GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ
Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…
tuzak ev,dilsiz baba,yenik anne...
İşte hepsi bu...
Hayallerini yak,evi ısıt.
Gideceğin en büyük oda arka odan.
İçerden sesleri geliyor annenle babanın,
YÜREĞİ KEFENİNDEN AK BİR GÜZEL İNSAN: FARUK YÜCEL
M.NİHAT MALKOÇ
Sevdiklerimiz ötelere göçerken aslında bir yanımızı da beraberinde götürüyorlar. Her geçen gün biraz daha yalnızlaşıyoruz; belki en uygun tabirle gittikçe azalıyoruz. Barış yerine özlemler getiriyor uzaklardan güvercinler… Terk edilmişliğin acısı çöküyor yüreğimize.
‘Her ölüm erkendir’ aslında. Çünkü beden yaşlansa da ruh her dem taze kalıyor tende. Ölüm daha çok yaşlılara yakıştırılıyor. Onun içindir ki ölümle alakalı olarak halk arasında ‘Yaşlılar sıra sıra, gençler ara sıra…’ sözü söylenir. Ara sıra karşılaştığımız genç ölüler bizi iyice üzüyor ve sarsıyor. Onların boşluğunu hiçbir şey doldurmuyor. Bunu yaşayanlar bilir ancak… Ateş bu durumda düştüğü yeri yakmakla kalmaz, yangın yüreğe kadar varır.
Ölüm arabaları acı bir fren sesiyle durdu Gerçek Hayat Dergisi’nin idarehanesinin önünde. Götürülecek yolcuları vardı besbelli. Bu yolcunun henüz 26’sına yeni girmiş genç bir insan olacağını kim tahmin edebilirdi? Gerçek Hayat Dergisi’nin dümeninin başındaki kaptana göz kırpmıştı ölüm meleği… Ama onun bıyıkları daha yeni terlemişti. Üstelik yeni girmişti dünya evine. Önünde uzun yıllar vardı, umutları, hesapları vardı geleceğe dair… Bu yanlış bir adres olabilir miydi? Ölüm meleği yanlış adrese uğramazdı, yanlış kapı çalmazdı.
Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nin farkı fark edilen seçkin öğrencilerinden biriydi Faruk Yücel… Arkadaşlarıyla birlikte “Chulsuzlar” adlı bir metal müzik topluluğu kuracak kadar farklı ve radikal biriydi o… Klasik bir İmam-Hatipli değildi anlaşılan… Farklı ve alabildiğine özgün... Fakat inançlıydı, İslam’ın güler yüzlü çocuğuydu; hakikatin bekçisiydi.
Kanser teşhisi konulmuştu Gerçek Hayat Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü Faruk Yücel’e… ‘Bu yaşta da kanser olur mu? ’ dediğinizi duyar gibiyim. Ölüm kapıyı çalmak isteyince sebepler koşarak gelir. İşte aynen öyle olmuştu. Fakat Faruk Yücel kardeşimiz ‘kanser’ kelimesinin soğuk telaffuzuna rağmen metin göründü hep, diri ve iri durmaya çalıştı.
Gençti, yakışıklıydı, karizmatik bir duruşu vardı Faruk Yücel’in… Genç yaşında büyük işlere girişmişti. Hayalleri zihninden taşıyordu birer birer... Hesapları sayfalar dolusuydu. ‘-cek/-cak’ları uzayıp gidiyordu. Fakat bütün bu özellikleri kanserin kurşundan ağırlığı altında bir anda ezilerek tuz buz oldu. Önce uzun sırma saçları kemoterapiye yenildi.
Haziranda ayrıldı aramızdan sevgili Faruk Yücel… Bu Haziran’ın kaçıncı güler yüzlü yolcusuydu? ... Yazın bu güzel demlerinde dünyadan göçmek kolay olmasa gerek. Dostları bu duygularla musallanın başındaydı. Hayatı dolu dolu yaşayan, 26 yıla pek çok şeyi sığdıran dev bir adam uzanmıştı musallanın üstünde. Yapacakları musallanın üstüne konsa başı göğe değerdi Faruk’un… Fakat insanların hesabı olduğu gibi Allah’ın da bir hesabı vardı nitekim...
‘Merhum’ kelimesi mümin ölüler için kullanılır. Fakat bu kelime bir genç ölünün adının önüne gelince üşütüyor içimizi. Faruk Yücel için de geçerli bu söylediğim. Fakat onun adının önüne artık ‘merhum’ sıfatını getireceğiz. Allah’ın merhamet ettiği kul sayacağız onu.
Merhum Faruk Yücel’i önce İstanbul merkezli çıkan “Bu Yaka” adlı gazeteyle tanıdık. Kısa ömrünün son demlerinde Gerçek Hayat Dergisi’nin başında gördük onu. Geleceği parlak görünüyordu. Gelecekte adından söz edilecek işler yapıyordu. Gür sesini yarınlara taşıyordu.
Âh Faruk Yücel âh! .. Seni çok özleyeceğiz. Gerçek Hayat’taki yazılarını mumla arayacağız. Harbi sözlerini duymak isteyecek kulaklarımız. Canının parçası saydığın Beşiktaş iki kupa aldı bu yıl… Bu sene senin senen olacaktı ama sen bu güzellikleri gör(e) meden uzun ve geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktın. Umarım bunlarla kıyaslanamayacak güzellikler karşılar seni. Sen şimdi bize göre sonsuzluk âleminin kıdemli sakinleri arasına adım attın.
Bizce gerçek hayat ölümden sonraki ahiret hayatıdır. Faruk Yücel, Gerçek Hayat Dergisi’nden gencecik yaşında gerçek hayata göçtü. Zamanın dar kalıplarından zamansızlığa terfi etti o… Arkasında yüzlerce gözü yaşlı insan bıraktı. ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun’… Ötesi var mı Allah aşkına! … Bizler bu gölge âlemde zamanı hayat değirmeninde öğütüyoruz. Fakat sureti gerçek sanma gafletine düşüyoruz. Faruk kardeşimize Allah rahmet eylesin.
GÜLE GÜLE OKUTAN VALİ
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon onu çok sevdi. Çünkü Trabzon’a çok şey verdi O… İki buçuk yıla çok şey sığdırdı bu güzel insan. Halkla bütünleşti, öğrencilerin sevgilisi oldu. Trabzon’daki kütüphaneler onun olağanüstü gayretleriyle hayat buldu. Bir zamanlar bomboş olan kütüphane rafları birbirinden güzel kitaplarla doldu. Kütüphanelerimiz gül açtı. Okullarda hummalı bir okuma çalışması başladı. Günün belli saatlerinde öğrenciler kitap okuma çalışması yaptılar. Hayatında bir kitabı bitirmeye muvaffak olamayanlar bile iki yılda onlarca kitap okudu.
Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayından geçerek yürürlüğe giren valiler kararnamesi Trabzon’da hüzün bulutlarının kümelenmesine yol açtı. Trabzonluların çok sevdiği, adeta bağırlarına bastığı Vali Nuri Okutan bu kararnameyle Şanlıurfa Valiliğine atandı. Böylelikle Şanlıurfalılar çok değerli bir valiye kavuştular. Biz Trabzonlular da çok kıymetli bir validen mahrum kaldık. Oysa böyle bir atamayı hiç beklemiyorduk. Onun uzun yıllar boyunca Trabzon’a üstün hizmetlerde bulunacağını umuyorduk; fakat olmadı.
Trabzon’un eski valisi, Şanlıurfa’nın yeni valisi Nuri Okutan’la yollarımız çok yerde kesişti. Gazetelerde onun projeleriyle ilgili çok sayıda yazı yazdım. Televizyonlarda dilim döndüğünce onun çalışmalarını ve hizmetlerini anlattım. ‘Marifet iltifata tabidir’ gerçeğini bildiğim için onu hep destekledim. “Kitaplı Hayaller Vadisi Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nde Vali Nuri Okutan’la sohbet etme imkânımız oldu. Bu etkinlikte bir hafta boyunca ben ve benim gibi bir kısım öğretmen arkadaş gelen misafir yazarlara gönüllü mihmandarlık yaptık. Valimiz Okutan’la birebir derin kültür-sanat sohbetlerine daldık. Görüşlerimizi birbirimizle paylaştık. Geleceğe dönük projelerden bahsettik. Kendisine Sakarya’da çocuk edebiyatıyla ilgili gerçekleştirdiği çalışmaların bir benzerini burada yapmayı teklif ettim. Trabzon’da da ortak bir çocuk hikâyeleri kitabı çıkarabileceğimizi belirttim. Bu düşüncemi benimsedi ve gelecekte böyle bir çalışmanın yapılmasını olumlu karşıladı. Bu yıl ilki gerçekleştirilen ‘Kitaplı Hayaller Vadisi’ etkinliğinin gelecek yıllarda Trabzonlu şair ve yazarları da içine alarak daha da genişlemesi gerektiğini belirttim. Trabzonlu yazarların bu etkinliğin dışında bırakılmasını doğru bulmadığımı söyledim. Gerekçelerini dile getirince o da düşünceme katıldı. Gelecek yıl Trabzonlu yazarları da faaliyete dâhil edeceğini söyledi. Yani o, makul tekliflere her zaman açık bir insandı.
Okutan Vali “Trabzon Okuyor” kampanyasıyla Trabzon’u adeta açık bir kütüphaneye çevirdi. Okullara okuma saatleri konuldu. Camiler bile cemaatine okuma saati ihdas etti. Trabzon’da adeta bir okuma seferberliği gerçekleştirildi. O, okulöncesi eğitimde Trabzon’u çağ atlattı. Trabzon’da, 2002’de yüzde 8.4 olan okul öncesi eğitim oranı, Nuri Okutan’ın göreve başladığı 2007 yılında yüzde 61.80’e, 2008 yılında ise yüzde 84.60’a çıktı. Okul öncesi eğitime, 33 bin 677 çocuğun dâhil edildiği Trabzon, Amasya’nın ardından bu alanda ikinci oldu. Trabzon, 3–4 yaş arası çocukların okula kazandırılmasında ise 1803 çocuk ile birinci sıraya yerleşti. Trabzon’da 2002 yılında 11 okul, 340 ana sınıfı bulunurken, bugün kentte 30 okul, 740 anaokulu hizmet veriyor. Bunlar öyle kolay yapılacak işler değil. Vali Nuri Okutan giderken Trabzon’a dair şu duygusal açıklamayı yaparak şehrimize veda etti:
“Trabzon’un benim gözümde, gönlümde çok önemli bir yeri var. Öyle de kalacak. Trabzon bir şehzadeler kentiydi ve şehzadelerin valilik yaptığı bir yerdi. Trabzon’a adım attığım ilk günden itibaren bir kültür kenti, sanat kenti, devlet onurunu bilen bir kent olduğunu hissettim. Ben Trabzon’un bu güzel yönlerini ortaya çıkarmaya gayret ettim. Bu kentte ömür boyu sürecek dostluklar arkadaşlıklar edindim. Dolayısıyla Şanlıurfa’ya gitmek güzel, Trabzon’dan ayrılmak zor… Mesleğimizin sıkıntısı tayin ayrılıkları… Yeni yerde başlamak güzel ama en kötü şey ayrılmak… Burada hatıralarımız var. Gidiyorum ama kalben hep birlikte olacağız. Trabzon ve Trabzonspor’umuza başarılar diliyorum.”
Güle güle Trabzon’un gül yüzlü valisi… Güle güle Okutan Valim… Yolun açık olsun.
TRABZON SANATEVİ 1. SANAT GÜNLERİ
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon bir kültür, sanat ve medeniyet şehri… Tarihî önemi büyük… Karadeniz’in incisi Trabzon… Denizin mavisi, kırların yeşili bir tabloya dönüştürmüştür bu şehri… Siz bakmayın kentin dağınık yapısına, Trabzon’un insanı bir araya gelmesini de bilir çoğu zaman.
Trabzon’da kültürün, sanatın ve edebiyatın güçlü bir altyapısı var. Bu altyapı üzerine güçlü üstyapılar kuruluyor son yıllarda. Bu üstyapılardan biri de Trabzon Sanatevi’dir. Bu kültür, sanat ve edebiyat kurumu Trabzon’un Zeytinlik mevkiinde, eski vali evinde hizmet veriyor. Birçok kültür, sanat kuruluşu bu çatı altında bir araya gelmiş. Bunlar Çağdaş Yazarlar ve Sanatçılar Derneği, Femin-Art Trabzon Kadın Sanatçılar Derneği, Trabzon Fotoğraf Sanatı(Foto-Forum) Derneği, Karadeniz Yazarlar Birliği Derneği, Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği, Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği, Trabzon Liselerinden Yetişenler Kültür ve Dayanışma Derneği, Trabzon Müzik ve Halkoyunları Gençlik ve Spor Kulübü Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği Trabzon Şubesi, Trabzon Şehir Tiyatrosu Derneği diye sıralanıyor. Bu güzide kültür, sanat ve edebiyat dernekleri Trabzon Sanatevi bünyesinde “Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri” adı altında kapsamlı bir etkinlik düzenliyor. Bu yılki etkinliğe 1. Sanat Günleri dediklerine göre bu etkinlik her yıl tekrarlanarak gelenekselleşecek.
Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali, Uluslararası Karadeniz Oyunları, Kitaplı Hayaller Vadisi 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Günleri’nden sonra Trabzon Sanatevi’nin de 05–13 Haziran tarihleri arasında böyle bir etkinlik düzenlemesi “Acaba Trabzon görkemli kültür-sanat-edebiyat mazisine mi dönüyor? ” sorusunu akla getirdi. Bu sual biraz da heyecanlandırdı bizi. Yakın geçmişte şehrin üzerinde kümelenen kara bulutlar çoktan dağıldı. O bulutların yerini parlak bir kültür-sanat güneşi almış durumda. Tarihî kentimiz Trabzon’a da bu yakışır doğrusu… Trabzon bunun gibi güzel faaliyetlerle ülke gündemine gelmelidir.
“Trabzon Sanatevi 1. Sanat Günleri” 05 Haziran 2009 Cuma günü Halkoyunları gösterisiyle başladı. Protokol konuşmalarının ardından sergi açılışları gerçekleştirildi. Trabzon Sanatevi’ni tanıtan sunum gösterildi. Bunların ardından kokteyl verildi. 06 Haziran’da Fazıl Çelik, Mustafa Reşat Sümerkan, Kadir Şişkinoğlu, Şükran Üst ve H. Nurcan Yazıcı’nın katıldığı “Görsel Kirlilik” konulu panel gerçekleştirildi. Karikatürcüler Derneği Trabzon Temsilciliği tarafından Adnan Taç ve Bülent Sümer’in katıldığı “Karikatürde Bir Ziya” kitabının imza günü yapıldı. Trabzon’un uluslararası üne kavuşmuş karikatüristi Ziya Ramoğlu’nun sanat yaşamının anlatıldığı söz konusu kitabı Adnan Taç ve Bülent Sümer hazırladı. Bu kitap bir vefa duygusunun somutlaşmış hâli olması açısından önemlidir.
07 Haziran’da ise Trabzon’da çekilen Türk filmlerinden biri olan “Elveda”, meraklısı olan sinemaseverlere gösterildi. Aynı gün Zekeriya Saka “Ten ve Ateş” adlı son şiir kitabını okurları için imzaladı. Daha sonra “Karlı Dialar” saydam gösterisi yapıldı. 08 Haziran’da Karadeniz Plastik Sanatlar Derneği adına Selman Uzun tarafından hazırlanan “Bir Anıtın Öyküsü” belgeselinin gösterini yapıldı. Aynı günün akşamı Trabzon Şehir Tiyatrosu “Dış Ses” adlı oyunu tiyatro severlere sundu. 09 Haziran’da ise Sürmene’de çekilen; başrollerini Hakan Balamir ve Hülya Avşar’ın oynadığı “Üç Halka Yirmi Beş” filminin gösterimi yapıldı. Aynı gün Haydar Çoruhlu “Karartma Yalnızlığı”, İlhan Sağlam “Damla”, Necip Saraçoğlu “Gül’e Hasret” adlı son şiir kitaplarını okurları için imzaladılar. 10 Haziran günü Trabzonlu şairlerden Ömer Turan ve Mehmet Kuvvet tarafından “Şiir ve Edebiyat” konulu söyleşi gerçekleştirildi. Akşamleyin ise İlhan Barutçu Ney Dinletisi sundu musiki severlere… 11 Haziran’da Trabzon’da çekilen filmlerden “Firari Âşıklar” gösterildi. Aynı gün “Tanzimat’tan Cumhuriyete Trabzon Edebiyatında Portreler, Olaylar ve Kuruluşlar” adlı sunum araştırmacı- yazar Hüseyin Albayrak tarafından gerçekleştirildi. Ardından “Kar” adlı saydam gösteri yapıldı. Akşamleyin Şehir Tiyatrosu “Zamazingo” adlı oyunu sundu tiyatro severlere.
Trabzon bir hafta boyunca sanatla yattı kalktı. Emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.
MUZAFFER İZGÜ’NÜN 52. SANAT YILI
M.NİHAT MALKOÇ
Bir nesil onun kitaplarını okuyarak büyüdü. Türkiye’nin en çok okunan çocuk kitapları yazarı olarak hafızalarda yer etti. Bugüne kadar 107 kitap, 200’e yakın radyo oyunu yazdı. Bizler onun kitaplarıyla büyüdük. Çocuk olup da Muzaffer İzgü’nin bir veya birkaç kitabını okumayan kişi yoktur sanırım. Gülmeceyle karışık çok hoş bir üslubu vardır İzgü’nün…
Muzaffer İzgü’nün hayatı bir roman kadar ilginç… O bir Cumhuriyet Bayramı’nda dünyaya açmış gözlerini… Yani anne babasına bir bayram hediyesi olmuş… 1933 yılında dünyaya gelen Muzaffer İzgü, böylelikle Cumhuriyetin onuncu yılında doğmuştur. Fakat yoksulluk illeti onun kaderi olmuştur hep… En büyük yoldaşı olmuş fakirlik… İlkokulu üç ayrı okulda okumak zorunda kalmıştır. Okurken karpuz hamallığı, pamuk toplayıcılığı, bulaşıkçılık, garsonluk, trenlerde gezgin satıcılık, sinemalarda gazoz satıcılığı yapmıştır.
O, zor şartlarda okuyarak öğretmen olmuştur. Öğretmenliği döneminde çocuklarla bütünleşmiştir. Öykü ve romanlarındaki gözlemler o dönemlerin izlerini de taşır. Belki çocuklara yönelik eserler vermesi ilkokul öğretmenliğinden kaynaklanmaktadır. İyi ki de çocuklara yönelik eserler vermiştir. Zira çocuk edebiyatı alanında önemli bir boşluk vardı.
Muzaffer İzgü kendi tabiriyle “yaşamından fedakârlık yaparak” koca bir külliyat meydana getirmiştir. O, gecesini gündüzüne katmış, kalemle dost kalarak hep yazmıştır. Bir noktadan sonra okumak ve yazmak onun yaşam tarzı olmuştur. “Çocuk kitabı yazmak büyük sorumluluk ister. Yazılarımda çocukları eğlendirirken, düşündürmeliyim. Göbek zıplatan gülmeceye karşıyım. Gülme; zekâ oyunudur. Mizah zekâ işidir. Okuyucusu da zekidir” diyor büyük Usta… Bu sözlere ne denir ki… Hele de İzgü gibi koca bir çınardan dökülmüşse…
İzgü, hayal satan bir yazar değil. Onun yazdıkları hayatın merkezinden alınmış kesitler… Fakat usta bir el tarafından harmanlanmış duygular bunlar… Onun yazdıklarında gülümseten unsurlar önemli bir yer teşkil ediyor. Hayata renk ve ahenk katıyor yazdıkları.
O şimdi 76 yaşında bir delikanlı… Küçük dev adam… Muzaffer İzgü Trabzon Valiliği tarafından organize edilen Kitaplı Hayaller Vadisi Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nin misafirlerinden biriydi. İzgü Trabzon Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu’nda küçük okurlarıyla buluşarak onların sorduğu birbirinden ilginç sorulara samimi cevaplar verdi. Öğrenciler, kitaplarını severek okudukları Muzaffer İzgü’yü karşılarında görünce çok mutlu oldular. Ondan sonra karşılıklı soru-cevaplarla sohbet halkası genişledi.
Pek çok yazarla olduğu gibi Muzaffer İzgü’yle de fırsat buldukça konuştuk. Onun engin tecrübe ve birikimlerinden istifade etmeye çalıştık. İzgü, ikindi vaktinde de Zağnos Vadisi’ne gelerek okurlarıyla sohbet etti. Küçük dostlarıyla fotoğraflar çektirdi. Küçük okurlarına kitaplarını imzaladı. Bir akşam yemeğini beraber yeme şerefine de nail olduk.
Muzaffer İzgü kendine has özellikleri olan farklı bir insan… Forum Nihat Usta’da akşam yemeğini beraber yedik kendisiyle. Trabzon mutfağını çok beğendi. Yemekte en çok da mezgit buğulamayı sevdi. Mezgit balıklarını baklavaya benzetmesi gülüşmemize neden oldu. Diğer yazarlar da oradaydı. İzgü, o akşam uçakla ayrılacaktı Trabzon’dan. Misafir yazarlar VIP’den geçiyorlardı. Bu nedenle de işlemleri beş dakikayı geçmiyordu. Fakat Muzaffer İzgü her yere zamanında giden tedbirli bir insan olduğu için yemeğini alelacele yiyerek kalktı. Oysa havaalanına üç dakikada varılabiliyordu. Oradaki işlemler de beş dakikayı geçmiyordu. Fakat içi içine sığmayan ve heyecanlı tavırlarıyla dikkat çeken Muzaffer İzgü bir an evvel kalkmak istiyordu. VIP’den geçmek de onun ilkeleriyle pek bağdaşmıyordu. “Bana ayrıcalık tanınmasın” diyordu bizlere. Bizimle vedalaşarak ayrıldı. Fakat daha sonra duyduk ki uçağı bir saat rötar yapmış, adamcağız beklemiş havaalanında.
İyi ki tanımışım Muzaffer İzgü’yü… İyi ki onunla sohbet etme imkânı bulmuşum. Ona bundan sonraki hayatında bereketli bir ömür ve kalemine de nice özgün ilhamlar diliyorum. Siz yazdıkça çocukların ufku genişleyecek, yarınlar bugünden daha aydınlık olacaktır.
MUZAFFER İZGÜ'NÜN 52. SANAT YILI
M.NİHAT MALKOÇ
Bir nesil onun kitaplarını okuyarak büyüdü. Türkiye'nin en çok okunan çocuk kitapları yazarı olarak hafızalarda yer etti. Bugüne kadar 107 kitap, 200'e yakın radyo oyunu yazdı. Bizler onun kitaplarıyla büyüdük. Çocuk olup da Muzaffer İzgü'nin bir veya birkaç kitabını okumayan kişi yoktur sanırım. Gülmeceyle karışık çok hoş bir üslubu vardır İzgü'nün…
Muzaffer İzgü'nün hayatı bir roman kadar ilginç… O bir Cumhuriyet Bayramı'nda dünyaya açmış gözlerini… Yani anne babasına bir bayram hediyesi olmuş… 1933 yılında dünyaya gelen Muzaffer İzgü, böylelikle Cumhuriyetin onuncu yılında doğmuştur. Fakat yoksulluk illeti onun kaderi olmuştur hep… En büyük yoldaşı olmuş fakirlik… İlkokulu üç ayrı okulda okumak zorunda kalmıştır. Okurken karpuz hamallığı, pamuk toplayıcılığı, bulaşıkçılık, garsonluk, trenlerde gezgin satıcılık, sinemalarda gazoz satıcılığı yapmıştır.
O, zor şartlarda okuyarak öğretmen olmuştur. Öğretmenliği döneminde çocuklarla bütünleşmiştir. Öykü ve romanlarındaki gözlemler o dönemlerin izlerini de taşır. Belki çocuklara yönelik eserler vermesi ilkokul öğretmenliğinden kaynaklanmaktadır. İyi ki de çocuklara yönelik eserler vermiştir. Zira çocuk edebiyatı alanında önemli bir boşluk vardı.
Muzaffer İzgü kendi tabiriyle 'yaşamından fedakârlık yaparak' koca bir külliyat meydana getirmiştir. O, gecesini gündüzüne katmış, kalemle dost kalarak hep yazmıştır. Bir noktadan sonra okumak ve yazmak onun yaşam tarzı olmuştur. 'Çocuk kitabı yazmak büyük sorumluluk ister. Yazılarımda çocukları eğlendirirken, düşündürmeliyim. Göbek zıplatan gülmeceye karşıyım. Gülme; zekâ oyunudur. Mizah zekâ işidir. Okuyucusu da zekidir' diyor büyük Usta… Bu sözlere ne denir ki… Hele de İzgü gibi koca bir çınardan dökülmüşse…
İzgü, hayal satan bir yazar değil. Onun yazdıkları hayatın merkezinden alınmış kesitler… Fakat usta bir el tarafından harmanlanmış duygular bunlar… Onun yazdıklarında gülümseten unsurlar önemli bir yer teşkil ediyor. Hayata renk ve ahenk katıyor yazdıkları.
O şimdi 76 yaşında bir delikanlı… Küçük dev adam… Muzaffer İzgü Trabzon Valiliği tarafından organize edilen Kitaplı Hayaller Vadisi Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği'nin misafirlerinden biriydi. İzgü Trabzon Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu'nda küçük okurlarıyla buluşarak onların sorduğu birbirinden ilginç sorulara samimi cevaplar verdi. Öğrenciler, kitaplarını severek okudukları Muzaffer İzgü'yü karşılarında görünce çok mutlu oldular. Ondan sonra karşılıklı soru-cevaplarla sohbet halkası genişledi.
Pek çok yazarla olduğu gibi Muzaffer İzgü'yle de fırsat buldukça konuştuk. Onun engin tecrübe ve birikimlerinden istifade etmeye çalıştık. İzgü, ikindi vaktinde de Zağnos Vadisi'ne gelerek okurlarıyla sohbet etti. Küçük dostlarıyla fotoğraflar çektirdi. Küçük okurlarına kitaplarını imzaladı. Bir akşam yemeğini beraber yeme şerefine de nail olduk.
Muzaffer İzgü kendine has özellikleri olan farklı bir insan… Forum Nihat Usta'da akşam yemeğini beraber yedik kendisiyle. Trabzon mutfağını çok beğendi. Yemekte en çok da mezgit buğulamayı sevdi. Mezgit balıklarını baklavaya benzetmesi gülüşmemize neden oldu. Diğer yazarlar da oradaydı. İzgü, o akşam uçakla ayrılacaktı Trabzon'dan. Misafir yazarlar VIP'den geçiyorlardı. Bu nedenle de işlemleri beş dakikayı geçmiyordu. Fakat Muzaffer İzgü her yere zamanında giden tedbirli bir insan olduğu için yemeğini alelacele yiyerek kalktı. Oysa havaalanına üç dakikada varılabiliyordu. Oradaki işlemler de beş dakikayı geçmiyordu. Fakat içi içine sığmayan ve heyecanlı tavırlarıyla dikkat çeken Muzaffer İzgü bir an evvel kalkmak istiyordu. VIP'den geçmek de onun ilkeleriyle pek bağdaşmıyordu. 'Bana ayrıcalık tanınmasın' diyordu bizlere. Bizimle vedalaşarak ayrıldı. Fakat daha sonra duyduk ki uçağı bir saat rötar yapmış, adamcağız beklemiş havaalanında.
İyi ki tanımışım Muzaffer İzgü'yü… İyi ki onunla sohbet etme imkânı bulmuşum. Ona bundan sonraki hayatında bereketli bir ömür ve kalemine de nice özgün ilhamlar diliyorum. Siz yazdıkça çocukların ufku genişleyecek, yarınlar bugünden daha aydınlık olacaktır.
ZAĞNOS VADİSİ’NDE HİLMİ YAVUZ’LA BAŞBAŞA
M.NİHAT MALKOÇ
Trabzon Valiliği’nin himayelerinde gerçekleştirilen Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nin onur konuğuydu yaşayan son büyük şairlerimizden Hilmi Yavuz… İki günden beri Hilmi Yavuz’la beraberiz. Bir zamanlar gecekondu bölgesi olan Zağnos Vadisi’nde şimdi güller açıyor. Zira burası artık kentsel dönüşümle bambaşka bir görünüm kazandı. Sayın Valimiz Nuri Okutan burayı daha da güzelleştirmek ve anlamlı kılmak için bu yıl ilki gerçekleştirilen Kitaplı Hayaller Vadisi- Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’ni burada yapmayı uygun gördü.
1. Kitap Şenliği’nin ilk gününde şair olarak önce Hilmi Yavuz’la karşılaştım. Büyük bir sorumlulukla herkesten evvel gelmişti şenlik alanına. Bir ev sahibi olarak şehrimize teşriflerinden dolayı duyduğum memnuniyeti ifade ettim kendisine. Hatıra fotoğrafı çektirdik. Gün boyunca hep aynı mekânları paylaştık kendisiyle. Hilmi Yavuz açılışta güzel bir selamlama konuşması yaptı. Anlamlı konuşmasıyla ve kente yakınlığıyla Trabzonluların sevgisini kazandı. Can kulağıyla dinlediğim konuşmasında şu duygu ve düşüncelere yer verdi:
“Bu kente İstanbul ve Ankara’dan sonra en çok gelenlerden biriyim. Trabzon insanının ve doğasının bir sonucudur bu. Trabzon insanının son derece aydın ve cana yakın oluşu, doğası… Günün birinde emekli olursam Trabzon’da bir ev tutup yaşamayı düşündüğümü de dostlarıma sık sık söylemişimdir. Trabzonlu şairleri biliyorum. Şiire değer ve önem veren insanları biliyorum. Trabzon’u hakikaten çok seviyorum. Peygamber Efendimizin bir mübarek Hadis-i Şerifi vardır: ‘Davete icabet gerekir’ diyor. Davete icabetin sünnet olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla beni Trabzon insanı ve Trabzon doğası ne zaman çağırırsa, bu davete icabet etmeyi de emir biliyorum. Trabzon benim için ayrı bir anlam taşıyor.”
Kitap şenliğinin ikinci gününde Hilmi Yavuz’un imza günü olacağı söyleniyordu. Ayrıca Hilmi Yavuz’la okuyucuları arasında bir de söyleşi imkânı olacaktı. Bu düşüncelerle gittik Zağnos Vadisi’ne… Pazar günü olmasına rağmen kalabalık yoktu Kitaplı Hayaller Vadisi’nde. Şair ve yazar Hilmi Yavuz, Vali Nuri Okutan’la birlikte kitap şenliğinin yapıldığı alana teşrif etti. Öncelikle Hilmi Yavuz’un değişik fotoğrafçılar tarafından çekilmiş fotoğraflarının yer aldığı mini bir sergi açıldı. Bu sergiyi gezdikten sonra Hilmi Yavuz son kitabı olan “İslam’ın Zihin Tarihi(Bir Müslüman Aydının İslam Üzerine Düşünceleri) ” ni okurları için imzaladı. İmza programı bir hayli uzun sürdü. Fakat beklediğimiz söyleşi bir türlü başlamadı. Şair-yazar Hilmi Yavuz’un yanı tenhalaşınca fırsattan yararlanarak kendisiyle söyleşiyi başlattım. Söz sözü açtıkça etrafımızdaki kişilerin sayısı da gittikçe arttı. Söze dâhil olanlar oldu. Böyle bir manevra yapmasaydım Hilmi Yavuz söyleşisi olmayacaktı. Bir saatin üzerinde bir zaman kendisiyle her konuda konuşma imkânı buldum; söyleştik işte.
Türk şiirinin son dönemdeki köklü çınarlarından biri olan Hilmi Yavuz, sözünü sakınmayan bir insan… İçinde ne varsa onu dışarıya yansıtıyor. Çok kere lafı gediğine oturtuyor. Düşünceleri derin ve bir o kadar da tutarlı… Nezaketi de hiçbir zaman elden bırakmıyor. ‘Doğrucu Davut’ özelliğini de kimliğinde saklıyor. Her zaman harbice, delikanlıca konuşuyor. Türk şiirini çok iyi biliyor. Şairlerin karakterlerini ustaca tahlil ediyor.
Hilmi Yavuz’la olan sohbetimiz İsmet Özel’le başladı. Bilindiği gibi İsmet Özel bir programda ‘Türk şiiri son dönemlerde çok yazlaştı’ demişti. Bu sözü kabul etmeyen Hilmi Yavuz da ‘Asıl yozlaşan Türk şiiri değil, İsmet Özel’in kendisidir’ demişti. Böylece polemiğin fitili ateşlenmişti. Ok yaydan çıkmıştı. Şair ve yazarlar arasında meşhur olan kalem kavgası zincirine bir halka daha eklenmiş oluyordu. Bunları hatırlattıktan sonra İsmet Özel’in son çıkışı hakkında neler düşündüğünü sordum ona. Keşke sormaz olaydım. Meğer Hilmi Yavuz, İsmet Özel’e ne kadar da içerlemiş. Bir dokundum, bin âh işittim tabir caizse… Yavuz; İsmet Özel’in son yıllarda ne dediğini bilmediğini, bir sözünün öbürünü tutmadığını belirtti. İsmet Özel’in kötü bir şair olduğu kanaatini kendince sebeplerle kanıtlamaya çalıştı.
Hilmi Yavuz ismi hemen herkesin hafızasında bir yönüyle yer tutar… Bazılarına göre, şair, bazılarına göre akademisyen, bazılarına göre edebiyat eleştirmeni, bazılarına göre televizyoncu, bazılarına göre de gazetecidir. Fakat en doğrusu şu ki o, bunların hepsidir.
Son dönem edebiyatımızın yaşayan çınarlarından Hilmi Yavuz, Kitaplı Hayaller Vadisi-Trabzon 1. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nin onur konuğuydu. O, bilmem kaçıncı kez gelmişti Trabzon’a… 70. yaş gününü de Trabzonlu sevenleriyle Trabzon’da kutlamıştı Hilmi Yavuz… Trabzon Belediyesi ile Ada Dergisi tarafından ortaklaşa düzenlenen “70. Doğum Yılında Hilmi Yavuz” adlı bir de sempozyum düzenlenmişti. Birçok kıymetli şair ve yazar; Hilmi Yavuz’un şairliği, yazarlığı ve kültür adamlığı üzerine bildiriler sunmuştu. Hilmi Yavuz enine boyuna tanıtılmıştı bu vesileyle.
Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Kültür Sanat Şenliği’nde en çok ilgiyi Hilmi Yavuz gördü. Hayranları onunla bir kare fotoğraf çektirmek için birbiriyle yarıştı adeta. Kitap imzalatmak için onun önünde sıra oluşturdu sevenleri. O da büyük bir sabır ve hoşgörüyle okurlarına imzaladı kitaplarını. Hatta birçoğuyla kısa da olsa sohbetler etti. Bu konuda ben şanslıydım. Zira imza programının sonunda Hilmi Yavuz’la bir saatlik bir sohbet etme imkânı buldum. Pek de düzenli ve planlı olmayan dost sohbetiydi bizimkisi. Kamera filan da yoktu sözlerimizi kayda alan. Onun için rahat konuştuk. İsmet Özel’le girdik Orhan Pamuk’la çıktık muhabbet kapısından... Türkiye’de şöhretli bir yazar olan Yavuz, her sorumuza cevap verdi.
Hilmi Yavuz, şiir serüvenini anlattı ana hatlarıyla. Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nde, İstanbul’da TOBB Üniversitesi’nde ders verdiğini, bu yüzden de Ankara’yla İstanbul arasında mekik dokuduğunu, fakat işini çok sevdiği için bundan keyif aldığını söyledi bize. Necip Fazıl’la tanışıp tanışmadıklarını sordum. Tanışmadıklarını belirtti. Onun usta şair olduğunu dile getirdi. Sezai Karakoç’a bakış açısını sordum. Sezai Karakoç’un toplumdan kopuk, kendi köşesinde uzlet içerisinde yaşamayı seven usta bir şair olduğunu söyledi Hilmi Yavuz…
Fırsat bulmuşken Hilmi Yavuz’a şiirde ölçü, şekil ve kafiye konusunu sordum. Hece ve aruz ölçüsünün artık misyonunu tamamladığını, kendisinin aruzla yazmayı bildiği halde bu tarz şiirler yazmadığını, şiirlerini ayağı yere basan imgelere dayandırarak serbest tarzda yazdığını dile getirdi. Ben de ona; aslında ölçü konusunda bağnaz olunmaması gerektiğini, bazı şiirlerin aruzla, bazılarının heceyle, bazılarının ise serbest yazılınca güzel olduğunu söyledim. Önemli olanın şekil değil, duygu yoğunluğu ve özü yansıtma olduğunu belirttim.
İsmet Özel, kendisine ‘kötü şair’ diyen Hilmi Yavuz’a vermiş veriştirmişti yakın geçmişte. Hilmi Yavuz için ‘Etnik ve kulübümsü cemaatten kuvvet alıyor.’ demişti Özel… Hilmi Yavuz’un cevabı çok sert olmuştu: ‘Bu sözleri ispatlamalı. Yoksa şerefsizdir.’ demişti. Bu konuya girdiğimizde Hilmi Yavuz’un sesi biraz daha yükseldi. Onun son dönemlerde ne dediğini bilmediğini, unutulmanın sancılarını çektiğini, hatırlanmak ve gündeme gelmek için böyle saldırılarda ve iddialarda bulunduğunu söyledi. ‘İsmet Özel’in ne yapacağı belli olmaz, o belki de geldiği yere de dönebilir’ açıklamalarıyla bu konudaki düşüncelerini paylaştı bizimle. Ortamı daha da germemek için konuyu değiştirdik. Günümüzdeki dergilere bakışını sordum. Şiirlerinin niçin dergilerde yer almadığını merak ettiğimi söyledim ona. Edebiyat alanında ciddi dergilerin olmadığını, onun için de şiirlerinin dergilerde yayınlanmasına izin vermediğini söyledi. Şiirlerini kitap boyutuna gelince okuyucularıyla paylaştığını belirtti.
Konu geldi Nobel Ödüllü Türk Yazar Orhan Pamuk’a dayandı. İtiraf edeyim ki aslında sözü o noktaya ben getirdim. Hilmi Yavuz, Orhan Pamuk’tan da hiç haz almıyor. Pamuk’un Nobel alacak düzeyde Türkçeye vakıf bir insan olmadığını, Nobel Ödülünü kıymetsizleştirdiğini ifade ediyor. O, Pamuk’un romanlarını okuyanların yarıda bıraktığını söylüyor. Hilmi Yavuz, Trabzon’a ve bu kentin kalem erbaplarından Nazan Bekiroğlu’ya, Kenan Sarıalioğlu’ya, Yaşar Bedri’ye ayrı bir kıymet veriyor. O, Trabzon’u çok seviyor. Türk şiirinin dev şairlerinden biri olan Hilmi Yavuz’u da Trabzonlular çok seviyor. Bu gönül köprüsünün her geçen gün daha da sağlamlaştığını sevinerek söyleyebiliriz. Trabzon’un fahri hemşehrisi olan şair Hilmi Yavuz’un uzun ve bereketli bir ömür sürmesini diliyoruz.
KİTAPLI HAYALLER VADİSİ
M.NİHAT MALKOÇ
Daha düne kadar çirkin bir görüntüye sahipti Zağnos Vadisi… Her taraf çarpık gecekondularla doluydu. Şiddetli yağmur yağınca evleri sular basıyor, her taraf çamur deryasına dönüyordu. Buradaki hayat, insanlara reva görülecek bir hayat değildi. Bu çarpıklığı gören devlet yetkilileri bu işe el attı. Zağnos Vadisi’ndeki gecekondular kamulaştırıldı. Bu iş mahkeme süreciyle birlikte uzun zaman aldı. Gecekondu sahipleri paralarını alınca yıkımlar başladı. Hükümet burayı park ve gezinti alanı yapmak için kolları sıvadı. TOKİ’ye ihale edildi bu iş… Kısa zamanda vadinin çirkin yüzü değişti. Surların hemen yanı başında güzel bir yeşil alan kazandı Trabzon. Başbakan tarafından törenle açıldı.
Zağnos Vadisi’nin hikâyesi kısaca bu… Bugünlerde Zağnos Vadisi modern bir görünüme kavuştu. Artık bu güzel vadinin yüzü gülüyor. Şimdilerde köprü üstünden geçerken gururla bakıyoruz bu güzel parka. Modern Trabzon’un tebessümü çarpıyor gözümüze. Bir zamanlar burada ilkel bir hayat yaşayan insanlar, artık başka yerlerde kendilerine layık modern evler alarak hayatlarını devam ettiriyorlar. Onların da kötü talihi değişti bir anda. İnsanlar gezip dolaşıyor, stres atıyor bu yemyeşil, pırıl pırıl mekânda. Su sesleri şehrin gürültüsünden bunalanlara iksir oluyor. Zihinler duruluyor. Trabzon’a layık bir yer burası. Şehrin özlenen yüzü Zağnos… Bu yüz Trabzon’a çok yakışıyor. Olması gereken buydu zaten.
Bir zamanlar Trabzon’un gecekondu bölgesi olan Zağnos Vadisi bugünlerde büyük bir heyecana sahne oluyor. Trabzon Valiliği “Okuyan Şehir Trabzon” sloganıyla hayata geçirdiği okuma kampanyası kapsamında büyük bir kültür, sanat ve edebiyat etkinliğine imza atıyor. 23–31 Mayıs 2009 tarihleri arasında kültür ve sanat dünyasının seçkin isimleri Trabzon’la buluşuyor. Trabzonlu öğrenciler ve şehir halkı, kitaplarını severek okuduğu isimleri yakından görme ve tanıma imkânına kavuşacak bu etkinlikle. Trabzonlular bir hafta boyunca kitabın duru ve dost dünyasında soluklanacaklar. Sevilen yazarlar okurun ayağına kadar gelecek.
Göz zevkini bozan gecekondudan kitaplı günlere giden aydınlık bir yol düşünün… Zağnos Vadisi Parkı bu yıl Kitaplı Hayaller Vadisi’ne dönüşüyor. 23–31 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek şenlikte 50 edebiyatçı-yazar imza ve söyleşiler ile okurlarıyla buluşuyor. Açılışını Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın yapacağı kültür ve sanat şenliğinin onur konuğu ise Edebiyatçı-Yazar Doğan Hızlan ve Hilmi Yavuz... Bu güzel şehri hiçbir zaman terk etmeyen, bunu aklından bile geçirmeyen Trabzon’un edebiyattaki gururu, akademisyen, hikâyeci ve romancı Nazan Bekiroğlu da bu kitap şenliğinde okurlarıyla birlikte olacak; bir de konuşma yapacak. Trabzon Belediye Başkanı Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu’nun, Trabzon Valisi Nuri Okutan’ın ve Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’ın konuşmaları ile başlayacak açılış töreni yayınevlerinin stantlarının gezilmesi ile devam edecek…
Şenlik öncesinde, valilik bünyesindeki okulların öğrencilerine katılımcı yazarların eserlerinden ücretsiz dağıtılacak. Yazarlar şenlik süresince kitap dağıtımının yapıldığı okulları ziyaret ederek kitaplarını imzalayacak ve öğrencilerle sohbet edecek. Okullardaki etkinliklerin yanı sıra Zağnos Vadisi’nde yazarların imza programları olacak. Yazarlar halkla kaynaşacak. Trabzon, aşağıda adlarını sıraladığım birbirinden önemli şair ve yazarları misafir edecek:
“Ahmet Turan Alkan, Ali Çolak, Ayla Kutlu, Aysel Gürmen, Aysel Korkut, Bestami Yazgan, Beşir Ayvazoğlu, Canan Tan, Doğan Hızlan, Dursun Gürlek, Fatih Erdoğan, Ferda İzbudak Akıncı, Fevzi Samuk, Masalcı Abla Gamze Alıcı, Gülsüm Cengiz, Gülten Dayıoğlu, Hicran Göze, Hilmi Yavuz, İkbal Gürpınar, İnci Aral, Kenan Sarıalioğlu, Mehmed Niyazi, Mehmet Azim, Mehmet Zeki Aydın, Metin Özdamarlar, Mevlana İdris, Muhammet Bozdağ, Murat Çiftkaya, Mustafa Armağan, Muzaffer İzgü, Nazan Bekiroğlu, Nur İçözü, Nuriye Akman, Nurullah Genç, Ömer Sevinçgül, Sara Gürbüz Özeren, Selim Gündüzalp, Sema Maraşlı, Senai Demirci, Serhan Büyükelçi, Sevim Ak, Sevinç Çokum, Sevinç Kuşoğlu, Süleyman Bulut, Timuçin Özyürekli, Ulviye Alpay, Yalvaç Ural, Zeynep Uluant…”
GÜNÜMÜZDE ÖĞRENCİLER VE ŞİİR
M.NİHAT MALKOÇ
Gençlik boş bırakılmaya gelmez bir kesimdir. Onların bütün zamanlarını faydalı iş ve uğraşlarla doldurmalıyız. Zira gençliği bekleyen büyük tehlikeler vardır. Bazı şer mihraklar gençlik üzerinden toplumu yıkıp tahrip etmek için fırsat kolluyor. Onlara imkân vermemeliyiz. Gençliği tehdit eden mihraklarla mücadele ederek yarınlarımızı aydınlığa çıkarmalıyız. Yarınlar da ancak vatansever bir genç modeli yetiştirmekle aydınlığa çıkar.
Gençlik ‘moda’ diye adlandırılan, birilerinin çizdiği yolda gidiyor ve lüzumsuz işlerle uğraşıyor. Gençliği bu amaçsız ve anlamsız işlerden kurtarıp spora, sanata ve edebiyata yönlendirmeliyiz. Zira spor bedeni diri ve güçlü tutar; hakikatten ilham alan sanat ise, ruhları besler. Sanatla uğraşan ve kültürel birikimi olan aydınlanmış bir gençlik, yarınlarımız için güven demektir. Gençlerin sanatın her dalını sevmesini ve onlarla uğraşmasını sağlamalıyız.
Zamanımızda öğrenciler arasında şiire olan ilgi son derece düşüktür. Çünkü şiir ciddi bir sanat dalıdır ve belli bir seviye gerektirir. Günümüzde öğrenciler şiire ilgi duymuyorlar. Okumayı ciddiye alan çalışkan öğrenciler gece gündüz demeden üniversite sınavlarına hazırlanıyorlar. Onların başını kaldıracak ve kaşıyacak zamanları yok dersek yeridir. Aklı fikri üniversite sınavında olan bir öğrencinin şiirle ciddi olarak ilgilenmesi ne kadar mümkündür? Aslında şiir insanı rahatlatır, dinlendirir. Ders çalışmaktan çok bunaldığınız bir zamanda elinize bir şiir kitabı alıp rahatlayabilirsiniz. Fakat öğrenciler bunu pek yapmıyor. Genellikle şiire, hikâyeye ve romana zaman ayırma hususunda cimri davranıyorlar. Oysa çok çalışan bir insanın zihni belli bir zaman sonra yorulur. İşte o esnada okuyacağı bir şiirle, hikâye veya romanla pekâlâ dinlenebilir. Bu, onların iç dünyalarını da genişletir ve rahatlatır. Bu psikolojik rahatlama yönteminin farkında olanlar olsa da, sayıları çok azdır. Onlara şiirin güzelliğini fark ettirmeliyiz. Zaman zaman ders dışı okumalarla rahatlamalarını sağlamalıyız.
Öte yandan okumayı ciddiye almayan, öğrenciliği sadece okula gidip gelme olarak görenler, zaten kitap okumazlar. Onlar vizyona yeni giren filmleri, bin bir çeşit bilgisayar oyunlarını takip ederler. Onlar internet kafelerde zaman öldürürler, kalabalık caddelerde volta atarlar. Her taşın altından onlar çıkarlar. Onlara şiiri ve kitap okumayı sevdirmek zordur. Aslında onların içerisinde de duygu yoğunluğu olanlar çoktur. Ancak planlı ve düzenli bir çalışmayla bu yoğunluk söze ve yazıya dökülebilir. Gençleri bu yöne yönlendirmek hiç de kolay değil. Fakat bence her şeye rağmen onları güzel sanatlara ve şiire yönlendirmeliyiz.
Okullarda şiiri sevdirmek için şiir yazma ve okuma yarışmaları düzenlenebilir. Zaten Milli Eğitim Bakanlığı değişik zamanlarda şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenliyor. Fakat bu yarışmalara ilgi bir hayli düşük oluyor. Bunda öğrencilerin ilgisizliğinin yanında düzenlenen yarışmaların da iş savma kabilinden, adet yerini bulsun diye yapılması önemli bir etkendir. Yetkililer öğrencilerin ilgisini çekecek konularda şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlemelidir. Bu yarışmalarda öğrencinin yazma iştahını kabartacak miktarda ödüller verilmelidir. Örneğin vergi hakkında, verem hakkında şiir yarışmaları düzenleniyor hemen her yıl… Bu konularda derinliği olan şiirler yazılamaz; ancak kompozisyon yazılabilir. Fakat neticede kaliteli eserler çıkmayacağı bilinse de düzenleniyor. Daha ciddi yapılmalı bu işler…
Bence her okulun bir peryotik yayın organı(dergi, gazete) olmalıdır. Öğrenciler bu yayın organını bir yazı atölyesine çevirmelidir. Bizler okullarımızda duvar gazeteleri hazırlıyoruz sürekli… Bu gazetelerde belli şairleri, yazarları, belirli gün ve haftaları işliyoruz. Okul içinde şiir ve kompozisyon yazma, şiir okuma yarışmaları düzenliyoruz. Ders yoğunluğu içerisinde bunlara yeterince ilgi olması beklenemez zaten. Bir kere hafta içi öğrencinin her saati dolu, akşamleyin servis gelip öğrencileri alıyor, hafta sonu herkesin okul kursu veya dershanesi var. Öğrenciyle özel olarak çalışılacak, güzel sanatlara, şiire yoğunlaşacak zaman kalmıyor. Öğrenciler yarış atına döndürülmüş, başarı sadece derslerle ve sınavlarla ölçülüyor. Durum böyle olunca şiir rafa kaldırılıyor. Şiiri raftan indirip hayatın merkezine almalıyız.
EUROVISION SAÇMALIĞI YAHUT TÜRKÇENİN GÖZYAŞLARI
M.NİHAT MALKOÇ
Her yıl Mayıs ayının ortalarında Eurovision Şarkı Yarışması gerçekleştiriliyor. Onlarca ülke bu yarışma için bir yıl boyunca yoğun hazırlıklar yapıyor. Onlara sorsanız Avrupa’nın en iyi müzik parçasını ve solistini seçiyorlar. Neye göre? Ölçütleri neler? Bunlar standart değil; alabildiğine öznel bakış açıları… Eurovision Şarkı Yarışması hakkında tutarlı ve gerçekçi bir yazı yazmak için 16 Mayıs Cumartesi gününün gecesi onca zillete katlandım.
Eurovision Şarkı Yarışması yine bildiğiniz gibi… Yarışmada herkes komşularına puan veriyor. Şarkı yarışmasından çıkmış, siyaset arenasına dönmüş sanki. Yarışmada hiçbir şey gerçekçi ve tarafsız değil… Böyle deli saçması bir yarışma niçin 53 yıldan beri devam eder, bunu bir türlü anlayabilmiş değilim. Bu yarışmanın dünya ve Avrupa müziğine katkısı var mıdır? Hiç zannetmiyorum. Zira bu yarışmada maksat, müziği ileriye taşımak değil.
Ülkemiz Tanzimat’tan beri Avrupa’nın peşine takılmış gidiyor. Teknolojide ve bilimde mi? Nerdeee? Müzikte, modada, gösterişte! ... Düşünüyorum da Türkiye niçin Türk dünyasıyla birlik olup böyle bir organizasyona öncülük etmez. Türk Cumhuriyetleri ve Türk toplulukları bir şarkı veya türkü yarışması vesile edilerek pekâlâ bir araya getirilebilir. Bu yarışmayla Türkçe tekrar o eski görkemli günlerine döndürülebilir. Bu aynı zamanda kültürel kaynaşmaya da katkıda bulunur. Azeri, Kazak, Özbek, Türkmen, Kırgız halk müziği de böylece canlandırılmış olur. Yani Türkçe Olimpiyatları’nın büyüklere uyarlanmış şekli gerçekleştirilebilir. Bunu yapmak için fazla bir külfete de gerek yok. Her şey hazır… Helva yapacak marifetli ellere ihtiyaç var… Bırakın Avrupa’nın peşinden koşmayı Allah aşkına! ...
TRT bildiğim kadarıyla Eurovision Şarkı Yarışması’na büyük paralar aktarıyor. Bu para bizim vergilerimizden oluşuyor. TRT gibi bir kurumun Türkçeyi hiçe sayarak İngilizce bir şarkıyla böyle bir yarışmaya katılması, bu yarışmaya yüklü miktarlarda para aktarması akıl alır davranış değil. Göz göre göre Türkçeye ihanet ediliyor. Müstemleke ruhu hortlatılıyor. Bu durum ülkemizin izzetini ve iffetini zedeliyor. TRT’yi bu tutumundan dolayı kınıyorum. Elektrik faturalarımıza ilave edilen yüzde ikilik payı da helal etmiyorum kendilerine.
Her yıl Haziran ayında Türkçe Olimpiyatları yapılıyor. Bu olimpiyatlarda onlarca ülkeden yüzlerce öğrenci Türkçe şiirler okuyor, şarkı ve türküler söylüyor. TRT yüzde yüz Türkçe şiirlerden ve şarkılardan oluşan, Türkçeyi şahlandıran bu güzel etkinliğe ne kadar maddî ve manevî katkıda bulunuyor? Hiçbir şeyi bize benzemeyen, Türkçeyi bile yarım yamalak konuşan bir kadına çuval dolusu para veriliyor. İş Türkçe Olimpiyatları’na gelince cepleri akrep doluyor. ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ dedikleri bu olsa gerek…
Belçikalı Hadise’nin bu yarışmada birinci ol(a) madığına doğrusu sevindim. Dördüncü olarak bitirdiler bu yoz yarışmayı. Keşke ilk 10’a bile giremeseydiler. Bu yarışmada dereceye girmek, yapılan deli saçmalıklarını onaylamak anlamına geliyor. Yani ‘dereceye girmişseniz gittiğiniz yol, yaptıklarınız doğrudur’ anlamı çıkıyor bundan onların mantığına göre…
Bu yılki yarışmayı baştan sona takip ettim. Baktım ki geçmiş yıllardan bir farkı yok bu seneki yarışmanın. Her zaman olduğu gibi Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimine 12, Kıbrıs Rum Kesimi de Yunanistan’a 12 puan veriyor. Bu, 32 yıldan beri hiç değişmiyor. Onlar böyle yapıyor da biz farklı mı yapıyoruz? Biz de bu yıl 12 puanı Azerbaycan’a verdik. Tabii ki onlar da bize verdi 12 puanı… Kuzey ülkeleri, Slav ülkeleri, Balkan ülkeleri hep birbirlerine verdiler en yüksek puanları. Yani ‘Al gülüm ver gülüm ‘ durumları söz konusu. Bir ehli vicdan çıkıp da bunu niçin sorgulamıyor? Eurovision’u millî mesele haline getirenler; bu yarışmada millî değerlerimizle alenen alay edildiğini, özümüzden ne kadar uzaklaşıldığını görmezler mi? Türkiye’yi Hadise gibi ecnebi kültürlerden beslenenler asla temsil edemez.
Hadise, birinciliği kazansaydı Türkiye mi kazanmış olacaktı? Bence hayır! … Çünkü bir kere şarkı benim anadilimde değil. İlginçtir ki bu yarışmadaki dansçılar bile Türk değil. Şarkı yarışmasını bacak şova dönüştürerek bu milletin değerleriyle alay edenleri kınıyorum.
BİR CANLI TARİH VARDI: ŞEVKET ÇULHA
M.NİHAT MALKOÇ
Ecel gemisi, acı siren sesleriyle hayat limanına uğrayarak oradan topladığı yolcuları ebedî âleme taşıyor. Bu mahzun göç, dünyanın yaratılışından bugüne dek durmadan devam ediyor. Bu göç dünyanın yıkılışına kadar da öylece devam edecektir. Göçenlerden çok, arkada kalanlar yıkılıyor. Fakat Yunus Emre’nin şu veciz beyti bizleri biraz olsun rahatlatıyor:
“Ölümden ne korkarsın/Korkma ebedî varsın.”
Biz Müslümanlar, ölümü bir hicret olarak görüyoruz. O yüzden de ölümden korkmuyoruz. Ölümü ‘şeb-i arus(düğün gecesi) ’ olarak gören Mevlana’nın torunlarıyız biz… Ama her nedense hüzünlü oluyor göçler… Hele hizmetleriyle sembolleşen kişilerin ölümü derin bir elem veriyor insana. Merhum Şevket Çulha’nın ölümü de vaktiyle beni çok üzmüştü.
Trabzon’da ‘yürüyen tarih’ olarak adlandırılan Şevket Çulha, 1911’de Boztepe’de dünyaya gelmişti. Birinci Dünya Savaşı’nda Ordu’ya göç etmek zorunda kaldılar. O yıllarda, o çocuk yaşında büyük sıkıntılar yaşadı. Okula orada başladı. Trabzon’un kurtuluşundan sonra bu şehre geri döndüler. Cudibey İlkokulu’na kaydoldu. Ticaret Okulu’na devam etti. 1927’de Yeni Yol gazetesinde spor muhabiri olarak çalışmaya başladı. Bir ara Belediye Başkâtip Muavinliği yaptı. Daha sonra Tekel İşletmesinde çalıştı. Belediye Meclisine seçildi.
Merhum Şevket Çulha Ağabey’le Karadeniz Yazarlar Birliği’nin kuruluş aşamasında, Trabzon İl Halk Kütüphanesi’nde tanışmıştım. Çok dolu, asaletli ve ciddi bir insan olduğu her hâlinden belliydi. Ben o zamanlar yirmi yaşlarında tığ gibi bir delikanlıydım. Toplantıdaki en genç isim bendim. Bu durum rahmetli Şevket Abi’nin de dikkatini çekmiş olacak ki yanıma yaklaşıp sorular sormuştu bana. Bir süre öylece muhabbet etmiştik. Sonunda da gelecekte iyi bir kalem erbabı olacağımı söyleyerek iltifatlarda bulunmuştu bana. Güç ve moral vermişti.
Ben Karadeniz Yazarlar Birliği kurucuları arasında en genç üyeydim. Şevket Çulha da en yaşlısı…. Seksen yaşında bir insanın bu gibi etkinliklere katılması doğrusu garibime gitmişti. Şevket Abi, 1911 ilâ 1996 yılları arasında dolu dolu 85 yıl ömür sürdü. Hayatını hayırlı hizmetler yolunda tüketti. Ölümüne dek onlarca vazifeyi başarıyla ifa etti.
Sporla iç içe bir insandı o... 1930 ilâ 1951 yılları arasında Trabzon Spor Bölgesi Genel Sekreterliği, Hakem Komitesi Başkanlığı, Ceza Kurulu Başkanlığı, Denizcilik Ajanlığı, Spor Bölge İl Müdürlüğü, Atletizm ve Futbol Ajanlığı yaptı. Spora gerçekten büyük hizmetler etmiştir. Bu arada İdman Ocağı, Gençler Kulübü, Karadeniz Kulübü, Şehir Kulübü, Kızılay, Çocuk Esirgeme, Verem Savaş gibi kuruluşlarda başkanlık ve üyeliklerde bulunmuştur.
O, aynı zamanda usta bir kalemdi. Trabzon tarihinin canlı şahitlerinden birisiydi. Yeniyol, Halk ve Şehir, Karadeniz, Kuzey Haber gazetelerinde; Akın, İnan dergilerinde uzun yıllar yazarlık yaparak tarihî birikimlerini yeni nesle aktarmıştır. O, ‘Basın Şeref Kartı’ sahibi olan ender simalardan biriydi. Ölmeden önceki son vazifesi Karadeniz Yazarlar Birliği Yazarlar Meclisi Başkanlığı’ydı. O, daima insanlara rehber ve yardımcı olmaya gayret etti.
Çulha, Atatürk’ün Trabzon’a gelişini çok iyi hatırlayan ve en önemlisi de karşılama merasiminde görev alan tarihî şahsiyetlerden birisiydi. Trabzon’un mâzisini onun kadar iyi bilen ikinci bir isme rastlamak zordur. Muhacirlik günlerinin acılarını yaşayan bir insandı. Bu mevzulardaki hatıralarını değişik yayın organlarında dile getirmiştir. Gençler bunları okumalı.
Canlı tarih merhum Şevket Çulha’nın, ömrü boyunca yaptığı vazifeleri başlıklarıyla sıralarsak sayfalarımız kâfi gelmez. Araştırmacı-Yazar Mustafa Yazıcı’nın yaptığı hesaplara göre Çulha, 85 yıllık ömrü boyunca üç yüz yıllık hizmet görmüştür. Böyle insanlar çok nadir geliyor dünyaya. Araştırmacı-Yazar Murat Yüksel Bey, Şevket Çulha’yla görüntülü vesika niteliği taşıyan mühim televizyon programları yapmıştı. Trabzon’un tarihî ve kültürel mâzisi konusunda araştırma yapmak isteyenler bu program kayıtlarından yararlanabileceklerdir. 13 Kasım 1996’da aramızdan ayrılan gazeteci-yazar Şevket Çulha’yı unutmadık, unutmayacağız. O, vefakâr Trabzonluların hafızasındaki yerini hep koruyacaktır. Allah rahmet eylesin.
Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta