Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1604

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 21:11

    “TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARI” SERGİSİ
    M.NİHAT MALKOÇ

    Dünya biz insanlar için yaratılmış bir yerdir.Bizi yaratan yüce kudret sahibi Allah, burada yaşamamız için ne gerekiyorsa halk etmiştir.Her şeyi herkese yetecek miktarda yaratmıştır.İnsanoğlunun eli hoyratça dünyaya değdiğinden beri nizam ve adalet kalmamıştır bu tek sığınağımızda.Tamahkâr insanlar başkalarının rızkını ve huzurunu parsellemiştir adeta.Ondan sonra da vaveylâlar ve şikâyetlerin ardı arkası kesilmemiştir.Oysa Nasreddin Hoca misali bindiğimiz dalı kesmişiz de haberimiz yok.Kimi kime şikâyet ediyoruz ki! ..Suçlu olmayan kaç kişi var ki! ...
    İlimizde açılan “Tanıklarıyla Türkiye’de İnsan Hakları ve Sivil Toplum” sergisi de insanın insana yaptığını başka hiçbir varlığın hemcinslerine yapmayacağını gösteren sayısız örneklerle dolu…Avrupa Birliği Komisyonu’nun maddî katkılarıyla yürütülen projeye değişik kurumlar da maddî ve manevî destekte bulunuyor.Bunların başında Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı,Türkiye İnsan Hakları Vakfı,Yerel Gündem 21 gibi kuruluşlar geliyor.
    Nisan 2004’te İzmir’de açılan sergi, Kasım 2004’e kadar tam yirmi ili(İzmir,Bursa,Edirne,Van,Diyarbakır,Mardin,Antalya,Mersin,Antakya,Gaziantep,Samsun,Trabzon,Çanakkale,Muğla,Denizli,Konya,Kayseri,Ankara,Zonguldak,İstanbul) dolaşacak.İlimizde 27-31 Temmuz 2004 tarihleri arasında Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi’nde açılan sergi büyük beğeni topladı.Çünkü bildiğim kadarıyla bu tarz bir sergi hem Trabzon’da,hem de Türkiye’de ilk defa açılıyor.
    Türkiye’nin değişik yörelerinde yaşayan ve bir şekilde insan hakları kıyımına uğramış ve mağdur edilmiş insanların acılı hikâyelerine yer veriliyor.Onun için sergiye “Hikâyemi Dinler misin? ” adını vermişler.Mağdur edilen kişilerin gerçek ebatlarda fotoğrafları verilirken,bir kenarda da acılı hikâyeleri kendi ağızlarından aktarılıyor.Politika yapmadan,isim ve kurum adı vermeden,kişiler ve teşkilâtlar karalanmadan! ....Serginin güzel yanı da bu zaten! ...Tamamen iyi niyetli ve tarafsız! ...Amaç, böyle hadiselerin bir daha yaşanmaması,son bulması! ...Çünkü bugün bana,yarın sana! ....Kimin ne zaman mağdur sandalyesine oturacağını kim bilebilir ki? ...
    Sergide, yönetmenliğini Can Dündar’ın yaptığı 40 dakikalık “Önce İnsan” belgeseli de saat başı büyük ekranda gösterildi.İlk kez böyle bir organizasyonda teknolojinin tüm imkânları cömertçe kullanıldı.Her köşede hazır bir bilgisayar kullanıma sunuldu.Ziyaretçiler insan hakları konusunda genişçe bilgilenme imkânına kavuştular.Bir zamanlar cezaevi olarak kullanılan Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi’nin insan haklarıyla ilgili bir sergiye sahne olmasını enteresan ve manalı buldum.
    Dedim ya bu proje saf duygularla hazırlanmış.Tanıklık ettiği yıllarda yaşananlar için sorumlu aramıyor.Türkiye tarihinin bir döneminin bilinçlere daha iyi kazınmasına,ülkemizin insan hakları deneyiminin tartışılıp,bundan kalıcı sonuçlar çıkartılmasına çalışılıyor ve ülkemizde sivil toplumun büyük özveriler sonucunda güçlenişine tanıklık ediyor.
    Bugün hiçbir insaf sahibi, insan hakları konusunda dünden daha menfi bir noktada olduğumuzu söyleyemez.Son yıllarda Avrupa Birliği’yle bütünleşme gayretlerinin bir neticesi olarak pek çok hususta olduğu gibi demokrasi ve insan hakları sahasında da çok büyük yol kat ettik.Fakat bu demek değildir ki bu meseleyi kökten çözüverdik.Bu hususta atmamız gereken çok önemli adımlar ve hamleler var.Her şeyden evvel insanımızı insan hakları konusunda eğitmeliyiz.İnsan hakları ihlâlleri hep devletten kaynaklanmıyor.Çok kere fertler birbirlerinin hakkını ihlâl ediyor.Bunun halledilmesi için insanlar arası ilişkilerde sevgi ve saygıyı tesis etmeliyiz.Fertlere, toplumda yaşamanın gereklerini ve insan olmanın beraberinde getirdiği sorumlulukları aşılamalıyız.Bu sergi, bu duyguların iadesine vesile olması açısından çok önemli bir hamledir.Serginin hazırlanmasında ve ayağımıza kadar getirilmesinde emeği geçenlere tüm Trabzonlular adına teşekkür ederken bu vesileyle insanların sevgi,saygı ve hoşgörü kavramlarına sımsıkı sarılarak bu yaşlı dünyamızı daha yaşanılabilir duruma getirme yolunda emek sarf etmelerini diliyorum.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 21:11

    ETKİN ÖĞRETMENLİK
    M.NİHAT MALKOÇ

    Geçen hafta,10 Nisan 2004 Cumartesi günü Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde Trabzon İl Millî Eğitim Müdürlüğü ve Alparslan Kolejleri’nin ortak organizasyonuyla “Etkin Öğretmenlik” konulu bir seminer verildi.Semineri Rehberlik ve Eğitim Uzmanı Canten Kaya gerçekleştirdi.Balıkesirli genç bir eğitimci –yazar Canten Bey…Belli ki kendini çok iyi yetiştirmiş.Çok okuyan,ufku geniş aydın bir insan.
    Seminer programının açış konuşmasını Trabzon İl Millî Eğitim Şube Müdürü sayın Mustafa Yiğit yaptı.Bu çeşit seminerlerin öğretmenler için çok mühim faaliyetler olduğu gerçeğini dile getirdi.Seminerle ilgili ayrıntılara geçmeden evvel bir hakkı teslim etmek istiyorum.Trabzon İl Millî Eğitim Müdürü sayın Selim Yavuz Sandıkçı görevi devraldığı günden beri öğretmenlerin kendilerini geliştirip yenilemelerine yönelik bu gibi hizmetiçi eğitim faaliyetlerine çok önem veriyor.Bu gayretini yürekten alkışlıyorum.
    Çünkü öğretmen kendini yenileyip eğitmezse öğrencilerine fazla bir katkısı olamaz.Trabzon İl Millî Eğitim Müdürlüğü bu tarz etkinlikleri planlı ve verimli bir çerçevede gerçekleştiriyor.Yoksa rutin etkinlikler kapsamında,adet yerini bulsun diye değil…Bu gibi organizasyonların artarak devam etmesini arzuluyoruz.
    Semineri veren Canten Kaya salonu dolduran öğretmenleri görünce hayret ve şaşkınlığını gizleyemedi.Bu güzel tabloyu gittiği her yerde örnek olarak anlatacağını belirtti.Hakikaten salon ağzına kadar doluydu.Seminere katılma mecburiyeti de yoktu.Herkes mevcut bilgi ve birikimlerine bir şeyler daha ilâve etmek için koşup gelmişti.Demek ki iyi niyetle ve gayretle bir şeyler yapmaya çalışılınca hedeflenen amaca ulaşılıyor.
    Canten Kaya, öncelikle gösteri sanatçısı Cem Yılmaz’ın eğitim sistemimizin aksaklıklarını espirili bir biçimde dile getirdiği bir CD’yi izletti katılımcılara.Ondan sonra eğitim ve öğretimle ilgili şu görüşlere yer verdi:
    “Öğretmenlik kutsal ve itibarlı bir meslektir.Öğretmenliğin diğer mesleklerden farkı özveri gerektirmesidir.Fakat maddî sıkıntılar bu mesleğin cazibe ve itibarını azaltmıştır.Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde öğretmenler en yüksek ücreti alan kesimlerden biridir.Bırakın bu ülkeleri,kendimizden örnek verelim.630 yıl dünyaya hükmeden Osmanlı’da bir öğretmene günlük 50 ile 100 akçe arasında yevmiye verilirdi.Bu günümüz parasıyla ne eder? O dönemde 7-8 akçeye bir koyun alınırdı.Varın gerisini siz hesap edin.
    Öğretmen,öğrencilerinden yetenekleri doğrultusunda başarı beklemelidir.Özellikle aileler,vaktiyle kendi emellerini ve yapamadıklarını çocuklarının gerçekleştirmesini istiyor.Kendi hayallerimizi çocuklarımıza yüklüyoruz.Bu doğru bir davranış değildir.Kandan ürken,hasta görünce dengesini kaybeden bir kişiyi ille de doktor olması için zorlamak o kişinin gelecekte mutsuz bir meslek hayatı geçirmesine sebep olur.Bırakın çocuklarımız ilgi ve becerileri doğrultusunda sevdikleri meslekleri seçsinler.Böylelikle gelecekte mesleklerinde çok daha başarılı olurlar.İnsanın sevmediği işte muvaffak olması mümkün değildir.Yaptığı işi seven ancak mutlu ve başarılı olabilir.
    Şu da bilinmelidir ki kalıcı olan öğretmenin ne öğrettiği değil,kim olduğudur.Geçmişteki öğretmenlerimizin öğrettiği bilgilerin çoğunu unutmuşuzdur.Fakat kişiliklerini hafızalarımıza nakşetmişiz.Onun için tavır ve davranışlarımızla öğrencilerimize iyi bir model oluşturmalıyız.
    Korku boyutlu eğitim alanlar,sevgi boyutlu eğitim veren ortamda şımarıyorlar.Korku ikiyüzlülüğe yol açıyor.Unutulmamalıdır ki sevginin olmadığı yerde gerçek öğrenme olmaz.
    Öğretmenlik sınıfla sınırlı değildir.Böyle olursa öğretimden ileri gidemez.Oysa eğitim de en az öğretim kadar önemlidir.Bu da sınıf ve dersle sınırlandırılamayacak kadar geniş boyutludur.
    Beden dili,yaşadığımız hayatın her safhasında,özellikle eğitimde çok önemlidir.Beden dili ne demektir? Her hal ve hareketimizin karşımızdaki insanlara bir mesaj vermesidir.Bazen ne yaptığımızı bilmeden yanlış mesajlar veriyoruz.Normal,rutin hal ve hareketlerimizde,mesaj vermediğimizi düşündüğümüzde de aslında mesaj veriyoruz.Meselâ dokunma sahiplenmenin göstergesidir.Çoğu zaman iyi niyetli olduğumuz halde yanlış mesajlar veriyoruz.Özellikle asık suratlar karşımızdakilere yanlış ve kırıcı mesajlar verir.Beden dilinde kabul,ret ve umursamama diye üç çeşit mesaj vardır.
    İletişim yüzyüze olmalıdır.Peygamber Efendimiz Hz.Muhammet(SAV) kendisine seslenenlere yüzünü değil,bütün vücudunu dönerek cevap verirdi.Bu sana değer veriyorum; seni can kulağıyla ve ilgiyle dinliyorum demektir.14 asır önceki bu incelik ve nezaketi kendimize uyarlamalıyız.
    Resmi dairelerin çoğunda umursamama mesajı verilir.Adama bir şey söylersiniz.Sizi duymazlıktan gelir.Cevap verse de yüzünüze bakmaz.Baksa bile suratı asık ve sorgularcasına bakar.Böyle olmamalı.Hâl ve hareketlerimizde verdiğimiz mesajları sorgulamalıyız.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 21:11

    ETKİN ÖĞRETMENLİK
    M.NİHAT MALKOÇ

    Geçen hafta,10 Nisan 2004 Cumartesi günü Hamamizade İhsan Bey Kültür Merkezi’nde Trabzon İl Millî Eğitim Müdürlüğü ve Alparslan Kolejleri’nin ortak organizasyonuyla “Etkin Öğretmenlik” konulu bir seminer verildi.Semineri Rehberlik ve Eğitim Uzmanı Canten Kaya gerçekleştirdi.Balıkesirli genç bir eğitimci –yazar Canten Bey…Belli ki kendini çok iyi yetiştirmiş.Çok okuyan,ufku geniş aydın bir insan.
    Seminer programının açış konuşmasını Trabzon İl Millî Eğitim Şube Müdürü sayın Mustafa Yiğit yaptı.Bu çeşit seminerlerin öğretmenler için çok mühim faaliyetler olduğu gerçeğini dile getirdi.Seminerle ilgili ayrıntılara geçmeden evvel bir hakkı teslim etmek istiyorum.Trabzon İl Millî Eğitim Müdürü sayın Selim Yavuz Sandıkçı görevi devraldığı günden beri öğretmenlerin kendilerini geliştirip yenilemelerine yönelik bu gibi hizmetiçi eğitim faaliyetlerine çok önem veriyor.Bu gayretini yürekten alkışlıyorum.
    Çünkü öğretmen kendini yenileyip eğitmezse öğrencilerine fazla bir katkısı olamaz.Trabzon İl Millî Eğitim Müdürlüğü bu tarz etkinlikleri planlı ve verimli bir çerçevede gerçekleştiriyor.Yoksa rutin etkinlikler kapsamında,adet yerini bulsun diye değil…Bu gibi organizasyonların artarak devam etmesini arzuluyoruz.
    Semineri veren Canten Kaya salonu dolduran öğretmenleri görünce hayret ve şaşkınlığını gizleyemedi.Bu güzel tabloyu gittiği her yerde örnek olarak anlatacağını belirtti.Hakikaten salon ağzına kadar doluydu.Seminere katılma mecburiyeti de yoktu.Herkes mevcut bilgi ve birikimlerine bir şeyler daha ilâve etmek için koşup gelmişti.Demek ki iyi niyetle ve gayretle bir şeyler yapmaya çalışılınca hedeflenen amaca ulaşılıyor.
    Canten Kaya, öncelikle gösteri sanatçısı Cem Yılmaz’ın eğitim sistemimizin aksaklıklarını espirili bir biçimde dile getirdiği bir CD’yi izletti katılımcılara.Ondan sonra eğitim ve öğretimle ilgili şu görüşlere yer verdi:
    “Öğretmenlik kutsal ve itibarlı bir meslektir.Öğretmenliğin diğer mesleklerden farkı özveri gerektirmesidir.Fakat maddî sıkıntılar bu mesleğin cazibe ve itibarını azaltmıştır.Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde öğretmenler en yüksek ücreti alan kesimlerden biridir.Bırakın bu ülkeleri,kendimizden örnek verelim.630 yıl dünyaya hükmeden Osmanlı’da bir öğretmene günlük 50 ile 100 akçe arasında yevmiye verilirdi.Bu günümüz parasıyla ne eder? O dönemde 7-8 akçeye bir koyun alınırdı.Varın gerisini siz hesap edin.
    Öğretmen,öğrencilerinden yetenekleri doğrultusunda başarı beklemelidir.Özellikle aileler,vaktiyle kendi emellerini ve yapamadıklarını çocuklarının gerçekleştirmesini istiyor.Kendi hayallerimizi çocuklarımıza yüklüyoruz.Bu doğru bir davranış değildir.Kandan ürken,hasta görünce dengesini kaybeden bir kişiyi ille de doktor olması için zorlamak o kişinin gelecekte mutsuz bir meslek hayatı geçirmesine sebep olur.Bırakın çocuklarımız ilgi ve becerileri doğrultusunda sevdikleri meslekleri seçsinler.Böylelikle gelecekte mesleklerinde çok daha başarılı olurlar.İnsanın sevmediği işte muvaffak olması mümkün değildir.Yaptığı işi seven ancak mutlu ve başarılı olabilir.
    Şu da bilinmelidir ki kalıcı olan öğretmenin ne öğrettiği değil,kim olduğudur.Geçmişteki öğretmenlerimizin öğrettiği bilgilerin çoğunu unutmuşuzdur.Fakat kişiliklerini hafızalarımıza nakşetmişiz.Onun için tavır ve davranışlarımızla öğrencilerimize iyi bir model oluşturmalıyız.
    Korku boyutlu eğitim alanlar,sevgi boyutlu eğitim veren ortamda şımarıyorlar.Korku ikiyüzlülüğe yol açıyor.Unutulmamalıdır ki sevginin olmadığı yerde gerçek öğrenme olmaz.
    Öğretmenlik sınıfla sınırlı değildir.Böyle olursa öğretimden ileri gidemez.Oysa eğitim de en az öğretim kadar önemlidir.Bu da sınıf ve dersle sınırlandırılamayacak kadar geniş boyutludur.
    Beden dili,yaşadığımız hayatın her safhasında,özellikle eğitimde çok önemlidir.Beden dili ne demektir? Her hal ve hareketimizin karşımızdaki insanlara bir mesaj vermesidir.Bazen ne yaptığımızı bilmeden yanlış mesajlar veriyoruz.Normal,rutin hal ve hareketlerimizde,mesaj vermediğimizi düşündüğümüzde de aslında mesaj veriyoruz.Meselâ dokunma sahiplenmenin göstergesidir.Çoğu zaman iyi niyetli olduğumuz halde yanlış mesajlar veriyoruz.Özellikle asık suratlar karşımızdakilere yanlış ve kırıcı mesajlar verir.Beden dilinde kabul,ret ve umursamama diye üç çeşit mesaj vardır.
    İletişim yüzyüze olmalıdır.Peygamber Efendimiz Hz.Muhammet(SAV) kendisine seslenenlere yüzünü değil,bütün vücudunu dönerek cevap verirdi.Bu sana değer veriyorum; seni can kulağıyla ve ilgiyle dinliyorum demektir.14 asır önceki bu incelik ve nezaketi kendimize uyarlamalıyız.
    Resmi dairelerin çoğunda umursamama mesajı verilir.Adama bir şey söylersiniz.Sizi duymazlıktan gelir.Cevap verse de yüzünüze bakmaz.Baksa bile suratı asık ve sorgularcasına bakar.Böyle olmamalı.Hâl ve hareketlerimizde verdiğimiz mesajları sorgulamalıyız.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 21:11

    BENİM ESİR MİLLETİM! ...
    M.NİHAT MALKOÇ

    Türkmenistan semalarında süzülerek uçarken hostesin sessizliği bozan o anonsunu unutmam mümkün değil:
    “Değerli yolcularımız üç saat on beş dakikalık yolculuğumuz birazdan sona erecektir.Az sonra Aşkabat Hava Alanı’na ineceğiz.
    Büyük bir heyecanla uçağın penceresinden aşağıya bakıyordum.Az sonra,yıllardır özlemini duyduğum ata topraklarına ayak basacaktım.
    Hep bu anı beklemiştim yıllarca….
    O esnada, farkında olmadan,Yavuz Bülent Bakiler’in,çocukluk yıllarımda ezberlediğim “Unuttuğumuz İnsanlar” şiirinin şu mısraları döküldü dudaklarımdan:
    “Ben çilesi çekilmemiş bir Türkmen.
    Ben her sabah,ciğerine kurşun yiyen bir yetim.
    Çaresizlikler içinde sizi düşünüyorum.
    Ey esir insanlar diyarında benim esir milletim! ...
    Ve ey Kafkas Dağları ardında
    Bayraksız memleketim.”
    Bu duygularla uçaktan indim.
    Artık ayağım yere değmişti.Hem de ata topraklarına! ...
    Sanırım diğer öğretmen arkadaşlar benim kadar heyecanlı değildi.
    Çünkü biz hep bu diyarın hasretiyle büyümüştük.Türkülerimiz,hoyratlarımız ve şiirlerimiz hep bu topraklara dairdi.Yine Yavuz Bülent Bakiler’in “Türkistan” şiiri geldi aklıma.O şiiri gözlerimin önünden geçirmekle kalmadım; adeta yaşadım:
    “Öz yurdumu çarmıha germişler kırk yerinden
    Unutmam bin yıl geçse acımın üzerinden
    Vurulan bir ceylana yanar gibi derinden
    Ulu Türkistan’a yandım.

    Tanrım,bir gün acaba diyebilecek miyim;
    -Vuslatın yüzüme nakışladığı nurla-
    Bir komşu bahçesine uzanır gibi huzurla
    Türkistan’ın toprağına uzandım.”
    Türkistan’ın toprağına huzur içerisinde uzanmayı nasip eden Mevla’ma binlerce şükürler olsun.
    Kardeş Türkmen halkına hizmet etme bahtiyarlığı benim için bütün maddî değerlerin fevkindedir.
    Kimse bunu kuru ve hamasî bir Türkçülük ve Turancılık olarak da yorumlamaya kalkmasın.
    Kim ne derse desin onlarla köklü tarihî bağlarımız var.Bu güçlü bağ yetmiş yıllık komünizm devrinde de kopmadı; belki zaman zaman gevşedi.
    Onlar bizim kardeşlerimiz.
    Bunu kimse inkâr edemez.
    Dinimiz bir…
    Dilimiz bir…
    Özümüz bir…
    Sözümüz bir…
    Bir,bir,bir,bir! ...
    Bu kadar birin olduğu yerde ikilik olur mu?
    Bu birleri çoğaltmak,uzatmak da mümkün! ....
    Bu kadar birlerin olduğu yerde elbette birlik olması gerek.
    Bazı kesimlerin ikilik ve fitne tohumu ekme gayretleri hüsranla sonuçlanacaktır.
    Kardeşi kardeşe kırdırmak isteyenler,Allah’ın izniyle,başarılı olamayacaklardır.
    Ben buna bütün samimiyetimle inanıyorum.
    Kardeş Türk Cumhuriyetleri, aynı ağacın meyveleridir.Bu vahdet ağacına zehirli aşı yapmak isteyenlere bu millet izin vermeyecektir.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 21:10

    ANA VATANDAN ATA VATANA!...
    M.NİHAT MALKOÇ

    1990 yılına kadar iki kutupluydu dünya.
    Bir yanda Amerika Birleşik Devletleri…
    Öte yanda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği…
    İki kutuplu bu dünya 1990 yılında yerini bambaşka bir oluşuma bıraktı.
    SSCB beklenmedik bir zamanda parçalanıverdi.
    Bu durum dünya dengelerini bir anda alt üst etti.Her şey değişti.
    O zaman SSCB’nin başında Mihail Gorbaçov vardı.Gorbaçov açık siyaseti tercih etti.
    Glasnost ve Perestroika,siyasette değişimi ve yenilenmeyi beraberinde getirdi.
    Zaten bunun böyle olacağı ta evvelden belliydi.
    Doğum sancıları hissediliyordu.
    Doğum bir gün muhakkak gerçekleşecekti.
    Zaman ve zemin gözetiliyordu.
    Yirmi birinci yüzyıla on kala her şey kıvamını buldu.Nihayet doğum gerçekleşti.
    Kazakistan,Kırgızistan,Türkmenistan,Özbekistan ve Azerbaycan gibi beş Türk Cumhuriyeti doğdu.
    Estonya,Letonya,Litvanya,Beyaz Rusya,Ukrayna,Moldova ve Tacikistan gibi topluluklar da müstakil devlet olduklarını ilân ettiler.
    Sonuçta,öyle veya böyle,bugünlere gelindi.
    Beş Türk Cumhuriyeti bağımsızlıklarını ilân ettikten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumluluğu,düne nazaran kat kat arttı.
    Bağımsızlığın ilânı,hadisenin ilk boyutunu oluşturmaktan ileri gitmiyor.
    Devlet kurmak,meseleleri halletmiyor şüphesiz…
    Hakikaten devlet olmak ve devlet kalmak şartı var.
    81 yıllık bir Cumhuriyet olan Türkiye’nin, edindiği tecrübeleri,kardeş Türk Cumhuriyetlerle paylaşması tarihî bir vazifeden öte,kelimenin tam mânâsıyla bir mecburiyetti.
    Aradan tam 14 yıl geçti.
    Türkiye Cumhuriyeti Devleti,kardeş Türk Cumhuriyetlerine elinden geldiğince kol kanat gerdi.Tecrübelerini onlarla paylaştı.
    Daha fazlası yapılabilirdi belki!...
    Fakat Türkiye’nin de kendine özgü maddî sıkıntıları var.
    Yorgan uzun olmadığı için ayağını ancak bu kadar uzatabildi.
    Türkiye,kardeş Türkî Cumhuriyetlere her şeyden evvel eğitim hizmeti götürdü.Oralarda çağdaş ve modern okullar açtık.Bu okullarda görev yapacak Türk öğretmenleri özel imtihanlardan geçirerek oralara,Türkiye’yi temsil eden birer eğitim neferi olarak gönderdi.
    Bugün Türkî Cumhuriyetlerde yüzlerce Türkiyeli öğretmen görev yapıyor.
    Bu yüzlerce öğretmenden bir tanesi de bendim.
    Bir yazılı,bir sözlü imtihandan başarıyla geçtikten sonra Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’a öğretmen olarak gönderildim.
    Bu satırları da Türkmenistan’ın başşehri Aşkabat’ta kaleme aldım.
    Bundan önceki görev yerim Akçaabat İmam-Hatip Lisesi’ydi.Bu okulun Anadolu kısmında görev yapıyordum.
    Tevafuğa bakın ki Türkmenistan’da da Diyanet Vakfı’nın açtığı İlâhiyat Lisesi’nde görevlendirdiler beni…Sözkonusu okul Türkmenistan’da açılan dinî içerikli ilk ve tek okul olma özelliğini taşıyor.
    Burada Türk modeli din görevlisi yetiştiriliyor.
    Okulu,o zamanın başbakanı Mesut Yılmaz ile Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı beraber hizmete açmışlar.
    Bu okul Türkiye’nin Türkmenistan’daki yüzakı…
    Ana vatandan ata vatana bir köprü oluşturan bu ve bunun gibi Türk okulları sayesinde yetmiş yıllık ayrılığın izleri hızla ve kolayca silinebilecektir.
    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 18:10

    TÜRKİYE’DE ARICILIK VE BAL ÜRETİMİ
    M.NİHAT MALKOÇ

    Türkiye,doğal dokusu bakımından dünyanın en cazip ülkelerinden biridir.Ülkemizdeki bitki zenginliği,özellikle arıcılığın altyapısını oluşturmaktadır.Türkiye arıcılar için bulunmaz bir diyardır.Fakat bu avantajı tam anlamıyla lehimize kullandığımız söylenemez.
    Türkiye kovan sayısı bakımından dünyada dördüncü,bal üretimi yönünden de altıncı sırada yer almaktadır.Demek ki kovan çok ama bal miktarı azdır.Fakat ülkemizde çok kaliteli ballar üretilmektedir.Çünkü memleketimizdeki çiçek çeşitliliği ve zenginliği dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur.Balın hammaddesi çiçektir.Çiçek zenginliği kaliteyi de beraberinde getirmektedir.
    Bal kalitesini tespit etmek normalde güçtür.Bu hususta ehil olmayanlar balın kalitesini anlayamaz.Bugün ülkemizde bal tüccarlarıyla müşteriler arasında büyük bir güvensizlik mevzubahistir.Müşteriler zaman zaman aldatıldıkları için satıcılara güvenmemektedirler.Bu arada,olan gerçekten kaliteli bal üretenlere olmaktadır.Bu insanlar ürettikleri balları iç ve dış piyasada pazarlama konusunda güçlüklerle karşılaşmaktadırlar.
    Bal hem gıda,hem ilâç maddesidir.Üretildiği yörelerin bitki örtüsüne göre çeşitlilik gösterir.Balın bileşiminde şekerler(monosakkaritler,disakkaritler,polisakkaritler) ,asitler,proteinler,amino asitler,enzimler,mineraller,vitaminler,bitki fenolleri,fitonsitler ve su bulunmaktadır.
    Arılar bu maddeleri çiçeklerden elde etmektedirler.Baldaki bu maddelerin insan beslenmesinde çok mühim bir rolü vardır.Yorgunluğun önlenmesinde birebir uyarıcıdırlar.Çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır.Nezle,sinüzit,akciğer hastalıkları,sindirim sistemi rahatsızlıkları,kadın hastalıkları,idrar yolu hastalıkları,kalp ve damar hastalıkları,şeker hastalığı,göz rahatsızlıkları,diş yaraları,solunum sistemi hastalıklarında bal,önemli bir tedavi aracı olarak kabul edilmektedir.
    Türkiye flora bakımından çok zengindir.Onun için ülkemizde çok eski yıllardan beri arıcılık yapılmaktadır.Arıcılık,Osmanlı imparatorluğu tarafından çıkarılan değişik kanunlarla teşvik edilmiştir.Bu sektör yüklü bir maliyet ve işgücü gerektirmemektedir.Herkesin,az bir sermayeyle yapabileceği bir iştir.Bu iş,daha çok ekilebilir toprağı olmayan kesimler tarafından tercih edilmektedir.
    Bugün dünyada 50 milyonun üzerinde arılı kovan mevcuttur.Bunların üç milyona yakını ülkemizde yer almaktadır.Yine memleketimizde kişi başına yıllık bal tüketimi üç kiloyu geçmemektedir.Bu miktar Japonya’da 30 kilogram olduğuna göre,anlaşılan o ki,ülkemizde yeterince bal tüketilmemektedir.
    Ülkemizdeki arıcılık babadan görme yöntemlerle yapılmaktadır.Yani arıcılarımız eğitimsizdir.Buna rağmen dünyanın en kaliteli balları Türkiye’de üretilmektedir.Bunun nedeni memleketimizdeki flora zenginliğidir.Arıcılarımızı bu hususta bilgiyle donatabilirsek mevcut verim ikiye katlanacaktır.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 18:10

    KUSUR ARAMAK
    M.NİHAT MALKOÇ

    Toplum olarak, insanların kötü yönlerini ve açıklarını aramaya meyilliyiz.Şüphe,zan ve tahminlerle hareket ederiz.En ufak bir lâf duyduğumuzda bunu süsleyip abartarak gördüğümüze yayarız.Söze hep zanla başlarız.Oysa Peygamberimiz: “Zannın çoğundan sakınınız.Çünkü zan,sözün en yalan olanıdır.” buyurarak bizlere uyarıda bulunmuştur.
    İnsanları karalamak,toplumdan tecrit etmek ve şahsiyetleriyle oynamak kolaydır.Çevresindeki kişilerin kusurlarını araştırıp onlarla alay etmek bir kişilik sorunudur.Önemli olan,insanların zayıf yönlerini tekmil edip onları topluma kazandırmaktır.Yüce Rabbimiz,Hücûrat Suresi’nin 12.ayetinde çok sert uyarı ve tavsiyelerde bulunarak insanları hakikate ve tövbeye davet etmektedir:
    “Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü bazı zan vardır ki günahtır.Birbirinizin kusurunu araştırmayın.Kiminiz de,kiminizi arkasından çekiştirmesin.Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! ..Allah’tan korkun.Çünkü Allah tövbeleri kabul edendir.Çok esirgeyendir.”
    Her insan hata yapar.Peygamberler bile zaman zaman hata yapmıştır.Önemli olan yanlışta ısrar etmemektir.Küçük davranış bozukluklarını büyütmek ve insanları lekelemek anlamsızdır.Her insanın kendine mahsus düşünce ve planları vardır.Bize mantıksız gelen davranışların mantıklı gerekçeleri olabilir.Hislerimizle hareket etmemeliyiz.Bu konuda da Peygamberimizi ölçü almalıyız.Hz.Muhammet(SAV) bu mevzuda şöyle buyurmuştur: “Ey dili ile iman edip,kalben tasdik etmeyenler! ...Müslümanlara eziyet etmeyiniz,Onların gizli taraflarını araştırmayınız.Allah,müslüman kardeşinin gizli taraflarını araştıranın gizliliklerini araştırır.Ve Allah kimin ayıbının peşine düşerse; evinin içinde bile olsa,onu insanlara karşı mahcup eder.”
    İçinde azıcık sevgi,hoşgörü ve iman olan kimse müslüman kardeşinin ayıplarını teşhir etmez.Çünkü yarın,kendisinin de böyle bir durumla karşılaşabileceğini düşünür.Bazı insanlar sırf kıskançlık ve çekemezlik yüzünden kusur ararlar.Gördüklerini dile getirdiklerini ifade ederler.Bunun doğal bir davranış olduğu iddiasında bulunurlar.Oysa var olanı,sözkonusu kişinin arkasından söylemek gıybettir.Yukarıdaki ayette de görüldüğü üzere bu hareket,kardeş eti yemekle eşdeğer çirkin bir davranıştır.
    Peygamberinizin dediği gibi: “Her kim bir müslümanın ayıbını örterse,Allah(c.c.) kıyamet gününde onun ayıplarını örter.” Ayıplarımızın örtülmesini istiyorsak gıybet illetinden kurtulmalıyız.İnsanları aşağılamak bize hiçbir şey kazandırmaz.Yunus’un ifadesiyle sözlerimi bağlamak istiyorum:
    “Gelün tanışuk idelüm
    İşün kolayın tutalum
    Sevelim,sevilelim
    Dünya kimseye kalmaz.”

    e-mektup: [email protected]


    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 18:10

    NASIL BİR İNSAN MODELİ?
    M.NİHAT MALKOÇ

    Herkesin nihai hedefi ve özlemidir iyi insan yetiştirmek! ...Öğretmen öğrencisinin,anne-baba çocuğunun,patron işçisinin,işçi patronunun,amir memurunun,memur amirinin iyi olmasını ister.Peki iyiliğin ölçüsü nedir? Kimin iyi,kimin kötü davranışlar içerisinde olduğunu tespit etmek için belirgin kıstaslar var mıdır?
    Doğrular zaman zaman toplumdan topluma değişse de genelde paralellik arzeder.İnsanın faydasına olan iş ve davranışlar doğru kabul edilir.Ölçü kabul edilen ve esas alınan budur.Her ne kadar dinî inançlar,gelenek ve görenekler farklılaştıkça değer yargıları değişiyorsa da asgari müşterek olan,insanın faydasına çalışmaktır.
    Toplumun yapısına uymayan insan davranışları, alışkanlığa dönüşmeden değiştirilmelidir.Bunun en uygun dönemi de ilköğrenim çağıdır.Atalarımız boşuna dememiş “Ağaç yaşken eğilir” diye! ...Gerçekten de öyle değil midir? Gidin kart bir ağacı eğmeye çalışın…Başarabilir misiniz? ..Ne mümkün! ...Ya eğmeye gücünüz yetmez,ya da ağaç bir anda kırılıverir.Onun için okul çağındaki yavrularımızı iyi yetiştirmeliyiz.İyi yetiştirmek demek,çok şey öğretip beyinlerini bilgi deposu hâline getirip, onları robotlaştırmak değildir.Peki nedir iyi eğitim derken kastımız? ...Çocuklarımızdan ne istiyoruz! ...
    Öncelikle eğitimle öğretimin kapsamını netleştirmek lâzımdır.Bunlar çok kere karıştırılan birbirinden farklı kavramlardır.Öğretim beyni bilgilerle donatmaktır.Oysa eğitim daha çok davranışlarla ilgilidir.Bir nevi toplumsal uyum sürecidir.Fertleri hayata hazırlamaktır.Okullarımızda hem eğitim,hem de öğretim verilmektedir.Zaten bunlar birbirini tamamlayan unsurlardır.Birinin eksikliği, ötekini anlamsız kılmaktadır.Nasıl ki insan tek ayakla hayatını idame ettirmekte ve ayakta durmakta güçlük çekerse öyle de eğitimden yoksun öğretim,öğretimden yoksun eğitim yarımdır.
    Kişilerin her şeyden evvel doğru sözlü, dürüst,çalışkan olmaları ve yalan söylememeleri esastır.Bunlar ahlâk anayasasının temel maddeleridir.Şayet bunlar olmazsa geri kalanların eksiksiz olması hiçbir şey ifade etmez.
    Dünyada yalan konuşmak kadar sefil bir davranış gösterilemez.Çünkü yalan, hakikatlerin yüzüne çekilen bir perde hükmündedir.Doğruların yanlış,yanlışların doğru olarak sunulduğu bir ortamda insanlıktan,hak ve adaletten bahsedilemez.Onun içindir ki taze fidan hükmündeki gençlerimize yalan söylememeyi,dürüst olmayı öğretmeliyiz.Bu lâfla değil,ancak örnek olmakla ve düşüncelerimizi icra etmekle mümkün olur.Ziya Paşa’nın dediği üzere “Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.”
    Saygı,sevgi ve hoşgörü insanlık anayasasının bir diğer öncelikli maddeleri arasında kabul edilir.Büyüğüne saygısı,küçüğüne sevgisi, dinî ve milliyeti ne olursa olsun, insanlara karşı hoşgörüsü olmayanın insanlık sıfatıyla taçlandırılması her şeyden evvel bu değerlere hürmetsizliktir.
    Kişi öncelikle dünyayı kendinden ibaret görmemelidir.Başkalarının hak ve hukukuna saygılı olmalıdır.Kanunlar ille de yazılı olmayabilir.Her toplumun geçmişten gelen adabı vardır.Bizler bunları yok farzedip topluma zıt hâl ve hareketler içerisinde bulunamayız.Bunu, zihinleri henüz kirlenmemiş gençlerin ak beyinlerine alımlı bir motif gibi nakşetmeliyiz.
    Çocuklarımızı zararlı maddelerden(içki,sigara,uyuşturucu) uzak tutmalıyız.Evinde günde en az bir paket sigara tüketen bir anne babanın evlâdının bu gibi alışkanlıklara müptelâ olmasından daha doğal ne olabilir ki! ...Ebeveyn hangi yüzle bu maddeleri kullanan çocuklarını bu sebeple kınayacaktır? Yoksa çocuklarımıza pişkince: “Benim ettiğimi değil,dediğimi edeceksin” mi diyeceğiz?
    Genç nesillere alın terinin ne denli kutsal olduğunu öğretmeliyiz ki kısa yoldan,hak,hukuk demeden,çalıp çırparak,devleti dolandırarak kısa zamanda köşe dönmeye kalkmasınlar.Yenen her bir haram lokmanın bizleri biraz daha ateşe yaklaştırdığını,manevî dünyamızı harabeye çevirdiğini,imanî ve insanî duygularımızı alıp götürdüğü gerçeğini onlarla paylaşıp bu hususta mutmain olmalarını sağlamalıyız.
    Günümüzde şer odakları dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de cirit atıyor. Yarınlarımızın teminatı olan yavrularımızı zararlı, bölücü, yıkıcı, siyasî amaçlı faaliyetlere katılmamaları, bunlarla ilgili amblem, afiş, rozet, yayın ve benzeri araçları taşımamaları ve üzerlerinde bulundurmamaları hususunda uyarmalıyız.Her şeyden evvel çocuğumuzun ne yaptığını çok iyi takip etmeliyiz.Bu çocuğa duyulan güvensizlik değil,aksine her türlü olumsuzluğa karşı tedbirli hareket etmektir.Ülkemize yararlı insanlar olalım.Tek gayemiz bu olsun.Bu ülke hepimizin…Gidebileceğimiz başka Türkiye yok.Unutmayalım ki hepimiz aynı gemide seyahat ediyoruz.Allah korusun, geminin batması kime ne kazandırabilir ki! ..
    Bütün kötülüklerin anası cehalettir.Başımıza ne geldiyse bu müzmin illet yüzünden geldi.Onun için, bugünkü makamları teslim edeceğimiz yarının idarecileri olacak çocuklarımıza kitapları sevmeleri, korumaları, okuma alışkanlığı kazanmaları, boş zamanlarını faydalı işler yaparak geçirmeleri hususunda rehberlik etmeliyiz.
    Ülkemizin geleceğe emin adımlarla yol alması için kendinden çok, ülkesini seven, “ben” değil, “biz” diyebilen, fedakârlığı karakter olarak bellemiş ve benimsemiş nesillere ihtiyacımız vardır.Bu neslin hamurunu ihlasla,iyi niyetle ve harama uzanmamış nurlu ellerle elbetteki bugünün yetişkinleri olan bizler yoğuracağız.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 18:09

    YURDUMUN BAYRAMI NEVRÛZ
    M.NİHAT MALKOÇ

    Kışın kasvet verici günlerini geride bıraktık.Mart ayıyla beraber bahar mevsimi kendini hissettirmeye başladı.Öncelikle günler uzadı.21 Mart günü,gündüzle gece birbirine eşit oldu.Bundan sonra gündüzler,gecelerden daha uzun olacak.Gecelerin kısalması yaşlıların işine yaradı.Çünkü onlar,kışın uzun gecelerinden bıkmışlardı.İhtiyarlar çok az uyku uyuyarak da hayatlarını idame ettirebilirler.Birçoğunun uykusu tutmaz.Uzun geceler onlar için kâbustan farksızdır.Fakat gençler için durum çok daha farklı! …Onlar uykuya hiç doyamıyorlar.Kış mevsiminin uzun gecelerinde ancak kendilerine gelebiliyorlar.
    Bahar sadece günlerin uzaması demek değildir.Bununla birlikte dünyamız bambaşka bir şekil alıyor.Tabiat derin kış uykusundan uyanıyor.Giydiği kalın kışlık elbiseleri bir çırpıda üzerinden atıveriyor.Havaların ısınmasıyla beraber rengârenk libaslara bürünüyor.Dağlarda çiğdem çiçekleri boy veriyor.Yüksek tepelerdeki kar yığınları, güneşin kavurucu sıcaklarıyla birlikte suya dönüşüyor.Çobanlar önlerine aldıkları sürüleri çayır çimen otlatıyorlar.Yanık bir kaval ezgisiyle birlikte dile geliyor körpecik kuzular! …Dallarda açan çiçekler zamanla meyveye duruyor.
    Tüm tabiat düğün bayram ediyor.Badem ağaçlarında açan çiçekler hayata “merhaba” dercesine hoş ve alımlı,salınıp duruyorlar.Kır çiçekleri yeni aşıklara sevgi tomurcukları sunuyor.Aşkın sihirli havasına papatyalar da iştirak ediyor.Yeni açan yapraklar,tatlı bahar rüzgârlarıyla sallanıyor.Kırıp dökmüyor; sanki okşuyor.Toprağın altındaki tüm canlılar yeryüzüne dönüş hazırlıkları yapıyor.Onlardaki sevinci tarif etmek imkânsız! ..Kolay mı aylarca kar altında hayat mücadelesi vermek? Onlar bayram etmesin de kim etsin? Karıncalar ağır adımlarla yolculuğa başlamış bile! ..Ya kelebeklere ne demeli? ..Hepsinde apayrı bir heyecan! .
    Bahar sevinci,tüm canlılarda ortak olan bir duygudur.Belirli bir mekâna hapsolan ruhların,dirilişi ve bayramıdır bahar! …Duygularımızın tercümanı olan şairler de bahar temini işlemişler şiirlerinde.Bunların başında yer alan Halide Nusret Zorlutuna,bakın nasıl karşılıyor baharı:
    “Gel bahar,erit bu yolun karını
    Geçen seneleri anmayalım hiç
    Dinle bülbüllerin şarkılarını
    Güllerin kıpkızıl şarabını iç

    Saçında baygın bir gül kokusu var
    Dudakların kızıl,karanfil gibi
    Gözlerinde gülsün mine ışıklar
    Sesinle büyüle çarpan her kalbi

    Gel bahar,gel bahar,yakınlarda gül
    Denize renginden armağan bırak
    Ufuklarda gezin,göklere süzül,
    Sonra yavaş yavaş in,içime ak…”

    Bahar insanın ruhunu okşuyor.Damarlarımızda dolaşan kan, sanki daha hızlı bir tempoda hareket ediyor.Onun içindir ki Türkler baharın gelişiyle birlikte bayram ederlerdi.Buna “Nevrûz” adı verilirdi. Nev “yeni”, Rûz “gün” demektir.Her iki kelime bir araya getirilerek “yeni gün” anlamına gelen bir terkip oluşturulmuştur.Bu bayram Mart ayının yirmi birinde kutlanmaktadır.Vaktiyle İranlılar’da da millî bayram olarak kutlanırdı.Türk Cumhuriyetleri’nde(Azerbaycan,Kazakistan,Kırgızistan,Özbekistan,Türkmenistan) Türk’ün bu millî bayramına çok büyük önem verir.Bu eski geleneği bizler de yaşatmalıyız.Nevrûz Bayramı’nız kutlu olsun.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.07.2005 - 18:08

    İSLÂMİYET VE TÜRKLER
    M.NİHAT MALKOÇ

    Türk Milleti var oluşundan beri ahlâk ve mefkûre açısından örnek bir yapıya sahipti.Yani Türkler,İslâmiyet’ten evvel de çok şahsiyetli, namuslu ve inançlı bir milletti.
    Şanlı milletimiz hiçbir zaman tevhit inancından ayrılmamıştır.Allah’ı bir olarak kabul ederek ona “Tengri” adını vermişlerdir.Her şeyi onun yarattığına yürekten inanmışlardır.Asla Araplar gibi puta tapmamışlardır.Bilindiği gibi Cahilliye dönemindeki Araplar, elleriyle yaptıkları putlara taparlar,sonra acıkınca da bunları afiyetle yerlerdi.Türkler’in var oluş tarihinde hiçbir zaman böyle çirkinlikler yaşanmamıştır.
    Eski Türkler’de cennet ve cehennem inancı da vardı.İyilik edenlerin cennete,kötülük edenlerinse cehenneme gideceği inancını taşıyorlardı.O zamanki dilde cennete “uçmağ”, cehenneme ise “tamu” diyorlardı.Hâl ve hareketlerini şekillendirirken bu inancın getirmiş olduğu ölçülere riayet ediyorlardı.
    Kader inancı da mevcuttu Türkler’de…Hayır ve şerrin tek olan ve adına Tengri dedikleri üstün gücün dilemesiyle gerçekleştiğini düşünüyorlardı.Türkler’de eski toplumların çoğunda adeta bir veba misali insanlığın başına musallat olan zina ve eşcinsellik, şiddetle yasaklanmıştı.Evlilik müessesesine çok değer veriyorlardı.Bir zamanlar Araplar kız çocuklarını toprağa diri diri gömerken Türkler’de kadınlara büyük hürmet gösteriliyordu.Erkeklerle eşit denecek kadar haklara sahiptiler.Evin reisi koca olmasına rağmen kararlar alınırken hanımlara da danışılırdı.
    Türkler tarihte çalışkanlıklarıyla bilinirler.Onun için emeğe ve alın terine çok kıymet verirlerdi.Hırsızlık büyük suçlardan sayılırdı.Cezası çok şiddetliydi.Onun için de hırsızlık olayları çok nadir yaşanırdı.İyilik yapmanın Allah katında büyük sevaplar getireceğini bilirlerdi.Düşkünlere ve yaşlılara yardım ederlerdi.Adalet kurumu gelişmişti.Kimsenin kimseye haksızlık yapmasına müsaade edilmezdi.Mevcut töreler yazılı kanunlardan daha güçlüydü.Töreyi ihlâl edenin toplum içerisinde yaşaması zordu.Bu gibi kişiler cemiyetten dışlanırdı.
    Gördüğünüz gibi bu saydığımız kaideler Türkler’in töreleriyle İslâm akaidinin ne kadar benzeştiğini gösteriyor bizlere.Aslında Türkler farkında olmadan İslâmiyeti yaşıyorlardı da bu inancın adını koyamamışlardı.Zaten Türkler’in İslâmiyet’i bu kadar çabuk benimsemelerinin ve büyük bir arzuyla kabul etmelerinin başka bir açıklaması da yoktur.Bazı kesimlerin iddia ettikleri gibi şanlı Türk kavmi İslâmiyeti kılıç zoruyla kabul etmemiştir.Bu konuda büyük tarihçi Yılmaz Öztuna şöyle diyor:
    'Türkler, Müslüman dinini samimi olarak, kendi istekleriyle, hiçbir zorlama ve dış baskı olmaksızın kitle halinde kabul edince, tarihlerinin yeni bir devresine ayak basmış oluyorlardı. Bu yeni devre, 10. asırdan önceki asgari 1200 yıllık devreden daha da şanlıydı. Müslümanlık, Türk millî bünyesi için uygun bir din haline geldi. Türkler, Müslüman olmak suretiyle Türklüklerini kemale erdirmiş, adeta tamamlamışlardı.'(Türk Tarihinden Yapraklar)
    Türkler tarih boyunca dinî açıdan daima bir arayış içerisinde olmuşlardır.Fakat İslâmiyetle tanışıncaya kadar hiçbir inanç onları tatmin etmemiştir.Önceleri değişik tarikatlar ve din büyüklerinin gayretleriyle İslâm inancı Türkler arasında filizlenmeye başlamıştır.Fakat Türkler’in İslâmiyet’i kabul etmelerinde asıl etken 751’de Talas Savaşı sırasında Türkler’in Çinliler karşısında zorlanan Araplar’a yardım etmeleri olmuştur.Bu bir silsile hâlinde devam ederek Türk boylarının tamamına yakını İslâmiyet’le şereflenmiştir.Bu dinin dışında başka inançlara tevessül eden Türk boyları da millî kimliklerini kaybederek yok olmuşlardır.
    İslâmiyet, Türk’ün dünya üzerindeki itibar,şan ve şerefini artırmıştır.Bu büyük millet, tarih boyunca İslâm’ın bayraktarlığını yapmıştır.Türkler’in İslâmla şereflenmelerinden sonra, Araplar’ın üzerinden büyük bir yük kalkmıştır.Artık Türkler İslâm’ın tebliği konusunda ön safları tutmuşlardır.Bu hakikati büyük ilim adamı Erol Güngör şöyle ifade ediyor:
    'Türkler İslâm'ı kendileri için bir millî din haline getirdiler, bütün benlik ve samimiyetleriyle bu dine sarılarak on birinci yüzyıldan itibaren İslâm dünyasının bütün düşman kuvvetlere karşı korunması işini tek başına yüklendiler.
    İslâmiyet devrine kadar Türkler her türlü yüksek meziyete sahip olan, fakat henüz dünyada kendi yerini tam bulamamış olan bir milletti. İslâm, onun yolunu aydınlatan bir ışık oldu ve Türk Milleti bu ışığı takip ettikçe hep yükseldi.'(Tarihte Türkler,s.69)
    İslâm,ecdadımızın mizacıne en uygun inanç sistemiydi.
    Türk,İslâm’la şereflendi.
    İslâm, Türk’le yüceldi; kıtalar dolaştı,kıtalar aştı.
    Milletimiz iyi ki İslâm’ı kabul etmiş…Yoksa bu hâlimizle araştırıp kolay kolay bu dinin mensupları olamazdık.Küfür ve inkâr bataklıklarında yolumuzu şaşırırdık.
    İslâm,Türk’e ipekten bir elbise,Türk ise o elbiseye lâyık mübarek bir beden olmuştur.

    e-mektup: [email protected]

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta