GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ
Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…
Ben sensiz kalanlara seni yaratıyorum,
Seni saklayacağım, seni yazıp-andıkça
Kendimi çoğaltıyor, seni kuşatıyorum.
Unutturmayacağım, seni yaşatacağım,
“SOMAS’TAN AY IŞIĞINA” VE MEHMET KUVVET
M.NİHAT MALKOÇ
Mehmet Kuvvet Trabzonlu bir şiir işçisi… Daha düne kadar böyle anılıyordu; fakat artık ona bir de “öykü yazarı” sıfatını eklememiz gerekecek. Zira değerli şair ve yazar dostum Mehmet Kuvvet “Somas’tan Ay Işığına” adlı bir öykü kitabı çıkardı geçenlerde. Bugüne kadar şair olarak bildiğimiz ve şiirlerini zevkle okuduğumuz Mehmet Kuvvet’in “Somas’tan Ay Işığına” kitabı yayınlandıktan sonra onun aslında gizli bir öykücü olduğunu da keşfettik.
Mehmet Kuvvet’in mesleği öğretmenlik, Biyoloji öğretmenliği… Aslında şiirle de, öyküyle de ilgisi yok mesleğinin. Fakat şair ve yazar olmak için edebiyat öğretmeni olmak gerekmiyor. Nice edebiyat öğretmenleri var ki iki satır yazı yazmamışlardır ömürleri boyunca.
1962 yılında Trabzon’un Akçaabat ilçesinin Derecik beldesinde dünyaya gelen Mehmet Kuvvet ilk, orta ve lise öğrenimini Trabzon’da tamamlamıştır. Trabzon Lisesi’ni bitirdikten sonra 1983 yılında KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Biyoloji Öğretmenliği bölümünden mezun olmuştur. İlk olarak Tunceli-Ovacık Mareşal Fevzi Çakmak Lisesi’nde öğretmenliğe başlamıştır. Daha sonra sırasıyla Giresun Eynesil İmam Hatip Lisesi’nde, Trabzon Affan Kitapçıoğlu Lisesi’nde çalışmıştır. Ardından da bir grup arkadaşıyla beraber Maraton Dershanesi’ni kurmuştur. Halen aynı kurumda idareci ve öğretmen olarak görev yapmaktadır.
Mehmet Kuvvet, edebiyat hayatına hemen herkes gibi şiirle başladı. Kasım 2003’te “Çakmak Ateşi” adlı ilk şiir kitabını çıkardı. Daha sonra şiirin yanında öyküye de el atarak Şubat 2008′ de “Somas’tan Ay Işığına” adlı öykü kitabını yayınlamıştır. Mehmet Kuvvet, Trabzon Çağdaş Yazarlar ve Sanatçılar Derneği Yönetim Kurulu üyesidir. Yazıları, şiirleri ve öyküleri Kül Öykü, Aykırısanat, Ardıçkuşu, Çalı, Ada, Maviada, Dönence, Kıyı, Boğaziçi, Göze, Taka, Berfin Bahar, Ekin Sanat, Tay, Alaz gibi bazı dergi ve gazetelerde yayınlanmaktadır. Trabzon’da günlük yayınlanan Taka Gazetesi’nde; 2006’dan beri her hafta “Şiir Takası” adlı şiir köşesinin editörlüğünü yapmaktadır. ÖZ-DE-BİR(Özel Dershaneler Birliği) Yönetim Kurulu Üyesidir. Aynı zamanda ÖZ-DE-BİR Trabzon İl Temsilcisidir.
Mehmet Kuvvet’in ilk öykü kitabı ses getirdi. Zira Türkiye’nin yakından tanıdığı ve sevdiği şair ve yazar Cezmi Ersöz “Somas’tan Ay Işığına” adlı öykü kitabının arka kapağında Mehmet Kuvvet’in öyküleriyle ilgili olarak şu isabetli tespitlerde bulunuyor: “Mehmet Kuvvet, sıradan insanların sıra dışı öykülerini gösterişten uzak ve yalın bir dille anlatıyor. Bana biraz Sait Faik’i, Romanyalı öykücü Panait İstirati’yi anımsattı. Yazar, tıpkı öykücüler gibi mucizeleri uzakta değil, küçük insanların bildiğini sandığımız ama bilmediğimiz hayatlarında arıyor. Mehmet Kuvvet’in öyküleri incecik bir ironinin içine ustalıkla gizlenmiş hüzünden alıyor tadını. Ve öyküler usulca alıyor sizi içine ve öyle ki arzuyla imkânsızlık arasında savrulan kahramanlarıyla aynı düşleri görmeye başlıyorsunuz bir süre sonra.”
Trabzonlu şairlerden biri olan Zekeriya Saka da Mehmet Kuvvet’in öykülerini söz konusu kitabın arka kapağındaki şu özgün ifadelerle anlatıyor okuyuculara: “Mehmet Kuvvet, geçtiği topraklardan derlediklerini kendi toprağına ekerek, yapay gübre kullanmaya gerek duymaksızın, çimlendirip gövertiyor. Yaşadığı yöre insanının kıvrak zekâsını yansıttığı öykülerinde, mısırların arasından Fadime’nin; karayemişlerin arkasından Temel’in size gülümsediğini duyumsar gibi olursunuz. Onun öykülerinde izlek, Karadeniz’in bir ucundan esen poyrazın, diğer ucundan esen karayelle çarpışıp teninizi yalayan meltemlere dönüşür.”
Mehmet Kuvvet, “Tralles” öyküsünde iç dünyasında yaşattığı askerlik anılarına yer veriyor. Öyküde geçen bir yer adı olan Tavşantepe bana Tuzla Piyade Okulu’nu hatırlatıyor. Zira benim de askerlik yaptığım Tuzla Piyade Okulu’nun dağdaki eğitim sahasında bu adda bir tepe vardı. Yazar Mehmet Kuvvet de askerliğini burada yapmış bildiğim kadarıyla. Bu öyküdeki ifadeler bunu teyit ediyor bir anlamda. Söz konusu öyküde bir olaydan çok, bir durum anlatılıyor. Bu yönüyle öykü çeşitlerinden biri olan Çehov tarzı öyküye daha yakın duruyor. Yazar Mehmet Kuvvet daha sonra öyküsünü antik kent Tralles’le bütünleştiriyor.
Yazmaya şiirle başlayan, öyküyle devam eden Mehmet Kuvvet’in; şiirin yanında öyküyü de devam ettirmesi veya tamamen öyküde yoğunlaşması Türk öykücülüğü için bir kazanç olacaktır. Edebiyatımızda şair sayısı çok olsa da öykü sahasında ciddi kalemlere ihtiyacımız vardır. Bu kanaatimi belirttikten sonra Mehmet Kuvvet’in “Somas’tan Ay Işığına” adlı kitabındaki öyküleri değerlendirmeye kaldığım yerden devam etmek istiyorum.
Mehmet Kuvvet “Somas’tan Ay Işığına” adlı kitaptaki “Mürekkebin Hesabı” öyküsünde, yaşamı insanlardan uzakta ve bir çöplükte geçen birinin hayatını öyküleştiriliyor. Bu kişinin hapse düşüşü ve orada gördüğü insanlık dışı muameleler sıralanıyor. Bu kişi, sonradan doktor olan “Ege” adlı kızıyla karşılaşıyor; fakat baba-kız olduklarını bilmiyorlar. Doktor Ege, sonradan babası olduğunu öğreneceği Ahmet’i tedavi ediyor. Daha sonra tesadüfler babayla anneyi buluşturuyor. Sonunda özlenen mutluluk tablosu oluşuyor. Bence buradaki tesadüfler biraz abartılı veriliyor, bu durum öykünün inandırıcılığını zedeliyor.
“Nadia” söz konusu kitapta başarılı bulduğum, dikkat çeken öykülerden biri… “Nadia” öyküsünde güzel ve başarılı betimlemeler var. Mehmet Kuvvet “Nadia” adlı kızı anlatırken soyutlamalardan yararlanıyor. Bu öyküdeki şiirsel üslup, okuyucuyu büyülüyor. Öyküde gelecekte iyi bir ressam veya resim öğretmeni olmak isteyen Nadia’nın hayalleri sıralanıyor. Nadia’nın geleceği masaya yatırılıyor. Resimle yatıp resimle kalkan bir kızın bir resim öğretmeni tarafından yıkılan dünyası gözler önüne seriliyor. Aslında resimde çok iyi olan Nadia’nın yaptığı resimleri beğenmeyen öğretmeni onu okuldan ve resimden soğutuyor. Nadia da ailesinin isteği doğrultusunda Matematik bölümünü bitiriyor. Yazar Mehmet Kuvvet burada aslında biraz da mevcut eğitim sistemini, bu sistemin bir parçası olan öğretmeni ve çocuklarının tercihlerini dikkate almayan aile fertlerini üstü kapalı da olsa eleştiriyor.
“Türküleri Tüketmek” öyküsü Kosif Hüseyin’in hayatından kesitler sunuyor okuyucuya. Bu öyküde yazar Mehmet Kuvvet’in yaşananları en ince ayrıntısına kadar çok iyi gözlemlediğini görüyoruz. Zaten iyi öykücüyü emsallerinden ayıran ve farklı kılan da onun gözlem gücüdür. Bu öyküde yazarın hayatından kesitler olduğu kanaatindeyim. Zira mısır püsküllerinden sigara sarmak, çoğumuzun çocukluğunda yaptığı sıradan işlerdendir.
Bu öyküde radyonun hayatımıza girdiği o ilk devirlerden bahsediliyor. O zamanlar köyde radyoya sahip olmak bir ayrıcalıktı. Bu öyküde köylülerin teknoloji fakiri olduğuna vurgu yapılarak cahillikleri de gözler önüne seriliyor. Köylü kadın, radyodaki türkülerin bitmemesi için radyoyu kapattırıyor. Çünkü o türkülerin bitmemesi gerekir. Zira akşam onları eşine dinletecektir. Kadın, sözünü dinlemeyen oğluna okkalı bir de küfür sallıyor.
Yazar “Kargaların Yaşar” öyküsünde kargaların yuvasını dağıtan talihsiz Yaşar’ın kargaların saldırısına musallat oluşunu ironik bir üslupla anlatıyor. Bu öykü konusu itibariyle masala daha yakın duruyor. Yaşar’ı tanıyıp belleyen kargalar ona dünyayı zindan etmiştir. O da bulunduğu ortamdan uzaklaşmak için yaşını büyüterek askere gitmiştir. Kindar kargalar Yaşar’ı, askere gideceği arabanın yanına kadar takip etmişler. Askere gidince Yaşar’ın izini kaybetmiş kargalar… Bundan sonra Yaşar’ın lakabı “Kargaların Yaşar” olarak kalmıştır.
Mehmet Kuvvet, öykünün başkahramanı olan Yaşar’ın askerlik dönemini anlatırken “Mantık bitmiş, askerlik başlamıştı” derken aslında üstü kapalı bir eleştiride de bulunuyor.
Yazar Mehmet Kuvvet, kitaba adını veren “Somas’tan Ay Işığına” adlı öyküsünde bir köylü kadınının yaşadığı sıkıntılı günleri saf yüreğini de tasvir ederek anlatıyor. Öykünün sonunda nineyle Somas’ın söylediği karşılıklı maniler dikkat çekiyor. Bu öyküde “Geçmekte olan dolmuşa el attı” ifadesini yazar yanlış kullanmıştır. Doğrusu “Geçmekte olan dolmuşa el kaldırdı” olmalıydı. Zira “el atmak” bir işe dâhil olmak, müdahalede bulunmak” demektir.
Mehmet Kuvvet bu öyküsünde Trabzon ağız özellikleriyle konuşturmuş kahramanını. Fakat bunda ölçüyü iyi ayarlamış; zira bu tarz ağız özellikleri abartılı olursa okuru sıkabilir. “Somas” bu öyküdeki ninenin torununun soyadıdır. Somas aynı zamanda öyküde adı geçen bir dağın adıdır. Bu öyküde de ironiye sık sık yer veriliyor. Keza Ahmet Somas, ninesine ilaç diye şarap içiriyor. Nine şarap içince başlıyor mani sıralamaya. Bunlar öyküyü çekici kılıyor.
Herkesin içinde bir şiir canavarı gizlidir. Bazı kalemler zamanla bu canavarın homurtularını dışarıya yansıtırlar; bazıları ise bir iç ses olarak içlerine hapsederler. Yazmaya meyli olanlar ve paylaşmayı sevenler iç dünyalarındaki hissî dalgalanmaları kelimelere dökerler. Bu, ilk dönemlerde genellikle “şiir” şeklinde kalıba dökülür. Zaman geçtikçe şiirden öyküye ve romana kayar. Hemen her öykücünün veya romancının işe şiirle başladığını görürüz. Trabzonlu Mehmet Kuvvet de yazmaya şiirle başlamış, öyküyle devam etmiştir. Bence şiirden sonra “Somas’tan Ay Işığına” adlı öykü kitabıyla da iyi bir eser meydana getirmiştir. Bundan sonra öyküde ısrar ederse gelecekte güzel yerlere geleceğini düşünüyorum. Zira yazdıklarını dikkatli bir gözle incelediğimizde bunu anlayabiliyoruz. Öte yandan şiir sahasında kalem oynatan kişi çoktur. Bu alanda yeni şeyler ortaya koyup farklı bir ses olarak sivrilmek hiç de kolay değildir. Biz yine Mehmet Kuvvet’in öykülerine geçelim.
Yazar Mehmet Kuvvet “Somas’tan Ay Işığına” adlı kitabındaki “Daldan Dala” öyküsünde hayatını muz ve cinsellik üzerine kurmuş olan bir maymunun sıra dışı yaşamını ortaya koyuyor. Bu öykü bir belgesel üzerine kuruluyor. O belgeseli seyreden öğretmenin kendi hayatıyla maymunun hayatı arasında bağlantı kurması okuyucuyu gülümsetiyor.
“Bedelli Yolculuk” öyküsünde okumayı çok seven bir babanın tıp eğitimi gören kızıyla diyaloğuna, çocukluk yıllarında yaşadığı sıkıntılara ve ani ölümüne değiniliyor. Baba ölmeden evvel, ölen babasını yarı uyur, yarı uyanık halde görerek onunla geçmişin bir çeşit muhasebesini yapıyor. Sonra o da ölen babasının yanına geçerek hayatına son noktayı koyuyor. Fakat yazar bunu oldubittiye getiriyor. Doğrusunu söylemek gerekirse bu öykünün kurgusu biraz havada kalmış, pek gerçekçi olmamış. Bu hesaplaşma kısmı, öyküden biraz kopuk duruyor. Aslında bu kısım isabetli ve başarılı ruh tahlilleriyle daha da derinleştirilip zenginleştirilebilirdi. Sanki biraz aceleye getirilerek erken bitirilmiş görünümü veriyor.
“Anniy misun? ” öyküsünde, yaptığı komikliklerle çevresindekileri gülmekten kırıp geçiren, bazen de usandıran muzip bir insanın davranışları anlatılıyor. Fakat onu da faka bastıran birileri çıkıp pabucunu dama atıyor. Bu öyküde lakap takma geleneği dikkat çekiyor.
“Peygamber” öyküsünde hayatın zorlukları karşısında aklî dengesini kaybeden bir kişinin trajik sonu anlatılıyor. Kendisini, ‘peygamber’ olarak görecek kadar kaybeden bu kişi sonunda mutfak tüpünü açarak gazı içine çekiyor. Böylece zehirlenerek ölüyor. Bu öyküde yazar Mehmet Kuvvet, kahramanının bilinçaltına ayna tutarak başarılı psikolojik tahliller yapıyor. Fakat keşke kahramanını intihara götüren sebepleri biraz daha derin anlatsaydı.
“Kıvırcıklar ve Kıvırmalar” bu kitaptaki en uzun öykü olarak karşımıza çıkıyor. 14 sayfalık bu öyküde Bayburtlu Pala’nın insanı bazen güldüren, bazen de üzen macerası trajikomik bir tarzda anlatılıyor. Pala, koyunlarını sattıktan sonra kendini Rus kızlarının tuzağında bulmuştur. Trabzon’da geçen öyküde yılların Pala’sı nefsine yenilerek kendini acınacak bir konuma ve dipsiz bir uçuruma sürüklemiştir. Trabzon’da gece hayatına alışan Pala, diskolarda gününü gün etmeye başlamıştır. İçkiyi fazla kaçırdığı bir gece aynı odayı paylaştığı bir Rus kızı tarafından soyulmuş, meteliksiz kalmıştır. Üstelik otele iki bin lira da borçlanmıştır. Parasını gece âleminde bir Rus kızına kaptırdığı için bir kuruşu bile kalmamıştır. Oteldeki görevlilerin zoruyla senet imzalamıştır. Onlarca koyunun satışından elde edilen para birkaç günde çarçur edilmiştir. Onu bu kötü durumlara düşüren ‘Kibar’ adlı sünepe tipli arkadaşıdır. Kötü bir arkadaşın insanı ne hallere düşüreceğinin ibretli bir örneği olan bu öyküden okuyan herkesin alabileceği mühim dersler vardır. Bu öykü çok ustaca kurgulanmıştır. Bu öykünün kitapta beğendiğim öykülerin başında geldiğini söyleyebilirim.
“Kardelenler Büyüyecek” öyküsünde bir öğretmenin Tunceli’nin ücra bir köşesinde beş yıl boyunca; yazarın deyimiyle “öğretmenlik, müstahdemlik, idarecilik, ağabeylik ve babalık” yapışı anlatılıyor. Bu öyküde Doğu’daki zorlu hayata ayna tutuluyor. Yöre halkıyla, onların duygularını kötü emelleri için sömürenlerin birbirine karıştırılmaması gereğine vurgu yapılıyor. Bu öyküde anlatılanlar yazar tarafından yeniden kurgulansa da gerçek hayattan izler taşıyor. Mehmet Kuvvet bu öyküyü yazarken belli ki öğretmenlik hayatından esinlenmiştir.
Mehmet Kuvvet “Somas’tan Ay Işığına” adlı öykü kitabında Türkçeyi zorlamıyor; dilin bütün imkânlarını ustaca kullanarak okuyucuya kendi diliyle sesleniyor. Onun bu ilk öykü kitabından yola çıkarak gelecekte bunlardan daha da güzel öyküler çıkaracağını düşünüyorum. Onun öyküde yeni arayışlara gireceğini, Türkçenin duru sularında ustaca kürek sallayacağını umuyorum. Bunun ilk işaretlerini vermiş zaten bu ilk öykü kitabında. Biz kaldığımız yerden onun öykülerindeki incelikleri ortaya koymaya devam edelim.
Kuvvet’in “Somas’tan Ay Işığına” kitabındaki “Lütfen Ördekleri Lavaboda Yıkamayın” adlı öyküsünün adı gibi içeriği de bir hayli ilginç… Orhan adlı öykü kahramanının ameliyat olma serüveni anlatılırken ülkemizde sağlık alanındaki çarpıklıklara da göndermelerde bulunuluyor. Bu öyküde hayattan gerçek kesitler gözler önüne seriliyor. Bunlardan yola çıkarak bugün niçin hâlâ bu noktada olduğumuzu daha iyi anlayabiliyoruz.
“Git Babana Sor” öyküsünde Mehmet Kuvvet, öğretmenlik hayatından siyah beyaz kareler sunuyor okurlarına. Tunceli’nin Ovacık ilçesinde öğretmen olarak görev yaptığı günlerin buruk esintilerini buluyoruz bu öyküde. Bunlara acı tatlı hatıralar dersek daha isabetli bir tanımlama olur kanaatindeyim. Bu anılarda öğretmenliğin sırlarını ve zorluklarını da görebiliyoruz. Munzur çayı bu öyküye bütün haşmetiyle damgasını vuruyor.
Yazar Mehmet Kuvvet, “Samimiyet” öyküsünde çağımızın insanlarının köklü değerlerini ve insancıllığını kaybedişini örnek olaylarla pekiştirerek anlatıyor. Burada yazarın okuduğu bir kitabın bizleri farklı noktalara getirdiğini görüyoruz. Öyküde tam da bugünlerin güncel meselesi olan seçim kirliliğine değiniliyor. Seçim propagandalarının çevreyi ve ruhları kirletmesinden yakınılıyor. Yazar, Mustafa İnan’ın hayatından kesitler sunuyor. Kendisine araba çarpan bir kişinin çektiği sıkıntılar sıralanarak insanların samimiyeti sorgulanıyor.
“Somas’tan Ay Işığına” adlı kitabın son öyküsü olan “Kar Kırmızı”da Trabzonlu şair Zekeriya Saka’nın “Yıkımlardan bıkmasa da katran elleriniz/bir gün uyanacaktır Anadolu/bilesiniz…” dizelerine yer veriliyor. Bu öyküde Karadeniz’den, Trabzon’dan ve yazarın bir zamanlar öğretmen olarak görev yaptığı Tunceli’den, Munzur’dan izler var. Kitabın bu son öyküsünde, okuyup memlekete faydalı bir insan olmak amacı güden genç bir kızın suçsuz yere terörist damgası yemesi ve tutuklanması anlatılıyor. Üç ay hapiste kalan kız, sonra suçsuz bulunarak salıveriliyor. Fakat adının altı kırmızı kalemle çiziliyor bir kere…
Trabzonlu şair ve öykücü Mehmet Kuvvet, öykülerinde bazen güldürüyor, bazen de düşündürüyor. O, hayatın acı gerçeklerini anlatırken bile sıkmıyor, çok kere gülümsetiyor. Bu sıcak üslup okuyucuyu rahatlatıyor. Öyküleri birbiriyle bağlantılı değil; her biri bağımsız öyküler olarak okuyucunun karşısına çıkıyor. Bu sıcacık öykülerde kendimizi buluyoruz çoğu zaman. O, içinden çıktığı halkın hayatına ayna tutuyor. Anlattıkları bizim hayatımızdan derin izler taşıyor. Bu öykülerde zaman zaman kara mizaha da rastlıyoruz. Hüzünle gülümseme arasında gidip geliyorsunuz. İfadelerin derinliği ve özgünlüğü onun şairliğinden gelen hüneri olsa gerek... Çünkü şairlerin öykü kitapları genelde daha yoğun ve duygu yüklü oluyor.
Şair olarak tanıdığım Mehmet Kuvvet, ilk öykü kitabı olan “Somas’tan Ay Işığına” adlı eseriyle iyi izler bıraktı bende. Bir kere dili sade, duru ve akıcı; fakat basit değil, belli bir derinliği var öykülerin. Kitabı bir oturuşta okudum, zira sürükleyici bir öykü kitabı bu…
Kuvvet’in bende derin izler bırakan “Somas’tan Ay Işığına” adlı öykü kitabı Kül Sanat Yayınları arasında okuyucuyla buluştu. Söz konusu kitap “Kardelenler Büyüyecek” ve “Anıların Rüzgârıyla” adlı iki ana bölümden oluşmuştur. Her iki bölümde toplam 16 öykü yer alıyor. Fakat “Anıların Rüzgârıyla” adlı bölümdekiler öyküden çok, anı türüne giriyor bence.
Öykücülüğümüze yeni bir soluk getiren Mehmet Kuvvet’in “Somas’tan Ay Işığına” adlı öykü kitabı 112 sayfadan oluşuyor. Kitabı okurken büyük bir keyif aldığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Sevgili arkadaşım şair ve yazar Mehmet Kuvvet’i bu ilk başarılı öykü kitabından dolayı yürekten kutluyorum. İyi ki şiirin yanında öykü yazmayı da denemiş, yoksa bu güzel öykülerden mahrum kalırdık. Onun öyküde ısrar etmesini ve bu alanda yoğunlaşmasını diliyorum. Zira kişi belli bir alanda yoğunlaşırsa yazdıkları daha seçkin olur.
DR. ORHAN FEVZİ GÜMRÜKÇÜOĞLU’YA AÇIK MEKTUP
M.NİHAT MALKOÇ
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Öncelikle Trabzon Belediye Başkanlığına seçilmenizden dolayı sizleri kutluyor, bu seçimin Trabzon’umuza hayırlı olmasını Allah’tan diliyorum. Yorucu bir propaganda dönemi geride kaldı; fakat asıl iş şimdi başladı. Yani dinlenmeye zaman yok; şimdi hizmet zamanı…
Değerli Belediye Başkanım Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu Bey;
Trabzon’un ne kadar önemli bir şehir olduğunu söylemeye gerek yok; bunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Trabzon bir tarih, kültür ve sanat şehridir. Osmanlı’nın gözbebeği olan Trabzon, Cumhuriyet Türkiye’sinin de can damarıdır. Fatih’in fethettiği Trabzon, tabir caizse ikinci İstanbul’dur. Bu şehirde Yavuz Sultan Selim uzun yıllar valilik yapmış, onun sevgili oğlu, yükselme döneminde Osmanlı tahtında 46 yıl boyunca oturan Kanunî Sultan Süleyman bu güzel şehirde dünyaya açmış gözlerini… Trabzon bir kültür sanat şehridir aynı zamanda. Nice şairler ve yazarlar ilhamını bu tarihî şehirden almıştır. İbrahim Cudi, Hamamizade İhsan Bey, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Bedri Rahmi ve Sabahattin Eyüboğlu kardeşler bu şehrin kimliğiyle büyüyüp eser verdiler. Günümüz şair ve yazarlarından Nazan Bekiroğlu, Nihat Genç, Yaşar Miraç, Yaşar Bedri Özdemir, Sunay Akın da Trabzon kimliğini şerefle taşımaktadırlar. Bunların sayısını çok daha artırabiliriz.
Karadeniz’in gözbebeği güzel Trabzon, sizden her alanda çok büyük hizmetler bekliyor. Fakat benim sizden istediklerim kültür, sanat ve edebiyata dair şeyler olacaktır. Öyle masraflı şeyler de değil isteyeceklerim. Bunları yapmak için para değil, öncelikle millî ve manevî değerlere saygı ve sevgi gerekiyor. İsteklerimi maddeler halinde sıralamak istiyorum:
1. Trabzon’da bundan sonra yabancı isimle işyeri açmak isteyenlere belediyemiz ruhsat vermesin. Zira böyle giderse güzel Türkçemizin esamisi okunmayacak yakında...
2. Görkemli bir anıt yapılarak Trabzon’un gelmiş geçmiş kültür, sanat ve edebiyat simalarının isimleri bu anıta yazılsın. Bu anlamda önceki belediyelerce oluşturulan Meydan Parkı’nın üstündeki basit tabela orada adı yazılan büyük isimlerin gölgesinde eziliyor. Hem o tabeladaki isimlere yenilerinin ilave edilmesi de gerekiyor; zira hayat devam ediyor.
3. Eskiden etkin olan Belediye Kültür Araştırma Kurulu en kısa zamanda tekrar oluşturulmalıdır. Fakat laf olsun diye değil, iş yapsın diye. Onun için de bu kurula kültür, sanat ve edebiyat alanlarında ehliyetli ve gayretli insanların seçilmesi gerekir.
4. Trabzon’da her yıl şairler şöleni düzenlenmesini istiyoruz. Bu şölen zamanla geleneksel yapıya kavuşacaktır. Söz konusu şölene, düşüncesine bakılmaksızın yerel ve genel alanda bir noktaya gelmiş şairler davet edilmelidir. Bunu yapan şehirlerin sayısı az değildir.
5. Trabzon’daki cadde ve sokaklara kültür, sanat ve edebiyat sahasında önemli çalışmalar yapmış kişilerin adları verilmelidir. Mesela bir şair ve yazar bu kentte yaşamaya devam ediyorsa oturduğu caddeye veya sokağa adı verilebilir. Bunlar yapılırken ille de dünyadan göçmüş kişilerin seçilme zorunluluğu yoktur. Yaşarken onure edilmeli insanlar…
6. Belediye Kültür Yayınları, eserlerini basma imkânı olmayan şair ve yazarların eserlerinin basılmasına katkıda bulunmalıdır. Özellikle Trabzon’la ilgili kitaplar basılıp halka ücretsiz dağıtılmalıdır. Bunu belediye bütçesinden yapmaya da gerek yoktur. Trabzon’un hayırsever zenginleri bu yükü sırtlayabilir. Keza eski başkanlardan Asım Akyan bunu başarıyla yapmış, belediye bütçesine dokunmadan birçok kitap yayınlayarak halka sunmuştu.
7. İlköğretim ve lise öğrencilerine yönelik şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlenmelidir. Bu yarışmalar serbest kategoride halka da açılmalıdır. Yani sadece öğrenciler değil, şehirde eli kalem tutan, fakat teşvik edilmediği için körelen kalem erbapları da bu gibi yarışmalarla yazmaya yönlendirilmelidir. Dereceye girenlere ciddi ödüler verilmelidir. Böylece Trabzon nahoş hadiselerle değil, kalem sahipleriyle anılmalıdır.
8. Belediyeye ait “Trabzon Evi” şair ve yazarların beyin fırtınası sahasına dönüştürülmelidir. Burada sohbetler yapılmalıdır, sanat ve edebiyat konuşulmalıdır.
9. Sık sık Trabzon’la ilgili forum ve paneller yapılmalıdır. Bu konuda KTÜ’yle işbirliğine gidilmelidir. Sivil toplum kuruluşlarının potansiyellerinden de yararlanılmalıdır.
10. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi bir an evvel bitirilerek halkın istifadesine sunulmalıdır. Burada geçmişten bugüne kadar gelmiş geçmiş şair ve yazarları tanıtan devasa görsel panolar oluşturulmalıdır. Buraya gelen şair veya yazar kendisinden bahseden bu panoyu görüp moral bulmalıdır; böylece yazma şevki artırılmalıdır. Halk da değerlerini böylece tanımalıdır. Kalem erbabıyla okuyucular arasında kuvvetli köprüler kurulmalıdır.
12. Belediye öncülüğünde her yıl kitap fuarları düzenlenmelidir. Özellikle ramazan ayında kitap fuarının düzenlenmesi şehrin havasını çok daha güzelleştirecektir. Bu fuara ülkemizin tanınmış yazarlarının getirilip okuyucuyla buluşturulması çok faydalı olacaktır.
13. Kızlar Manastırı’nın kısa zamanda restore edilerek Kültür Sanat Merkezi haline getirilmesi gerekir. Fakat önceki belediye yönetiminin düşündüğü gibi Çağdaş Sanatlar Merkezi değil. Burası Trabzon Halk Sanatları Merkezi olmalıdır. Burada folklorik değerlerimiz yaşatılmalıdır. Kemençe gibi geleneksel çalgı aletleri öğretilmelidir. Hatta burada kemençe yapımı, ağaç işlemeciliği, dokumacılık, hasır bilezik yapımı öğretilmelidir.
14. Trabzonlu kültür adamları, şair ve yazarlar “Trabzon Değerlerini Tanıyor” adı altında halka tanıtılmalıdır; bu kişilerden yaşayanlar varsa bu şahıslar söz konusu programlara davet edilip konuşturulmalıdır. Onların yaşamı ve eserleri değişik sunularla gösterilmelidir.
15. Trabzon’un adıyla özdeşleşen kolbastı oyununun araştırılacağı ciddi bir sempozyum(bilgi şöleni) yapılmalı, bu sempozyumdaki bildiriler kitap haline getirilmelidir.
16. Trabzon’a yakışır bir sanat sokağı düzenlenmeli, burası sanatsal figürlerle güzelleştirilmelidir. Ortahisar’daki tarihî evlerin olduğu boş alan bunun için kullanılabilir.
17. Ortahisar’da belediyeye ait tarihî bina, şair ve yazarların teşkilatlanması için tahsis edilmelidir. Bu binada her hafta düzenli olarak ‘Ortahisar Sohbetleri’ yapılmalıdır.
18. Basın mensupları gibi, halkla bütünleşmeyi arzu eden kültür sanat adamları, şair ve yazarlar da belediye ait ulaşım araçlarından ücretsiz yararlandırılmalıdır.
19. Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde üç ayrı salon yapılmaktadır. Bu salonlara Trabzon’un yetiştirmiş olduğu değerli şahsiyetlerin adı verilmelidir.
20. Aykan döneminde oluşturulan, bugünlerde akıbeti bilinmeyen Mehter Takımı tekrar aktif bir biçimde etkinlikler yapmalıdır. Belirli günlerde halkı şenlendirmelidir.
21. Ramazanda uygun bir yerde ramazan çadırı kurularak ihtiyaç sahipleri buradan faydalandırılmalıdır. Ramazanın bir rahmet ayı olduğu halka hissettirilmelidir.
22. Uzunsokak’taki Mahmut Goloğlu Kültür Merkezi yeniden düzenlenerek sözde değil, özde bir araştırma kütüphanesine dönüştürülmelidir. Buraya periyodik kültür, sanat ve edebiyat dergileri alınmalıdır. Yerel ve ulusal gazeteler de bu merkeze girmelidir.
23. Aykan döneminde büyük bir kampanyayla halk tarafından yaptırılan çeşmeler tekrar gözden geçirilmeli, suyu olmayanlara su bağlanmalı, gerekirse yenileri yapılmalıdır.
24. Mahallelerdeki kütüphaneler yeniden düzenlenerek yeni kitaplarla zenginleştirilmelidir. Bu kütüphanelere verilecek personel bu işi bilenlerden seçilmelidir.
25. Atapark’taki Tarih Merkezi görsel kaynaklarla zenginleştirilerek açık tutulmalıdır.
26. Belediyece yöresel türkülere ve ezgilere ağırlık verecek Türk Halk Müziği Korosu oluşturulmalıdır. Hatta yöresel türkülerin kaybolmaması için bir ses arşivi oluşturulmalıdır.
27. Belediyenin maddî ve manevî öncülüğünde bir yazarlık okulu açılmalıdır. Bu okulda yazar olmanın yolları uzmanlarca öğretilmelidir. Buna yazarlık kursu da diyebilirsiniz.
28. Her yıl Yenimahalle sahilinde Geleneksel Hamsi Şöleni yapılmalıdır.
29. Trabzon Kültür ve Sanat Festivali devam ettirilmelidir. Fakat içeriği zenginleştirilmelidir. Bu festival gurbetçilerin yoğun olarak geldiği Ağustos ayında yapılmalı.
Trabzon’da 20 yıldır yazan bir insan olarak şimdilik sizden taleplerim bunlardır…
BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİ VE İDEAL ÖĞRETMEN
M.NİHAT MALKOÇ
Bataklıklar ülkesinden beyaz zambaklar ülkesine gidişin ibretli hikâyesini anlatan bir kitaptır “Beyaz Zambaklar Ülkesi”… Rus yazar Grigory Petrov tarafından kaleme alınan bu kıymetli kitap, milletçe uyanış için fertlerin özlerine dönmeleri gerektiği tezini, yaşanmış örneklerle işliyor. İnancın ve umudun nelere kadir olduğunu anlamak için bu kitabı okumak gerekir. Türk’ün önderi Atatürk’ün bu kitabın askeri okullarda okutulmasını istediği söylenir.
Rus yazar Grigory Petrov tarafından kaleme alınan “Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı kitabı bir solukta okuyanlardanım. Trabzon Valisi Nuri Okutan Bey bu kitabı valilik imkânlarıyla bastırarak öğretmenlere hediye etti. Söz konusu kitaba yine aynı yazar tarafından kaleme alınan “İdealist Öğretmen” kitapçığını ekleyerek tek kitap halinde bastırdı. “Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı kitap 60 sayfalık “İdealist Öğretmen” ilavesiyle 209 sayfadan meydana geliyor. Eser, son derece kaliteli bir baskıyla öğretmenlerin istifadesine sunulmuştur.
Trabzon’da, kitap okumayı gündemin başına yerleştiren ve okul kütüphanelerine kazandırdığı bir milyon 600 bin kitapla herkesin takdirini kazanan Vali Nuri Okutan, sadece öğrencileri değil, öğretmenleri de okutmakta kararlı görünüyor; aslında çok da iyi ediyor. Zira öğretmenlerin de yeterli derecede kitap okuduğu söylenemez. Öğretmenevlerine gittiğimizde öğretmenlerin zamanlarını daha çok neyle geçirdiğini okey taşlarının sesinden anlayabilirsiniz. Bu sadece Trabzon için değil, tüm ülke öğretmenleri için geçerli bir yakınmadır. Yeterince okumayan bir öğretmenin öğrencisine vereceği fazla bir şey de yoktur.
Trabzon’da yaklaşık 9 bin 100 öğretmene ve usta öğreticiye imza karşılığı dağıtılan “Beyaz Zambaklar Ülkesi-İdeal Öğretmen” adlı kitabı bugünlerde öğretmenlerin elinde görüyorum. Öğretmenler söz konusu kitabı okumakla kalmıyor, onu meslektaşlarıyla da tartışıyorlar. Kitabın, öğretmenlerin ruh dünyasında olumlu izler bırakacağına olan kanaatim tamdır. Özellikle eserin “İdeal Öğretmen” adlı bölümü öğretmenlerin yoluna ışık tutacaktır.
Şehri açık kütüphaneye çeviren Vali Nuri Okutan, Trabzon Valiliği Kültür Yayınları arasında çıkan “Beyaz Zambaklar Ülkesi-İdeal Öğretmen” adlı kitabın “Takdim” kısmında öğretmenlere şöyle sesleniyor: “Öğretmen olma hevesiyle başladığım eğitim hayatım iradem dışında beni idareci konumuna getirdi. Ama ne zaman ki bir sınıf tahtası görsem, ne zaman bir öğrenciyle yolda karşılaşsam öğretmen olamamanın hüznüne kapılıveririm. Öğretmenlik kendinden bir şeyler vermektir. Bilimsel veriler başkalarına yardımcı olan, başkalarına karşı öğretici konumunda bulunan insanların daha mutlu olduğunu ortaya koymaktadır.”
“Beyaz Zambaklar Ülkesi” adlı kitabın edebî açıdan bir iddiası olmadığı için üslup kaygısı da yoktur. İnsanlara ruh ve şuur kazandıran bu eseri okuyanlar harekete geçmek için yarını beklemeyeceklerdir. “İdeal Öğretmen” bölümü ise öğretmenler için güzel örnekler sunuyor. Bu bölümün başında anlatılan yaşanmış hikâye bir hayli enteresan durum arz ediyor:
“1880’li yıllarda Moskova Üniversitesi’nin bütün profesörleri, öğrencileri ve Moskova’nın aydınlar grubu, büyük bir şaşkınlık yaşıyorlardı. Çünkü tanık oldukları şey, o güne kadar görülmemiş bir şeydi. Üniversitenin en genç Matematik Profesörü S. A Raçinski, üniversitedeki kürsüsünden istifa edip ayrılmış, Rusya’nın Smolenska Eyaleti’nin Tatevo Köyü’nde öğretmenliğe atanması için Eğitim Bakanlığı’na bir dilekçe vermişti. Bilim dünyası onunla övünürken ve birçok matematik bilgini ondan önemli buluşlar beklerken, bu genç profesör, kendi arzusu ile üniversitedeki eğitim ve öğretim çalışmalarına son veriyordu. Herkes, ‘Ama neden? ’ diye büyük bir merakla soruyordu. Raçinski ise, bu soruya tek bir cevap veriyordu: Bir köyde, sıradan bir köy öğretmeni olmak için! ...”
“Beyaz Zambaklar Ülkesi-İdeal Öğretmen” adlı eseri okuyanlar henüz keşfedemedikleri değerlerin peşine düşmek için ‘Kim var? ’ deyip sağa sola bakmadan ‘Ben varım ya yeter…’ diyerek işe koyulacaklardır. Bu kitabın sadece öğretmenlerce değil, herkes tarafından okunması ve millî bir ruhla ülkemizin kalkınma seferberliğine dâhil olması gerekir.
DOĞU KARADENİZ VE KAFKASLARDA TÜRK DİLİ VE KÜLTÜRÜNÜN ETKİLERİ
M.NİHAT MALKOÇ
Geçenlerde(08 Nisan 2009 Çarşamba) Trabzon Lisesi Mehmet Ali Yılmaz Konferans Salonu’nda güzel bir panel yapıldı.“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panele kıymetli üç bilim adamı katıldı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Gürer Gülsevin ve Türkolog Mustafa Öner adlı bu üç değerli Türkçe sevdalısı haziruna kıymetli bilgiler verdiler.
Trabzon Valiliği’nin katkılarıyla düzenlenen panele ilgi bir hayli büyüktü. Söz konusu panele Trabzon Valisi Nuri Okutan, Trabzon Milli Eğitim Müdürü Selim Yavuz Sandıkçı, Cumhuriyet Başsavcısı Rıza Can, vali yardımcıları, Trabzon Lisesi Müdürü Ömer Eyüboğlu, Trabzon’daki okulların ilgili öğretmenleri ve öğrencilerinin yanı sıra birçok davetli de katıldı.
“Doğu Karadeniz ve Kafkaslarda Türk Dili ve Kültürünün Etkileri” adlı panelin yöneticisi de olan Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın panelde ilk konuşan kişi oldu. Daha doğrusu sunu üzerinden giderek ilgili konuda açıklamalar yaptı. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın konuyla ilgili özetle şunları söyledi:
“Ülke olarak okuryazar oranımız yükseldi ama ne yazık ki kitap okuma oranımız giderek daha da azaldı. Bu çerçevede Sayın Valimiz Nuri Okutan’ın Trabzon’da başlattığı ve başarıyla devam ettirdiği “Trabzon Okuyor” kampanyasını çok anlamlı ve yerinde bir hareket olarak görüyorum. Okumak bir ihtiyaç olarak görüldüğünde mevcut meselelerin çoğu kendiliğinden çözülecektir. Bunun yanında bir başka sorun daha var ülkemizde; o da yabancı dille eğitim anlayışıdır. Yabancı dille eğitim Türkçeye çok zarar veriyor. Öte yandan işyeri adlarının yabancı kelimelerden seçilmesi ayrı bir sıkıntı olarak karşımıza çıkıyor.
Buradan asıl konumuza geçersek öncelikle şunu söyleyebiliriz. Kafkasya’nın Batıya açılan kapısı Anadolu’dur. Birbirine çok yakın bu coğrafyaların kültürleri ve dilleri birbirlerini etkilemişlerdir. Mesela Türkçe olan ‘yoğurt ‘ kelimesi dünyanın pek çok diline geçmiştir. Türk dili ve kültürü Kafkas halklarının dillerini ve kültürlerini ciddi olarak etkilemiştir. Bir sözcük bir dile girerse o sözcük o dilden kolay çıkarılamaz. Mesela bugün Ermenicede pek çok Türkçe kelime gibi ‘düdük’ sözcüğü de yaygın olarak yaşamaktadır.
Bugüne kadar Türkçenin başka dillerden aldığı kelimelere değindik hep.... Türkçenin başka dilleri ve kültürleri etkileme gücünden söz etmedik. Sırpçada yedi binden fazla Türkçe kelime var bugün… ‘yatak’, ‘yorgan’ Sırpçada hâlâ kullanılan Türkçe kelimelerdir. Sırplar bunları dillerinden attıklarında yataksız ve yorgansız kalırlar. Öte yandan Türkiye’deki âşıklık geleneği Ermeni ve Gürcü kültürlerini de etkilemiştir. Keza ‘âşık’ kelimesi Ermenicede biraz değiştirilerek ‘asug’ olarak kullanılmaktadır. Türkçeden dünya dillerine 11 bini aşkın kelime geçmiştir. Türkçede 27 Ermenice sözcük olmasına karşılık Ermenicede üç binin üzerinde Türkçe kelime vardır. Hep Farsçadan Türkçeye giren kelimelerden yakınırız; fakat Farsçadan Türkçeye 1500 kelime geçtiği halde Türkçeden Farsçaya 2500 kelime geçtiğini bilmeyiz. Türkçeden Gürcüceye ‘tolma, kaurma, haşlama, açma’ gibi yemek adları geçmiştir. Ermeni soyadlarında da Türkçenin etkisini görüyoruz. Mesela Ermeni Dışişleri Bakanının soyadı Nalbantyan’dır. Gürcistan’daki yer adlarının bir kısmı da Türkçedir. Örnekleri çoğaltabiliriz.
TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın ardından söz alan Uşak Fen- Edebiyat Fakültesi kurucu dekanı Prof. Dr. Gürer Gülsevin, dili bir ırmağa benzeterek dillerin ve milliyetlerin yayılma sürecinden bahsetti; millet kavramı üzerinde yoğunlaştı. Doğu Karadeniz’deki ağızların karakteristik özelliklerine, sondaki açık hecedeki ‘-i’ meselesine, özellikle ‘-miş’ ekinin tek şekilli kullanımına değindi. Türkçenin dünya dilleri arasında en çok farklı dilden kelime alan ve en çok farklı dile kelime veren bir dil olduğunu hatırlattı.
Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Öner ise daha çok, Karadeniz çevresi Türk dili ve lehçeleri hakkında bilgi verdi. Dillerin tarihî kökenine indi.
Neticede çok faydalı bir panel oldu. Valimiz Sayın Nuri Okutan, panelin kapanış konuşmasını yaparak bu üç kıymetli bilim adamına günün anısına birer plaket takdim etti.
RESSAM ŞAKİR ŞEYİHOĞLU TRABZON TARİHİNİ RESİMLİYOR
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon, tarihî İpek Yolu üzerinde bulunan önemli bir ticaret, kültür ve sanat şehridir. Büyük değerler yetiştirmiştir bu güzel şehir… Trabzon, Türkiye’nin can damarı olmuştur her dönemde. Trabzon, ülkemizin gözbebeği olmayı başarmıştır sürekli… Bugün de öyle…
Kimler geldi, kimler geçti bu topraklardan. Güzel Trabzon’umuzu fetheden Fatih Sultan Mehmet, bu şehirde 22 yıl valilik yapan Yavuz Sultan Selim ve onun bu topraklarda doğan oğlu Kanunî Sultan Süleyman Trabzon’a çok değerler katmıştır. Bu tarihî şahsiyetlerin karakterlerinin şekillenmesinde ve ruh dünyalarının oluşmasında bu toprakların etkisi büyüktür. Trabzon’un neresine bakarsanız bakın, bu şehrin her bir köşesi tarihten izler taşımaktadır. Trabzon hepimizin ortak değeridir, bu şehir kimliğimizin bir parçasıdır.
Herkes yaşadığı şehre katkıda bulunmalıdır. Bu konuda hepimize düşen sorumluluklar vardır. Yaşadığı şehre kendinden bir şeyler katmayı amaçlayan ve sorumluluk duygusuyla sanatkârlığı birleştiren KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği Bölümü Öğretim Görevlisi Ressam Şakir Şeyihoğlu, Trabzon’un köklü tarihini resimlendirmeye karar vermiş… Bu isabetli kararından dolayı kıymetli arkadaşım Şakir Şeyihoğlu’yu kutluyorum. Bu bir eksiklikti aslında. Tarihte önemli bir yere sahip olan Trabzon’un fethi daha önce resimlenmeliydi. Fakat daha evvel böyle anlamlı bir çalışmanın düşünüldüğünü sanmıyorum.
Tarihi sadece tarihçiler yazmaz; şairler şiirleriyle, yazarlar romanlarıyla ve hikâyeleriyle, ressamlar da fırçalarıyla yaşanan hadiseleri ebedileştirerek kayda alabilirler. Üstelik resim görsel bir sanat olduğu için usta elden çıkınca yazıdan çok daha etkili olabilir. Bir bakışta onlarca sayfada anlatılanı gözünüzde canlandırarak, zihninizden geçirebilirsiniz.
Bu anlayıştan yola çıkan Şakir Şeyihoğlu, “Trabzon’un Tarihi Resimleniyor” adını verdiği proje kapsamında ilk olarak Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethini(1461) tablolaştırdı. Bu bir başlangıç olarak kabul edilmelidir. Bunun devamı gelecektir şüphesiz…
Trabzonlu ressam Şakir Şeyihoğlu, uzun bir dönemi kapsayan, geniş ve ciddi bir çalışma gerektiren bu projeye çok önem veriyor. Trabzon’un tarihî İpek Yolu üzerinde yer alan coğrafî ve kültürel mirasıyla önemli bir kent olduğunu ifade eden Şeyihoğlu, kentin bilinen tarihine görsellik kazandırmak amacıyla, 1461’den itibaren Trabzon’un tarihine yön veren önemli şahsiyetleri ve olayları resmetmeye başladığını müjdeliyor Trabzonlulara.
Bu öyle sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Öncelikle Trabzon’un tarihini ve fethin ruhunu besleyen kaynakları çok iyi bilmek gerekir. Bu çerçevede yapılacak resimlerin olayların yaşandığı dönemi layıkıyla yansıtması için arşiv araştırmaları da yapılmalıdır. Gelin bu büyük çalışmayı sırtlayan Şakir Şeyihoğlu’nun bu husustaki sözlerine kulak verelim:
“Benim kendimce ve elimden geldiğince küçük de olsa yaşadığım kente katkıda bulunabilme gayesiyle başladığım bir proje var. Trabzon’un 1461’den itibaren önemli şahsiyet ve olaylarını imkânım elverdiğince resmetmek. Karanlığa bir kibrit çakıp, bilinen tarihe görsellik kazandırmak… İşimin çok zor olduğunu Trabzon’un fethini araştırmak noktasında anladım. Net bilgi ve görsel kaynak yetersizliği işi güçleştiriyordu. Pes etmedik ve kitaplarla birlikte, çağımızın sihirli kutusu olan internette benzer zaman diliminde Türk askeri ve silahlarını araştırdım. Çok doyurucu olmasa da bazı bulgulara ulaşabildim. Malum bizde ne tarih yazma geleneği ne de koleksiyon anlayışı ciddi boyutta yok. Tabii ki bu tür resimler önce araştırma, daha sonra biraz empati, biraz da yorum istiyor. İlk çalışma olarak “Fatih’in Trabzon’u Fethi “ tablosunu çalıştım. Bu bir proje, imkân, destek ve zaman istiyor.”
Şeyihoğlu, projenin devamında Yavuz, Kanunî, Atatürk gibi Trabzon tarihine yön vererek şehirde iz bırakmış şahsiyetleri ve olayları tuvale aktarmayı planladığını söylüyor.
Ellerine sağlık değerli sanatkâr dostum Şakir Bey… Çok da güzel olmuş bu ilk fetih tablosu. Doğrusu o meşhur ‘İstanbul’un Fethi’ tablosunu aratmıyor bizlere. Gelecek tabloların da bu ilk tabloyu aratmayacağını düşünüyorum. Sana bu kutlu sevdanda başarılar diliyorum.
“GÜL KOKUSUNU BU ÇAĞA TAŞIYALIM”
M.NİHAT MALKOÇ
Nisan ayıyla birlikte Kutlu Doğum etkinlikleri de başladı. Trabzon’daki ilk etkinlik 04 Nisan 2009 Cumartesi günü Zorlu Grand Otel’de gerçekleştirildi. Trabzonlu İmam-Hatipliler Derneği(TİMDER) öncülüğünde gerçekleştirilen konferansta, özgün yorum ve tahlilleriyle tanıdığımız ve sevdiğimiz değerli ilahiyatçı-yazar Mustafa İslamoğlu, Kutlu Doğum Haftası çerçevesinde Peygamberimizi ve dönemini anlattı. Çok büyük bir kalabalık vardı konferansta. Dinleyicilerin çoğu ayaktaydı. Bir o kadarı da dışarıda kalmıştı. Peygamber sevgisi dışarılara taşmıştı. Biz de yer bulup oturamadık, konferansı ayakta takip ettik. İyi bir hatip olan Mustafa İslamoğlu, Resulullah Efendimizi kendine has üslubuyla etkileyici bir şekilde anlattı. Hilal Televizyonu’ndaki programları ilgiyle takip edilen ve kitapları sevilerek okunan Mustafa İslamoğlu, Peygamberimizle ilgili özetle şu görüşlere yer verdi:
“Her yıl nisan ayında kâinatın efendisi olan Hz. Muhammed(sav) ’i yâd ediyoruz. Bazıları buna ‘anmak’ diyor. Bence anmaktan evvel onu ‘anlamak’ gerekir. Zira onu anlamaya bugünkü insanların çok ihtiyacı vardır. O bizim için iyi bir modeldir.
Peygamberimiz Allah’ın insanlara gönderdiği ideal bir tiptir. Rabbimiz özene bezene bir model oluşturdu bizim için. O model Resulullah’tır. O, canlı Kur’an’dır. Hz. Aişe’ye onun ahlakı sorulduğunda: ‘Onun ahlakı Kur’an ahlakıydı’ buyurmuştur. Peygamberler insanın kendisini, kâinatı ve Allah’ı doğru anlamasını temin etmek için gönderilmiştir.
Allah Resulünü şüphe yok ki vahiy inşa etti. O, Suffe ehlini çok severdi. Resulullah, müşrikler 70 kişilik Suffe ehlini pusuya düşürüp şehit ettikleri zaman çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüştü... İslam’ı öyle bir yaşa ki seni öldürmeye gelen sende dirilsin… Şeytanı şeytan eden hatasında ısrar etmesi, Âdem’i adam edense hatasında ısrar etmemesidir.
Peygamberler ömürlerini tebliğ yolunda harcamışlardır. O kadar çok mücadele etmişlerdir ki ‘bittim’ noktasına gelmişlerdir. Kulun bittiği yerde Allah’ın yardımı yetişir.
Müslümanlar karada gemi yapmaya talip insanlardır. Siz geminizi karada yapın, Rabbim denizi ayağınıza getirir. Karada gemi yapmaya talip olmak zor iştir. İslamî anlayıştan uzak insanlar repoya kâr derken Müslüman’ın zarar demesi karada gemi yapmaktır. Zekâta yaklaşmayanların, onu malın eksilmesi olarak görenlerin inadına, zekâtı malın bereketlenmesine vesile sayanların davranışı da karada gemi yapmaya güzel bir örnektir. 40’tan bir çıkınca 39 kalır diyenlere inat, ‘iman matematiğine’ dayanarak, 40’tan bir çıkınca 400 kalır diye inanmak, karada gemi yapmaktır. Allah bir şeyi istedi mi vermek için ister…
Sapık kavimler melek Peygamber istediler. Çünkü onlar insanlıklarını kaybettikleri için insandan peygamber olamayacağını düşünüyorlardı. Peygamberimiz her şeyden önce bir insandı. Onu öncelikle insan olarak görmek lazımdır. Allah isteseydi meleklerden peygamber gönderirdi bizlere. Fakat bizler insan olduğumuz için bu yükü kaldıramazdık. Günümüzde Peygamberimizi uçuran, onun insanî yönünü görmezden gelen dinî kesimler vardır.
Sünnet hayatın ta kendisidir. Bizim için asıl sünnet Resulullah’ın Peygamber olduğu için yapıp ettikleridir. Peygamberimizin mevcut durumlara göre davranışları vardır. Mesela o büyük insan, bir zamanlar mescitlerinin zemini kum olduğu için namazını ayakkabıyla kılmıştır. Zemin düzeltilince ayakkabılarını çıkararak öylece kılmıştır. Siz şimdi bunu ölçü alarak ‘ayakkabıyla namaz kılmak sünnettir’ deyip camilere ayakkabıyla girebilir misiniz?
Her şeyin bir bedeli vardır; sevginin de… Sadece bedeli ödenmiş sevgiler makbul sevgilerdir. ‘Resulullah’ı seviyorum’ demekle kalmayalım, sevgimizin bedelini ödeyelim.
Ebu Leheb öldü, Ebu Lehebler ölmedi. Muhammed(sav) öldü ama Muhammedilik ölmedi. Dostlar, gül kokusunu bu çağa taşıyalım. Zira gül kokusu kayboluyor. Oysa biz ‘gül medeniyeti’nin çocuklarıydık. Gerçek güllerin yerini plastik güllere bıraktık. Sevgiye gönül vermeyenler Yakupça bir burna sahip olamazlar. Gelin Gül-i Muhammedî’nin dibinin toprağı olalım. Gelin Resulullah’ın yüzünü ağartan bir ümmet olalım. Gül kokusunu çağa taşıyalım.”
TRABZON, OKUL ÖNCESİ EĞİTİMDE TÜRKİYE İKİNCİSİ
M.NİHAT MALKOÇ
Günümüzde okulöncesi eğitimin önemi geçmişe nazaran çok daha iyi kavranmış gözüküyor. Bir zamanlar lüks ve gereksiz görülen okulöncesi eğitim artık veliler tarafından da benimsenmiş durumda. Bu konuda Trabzon ili kısa zamanda çok büyük mesafe alan bir şehir olarak karşımıza çıkıyor. Artık minikler evde oturmuyor, okullarda öğrenerek sosyalleşiyor.
Trabzon Valisi Nuri Okutan, okulöncesi eğitime çok önem veriyor. O, daha evvel görev yaptığı Siirt ve Sakarya illerinde bu alanda yaptığı başarılı çalışmalarla dikkat çekiyordu. Siirt’te yüzde 4 olan okulöncesi eğitim oranını yüzde 63’e, Sakarya’da yüzde 7’den 72’ye çıkaran ve Vehbi Koç Vakfı Ödülü’ne layık görülen Okutan, Trabzon’a gelince eğitim alanındaki ilk icraatı okulöncesi eğitimi geliştirmek ve daha ileri götürmek oldu. Mevcut durumu tespit etti. Bunun daha ileri götürülmesi için kaynak arayışlarına başladı.
Trabzon Valisi Nuri Okutan, şehrimize vali olarak atanmadan önce bu şehirdeki okulöncesi eğitimde okullaşma oranı sadece yüzde 37’ydi. Bu aslında çok düşük bir rakamdı. Bu oranın bir an evvel yukarı çekilmesi gerekiyordu. İlk sene yoğun çalışmalar yapılarak Trabzon’daki okulöncesi okullaşma oranı yüzde 71’e çıkarıldı. Trabzon okul öncesi eğitimde büyük bir hamle gerçekleştirerek Türkiye 2.si oldu. Okul öncesi eğitimde 33 bin 677 çocuğu okullu yapan Trabzon, önümüzdeki yıl 9 yıllık zorunlu eğitimin uygulanacağı 10 il arasına girdi. Okulöncesi eğitimde birinciliği Amasya, üçüncülüğü de komşumuz Rize elde etti.
Vali Nuri Okutan, Sakarya’da görev yaparken bu büyükşehirde de okulöncesi eğitimde çok büyük mesafeler almıştı. Şimdi Sakarya bu alanda dördüncü durumda. Artık okulöncesi eğitimdeki büyük başarı ve onur Trabzon’a ait… Bu alandaki istatistikler yüzümüzü ağartıyor. Okul öncesi eğitimde Trabzon 3–4 yaş arası çocukların okullaşmasında bin 803 öğrenci ile Türkiye birincisi olurken, 4–5 yaş okullaşmada 6 bin 299 öğrenci ile Türkiye 2.si oldu. 4–6 yaş çocukların okullaşmasında 15 bin 937 öğrenciyle Türkiye 2.si, 5–6 yaş çocukların okullaşmasında ise 9 bin 638 öğrenci ile yine Türkiye 2.si oldu. Trabzon okul öncesi eğitimde 33 bin 677 çocuğu okullu yaparak Amasya’nın ardından Türkiye 2.si oldu.
Trabzon, okulöncesi eğitimde çağ atladı artık… 2002’de Trabzon’da 11 okul, 340 ana sınıfı bulunurken, bugün Trabzon’da 30 okul, 740 ana sınıfına ulaşıldı. Rize’de ise 5–6 yaş grubunda toplam 9 bin 103 çocuğun eğitimi gerçekleştirilerek Türkiye üçüncülüğü onuruna ulaşıldı. Trabzon’daki başarının mimarı olan Vali Nuri Okutan, amaçlarının kurumsallaşmayı sağlayarak okul öncesinde okullaşma oranını yüzde 100’lere ulaştırmak olduğunu söylüyor.
Azmedince her şey başarılabiliyor. İsteyince ve işleri titizlikle takip edince başarı geliyor. İdarecilerde gayret görülünce devlet de yardım elini uzatıyor. Fakat her şeyi devletten beklememek gerekir. Trabzon’daki okulöncesi eğitimde hayırsever kişilerin katkısı da önemli bir yekûn teşkil ediyor. Halk, istemesini bilen idareciye yardım ediyor, yanında yer alıyor.
Okulöncesi eğitimin bu noktaya gelmesinde Trabzon Millî Eğitim Müdürü Selim Yavuz Sandıkçı’nın gayretleri de göz ardı edilemez. O da gece gündüz demeden, okulöncesi eğitim çıtasının daha yukarılara çıkarılması için büyük bir mücadele verdi. Bir ekip çalışması neticesinde bu başarılı noktalara gelindi. Fakat bu konuda yapılacak daha çok iş var. Gelecek seneden itibaren Trabzon’da zorunlu eğitim sekiz yıldan dokuz yıla çıkarılacağı için bunun altyapısının bir an evvel tamamlanması gerekiyor. Özellikle Trabzon merkez dışındaki ilçe okullarında bu alanda aşılması gereken ciddi sorunlar var. Bu hızla ve bu azimle gidilirse o sorunların da kısa zamanda aşılacağına inanıyorum. Trabzon bu alanda ‘birinci’ olmadan valimiz bu işin yakasını bırakmaz. Onun Trabzon’da olması bizler için büyük bir avantajdır.
Okulöncesi eğitim konusunda velilerimizde de azamî bilinç oluşmuştur. Artık veliler bu hususta ayak diretmiyorlar. Hatta çocuklarını okulöncesi eğitime dâhil etmek için birbirleriyle yarışıyorlar. Demek ki ses verince verilen ses yankı buluyor. Sayın Valimize Trabzon’daki okulöncesi eğitime verdiği olağanüstü destekten dolayı teşekkür ediyoruz.
SONSUZLUĞUN SAHİBİNE GİDEN YOLCU
M.NİHAT MALKOÇ
Muhsin Reis, gülün ve hilalin aşığıydı. Sevgiyle bakıp gül gibi gören insandı o… O, kurduğu partinin ambleminde de hilalin kalbine gülü yerleştirmişti. O, Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü’nde ruh portresini çizdiği masum Anadolu’nun saf çocuğuydu. Birileri düz yolda giderken o hep yokuşlarda susadı. Keza oluklar çiftti, birinden nur, birinden kir akıyordu. Onun ruh çeşmesinden sonsuzluğa nur akıyordu. Kurşundan daha ağır bir davanın yükünü taşıyordu yüreğinde. Horlanmış, öksüz bırakılmış bir büyük davayı sırtlamaya ant içmişti bu güzel insan… Bu fani âlemde bir büyük imtihanda olduğunun bilincindeydi her zaman…
Son Peygamberdi Muhsin Reis’in en büyük kılavuzu. Yüce Kur’an’dı ona ışık veren ve dosdoğru yolu gösteren… Gücünü ve ışığını Hakk’tan ve hakikatten alıyordu. Hak bildiği yolda emin adımlarla ilerliyordu. İlahî hakikatin zirvesine giden kervanın kalabalıklaşması içindi bütün gayretleri. Bu kutlu yolculukta yalnız değildi şüphesiz. Alperenleri vardı yanında ve yakınında. Sayıları az olsa da imanları kaviydi. Bu yola adamıştılar her şeylerini.
Kader Muhsin Başkanın ruh hamurunu akrebin kıskacında yoğurmuştu. Böyle gelen bu dünyanın böyle gitmemesi içindi bütün mücadelesi. Böyle gitmemeliydi bu dünya… Müslümanlara reva görülen hayat bu olmamalıydı. Hakikat davası yerlerde sürünmemeliydi.
Sonsuzluğun sahibinin rızasını kazanmaktı Muhsin Ağabey’in tek düşüncesi. Bin bir başlı kartalı taşıyan bir kanaryaydı o… İslam davasının hamalı görüyordu kendini, bundan da hiç şikâyetçi değildi. Sonunda elde edeceği bir rütbe ve mal da yoktu. Fakat Allah’ın rızasını kazanmak her şeyin fevkindeydi ona göre… Yollara düştü bunun için… Kervanı yolda düzeltti. Sonunda da anneden, vatandan ve arkadaştan ayrılarak sonsuzluğun sahibinin rahmet iklimine sığındı. Neticede dünyada eşi ve benzeri olmayan sırça köşklere göçtü inşallah…
Öz yurdunda garipti, öz vatanında paryaydı Muhsin Reis… Bunun değişmesi için, vatanın gerçek sahiplerinin, vatan sevgisiyle yürekleri atanların insanca yaşaması için mesaisine ara vermedi hiçbir zaman… Kimseyi horlamadı, küçük görmedi. Başörtülüyle başörtüsüz kızlarımızın aynı üniversite çatısı altında öğrenim görmesi en büyük hayaliydi onun. Ne yazık ki bu hayalin gerçekleşmesini dünya gözüyle göremeden ebedî âleme göçtü.
Dünyanın ve ruhların kirlendiği bu zamanda bir ‘elveda’ bile diyemeden hoş bir seda bırakarak büyük kapıdan çıktı Muhsin Reis… Şimdi ötelerde, çok sevdiği biricik gülü olan Resulullah’ının mübarek sancağı altında soluklanmaktadır inşallah… Canından çok sevdiği ve davasını sırtladığı Peygamberinin şefaatini, Allah’ın rahmetini ve mağfiretini ummaktadır.
“Muhsin” kelimesi “ihsan eden, güzel davranan” anlamına gelen ilahî bir isimdir. “Yaptığı hayırlı işi en güzel yapan” demektir. Allah’ın 99 isminden biridir. Bu adı taşımak elde kor alev taşımak kadar zordur. O, zor olanı yaptı; ismiyle müsemma bir hayat yaşadı.
Bir dürüstlük abidesiydi Sivas’ın harbi çocuğu Muhsin Yazıcıoğlu… Eğilip bükülmeden dik duran, onurundan taviz vermeyen bir şahsiyet timsaliydi o… Korkusuzdu, gözü pekti. Tertemiz bir yürek taşıyordu göğüs kafesinde. Siyasetçiydi, temiz kalabilmeyi ilke edinen bir siyasetçiydi. Hilalin gölgesinde siyaset yapıyordu. Gül duruşundan asla taviz vermiyordu. Türkiye’nin yoluna baş koymuştu o… Türkiye sevdalısıydı Muhsin Reis… Topraktı, ekmekti, suydu, namustu, havaydı, inandığı en büyük davaydı Türkiye onun gözünde ve gönlünde. Son nefesine kadar da bu davadan vazgeçmedi bu gül yürekli alperen…
Şimdi yoksun sen… Sen üşürken bizim yüreğimiz yandı kor alevlerle… Giderken helallik aldın ilahî davayı beraber sırtladığın alperenlerden. Sanki bir daha geri dönemeyeceğini biliyordun. Dağlar seni bağrına bastı. Bembeyaz karlar yorganın oldu.
“Uzak, çok uzak bir yerleri özlüyorum” demiştin yirmi beş yıl evvel. “Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum” diyordun Mamak’taki soğuk hücrende. Demek ki çilen bitmemişti. Kutlu davan için mücadele etmen gerekiyordu. Şimdi ötelerdesin; demek ki nöbetini tamamladın. Artık şehitlerin safında nimet bekleyenlerdensin. Allah rahmet eylesin.
KÖPRÜBAŞILI İŞ VE SPOR ADAMI: AHMET ALİ AĞAOĞLU
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon’un şirin ilçelerinden biri olan Köprübaşı, dağların arasında yıllardır zorlu bir hayat mücadelesi veriyor. Bu ilçe, bağrından çıkan evlatlarını doyuramadığı için biraz mahcup olsa da yapacağı fazla bir şey yok… İş sahası olmadığı için Köprübaşı’ndan büyük şehirlere büyük bir göç dalgası yaşanıyor. Köprübaşı insanı zeki ve çalışkan olduğu için gittiği her yerde rahatlıkla tutunabiliyor. Köprübaşı’ndan işçi olarak gidip patron olan çok insan vardır. Onlar Karadeniz insanının zekâsını ve gayretini dosta düşmana gösteriyorlar.
Köprübaşı’nın iş dünyasında önemli yerlere gelmiş mühim simaları vardır. Bunlardan biri de iş ve spor adamı Ahmet Ağaoğlu’dur. 1957’de Köprübaşı’nda doğan Ahmet Ağaoğlu da diğer girişimci Köprübaşılılar gibi kendini ispat edebilmek için soluğu İstanbul’da almıştır. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Yüksek Denizcilik Okulu’nu bitiren Ahmet Ağaoğlu, altı yıl boyunca uzak yol kaptanlığı yaptıktan sonra 1984 yılında Atlantik Denizcilik’i kurmuştur. Ukrayna’da iş yapan ilk Türk işadamı o olmuştur. O, 1999 yılında Türk tersanelerinde yapılan en büyük kuru yük gemisi olan Atlantik Trader’in inşasını gerçekleştirmiştir
Aslen Köprübaşı’nın Fidanlı Köyü’nden olan Ahmet Ağaoğlu’nun çok aktif ve sportmen bir insan olduğunu bilmeyen yoktur. O, 2000–2002 yılları arasında Özkan Sümer başkanlığındaki Trabzonspor yönetiminde Başkan Yardımcılığı görevinde bulunmuştur. Bir ara Trabzonspor Başkanlığı’na aday olsa da daha sonra değişik nedenlerle adaylıktan çekilmiştir. Onun Trabzonspor sevgisi hiçbir şeyle ölçülmez. Ağaoğlu, spor programlarında yorumculuk da yapmıştır. Nerde olursa olsun o daima Trabzonspor’un savunucusu olmuştur.
Türkiye Golf Federasyonu Başkanlığı’nı 2001 yılından beri yürüten Köprübaşılı iş ve spor adamı Ahmet Ağaoğlu, 1987’de Dubai’de çölün ortasında gördüğü golf sahasından çok etkilenerek bu spora ilgi duymaya başlamıştır. Bundan sonra kendini golf sporuna adayan Ağaoğlu, 1996’da Klassis Golf Kulübü’nde golf oynamaya başlamıştır. O, 2001 yılında Türkiye Golf Federasyonu Başkanlığına seçilmiştir. Ahmet Ağaoğlu, golf sporunun zengin sporu olmaktan çıkarılıp tabana yayılması için büyük mücadele vermiştir. Kendisi Türkiye’de Golf Millî Takımının kurulmasında büyük çaba harcamıştır. 2004 yılında Golf Federasyonu Başkanlığı’na tekrar seçilmiştir. Gayretlerinin semeresini de 2005 Akdeniz Oyunları’nda almıştır. O dönemde Golf Erkek Milli Takımı ve Hamza Sayın, Türkiye’ye golf sporunda ilk madalyayı kazandırdılar. Daha sonra Golf Federasyonu özerkleştirildi. Ağaoğlu, Özerk Golf Federasyonu’nun da ilk başkanı oldu. Onun “Golf sporuna 500 milyon dolar yatırım yaparsak iki buçuk milyar dolar gelir elde ederiz” sözü bir zamanlar çok konuşulmuş ve tartışılmıştı.
Türkiye Golf Federasyonu Başkanı Köprübaşılı Ahmet Ali Ağaoğlu, golf sporuna tutku derecesinde bağlı bir insan… Onun adı golf sporuyla özdeşlemiş adeta. Golfü Türkiye’nin tanıtımı için kullanmak istiyor. Fakat Türkiye’de bu spor için yeterli altyapı olmayışından da yakınıyor. Bunu sağlamak için gece gündüz demeden gayret sarfediyor.
Ağaoğlu, golf sporuna gerekli yatırımın yapılması için turizmcileri ve işadamlarını bilgilendirerek ikna etmiştir. O, dört yılda yüz tane golf sahası yapılmasını hedeflemiştir. Belek’in, Uluslararası Golf Tur Operatörleri Birliği tarafından Avrupa’da 2008 yılının en iyi golf turizm bölgesi olarak ilan edilmesi ve 2012 Dünya Amatör Golf Şampiyonasına ev sahipliği yapacak olması ülkemizin golfte geldiği noktayı göstermesi bakımından önemlidir.
Köprübaşılı Ahmet Ağaoğlu çok yönlü bir insan… Golfün yanında eskrim, atletizm, fitnes ve judo yapıyor; futbol oynuyor. O, Türkiye’ye golfü sevdirdi ve yaydı. Golfün Türkiye’deki duayenlerinden biri olan ve bu sporu yaygınlaştıran Ağaoğlu, Golf Federasyonu’na ait www.tgf.org.tr sitesinde genç yaşlı, zengin fakir ayrımı yapmadan bütün insanları golf sporuna çağırarak şöyle diyor: “Ülkemizde henüz çok genç ama genç olmasına rağmen bir o kadar da başarılı olan golf sporunu daha geniş kitlelere ulaştırmayı, herkesin, bu hem beyinlere hem bedenlere hitap eden sporu tanımasını ve yapmasını amaçlıyoruz.”
TRABZON VALİLİĞİ YAYINLARI
M.NİHAT MALKOÇ
Güzel Trabzon’umuzda okuma ve kitap adına örnek işler gerçekleştiriliyor. Kitap okuma seviyesi son derece düşük olan şehrimiz Trabzon artık okuyor. Ne oldu da okumayan şehir Trabzon, okuyan şehir Trabzon’a dönüştü? Sihirli bir el mi değdi de bu değişim ve dönüşüm yaşandı? Hayır, sadece yerinde bir kıvılcımla okuma sevgisi ateşi tutuşturuldu.
İsmiyle müsemma bir vali geldi Trabzon’a. O vali şehrimize bir anlamda bilgi ve nur(ışık) saçtı. Onun soyadı da “Okutan” dı. Sakarya’da ve Siirt’te “Okutan Vali” olarak nam salmıştı. Trabzon’a da böyle bir vali gerekiyordu zaten. Neticede bizim valimiz oldu. Trabzonlular, kendilerine böyle çalışkan ve ileriyi gören vali verildiği için bahtiyar oldular.
Trabzon Valisi Nuri Okutan, kolları sıvayarak işe başladı. O, herkesin kendisinden çok şey beklediğinin farkındaydı. Bu beklentileri boşa çıkarmak istemiyordu. Bu düşünceyle yola çıktı Vali Nuri Okutan Bey… Önce kütüphanelerin altyapısını düzenlemekle ve kitap sayısını artırmakla başladı işe… Bu çerçevede, daha önceleri çok pasif olan ve birkaç kitaptan başka eser yayınlayamamış Trabzon Valiliği Yayınlarını zenginleştirdi. 63 tane kitap bastırdı Valilik Yayınları olarak… Bu kitapları Trabzon’un merkezinden en ücra köşesindeki okula kadar dağıttı. Bununla da yetinmeyerek değişik yayınevlerinden öğrencilere faydalı olabilecek kitaplar aldı. Okul kütüphanelerine koli koli kitaplar gitti. Bilginiz olması açısından Trabzon Valiliği’nin kısa zaman içerisinde yayınladığı kitapların listesini sunmak istiyorum size:
“Atatürk ve Millî Kültür(Dr. Müjgan Cumbur) , Nutuk(Mustafa Kemal Atatürk) , Babalar ve Oğullar(Turgenyev) , Battal Gazi Destanı, Beni Tanıyor musunuz? , Beyaz Sessizlik(Jack London) , Bize Göre(Ahmet Haşim) , Ceza Sömürgesi(Franz Kafka) , Çağlayanlar(Ahmet Hikmet Müftüoğlu) , Çanakkale Zaferi ve İstiklal Marşı’nın Kabulü, Çocuk Kalbi(Edmando De Amicis) , Dede Korkut Hikayeleri, Divan Şiirinden Seçmeler, Falaka(Ömer Seyfeddin) , Fatih ve Kısa Oyunlar(A. Turan Oflazoğlu) , Heidi(Johanna Spyri) , İstiklal Şairi Mehmet Akif(M. Ertuğrul Düzdağ) , Kaşağı(Ömer Seyfeddin) , Kelile ve Dimne’den Seçmeler(Beydeba) , Kış Masalı(William Shakespeare) , Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre(Sait Başer) , Mesnevi’den Seçmeler(Mevlânâ Celâleddin-i Rumî) , Müfettiş(Gogol) , Ölü Canlar(Nikolai Gogol) , Romeo ve Juliet(William Shakespeare) , Safahat(Mehmet Akif Ersoy) , Seçme Atasözleri, Safahat’tan Seçmeler(Mehmet Akif Ersoy) , Seçme Hikayeler(Ömer Seyfeddin) , Seçme Konuşmalar(Konfüçyüs) , Seçme Türk Masalları, Sergüzeşt(Sami Paşazâde Sezai) , Seyahatname’den Seçmeler(Evliya Çelebi) , Sokrates Savunuyor(A. Turan Oflazoğlu) , Tiryaki Sözler(Cenap Şehabettin) , Sokrates’in Savunması(Eflatun) , Tom Sawyer’in Maceraları(Mark Twain) , Türk Dünyası Masalları-1(Cırttan ile Çilbik) , Türk Dünyası Masalları-2(Yartı Kulak) , Türk Dünyası Masalları-3(Aldar Köse) , Türk Dünyası Masalları-4(Keloğlan ile Kahkaha Hanım) , Türk Dünyası Masalları-5(Er Tapıldı) , Türk Dünyası Masalları-6(Murkumomo ile Çomotay) , Türk Halk Şiirinden Seçmeler, Türk Hikayelerinden Seçmeler, Yahya Kemal’de Türk Müslümanlığı(Sait Başer) , Yalnız Efe(Ömer Seyfeddin) , Yedinci Mühür(Ingmar Bergman) , Yunus Emreden Seçme Şiirler…”
İnternetten araştırdım da hiçbir valiliğin bu kadar çok yayını olduğunu görmedim. Bu çok hayırlı bir hizmet… Bu hizmete sivil toplum kuruluşları ve hayırseverler de destek oluyor. Yani bu kitapların ücreti devletten çıkmıyor. İşi biliyor Sayın Valimiz Nuri Okutan Bey… Bütçemiz yetersiz deyip çaresizleri oynamıyor. Neticede Trabzon şehri kazanıyor.
Bilindiği gibi Trabzon’daki okullarda, resmi dairelerde ve camilerde “Okuma Saati” uygulaması yapılıyor. Yukarıdaki kitaplar 2006–2007 Eğitim-Öğretim yılında Trabzon’da başlatılan “Okuma Saati” uygulaması kapsamında okul kütüphanelerini zenginleştirmek amacıyla Trabzon Valisi Nuri Okutan’ın himayelerinde basımı yaptırılıp öğrencilere dağıtılmıştır. Yani okuyun demekle kalınmamış, okurlara kitap da sağlanmıştır. Bu projede Valimizle birlikte Hasan Dilekoğlu’nun da çok büyük emeği olduğunu söylemek istiyorum.
Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta