisyan bulutlarına karışıp görünmez oldukları halde, tek bir eserle güneş gibi parlayan ve adını tarihe altın harflerle yazdıran abideleşmiş isimler vardır.Çok söz yalansız,çok mal haramsız olmadığı gibi,çok eser de hatasız olmaz.Çok yazmak yerine kendimize ait bir üslûp geliştirmeliyiz.Taklitten şiddetle kaçınmalıyız.Unutulmamalıdır ki taklit hiçbir zaman orijinali gibi mükemmel olamaz.Üslûp sahibi olmak için de disiplinli ve çok çalışmalıyız.
Fildişi kulelerde oturup ahkâm kesmekle belki bir yerlere gelinir ama gelinen o noktada uzun süre ve devamlı kalınamaz.Toplumun aynasıdır yazar.Aynayı kendi içimize değil,içinde barındığımız topluma tutmalıyız.Ancak bu şekilde kalıcı ve faydalı olabiliriz.Bunun yanında kalem namusunu da hiçbir zaman rafa kaldırmamalıyız.Unutmamalıyız ki kısa zamanda gelen şöhretler,kısa zamanda gitmeye mahkûmdur.Oysa namus var olma sebebimizdir.şöhretsiz yaşayabiliriz ama namussuz asla! ...Onun içindir ki her adımımızı ince hesaplar yaparak atmalıyız.Gelecekte pişman olabileceğimiz işlere bulaşmamalıyız.Çünkü meşhurdur ki son pişmanlık fayda etmez.
e-mektup: [email protected]
YAŞLILARA SAYGI VE HÜRMET
M.NİHAT MALKOÇ
Her canlı doğar,büyür ve ölür.Doğumla ölüm arasında geçen süreye “ömür” adını veriyoruz.Hayat bazen acı,bazen huzurlu anlarla doludur.Buna hazırlıklı olmak gerekir.
İnsan mevsimlere benzer.İlkbahar çocukluk,yaz gençlik,sonbahar yaşlılık,kış ise ömrün son demlerine karşılıktır.Sonbaharda yapraklar sararıp düşer.Yaşlılık da böyledir.İnsan takatten düşerek güçsüzleşir.Saçı,sakalı beyazlanır.Bunlar,anlayan için çok şey ifade eder.Bu değişiklikler ömrün son demlerine işarettir.Adımlarımızı ona göre atmalıyız.
Ecdadımız: “Gençlik kuştur,ihtiyarlık ağır kıştır” demiş.Kişi gençken bir kuş gibi rahat hareket eder.Yaşlandıkça dizlerin bağı çözülür.Yaşlılıkta ibadet etmek de iyice zorlaşır.Hem gençlikte yapılan ibadet daha makbûldür.
Gençlik sürekli kalıcı değildir.Her insan yaşlılığı tadacaktır.Gençler bunu bilmeli ve ona göre hareket etmelidir.İnsan küçüğünü,büyüğünü tanımalıdır.Saygı,sevgi ve hürmet göstermelidir.Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Küçüğümüze merhamet etmeyen,büyüğümüzün şerefini tanıyıp ona saygı göstermeyen bizden değildir.”
Osmanlı Devleti altı asır boyunca yaşamış koca bir çınardı.Bu imparatorluk zamanında yaşlılar el üstünde tutulurdu.Onların bilgi ve tecrübelerinden yararlanılırdı.Oysa günümüzde yaşlılara “iflas etmiş tüccar” gözüyle bakılmaktadır.Ağır bir yük ve engel olarak görülmektedirler.
Yirmi birinci asra girdiğimiz bu günlerde insanların şefkat ve merhamet duyguları materyalizmin potasında yok olmaya yüz tutmuştur.Artık gençler evlenince ana babalarından ayrılmaktadır.Ebeveyninden ayrı yaşamayı tercih etmektedirler.Evlâtlar,anne babalarının yaşlılık dönemlerinde yanlarında olması gerekirken tam tersini yapmaktadırlar.
Rahmetli babam, meşhûr bir hikâye anlatırdı:
“Adamın birisi yaşlı babasından iyice bıkmış.Onu evinden uzaklaştırmak için planlar kuruyormuş.En sonunda babasını ıssız bir dağa bırakmaya karar vermiş.Babasını sepete koyarak dağın yolunu tutmuş.Adamın yanında da küçük oğlu varmış.Kan ter içinde dağın zirvesine varmışlar.Adam,dağ başında babasını sepetin içinde bırakarak hızlı adımlarla eve yönelmiş.Küçük çocuk bu durum karşısında telâşla babasına seslenerek, kendisinden beklenmeyen şu ibret dolu sözleri söylemiş:
-Baba sepeti unuttun,sepeti! ...
Bu durum karşısında irkilen baba,sepetin önemsiz olduğunu söylemeye çalışmış ama çocuk lâfı gediğine oturtmuş:
-Baba ben seni yaşlandığında neyle getireceğim buraya?
Oğlu böyle deyince baba yanlış yaptığını anlamış ve dağda bıraktığı babasını alarak eve dönmüş.
Dağa bırakılan baba,oğluna hitaben:
-“Geri dönüp beni alacağını biliyordum” demiş.
Bu söze karşılık oğlu: “Nereden biliyordun? ” demiş.
O da: “Çünkü ben babamı yaşlandığında dağa kaldırmadım ki! ..” demiş…”
Ne doğrarsan aşına o gelir kaşığına.Etme bulma dünyasıdır bu…Ne ekersen onu biçersin.Peygamberimiz bir mübarek sözünde söyle buyurmuştur: “Ak saçlı müslümana,Kur’an’ı bilen,onu terk etmeyen,onda aşırılığa kaçmayan kimselere saygı göstermek ve adaletli devlet başkanına saygılı davranmak Allah’a tazimden sayılır.”
Unutmayalım ki bugünün gençleri yarının yaşlıları olacaktır.Yaşlılara saygı ve hürmet gösterelim.Bu gelecekte yaşlılığınıza yapacağınız bir yatırımdır aynı zamanda.
e-mektup: [email protected]
ŞEBİNKARAHİSAR’IN İL OLMA AŞKI
M.NİHAT MALKOÇ
Türkiye her geçen gün hızla büyüyor.
Şehirlerimizin çehresi kısa zamanda değişerek tanınmaz hâle geliyor.
Bu, Türkiye aşkıyla yanıp tutuşan bizleri fevkalâde memnun ediyor.
Gelişen ilçelerimiz il olmak için Ankara’nın yollarına düşüyor.
Kimi muradına eriyor,kiminin arzuları bir başka bahara kalıyor.
Daha düne kadar ülkemizin 67 vilâyeti vardı.Bu illerin ilki Adana,sonuncusu da Zonguldak’tı.
Plaka numaraları da şehrin ilk harfine göre sıralanıyordu.
Bugün çok şey değişti.
Artık seksenin üzerinde ilimiz var.
Bir o kadarı da sabırsızlıkla ve heyecanla sırasını bekliyor.
Sırasını bekleyen ilçelerin başında,Giresun’a bağlı Şebinkarahisar geliyor.
Bu yerleşim yerine ilçe diyesim gelmiyor.
Çünkü burası hakkı yenen bir kazamızdır.
Şebinkarahisar bundan yıllar önce vilâyet statüsünde bir yerleşim yeriydi.
Zamanla burası dışarıya büyük göçler verdi.
Elinin altındaki topraktan yeterli derecede gelir temin edemeyen yöre halkı,en son çare olarak başka şehirlere kaçmayı denedi.Böylelikle il olan Şebinkarahisar köyleşti.
Fakat bugün sözkonusu şehir,unvanını elinden alanlara karşı büyük bir kalkınma hamlesi içine girmiştir.
Bu şehir,tarihî yapılarıyla da önemli bir yerdir.
Bağlı bulunduğu Giresun’la büyük bir rekabet içinde olan Şebinkarahisarlılar,önemli atılımları gerçekleştirmenin uğraşı içerisindedirler.
Bu hususta Giresun’u çok gerilerde bırakmışlar.
Hatta Giresun’a model teşkil ediyorlar
Boynuz kulağı geçer,diyenler doğru demiş
Boynuz kulağı çoktan geçti
Artık Şebinkarahisar’a eski statüsünü ve itibarını iade etmenin zamanı gelmiştir.
Hatta geçiyor bile…
Verilen hak geri alınamaz.
Öyle olacağını temenni ediyoruz.
Yeni il olacak yerlerin başında Şebinkarahisar gelmelidir.
Şebinkarahisarlılar adına yetkililerden bunu bekliyor ve istiyoruz.
e-mektup: [email protected]
SORUMLULUK BİLİNCİ
M.NİHAT MALKOÇ
Dünyaya gelen her insanın belli görev ve sorumlulukları vardır.Hiç kimse başıboş değildir.Hepimiz belli gayelerle yaratılmışız.Onun için insan en değerli varlıktır.Kendimize bu açıdan bakarak büyüklüğümüzün farkında olarak yaşamalıyız.Son büyük Divan Şâiri Şeyh Galip bize kendi yaratılış hakikatimizin ve üstünlüğümüzün bilincinde olmamız gerektiğini haykırıyor:
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen”
Günümüz Türkçe’sine aktarırsak şunu demek istiyor: “Kendine iyi bak,sen dünyanın özüsün.Sen kâinatın gözbebeği olan insansın.”Bizler bazı zaman kendimizi boş ve anlamsız görürüz.Bu aslında kendimize yapabileceğimiz en büyük haksızlıktır.Bir kere dünya ve diğer bütün âlemler insanın şerefine yaratılmıştır.Bizi var eden Allah çok büyük değer veriyor bize.Ne yazık ki bunun farkında olamadan yaşayıp ölenlerin sayısı hiç de azımsanacak kadar az değildir.Onlar ne kadar zavallı ve acınacak insanlardır!
İnsan öncelikle varoluş gayesinin ve büyüklüğünün farkında olmalıdır.Fakat insanın büyüklüğü derecesinde görev ve sorumlulukları da var.Bunların da bilincinde olmalıyız.Peki nedir sorumluluklarımız? Bunları imanî ve insanî olmak üzere ikiye ayırarak incelemekte yarar var.
Biz öncelikle insanız.Yaşadığımız çevreye karşı yapmamız ve yapmamamız gereken hâl ve hareketler var.Çevremizin bizden beklentilerini gözardı edemeyiz..Toplum içerisinde yaşayan fertleriz.Kendimizi toplumdan soyutlayamayız.
Çocuklarımızı yetiştirirken onlara aşırı derecede müşfik davranmamalıyız.Kolaydan zora doğru görev ve sorumluluklar vererek bu insanî duyguyu onlara kazandırmalıyız.Sorumluluk duygusu bu yaşlarda kazandırılır.Her dediği yerine getirilen ve her işten alıkonulan çocuğun dayanma gücünün ve mücadele direncinin gelişmesini beklemek hayal olur.
Hayat bir mekteptir biz insanlar için! ..Gelecek günler acılara ve mutluluklara gebedir.Yaşam hep güllük gülistanlık değildir.Dikenli patikaları da vardır bu uzun ve çileli yolun...Her inişin bir yokuşu da vardır muhakkak…Yarınlar sürprizlerle doludur.Kendimizi ve çocuklarımızı, bunları dikkate alarak hazırlamazsak yol yorgunu maratoncular gibi olduğumuz yerde yığılır kalırız.Arkadan gelenlerin altında ezilmeye engel olamayız.
İnsanî sorumluluğun yanında bir de imanî sorumluluk vardır demiştik.Bu, mevcut dünya için olmasa da ahiretimizin mamur olması için elzem bir duygudur.Gerçi imanî yükümlülüklerini yerine getirenlerin insanî sorumluluklarını görmezlikten gelmesi pek rastlanan bir durum değildir.
Yüce Allah, biz insanlara cüzî irade vermiştir.Bu, doğrularla yanlışları birbirinden ayıran bir süzgeç hükmündedir.İradesini hakkıyla ve yerinde kullanan, gelecekte pişman olacağı işleri yapmaz.Kendini bir imtihanda görür.Hayata o ciddiyetle sarılır.Hâl ve hareketlerini kontrol altına alır.Sadece kendisini değil emri altındakileri de o doğrultuda yönlendirir.Çünkü kişinin kendisini manevî sorumluluktan kurtarması yetmiyor.İnancımız bu bencilliğe cevaz vermiyor.Bu hususta Resulullah Efendimiz şu nasihatte bulunarak bizleri uyarıyor:
“Her biriniz bir yöneticisiniz ve her biriniz yönetiminizdekilerden sorumlusunuz.Devlet adamı bir yöneticidir ve halkından sorumludur; erkek,ailesinin yöneticisidir ve onları gözetmekten sorumludur; kadın,kocasının evinin muhafızıdır ve bundan sorumludur; hizmetçi efendisinin malının bekçisidir ve bundan sorumludur.Her biriniz bir yöneticisiniz ve yönetiminizdekilerden sorumlusunuz.”(Buharî)
İnsanı insan yapan sorumluluk duygusudur.Bundan yoksun insanlardan her türlü kötülük beklenir.Böyle kişiler hiçbir zaman güven vermez de! ...Toplumun sırtında ağır bir yüktürler.Paylaşmayı değil,kişisel menfaati yeğlerler.İnsanı yarı yolda bir başına koyup giderler.
Sorumsuzluk toplumları çökerten tehlikeli bir sosyal marazdır.Bu illetten emin olmak istiyorsak yarınlarımızın teminatı olan çocuklarımıza bu hayatî hissi küçük yaşlarda aşılayalım.Aksi hâlde toplumsal huzurdan uzak,cinnet geçiren bir toplumun ruhen hastalıklı fertleri olarak yaşamak zorunda kalırız.
e-mektup: [email protected]
SEVGİYLE BAŞLAR HER ŞEY! ...
M.NİHAT MALKOÇ
İnsanoğlu yüce Allah’ın halk ettiği en muteber varlıktır.Bu nedenle biz insanlar, Allah’ın yeryüzündeki halifeleri oluvermişiz.Fakat beşere verilen bu kıymet mutlak değildir.Kişi yaptığı hâl ve hareketlerle eşref-i mahlûkat(yaratılanların en şereflisi) olabildiği gibi esfele’s safilin(yaratılanların en aşağısı) mertebesine de düşebilmektedir.Zira günümüzde bunun binlerce canlı örneğini çıplak gözle görebilmekteyiz.
Beşerin kıymeti hiç şüphesiz ki özündedir.Yüce Rabbimiz bu hususta şu hükme varmıştır: “Andolsun ki,biz insanoğullarını şerefli kıldık,onların karada ve denizde gezmesini sağladık,temiz şeylerle onları rızıklandırdık,yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.”(İsra S.70.Ayet) Pek çok varlıktan üstün kılınan insanoğlu ne diye kendi kuyusunu kazmakla meşgul? Bütün dünya bir araya gelse insanın insana yaptığı kötülüğü yapamaz.Oysa imanın alâmetlerinden birisi de sevgi ve hoşgörüdür.
Gerçek müminler başkalarına kötülük edemezler.İslâm’a göre mümin müminin kardeşidir.Bu, gerçek kardeşlikten makbûldür.Peygamberimiz bu hususta da kesin ölçüyü koymuştur: “Müminler birbirini sevmekte,birbirini acımakta,birbirini korumakta bir vücut gibidir.Vücudun herhangi bir organı rahatsız olursa,diğer organları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır.”
Hepimiz imandan dem vururuz ama hiçbirimiz bu ince hakikatlere kulak asmayız.Teferruat der, geçeriz.Kabukla özü bir türlü ayrıştıramayız.Meselelerin kabuğunu aşıp özüne inmekte güçlük çekeriz.Sonra da uyanık diye geçinip dururuz.
Kişi öncelikle kendisiyle barışık olmalıdır.Meselelerin halledilmesinde kendimizi merkez üs olarak kabul etmeliyiz.Kendimizi sevmeliyiz.Fakat sözüm ona,insanı putlaştıran bir kısım hümanist zümrenin oyununa da gelmemeliyiz.İnanç ve törelerimizin gereklerine göre belli bir sınır koymalıyız kendimize.18.yüzyıl Divan şairlerinden olan Şeyh Galip’in şu beyti bu hususta dikkate alınmaya değerdir:
“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.”
(Kendine hoşça bak ki âlemin özü sensin,
Kâinatın gözbebeği olan insansın sen.)
Yunus Emre sevgiyi,Mevlâna Celâleddin-i Rûmî hoşgörüyü evrenselleştirirken ilâhî hakikatleri ölçü edinmişlerdir.Zira bu âlem şefkat ve merhamet üzere kurulmuştur.Bunu insanlardan beklerken maalesef,daha çok insan haricindeki varlıklardan görüyoruz.Bu demektir ki dünyamızda bir şeyler ters gidiyor.İnsanoğlu ilâhî misyonunu rafa kaldırmış.Kıymet hükümleri şahsîleşmiş.Felâketin ayak seslerini duymamak için sağır numarası yapıyoruz.Oysa gözlerimizi kapamakla gece olmuyor.İş işten geçmeden kendimize bir çekidüzen verelim.Son sözü büyük mutasavvıf şair Yunus Emre’ye bırakıyorum:
“Bir kez gönül yıkdunısa bu kılduğun namaz değül
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değül.”
e-mektup: [email protected]
ÖZÜRLÜLERİN YAŞAMA SEVİNCİ
M.NİHAT MALKOÇ
Dünyada,acılarla sevinçleri bir arada yaşıyoruz.Hayat iyi ve kötü yönleriyle devam ediyor.Bir kısım insanlar keyif içinde yaşarken,bir kısmı da acılar içerisinde kıvranıyor.Onun için,dünyaya sadece kendi penceremizden bakmamalıyız.Mutsuz kimselerin hâlini de düşünüp,gerektiği ölçüde onların sıkıntılarını paylaşmalıyız.Çünkü mutluluklar paylaşıldıkça artar; üzüntüler paylaşıldıkça azalır.Gerçek dost,kötü günde belli olur.İyi günümüzde herkes etrafımızda pervane kesilir.Fakat bir de düşmeye görün,çevrenizde kimseyi bulamazsınız.Bunun adına düpedüz vefasızlık derler.
Tüm dünyada ve Türkiye’de toplam nüfusun yaklaşık yüzde 10’unu sakatlar teşkil etmektedir.Sakatlıkları,doğuştan ve sonradan kaynaklanan sakatlıklar diye iki ayrı gruba ayırabiliriz.Bunların da kendi aralarında alt kısımları mevcuttur.
Doğuştan gelen sakatlıkların ana nedeni akraba evlilikleridir.Günümüzde bile akraba evliliği bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır.Bu tarz evlilikler eskisi kadar yaygın olmasa da hâlâ yapılmaktadır.Amaç,mevcut toprağın bölünmemesi ve kızın aile dışına çıkarılmamasıdır.Böyle basit bir gerekçe için onca riski yüklenmek akıl kârı değildir.Söz konusu durum, daha çok kırsal kesimde yaşayan ailelerde görülmektedir.Modern eğitim almış kişiler böyle evliliklere tevessül etmemektedir.Demek ki iyi bir tahsil bütün karanlıkları aydınlatıyor.Kalıtsal hastalıkların,akraba evliliklerinden kaynaklandığı ilmî bir hakikattir.Bunu görmezlikten gelmek ilmi reddetmek veya ciddiye almamak demektir.Bir kısım ailenin,menfi bir durumla karşılaşmaması bu ilmî gerçeği çürütmez.
Annelerin hamilelik ve emzirme dönemlerinde mümkün mertebe ilâç kullanmamaları gerekir.Çünkü alınan ilâçlar,bebeğin gelişimini olumsuz bir biçimde etkilemektedir.Emziren kadınlar ilâç kullanacakları zaman,çocuklarını emzirmemelidir.Özellikle antibiyotikler kullanılmamalıdır.Hayatî bir durum söz konusuysa doktor kontrolünde kullanılmalıdır.Aksi halde zekâ geriliklerinden ortopedik özürlülüğe kadar pek çok sorunla karşılaşabiliriz.Bunları hepimiz zaman zaman değişik vesilelerle duyuyoruz.Bunları bilmek için ille de tıp otoritesi olmaya gerek yoktur.
Doğuştan sonra da sakat kalma riski peşimizi bırakmıyor.Trafik ve iş kazaları hayatımızı karartabiliyor.Türkiye’de işçi sağlığına pek önem verilmiyor.Öyle ki,sağlıksız ortamlarda sigortasız işçiler istihdam ediliyor.Kol,bacak ve parmaklar havada uçuşabiliyor.İşverenler daha çok üretmek ve daha çok kazanmak için her yolu mubah görüyorlar.İşçi sağlığı kimin umurunda? Zaten denetim mekanizmaları doğru dürüst işlemiyor.Patronları yönlendirecek ve zorlayacak fiili müdahaleler olmadığı için,herkes bildiği gibi hareket ediyor.Tabiki,olan fakire ve garibana oluyor.Bir somun ekmek için kolunu,bacağını fedâ edebiliyorlar.Başka çare de yok şimdilik görünürde.
Trafik kazalarında yaralanan ve sakat kalan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Gün geçmiyor ki birileri trafik kazalarında bir yerlerini kaybetmesin.Buna bir de Doğu illerinde,teröristlerle girdiği çatışmalarda yaralananları eklersek mevcut rakam daha da artar; hazin bir tablo çıkar ortaya.
Çağdaş ülkeler,özürlülerin meselelerini çoktan halletmişlerdir.Ülkemiz bu konuda bir arpa boyu yol alamamıştır.Özürlüleri bir yük ve külfet olarak görmemeliyiz.Bizlerin de böyle hazin tablolarla karşılaşmayacağını kim garanti edebilir ki? Özürlülere saygısı ve merhameti olmayan kişilerin insanlığından şüphe ederim.
e-mektup: [email protected]
Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta