Yazılarım(muhabbet Bağının Gülleri) Şiir ...

Nihat Malkoç
1599

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

GÖNLÜMÜN DUYGU MİMARLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Her insanın sevdiği,kendine yakın bulduğu ve benimsediği şâir ve yazarlar vardır.Onların fikirleri,üslûpları ve bakış açıları model olur sevenlerine…Daha sıcak buluruz bu kalemleri kendimize ….Tercih sebebimiz olur ruh dünyalarındaki çalkantılar,gel-gitler….Yazarken tesirleri altında kalırız farkında olmadan…Kâğıda döktüklerimiz her ne kadar orijinal olsa da onların üslûbundan izler taşır.
Sanatta etkilenme kaçınılmazdır.Hangimiz güzel bir şiir okuyup da ondan etkilenmeyiz ki? ...Tesiri altında kaldığımız eserler bilinçaltına yerleşir.Duygularımız kabarınca da ona benzer bir şeyler yazmaya kalkışırız.Ama o sadece ilham kaynağımız olur.Körü körüne taklit etmeyiz onları.Hareket noktası olur eserleri bizim için…Taklitle hiçbir yere varılamaz zaten.Taklit eser her ne kadar güzel görünse de orijinalinin yanında sönük kalır.Onun için sanatta etkilenmeye hoş bakabiliriz ama taklide asla! ...
Beni de etkileyen,sarsan,ruhumu harekete geçiren şâir ve yazarlar da vardır şüphesiz…Onları okuyunca bambaşka bir atmosfere girer ruhum…Heyecanlanırım…Kalbimin atışları hızlanır…”Hah işte sanat bu,söz böyle söylenir.Sanki içimden geçenleri okuyup ebedîleştirmiş…vs.” derim.Bu kalemlerin sayısı iki elin parmakları sayısıncadır ancak.
Gönlümün duygu mimarlarının başında Yunus Emre,Fuzuli, Şeyh Galip,Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gelmektedir.Bu zirve şahsiyetlerin tesiri altında kalışımın sebeplerini ve boyutlarını zikredeyim dilerseniz…

Tamamını Oku
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 14.05.2007 - 01:04

    KİTAP FUARININ ARDINDAN! ...

    M.NİHAT MALKOÇ


    Geçen hafta sonu(13 Mayıs 2007 Pazar) Trabzon Dünya Ticaret Merkezi’nde açılan Kitap ve Eğitim Fuarı’ndaydım. Bu yıl üçüncüsü açılan fuarın, ilkine göre çok daha organize ve mükemmel bir yapılanma içerisinde olacağını tahmin ederken çok sıradan bir yapılanmayla yüz yüze geldim. Bu yılki fuarda yayınevleriyle okuyucular buluşturulamamıştı. Onlarca yayınevi, binlerce kitap vardı ama asıl olması gereken okuyucu yoktu.

    Gün boyunca kitap fuarını gezerek yeni yayınları inceledim. Gerçekten Türkiye’de son derece güzel ve kaliteli kitaplar basılıyor. Kitapların şekil ve içerik zenginliği her geçen gün artıyor. Bu hususta Avrupa’nın hiç de gerisinde değiliz. Ülkemizde yüzlerce yayınevi var. Herkes kendi imkânları nispetinde güzel çalışmalara imza atıyor. Her ne kadar okuyucu sayısında ciddi artışlar olmasa da yeni basılan kitap sayısında hissedilir artışlar görülüyor. Artık bir kitap üç-beş bin basılmıyor. Şimdilerde kitap kapaklarında “Birinci Yüz Bin…”, “Beşinci Yüz Bin…” gibi ifadeler yer alıyor. Artık baskı sayısı milyonu geçen kitaplar da var ülkemizde. Bu konuda hedef aldığımız Batı’nın çok da uzağında değiliz.

    Bu yıl Trabzon Kitap ve Eğitim Fuarı çok sönük geçti. Dünya Ticaret Merkezi’nin kapısından girerken gözlerime inanamadım. Koskoca fuar alanındaki ziyaretçi sayısı iki elin parmakları sayısını geçmiyordu. Onlarca yayıncının, okuyucuları karşılamak için yerini aldığı fuardaki bu hazin manzara, yüreğimi burktu. İlk kez Trabzonlu oluşumdan utandım.

    Türkiye’nin özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerinden kalkıp Trabzon’a kadar gelen bu insanları, böyle yapayalnız bırakmamalıydık. Onlara Trabzon’un çok köklü bir kültür, sanat ve edebiyat kenti olduğunu hissettirmeliydik. Trabzon için yapılan menfi yakıştırmaları bu şekilde çürütmeliydik. Fakat olmadı, bunu yapamadık.

    Fuara gelirken Uzunsokak’tan geçtim. Daracık sokak insan mahşerini andırıyordu. Güzel havayı kaçırmak istemeyen insanlar çarşıya akmış, yazın güzelliklerini doyasıya yaşamaya çalışıyorlardı. Sinema salonlarının önünde biriken insanlar, başlayacak yeni filmleri sabırsızlıkla bekliyorlardı. Buradaki kişilerin çoğu üniversite çağındaki gençlerdi. Beş lira verip film izleyen bu insanlar her nedense bir lira verip kitap almayı düşünmüyorlardı. Bir liraya kitap olur mu demeyin… Fuarlarda oluyor işte… Özellikle iş yapamayan kitapçılar, ellerinde kalan kitapları, yeniden kargo parası verip geri götürmek yerine ucuz fiyatla satmayı tercih etmişlerdi. Zaten bir şey kazanamamıştı çoğu…

    Kitap fuarındaki yayıncıların bir kısmıyla bizzat konuştum. Çoğu organizasyondan şikâyetçiydi. Kendilerinden alınan yer kirasını bile çıkaramadığını söyleyenler vardı. Şehirden uzakta olan Dünya Ticaret Merkezi gönülden de uzak kalmıştı. Yeterli tanıtım yapılamamıştı. Fuar kapsamında şair ve yazarlarla söyleşiler ve konferanslar tertip edilmemişti. Böyle olunca okuyucu da itibar etmemişti kitap fuarına. Güneş havada gezmeyi, beş-altı lira verip sinemaya gitmeyi tercih etmişlerdi. Zaten okumayı ihtiyaç olarak gören de pek yoktu.

    Yayıncılar 3. Kitap ve Eğitim Fuarı’ndan şikâyetçiydiler. Bir kısmı bir daha gelmeyi düşünmeyecek kadar doluydu. Pazar günü bile sinek avlayan kitapçıların bu serzenişleri elbette boş değildi. Kimse kitapların pahalılığından dert yanmasın. Kitap fuarlarında kitaplar uygun fiyatlardan satılıyor. Hatta daha evvel belirttiğim gibi bazı kitaplar bir YTL gibi sembolik fiyatlarla okuyucuya sunuluyor. Ucuz kitapların kalitesiz olduğunu sanmayın. Normal piyasada 10 YTL’nin üzerinde olan kitaplar bazı yayınevlerinin bünyesinde bir liraya kadar düşebiliyor. Ben bu kitaplardan 35 tane satın aldım. Hepsi de birbirinden kaliteli ve seçkin kitaplar… Fakat Trabzonlular bunlara da itibar etmedi. Hatta son gün bedava kitap dağıtan yayınevleri bile vardı. Çok sayıda kitap hediye edildi şahsıma.

    Fuarı ziyaret edenlerin önemli bir kısmı da kitapları seyretti. Yayıncılar böyle diyor. Ben onların yalancısıyım. Trabzon böyle olmamalı… Okuyan şehir olmalı… Popüler kültürün çarklarında ezilmemeli bu şehrin halkı… O eski aydın Trabzon’u mumla arıyoruz şimdi…

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 11.05.2007 - 21:55

    EN SICAK SÖZCÜKTÜR ANNE! ...

    M.NİHAT MALKOÇ


    'Dünyada en sıcak sözcük nedir? ' diye sorsalar hiç tereddüt etmeden 'Anne' derim. Çünkü anne deyince, daralan ruhlar apayrı bir genişlik ve boyut kazanır. Bu sözün tılsımıyla ufkumuzdaki sisler bir anda dağılır. Annenin kuştüyü sımsıcak kolları bizi sarıp sarmalar.

    Anne, çocuk için en emniyetli sığınaktır. O sığınağın duvarları sevgi tuğlasıyla örülmüştür. Sabır çimentosuyla birbirine tutuşturulmuş onca tuğlalar… Nefrete karşı muhkem bir yapıya sahiptir bu aşiyan… Zapt edilmez bir kaledir o… Fırtınalardan korunmak isteyen yürekler bu selamet sahilinde hayat bulur. Ondan güvenli bir korunak düşünülebilir mi?

    Anne hakkının ödenmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Fakat o güzel insanlar çocuklarından, sevgiye banılmış bir tebessüm dışında hiçbir şey istemez ve beklemezler. Anneler evlatlarına hakkını helal etmese çocukların cennete gitme ihtimali olabilir mi?

    Anne, kalplerin sihirli anahtarıdır. Onun açamayacağı kapı yoktur. Yüce dinimiz, annelere çok büyük değer vermiştir. Peygamberimiz 'Cennet anaların ayakları altındadır' diyerek bu mübarek varlıkları memnun etmenin önemine değinmiştir. Kur'an-ı Kerim'de annelerden söz eden ayetlerden gözüme takılanlardan birkaçını dikkatinize sunmak istiyorum:

    'Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır.'

    'Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bir bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (maruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve bana 'gönülden-katıksız olarak yönelenin' yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, böylece ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.'(Lokman S. 14-15. Ayetler)

    Türk şiirinde en çok işlenen temalardan birisidir anne… Çünkü evrensel bir duygudur anne sevgisi… Hangi milletten olursa olsun herkes annesine derin bir muhabbetle sevdalıdır. Bu sevdayı yüreklere hapsetmek yerine, olanca güzelliğiyle açığa vurmak gerekir. Aşk şiirlerinin en büyük şairlerinden Ümit Yaşar Oğuzcan 'Anacığım' adlı şiirinde çocukla anne ilişkisini, annenin çocuk üzerindeki haklarını ve fedakârlıklarını bakın nasıl dile getiriyor:

    'Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
    Kaç geceler bana ninni söylerdi
    Hasta olunca oydu başucumda bekleyen
    Biraz yorulmayayım, üzülmeyeyim, hemen
    Alır kucağına okşardı, saçlarımı öperdi.

    Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
    Uzun kış geceleri masal masaldı
    Güzel çoban kızları, iyi kalpli sultanlar
    Bir suyun akışı gibi geçip gitti zamanlar
    Şimdi ne o dünkü çocuk, ne de o masal kaldı.

    Nasıl hatırlamam anacığım nasıl
    Yıkayan oydu mürekkep lekeli parmaklarımı
    Akşam biraz geciksem yollara düşerdi
    Sokağa çıkarken 'Yavrucuğum üşütme' derdi.
    Hemen bir kazak örerdi biraz boş kaldı mı.

    Anneleri bir güne sığdırmak onların büyüklüğüne yakışan bir davranış değildir. Anne gibi kutsal bir hissi ticarete alet edenlere güzel şeyler söyleyemeyeceğim. Annesi sağ olanlar bu büyük devletin kıymetini bilsinler. Bütün annelerin anneler günü kutlu olsun.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 09.05.2007 - 01:42

    KİTAP FUARLARI VE OKUMA(MA) ALIŞKANLIĞIMIZ

    M.NİHAT MALKOÇ

    Kendimi bildim bileli, okumayan bir toplum oluşumuzdan yakınırız. Fakat her nedense, bunun önüne geçmek için ciddi bir adım da atmayız. Emin olun ki kitap okumayışımızdan yakınanlar da okumaya yaklaşmazlar, işin yakınma kısmına takılıp kalırlar.

    Kitap okumayışımızın gerekçeleri de hazırdır. Kitap pahalı olduğu için okumayız! Bütçemizden kitaba pay ayırmakta zorlanırız. Zira dar gelirliyizdir. Peki, bu mantığa göre zenginlerin çok okuması gerekmez mi? Nerde! ... Hem her ilde, pek çok ilçede ve her okulda bulunan kütüphanelere ne demeli? Okumak için ille de kitap satın almak mecburiyetinde değiliz. Bir kitabı bir kişi de, bin kişi de pekâlâ okuyabilir.

    Trabzon şehri, okuma konusunda sınıfta kalan illerimizden birisidir. Ülkemizdeki pek çok şehir halkı gibi Trabzon halkı da yeterince okumuyor. Oysa bu şehirde il halk kütüphanesi, belediye kütüphaneleri ve mahalle okuma salonları ile okul kütüphaneleri mevcuttur. Lakin raflardaki kitaplar son derece yenidir. Kütüphanelerdeki kitapların üzerinde bir parmak toz vardır. Çünkü kimse dokunmamıştır onlara. Kitaplar kütüphane raflarına mahkûm edilmişlerdir. İnsanları kitap okumak için zaman bulamamışlardır!

    Trabzon’da kültür, sanat ve edebiyatın köklü bir geleneği vardır. Fakat son yıllarda bu gelenek fetret dönemini yaşamaktadır. Şimdilerde bu şehirde birkaç göstermelik festivalin dışında ciddi faaliyetler yapılmamaktadır. Ucuz eğlencelerle kıymetli vakitler öldürülmektedir. Kahveler olup taşarken kütüphaneler viran bir görüntü arz etmektedir.

    Eskiden Trabzon şehrimizde ramazan ayında fuarlar düzenlenirdi. Ramazan gecelerinde teravih namazından sonra halk bu fuarlara koşardı. Yazarlar gelirdi. Gündüz iftara kadar buralarda dolaşır, kitapların dünyasında soluklanırdık. Fakat uzun zamandan beri ramazan ayında ciddi kitap fuarları düzenlenmiyor. Ramazanların da içi boşaltılmış anlaşılan.

    Sözün özü şu ki millet olarak, Trabzon olarak ciddi manada okumuyoruz. Birileri bizim adımıza okuyor, yazıyor ve düşünüyor. Bizler ne mi yapıyoruz, verilen emirleri onaylıyoruz. Üç yüz-beş yüz kelimeyle yaşayıp gidiyoruz. Mevcut sistem; okumayan, sorgulamayan, onaylayan bir insan modelini benimsiyor. Çünkü okuyan koyunlaşmaya rıza göstermiyor. Oysa bizler hayatı, tarihi ve coğrafyayı dizilerden öğreniyoruz.

    Bizde okuma alışkanlığı yok. Aslında okuma geleneği Osmanlı’da fazlasıyla mevcuttu. Fakat bu güzel hasleti devam ettiremedik. Zira bugünkü eğitim sistemi okumayı, yorum yapmayı teşvik etmiyor, ezberi ve dikte etmeyi bir heyula gibi karşımıza dikiyor.

    Televizyon, hayatımızı çepeçevre kuşatmış bir afet… Günün 3–5 saatini bu aptal kutusuna ayıranların sayısı toplam nüfusun yarısından az değildir. Düşünmüyoruz, hayal ediyoruz. Okumadığımız için bilim de üretemiyoruz. Her şeyi, milyon dolarlar verip dışardan alıyoruz. Oysa ilk ayeti “oku” diye başlayan bir inancın temsilcileriyiz. Okumanın ibadet kabul edildiği bir inançtan süzülmüşüz. Lakin ne yazık ki ayetlere de kulak vermiyoruz.

    Kitap fuarları kitapla okuyucuyu, okuyucuyla yazarı buluşturan kültür köprüleridir. Türkiye’nin ana kentlerinde her yıl birkaç kez kitap fuarları düzenlenerek okuyucuyla kitap ve yazar yüzleştirilir. Yayınevleri, hizmeti okuyucunun ayağına getirir. Yapılan indirimlerle kitap alma ve okuma teşvik edilir. Bambaşka bir kültür atmosferi oluşturulur.

    Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Dünya Ticaret Merkezi, Zümrüt Fuarcılık ve Expo Link Fuarcılık ile birlikte Doğu Karadeniz’in gözde mekânı Trabzon’da 05 – 14 Mayıs 2007 tarihleri arasında 3. Doğu Karadeniz Kitap Kültür Sanat ve Eğitim Fuarı düzenlenmiş bulunmaktadır. Fuarın en büyük gayesi Trabzon ve çevresinin sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmesine katkıda bulunmak, kitabı okurla buluşturmak, okumayı sevdirmek, yayıncıyı ve yayınları tanıtmak, okuyan ve okutan bir gençliğin yetişmesine katkıda bulunmaktır; bu yolla, dibe vurmuş olan kitap okuma kültürünü arttırmaktır.

    Yeni yayınlanan kitapları tanıtmak, okuyucuyu yayıncıyla ve yazarlarla buluşturmak gayesiyle Zümrüt Fuarcılık tarafından Şana’da, Dünya Ticaret Merkezi’nde düzenlenen fuara pek çok yerli ve Türkiye genelinde faaliyet gösteren yayınevi katılıyor. 05–14 Mayıs 2007 tarihleri arasında açık kalacak fuar organizasyonu içerisinde çeşitli sosyal faaliyetler de düzenlenecek. Trabzonluların bu fuara ilgi göstermesini istiyoruz. Zira marifet iltifata tabidir. Söz konusu fuar faaliyetlerinin gelecekte de devam etmesi sizlerin ilgisiyle mümkün olacaktır. Çocuklarımızı kolumuza alıp kitapların dünyasının kapısını aralayalım.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 07.05.2007 - 01:39

    TRAFİK HAFTASI VE TÜRKİYE’DE KAZALAR

    M.NİHAT MALKOÇ


    Günümüzde her geçen gün trafiğe çıkan araç sayısında artış görülmektedir. Fakat trafikle birinci derecede ilgili olan karayolları altyapısında o oranda ciddi düzelmeler ve yenileşmeler görmek pek de mümkün değildir. Artık yollarımızın mevcut durumu araç trafiğinin ağırlığını taşıyamamaktadır. Durum böyle olunca kazalar kaçınılmaz olmaktadır.

    Türkiye’deki trafik kazalarının en büyük sebebi yollar değil, sürücü hatalarıdır. Pek çok sürücü hızlı araba kullanmayı bir hüner olarak görmekte ve özgürlük olarak algılamaktadır. Oysa hızlı gitme hususunda marifet şoförde değil, araçtadır. Yapılan istatistik çalışmalarına göre her yıl meydana gelen kazaların yüzde 13’ü aşırı hızdan meydana gelmektedir. Bu nedenle, hız denetimi trafikte özel bir önem taşımaktadır. Sürücü kendiliğinden hızını azaltamıyorsa ona yönelik caydırıcı cezai önlemler almak gerekir.

    Hız tutkusu insanın yapısında var olan bir şeydir. Fakat bunu disipline etmek zorundayız. Onun içindir ki trafikte hız denetimi şarttır. Hız denetiminin temel amacı, sürücülerin aşırı hız nedeniyle kaza yaptığı yol kesimlerinde, araçlarını yasayla belirlenmiş hız sınırlarında kullanmalarını sağlamaktır. Bu denetimdeki hedeflerimiz aşırı hızdan kaynaklanan kazaların çok olduğu kesimlerde kazaların azaltılması, şehir içi ve şehir dışı yollarda sürücülerin hız sınırlarına uymalarının sağlanmasıdır. Ayrıca hız denetimleri, sürücülerin daha dikkatli olmalarına, kazaların azalmasına, ölü ve yaralı sayısının düşmesine, ekonomik kaybın en aza inmesine zemin hazırlar. Görünürde cezalar canımızı acıtsa da sonuçta kazanan yine sürücüler oluyor. Onların can ve mal emniyeti sağlanıyor.

    Trafiğin de kendine göre kanun ve yönetmelikleri vardır. 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu şehirlerarası yollarda ve şehir içinde sürücülerin hangi şartlarda araç kullanacaklarına dair sınırlamalar getirmiştir. Bunlara uymayanlar kanuni müeyyidelere tabidirler. Bugünkü düzenlemeler geçmiştekilerle kıyaslanınca şimdikilerin çok daha ağır oldukları görülür. Hız sınırlarını yüzde otuzdan fazla aşmak suretiyle suçunun işlendiği tarihten geriye doğru bir yıl içerisinde aynı kuralı(hız sınırlarını yüzde otuz aşmak) beş defa ihlal ettiği tespit edilenlerin sürücü belgeleri bir yıl süreyle geri alınır. Bir yılın sonunda psiko-teknik değerlendirmeden ve psikiyatri uzmanının muayenesinden geçirilerek sürücü belgesi almasına mani hali olmadığı anlaşılanların belgeleri, sürücü belgesine el koyan Trafik biriminden veya en yakın Trafik Denetleme Şube Müdürlüğünden dilekçe ile başvurması halinde geri verilir. Bu görünürde ağır bir ceza olsa da aslında gerekli bir uygulamadır.

    Günümüzde trafikte hata yapan sürücülere tolerans tanınmamaktadır. Son yıllarda getirilen ceza puanı uygulaması caydırıcılık açısından son derece isabetli bir karardır. Karayolları Trafik Kanunu’nun suç saydığı bir fiilden dolayı haklarında ceza uygulanan sürücülere, aldıkları her ceza için, esasları yönetmelikte belirlenen ceza puanları verilir. Trafik suçunun işlendiği tarihten geriye doğru bir yıl içinde toplam 100 ceza puanını dolduran sürücülerin sürücü belgeleri 2 ay süre ile geri alınır ve eğitime tabi tutulurlar. Böyle bir uygulamadan dili yananın göz göre göre hata yapması uzak bir ihtimaldir.

    Ceza puanı, yani puanların belli miktarlarda silinmesi uygulaması sürücüleri daha dikkatli araç kullanmaya mecbur ediyor. Zira aynı yıl içinde ikinci defa 100 puanı dolduran sürücülerin sürücü belgeleri 4 ay süre ile geri alınarak psiko-teknik değerlendirmeye ve psikiyatri uzmanının muayenesine tabi tutulurlar. Muayene sonucunda sürücülük yapmasına engel hali bulunmayanların belgeleri, süresi sonunda iade edilir. Bir yıl içinde üç defa 100 ceza puanını dolduran sürücülerin sürücü belgeleri süresiz olarak iptal edilir. Ölümle sonuçlanan trafik kazalarına asli kusurlu olarak sebebiyet veren sürücülerin sürücü belgeleri ise bir yıl süre ile geri alınır. Bunlar yerinde uygulamalar bence…

    Ülkemizdeki trafik kazaları diğer ülkelerdekilerle kıyaslanınca bizdekilerin miktar olarak çok daha fazla olduğu, ölüm ve yaralanma olaylarının neticesinin ağır olduğu görülür. Millet olarak bu trafik vahşetini hep birlikte ortadan kaldırmalıyız. Araç kullanırken cep telefonuyla konuşmamalıyız. Arabayı kenara çekip öylece konuşmalıyız. Uykuluyken direksiyon sallamamalıyız, iyice dinlendikten sonra şoför koltuğuna oturmalıyız. Alkol almamalıyız, alsak da o halde yola girmemeliyiz. Trafik görevlilerinin ve sabit işaret levhalarının yönlendirmelerine uymalıyız. Birkaç dakikanın hesabını yapıp risk almamalıyız. Geç olsun ama güç olmasın. Varsın birkaç dakika geç varalım yerimize. Bilmeliyiz ki bu dünya yaşanmaya değer… Ölüm baş yastıkta daha güzeldir.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 02.05.2007 - 23:31

    TÜRK KÜLTÜRÜNDE HIDRELLEZ GÜNÜ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Çok zengin bir kültürel birikimimiz vardır. Anadolu’nun dört bir köşesi bunun nişaneleriyle doludur. Fakat bunların kıymetini bildiğimiz söylenemez. Hatta ülkemizde bu zenginliğin farkında olmayan, Avrupa’ya gıpta eden, Batı’nın kültürel kaynaklarından beslenmeyi marifet sayan özüne yabancılaşmış sözde aydınların sayısı hiç de az değildir.

    Anadolu, dostluğun ve kardeşliğin doyumsuz güzelliklerinin yaşandığı bir toprak parçasıdır. Bu coğrafyada nice güzellikler paylaşılmıştır bugüne dek… Farklılıklarımız gökkuşağının renkleri misali apayrı bir zenginlik ve güzellik katmış kültür atlasımıza. Bazıları, farklılıklarımızı çatışma unsuru haline dönüştürmenin çirkin ve aşağılık mücadelesini vermişse de sağduyu her zaman galip gelmiştir. Dostluk ve kardeşlik daima kazanmıştır. Zira doğruların aydınlığı, yalanların karanlıklarını bastırmaya muktedirdir.

    Müspet geleneklerini yaşatmayan milletlerin devamına imkân yoktur. Onlar milleti kaynaştıran çimento kabilindendir. Geleneklerimiz ceddimizin bize mirasıdır. Geleneklerimiz hayat tarzımızı ve dünyaya bakış açımızı yansıtırlar. Atalarımıza saygı duyuyorsak bunları yaşatmak da boynumuzun borcudur. Fakat olumsuz gelenekleri de cahillik sayıp bir an evvel terk etmeliyiz. Töre cinayetlerini bu grup içerisinde sayabiliriz.

    Türk kültürünün en mühim unsurlarından biri de her yıl Mayıs ayının altısında kutlanan Hıdrellez bayramıdır. Bu, mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Türkiye’de ve Türk dünyasında benimsenen bir bayramdır. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında hıdrellez şeklini almıştır.

    Hıdrellez iki tabiat bayramından birisidir. Öteki de nevruzdur. Hıdrellez; “ederlez, idernez, hıdırellez” biçimleriyle de söylenir. Bilindiği üzere Hızır inancı bizim kültürümüzde apayrı bir yer tutar. Bununla ilgili atasözlerimiz de vardır. Bunlardan en önemlisi” Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” şeklinde ifade edilenidir. Hatta “Hızır gibi yetişmek” diye ifade edilen deyimimiz de bu inancın kültürümüze yansımasından başka bir şey değildir.

    Halkımız birikimlerini geleceğe taşımıştır. Kültürümüz o birikim üzerine temellendirilmiştir. Halk inançlarına göre sene, yaz ve kıştan ibarettir; kış altı ay, yaz da altı ay sürer. Yaz mevsimi hıdrellezde başlar ve 7–8 Kasım’da sona erer. Kış mevsimi de bu tarihte başlar, hıdrelleze kadar devam eder. Hıdrellez gününün de öğleye kadar kış, öğleden sonra yaz olduğunu söylerler. O gün halk büyük bir neşe içerisinde kırlara çıkar. Piknik yapılır. İp atlanılır, salıncakta sallanılır. Hatta bazı yörelerde salıncakta sallanmakla günahların döküldüğüne inanacak kadar bu işe kendini kaptıranlar görülmektedir. Üç yıl yaşadığım Türkmenistan’da bu inanç yaygındı. Bu yüzden o gün salıncak kavgaları olurdu.

    Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs, eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır. Halk arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir olaydır. Yani halk 6 Mayıs’ta iki mevsimli dünyalarında büyük bir değişimi ve dönüşümü yaşamaktadır.

    Milletimizin geçmişten bugüne taşıdığı değerlerden biridir hıdrellez… Halk tarafından benimsenmiş, 6 Mayıs günü hiçbir özel çağrı yapılmamasına rağmen bu hususi gün geniş katılımlarla kutlanagelmiştir. Bu yönüyle milletimizi kenetleyen, bir araya getiren güçlü bir bağ olmuştur. Hızır’ın mahiyeti kesin olarak bilinmese de onunla ilgili rivayetler çoktur. Hızır inancının yaygın olduğu ülkemizde Hızır’a atfedilen özelliklerin bazıları şunlardır:

    “Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir. Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eder. Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar. Dertlilere derman, hastalara şifa verir. Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar. İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder. Uğur ve kısmet sembolüdür. Mucize ve keramet sahibidir.”

    Hıdrellez yazın güzelliklerini coşkuyla kucaklamaktır. Tabiata sığınmaktır bir anlamda… Ağaçlara, ekinlere el açmaktır. Uyanan toprağın suyla buluşarak güzelliklere kanatlanmasıdır. Hıdrellez bolluk ve bereketin müjdecisidir. Toprağın cömertliğinin ve güler yüzünün şahlanışıdır. Bu yüzden halkımız hıdrelleze çok büyük değer verir. Bu günle ilgili inançlar çoktur. Bu inançlar çok eski dönemlere dayanır. Fakat bu davranışların önemli bir kısmının mantıklı bir dayanağı yoktur. Fakat halk onları benimsemiş ve bugüne kadar getirip yaşatmıştır. Bu günde yapılması gereken şeyleri şöyle sıralayabiliriz:

    Hıdrellez gece ibadetle geçirilir. Ertesi gün temiz giyimli olarak dolaşmak gerekir. Bunun için en güzel elbiseler giyinilir. Evde genel temizlik yapılır. Çeşitli yiyecekler hazırlanır. Hıdrellez günü için, yumurta kaynatılır. Ağzı açık bükme, katmer, börek, irmik helvası vb. gibi yemekler hazırlanır. Hıdrellez sabahı erken kalkmak uğurlu kabul edilir. Sabahleyin dua edilmesi, dilek ve temennilerde bulunulması, toplu olarak ailece yemek yenilmesi, Kuran kıraati, sabah namazından önce kabir ziyareti yapılması gereken adetler olarak görülmektedir. Bu günde kadınlar ellerine ve ayaklara kına yakar. Dilekler bir kâğıda yazılarak akarsuya bırakılır. Mesela İzmir ve çevresinde dilek kâğıtları Hıdrellez sabahı denize bırakılmaktadır. Nişanlı çiftler arasında karşılıklı hediyeler gönderilir.

    Hıdrellez günü evler ilaçlanmaz. Nasip süpürülür inancı ile bazı bölgeler de evler süpürülmez. Kuru baklagiller bir torba içinde bahçede ağaçlara asılır. Hıdır Baba’nın kamçısıyla bunlara dokunması ve bereket getirmesi dileği tutulur. Buna benzer biçimde ev, araba, çocuk ziynet eşyası resimleri de yapılarak bahçede muhtelif yerlere asılır.

    Evde kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalan genç kızların başları üzerinde Hıdrellez günü yeni kullanılmamış kilit açılır. Hıdrellez günü, açların doyurulmasına, dargınların barıştırılmasına, üzüntülü olanların sevindirilmesine çalışılır. Hıdrellezde içki içilmez, kumar oynanmaz. Yoğurt çalınır. Ancak maya kullanılmaz. Yoğurdun tutması halinde eve Hıdır’ın uğradığına inanılır. Hıdrellez günü kırlara gidildiğinde hıdrellez azığını çalma âdeti yaygındır. Evin pencere ve kapıları kapatılmaz. Bunlar böylece sıralanır gider… Bunlar gelenektir. Mantıklıdır, değildir tartışmasının yapılması yersizdir. Zira halk bunları benimsemiştir.

    Hıdrellez günü yapılması şart olan işlerin yanında yapılmaması gereken işler de vardır. Halkımız bugün yapılması gereken işler konusunda gösterdiği hassasiyeti, yine o gün yapılmaması gerektiğine inandığı işlerde de gösterir. Bugün içerisinde şunlardan kaçınılır:

    Hıdrellez günü sabah erkenden kalkmayan kişinin işleri ters gider. Geç kalkmak kusur addedilir. Hıdrellezde salıncakta sallanmayanın o yıl çeşitli rahatsızlıklarla karşılaşabileceğine inanılır. Salıncakta sallanma bir bakıma ateş üzerinden atlama şeklinde o yıl için sağlık ve sıhhat dileği geleneği ile aynıdır. Hastalıkların, dertlerin sallanma sırasında döküleceğine inanılır. Hıdrellez günü çamaşır yıkanmaz. Yünlü giyecekler güneşe çıkarılır. Hıdrellez günü un elenmez ve ekmek yapılmaz. Yeşil ot, dal veya çimen koparılmaz. Çiçek toplanmaz. Bağ ve bahçelerde çalışılmaz, tarlaya gidilmez. Hıdrellez günü akşama kadar un kabına veya hamur tahtasına el sürülmez. Eve kuru çalı-çırpı götürülmez…

    Halkın inançlarıyla alay etmek, onları küçümsemek, çağdışı bulmak soysuzluğa işarettir. Türk milleti, geçmişine sahip çıkmasıyla ve değerlerini yaşatmasıyla bugünlere gelmiştir. Yarınlarımızın aydınlık olması için aynı yolda ve çizgide ısrarla yürümeliyiz.

    Geleneklerimizi yaşamak ve yaşatmak vazifemizdir. Onları birlik ve beraberlik vesilesi saymalıyız. Hain odaklar bizleri birbirimize düşürmek için bu güzel hasletlerimizi kötüye kullanmaya çalışacaklardır. Onların çirkin oyunlarına gelmeyeceğiz. Cehaleti yüzünden bu oyunlara gelenlerin elinden tutup onların, söz konusu hadiselere basiret nazarlarıyla bakmalarını sağlamalıyız. İnsanları dışlamak hiçbir zaman çözüm olmamıştır. Bu ülke değerleriyle muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacaktır. Hıdrellez günü kutlu olsun.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 01.05.2007 - 01:26

    KANUNİ HAFTASI VE TRABZON

    M.NİHAT MALKOÇ


    İnsanın 46 yıl boyunca başarıdan başarıya koşan bir padişahla hemşehri olması apayrı bir gurur kaynağıdır. Trabzonlular olarak bu haklı gururu doyasıya yaşıyoruz. 27 Nisan 1494 senesinde Trabzon’da doğan Kanuni Sultan Süleyman 72 yıllık hayatına akıl almaz başarılar sığdırmıştır. Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim ile Ayşe Hafsa Sultan’ın oğlu olan Sultan Süleyman pek çok Osmanlı şehzadesi gibi kendini çok iyi yetiştirmişti. Müstakbel padişah olacağını çok iyi biliyordu. Onun için bilim, tarih, din, edebiyat, askerlik hususlarında engin bir bilgi ve görgü dağarcığına sahipti. Tam donanımlı bir insandı.

    Cihan padişahı Sultan Süleyman, çocukluğunu Trabzon’da yaşamıştır. Bu topraklarda onun ayak izi ve yüreğinin rayihası vardır. Dünyayı kendisine hayran bırakan ve üç kıtada at koşturan bu büyük sultan, Osmanlı Devleti’nin en görkemli yıllarına şahit olmuştur. Çöküş dönemi padişahlarından biri olan Sultan İkinci Abdülhamit’e kıyasla, onun çok şanslı bir adam olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zamanında dünya çapında ilgi gören ve takdir toplayan kanunlar çıkardığı için “Kanuni” sıfatıyla anılmıştır. Pek çok Osmanlı padişahı gibi o da şiirle meşgul olmuştur. Müstakil bir Divan oluşturacak hacimde şiirleri vardır. Edebiyatçı kimliği de ön plana çıkmış, şiirlerinde “Muhibbi” mahlasını kullanmıştır.

    Trabzonlular Kanuni’yi çok sevdikleri için onun adını ısrarla ve büyük bir zevkle yaşatmaktadırlar. Trabzon’daki pek çok yerde ve eserde onun adı vardır. Kanuni Evi, Kanuni Parkı, Kanuni Köprüsü, Kanuni Anadolu Lisesi, Kanuni İlköğretim Okulu, Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Vakfı bunlardan sadece birkaçıdır. Bu, vefanın ve kadirşinaslığın bariz göstergesidir. Trabzonlularda da bu üstün özellikler fazlasıyla vardır.

    Son yıllarda Trabzon’da Kanuni Sultan Süleyman daha organize tören ve etkinliklerle anılıyor. Birkaç saatle geçiştirilmiyor. Törenler bir hafta boyunca sürüyor. Bunda en büyük pay hiç şüphe yok ki Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Vakfı’nındır. Bu güzide kurum, 1995 yılında zamanın Trabzon Valisi Alaattin Yüksel, zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de destekleri ile Kanuni Sultan Süleyman adına kurulmuştur. Şu anda faaliyetlerin organizatörlüğünü Prof. Dr. Ali Baki Bey büyük bir titizlikle ve başarıyla gerçekleştiriyor.

    Kanuni Haftası bu yıl da muhteşem tören ve etkinliklerle gerçekleştirildi. Kanuni Haftası kapsamında Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Vakfı tarafından organize edilen ve her yıl geleneksel olarak kutlanan Kanuni Sultan Süleyman’ın doğumu etkinlikleri kapsamında öncelikle Kanuni Yürüyüşü düzenlendi. Trabzon Lisesi önünden başlayan yürüyüş, Ortahisar’da bulunan Kanuni Evi’nin önünde sona erdi. Yürüyüş sırasında temsili Kanuni Sultan Süleyman’ın at üzerinde yürüyüşe katılması ve protokolde yer alması dikkat çekti. Vatandaşlar yürüyüş sırasında temsili padişaha büyük ilgi gösterdi. Kanuni Evi’nin önünde devam eden etkinlikte Trabzon Belediyesi Mehteran Takımı kısa bir konser verdi. Konserin ardından konuşan Trabzon Valisi Nuri Okutan; Kanuni Sultan Süleyman’ın üç kıtaya hükmederken, emperyalist güçlere karşı koymayı ve buradaki ülkeleri sömürmeyi değil buralarda adaleti sağlamayı ve âleme nizam vermeyi amaçladığını söyledi.

    Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ali Baki ise Kanuni Sultan Süleyman’ın dünyanın en büyük kanun yapıcılarından biri olduğunu ve yönetici olarak nasıl bir cihan padişahı olduğunu anlattı. Başkan Baki, Kanuni Sultan Süleyman gibi cihan padişahının Trabzon’da doğup 15 yaşına kadar bu kentte eğitim görmesinin gurur verici olduğunu ifade etti. Konuşmaların ardından Kanuni Resim Sergisi’nin açılışı yapılırken, katılımcılara geleneksel Kanuni Pilavı ikram edilmesiyle etkinlik sona erdi.

    Osmanlı hiçbir zaman sömürü amaçlı seferlere çıkmadı. Onların birinci meselesi İslamiyeti daha uzaklara götürerek üzerlerine yük olan tebliğ vazifesini hakkıyla yerine getirmekti. Bunu da ömürleri boyunca büyük bir maharetle gerçekleştirmişlerdir. Kanuni Haftası’nda emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Bu faaliyetler Trabzon’u güzelleştiriyor.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 24.04.2007 - 22:33

    TRABZON BÜYÜK BİR DEĞERİNİ KAYBETTİ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Trabzon, her devirde çalışkan ve gayretli insanlar çıkaran müstesna bir şehirdir. Buradan çıkan nice insan, yurdun değişik yerlerinde üstün başarılara imza atmıştır. Bazıları yurtdışına açılarak başarılarına uluslar arası bir nitelik katmıştır. Bu bölgenin insanı başarısızlığa asla tahammül edemez. Ne eder eder sonunda kazanır. Bu özelliklerinden dolayıdır ki Trabzon’dan çıkan insanlar iş hayatında hep muvaffak olmuşlardır.

    Birkaç gün evvel genç sayılabilecek bir yaşta(51 yaşında) kaybettiğimiz İstanbul Minibüsçüler Odası Başkanı Ali Kemal Aktürk de iş hayatında kısa zamanda başarılar elde eden bir isimdi. O, küçük yaşlarda Trabzon’dan yola çıkarak kısa zamanda iş hayatındaki zorlu merdivenleri bir bir çıkmıştır. Azmiyle ve gayretiyle bütün engelleri aşmasını bilmiştir.

    Aktürk’ün hayalleri, hiç olmadık bir zamanda ortaya çıkan lösemi(kan kanseri) teşhisiyle yıkılmıştı. Fakat hastalığı yeneceğine olan inancı tamdı. Zira yapacağı hizmetler vardı. Memleketine yeni yatırımlar planlamaktaydı. Mesela Trabzon şehir merkezine eli öpülesi insanlar için, öğretmenler için modern bir öğretmen evi yaptırmayı düşünüyordu. Bu nedenle hiç zaman kaybetmeden tedavi için ABD’ye gitmişti. İyileşerek geri dönecekti. Fakat tedavi süreci düşünüldüğü gibi geçmedi. Tedavi gördüğü ABD’de aniden hayatını kaybetti.

    Aktürk her şeye sıfırdan başlamış bir iş adamıydı. İstanbul gibi insan öğüten bir değirmene ayak bastığında kendisini nelerin beklediğini o da bilmiyordu şüphesiz. İlk olarak muavincilikle başlamıştı işe. Bir gün muavincilik yaptığı minibüslerin organizasyonunda görevli birinci adam olacağını nerden bilebilirdi? Fakat çalışanın bir gün mutlaka başarılı olacağına dair örnekler saymakla bitmezdi. O da bu başarılı insanlar kervanının bir yolcusu olabilirdi. Nitekim oldu da… Kısa zamanda iş hayatına damgasını vurdu. İstanbul’da adından söz edilen bir kişi haline geldi. Giriştiği her işte başarılı oldu. Çünkü azimli ve gayretli bir insandı o… İçindeki Trabzon sevgisi her şeyin fevkindeydi.

    Trabzon için mühim bir değerdi O… Çünkü o Trabzon dışında kazandığı paraları doğup büyüdüğü şehre yatırmıştı. Bütün yatırımlarını memleketi Maçka’ya yapmıştı. Bunu yaparken kâr zarar hesabı içerisinde olmamıştı hiçbir zaman... Trabzon ve Maçka sevgisi her şeyin üstündeydi onun için… Bunu defalarca yatırımlarıyla ispatlamıştı zaten…

    Trabzonlu işadamları ülke çapında büyük başarılara imza atsalar da bu kişilerin çoğu yatırımlarını büyük şehirlere yapmışlardır. Doğup büyüdükleri, havasını teneffüs ettikleri, suyunu kana kana içtikleri memleketlerini çabuk unutmuşlardır. Ali Kemal Aktürk böyle yapmamıştır hiçbir zaman… Maçka gibi küçük bir ilçeye iki otel yaparak doğduğu topraklara duyduğu derin sevgisini göstermiştir. O, bu yönüyle diğer iş adamlarının bir adım önünde yer almıştır. Üstelik küçük bir ilçeye beş yıldızlı otel yapma riskini sırtlamış, kâr zarar hesabı yapmamıştı. Bu otellerde pek çok insana ekmek kapısı açmıştı.

    Ticari mantıkla düşünen hiç kimse Aktürk’ün Maçka’ya bir değil, iki otel birden yaptırmasını bir türlü anlayamamıştı. Çünkü bu kadar yüklü paralarla yapılan oteller, giderleri karşılayabilecek miydi acaba? Bu durum merhum Aktürk’ün umurunda değildi. Kâr düşüncesiyle hareket etseydi otellerini Antalya gibi bir turizm merkezine yapar, paraya para demezdi. İşte bu noktada Aktürk’ün memleket sevgisi devreye girerek bütün hesapları devre dışı bırakmıştı. Trabzon diyor, başka bir şey demiyordu.

    Ali Kemal Aktürk hayırsever bir insandı. Parasını hayır işlerine harcamaktan büyük keyif alıyordu. Maçka’da babası adına hastane yaptırmıştı. Bununla da yetinmemiş bir de sağlık ocağı inşa ettirmişti. O aynı zamanda bir eğitim gönüllüsüydü. Trabzon’da Fatih İlköğretim Okulu’nu yıktırıp son derece modern bir okul inşa ettirmişti yerine.

    Onun Trabzonspor sevgisi kelimelerle ifade edilecek cinsten değildi. Bir zamanlar bu güzide kulübün Başkan Yardımcılığı vazifesini onurla yerine getirmişti. O zamanlar kulübe maddi katkıda da bulunmuştu. Bir ara kulübe başkan olmak için yarışa girmiş, fakat daha sonra olaylar istediği gibi gelişmemişti. Harbi, açık sözlü ve cesur bir kişiliği vardı onun. Bir ara Mehmet Ali Yılmaz’ın tek adamlığına bile bayrak açmıştır.

    Ölümün ne zaman, nerede, nasıl geleceği kestirilemiyor işte. Bir gün bütün hesaplar bozuluyor. Aktürk için de öyle oldu. Daha nice hizmetler yapacağı bir yaşta aramızdan ayrıldı. İstanbul Minibüsçüler Esnaf Odası Başkanı Ali Kemal Aktürk’ün cenazesi, Trabzon’un Maçka ilçesinde düzenlenen törenin ardından toprağa verildi.

    Aktürk için, Maçka ilçesinde yaptırdığı Sümela Oteli önünde düzenlenen törene, ailesi, Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Özak, eski bakanlardan Eyüp Aşık, Vali Nuri Okutan, Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu, Maçka Belediye Başkanı Ertuğrul Genç, AK Parti Trabzon İl Başkanı Ahmet Metin Genç ile çok sayıda vatandaş katıldı. Aktürk’ün cenazesi, törenin ardından ilçeye bağlı Mataracı mevkiindeki aile kabristanlığına defnedildi. Allah, yaptığı hizmetlere karşılık taksiratını affetsin. Trabzonluların ve özellikle Maçkalıların başı sağ olsun. Umarım mirasçıları onun yolundan giderek hizmetlerini devam ettirirler. Maçkalılar Ali Kemal Aktürk adını en azından bir caddeye vererek yaşatmalıdır. Çünkü onun gibi memleket severler kolay yetişmiyor. Yetişenleri yaşatmalıyız ki başkalarına teşvik olsun.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 24.04.2007 - 00:29

    İNTERNET KİRLİLİĞİ

    M.NİHAT MALKOÇ


    Daha dün diyebileceğimiz yakın zamana kadar ‘internet’ diye bir bilgi kaynağı yokken söz konusu vasıta bugün hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Dünyayı saran bu geniş ağ, pek çok sorunları da beraberinde getirmektedir. Gerçi hemen her şeyin faydasının yanında zararlı yanları da olabilmektedir. İnterneti de bu bağlamda ele alıp değerlendirmek gerekir.

    İnternet, birçok bilgisayar sisteminin birbirine bağlı olduğu, dünya çapında yaygın olan ve sürekli büyüyen bir iletişim ağıdır. İngilizce kökenli bir kelimedir. Orijinal telaffuzu “Internet” şeklindedir. Fakat bizde “İnternet” biçiminde söylenmektedir.

    Öncelikle internetin faydalı yönlerinden bahsetmek gerekir. Zira doğru söylemek gerekirse faydalı yönleri zararlı olanlardan daha çoktur. İnternet öncelikle dev bir kütüphanedir. Bir tuşa basarak milyonlarca sayfayı önünüze getirebilirsiniz. Bu yönüyle zamanı öğüten bir araç olmasının yanında, zamandan tasarruf sağlayan bir araçtır da… Bu yolla üretilen bilgiler saklanmakta ve geniş kitlelerle paylaşılmaktadır. Bütün mesele paylaşılan bilginin insanoğlunun faydasına mı, yoksa zararına mı olduğudur.

    İnternetin hem zaman öğüten bir değirmen, hem de zaman üreten, daha doğrusu zamandan tasarruf sağlayan bir vasıta olduğunu söyledik. Gerçekten de öyledir. İnsanlarımız zamanlarının büyük bir çoğunluğunu internetin karşısında geçirmektedirler. Artık evlerde sohbet etme, hal hatır sorma yok oldu gitti. Evde baba haberleri izler, anne diziye takılır, çocuk bilgisayarda oyunlarla vakit öldürür. Aileyi oluşturan fertler doğru dürüst birbirlerinin yüzüne bile bakamaz. Kimse kimsenin derdini paylaşacak zaman ve mecal bulamaz.

    İnternet araştırma yapacak olan insanlar için biçilmiş kaftandır. Milyonlarca sayfalık doküman bir tuşa el değdirmenizle karşınıza çıkabilir. Kütüphanelerin tozlu raflarına mahkûm değilsiniz. Evden çıkıp kilometrelerce uzaklara gidip kaynak aramanıza da gerek yok.

    İnternet yazılı kuralları olmayan bir platform olduğu için bugün ciddi meselelerle karşılaşılmaktadır. Gerçi son zamanlarca bir kısım düzenlemeler yapılmaya çalışılsa da bu alanda alacağımız pek uzun bir yol bizi beklemektedir. Sanal ortamın kontrolü sanıldığı kadar kolay değildir. Kanuni düzenlemeler tek çözüm olamamaktadır. Gerçi belirlenen kurallara uymayan, kişisel hakları ihlal eden pek çok siteye ulaşım kanunen engellenmektedir. Televizyon karartmanın yanında bir de portal karartma tabiri girdi teknolojik literatürümüze.

    İnternet hız demektir aynı zamanda. Daha doğrusu bu araç hızı çağrıştırmaktadır bize. Son senelerde çoğumuz postahanelere uğramaz olduk. Çünkü üç gün ile bir hafta arasında yerine ulaşan mektuplarımız artık anında muhatabına erişmektedir. Üstelik tek kuruş bile ödemeden. Telefon faturaları da kabarık gelmiyor artık. Zira MSN denen iletişim vasıtası bizlere sesli ve görüntülü iletişimi sağlıyor. Hasret, dokunmaktan ibaret kaldı. Dokunmanın dışında hasret yok gönül lügatlerimizde. Anında sınırsız haberleşme hayal değil günümüzde.

    İnterneti bir demokrasi platformu olarak da nitelendirebiliriz. Çünkü herkes benimsediği görüşleri bu ortam içerisinde kitlelerle paylaşmaktadır. Yumruklar değil, fikirler konuşmaktadır. İnsanlar hayata daha geniş perspektiflerden bakabilmektedir.

    Bu arada internet insanları yalnızlaştırmaktadır. Zira bu bilgisayar denen aletin karşısına geçen insan, her şeyi sanal pencereden seyretmektedir. Gerçekler sanal sihre bürünerek yayılma imkânı bulmaktadır. Yüz yüze olmayan insanlar bazen birbirlerine saldırgan ifadelerle hitap edebilmekte, sanal ortamda da olsa ahlak rafa kaldırılmaktadır.

    İnternetin en çirkin yüzü de pornografik yönüdür. İnternetin bütün faydalarını terazinin bir kefesine, pornografik yanını öbür kefesine koysak menfi olan pornografik yönü ağır gelmektedir. Bu yolla ahlak bir paçavra gibi çöpe atılmakta, çöpteki menhiyat baş tacı edilmektedir. Özellikle çocuklarımız bu mezbeleliklerde kaybolup gitmektedir.

    İnternet kirliliği geleceğimizi ciddi bir biçimde tehdit etmektedir. Buna köklü ve kalıcı bir önlem alamazsak bir gün gelecek, yarınlarımızın teminatı çocuklarımızı tanıyamayacağız.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 23.04.2007 - 23:35

    TÜRKİYE VE TURİZM

    M.NİHAT MALKOÇ


    İnsanoğlunun, yaşadığı yer dışındaki değişik yerleri görme isteği turizmi doğurmuştur. “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” demiş atalarımız. Gerçekten de öyle değil midir? Canımızın çok sıkıldığı durumlarda bulunduğumuz ortamı terk ederek biraz olsun rahatlarız. Çünkü iç dünyamızın karardığı hallerde yaşadığımız çevre güzel de olsa bizi yorar.

    Günümüzde sanayi, ulaşım ve haberleşmenin hızla gelişmesi turizmi ileri noktalara götürmüştür. Artık ülkeler arası yolculuklar birkaç saat içerisinde gerçekleştiriliyor. Yol yorgunluğu meselesi yok dersek yeridir. Çünkü ulaşacağımız yere çok kısa zamanda varıyoruz. Üretimde insan gücüne duyulan ihtiyaç çok daha azalmıştır. Artık daha az zamanda daha çok üretim yapılabiliyor. Böylelikle de insanlara daha çok zaman kalıyor. Bu arada insanlarımızın refah düzeyi düne nazaran çok daha artmıştır. Bunun içindir ki kişiler gezmeye daha fazla kaynak ayırabilmektedirler. Bu gibi nedenler turizme hizmet eden etkenlerdir.

    Günümüzde turizm, sanayi kadar önemli bir gelişmişlik göstergesidir. Pek çok milletler bu sektörden elde ettikleri dövizlerle sanayinin belirgin olarak gelişmiş olduğu devletler seviyesine yükselmişlerdir. İspanya bunlardan birisidir. Dünyada turizmden aldığı payla kalkınan ülkeler arasında önde gelen İspanya, bu sektöre ciddi yatırımlar yapmaktadır. Vermeden almak olmaz. Öncelikle yatırım yapacaksınız ki kazanç elde edebilesiniz.

    Turizmde amaç dinlenmek, eğlenmek, değişik yerleri görüp tanımaktır. Turist iyi hizmet ve güler yüz bekler, gayet tabii olarak parasının karşılığını eksiksiz olarak almak ister. Bu onun en doğal hakkıdır. Bu sektöre yatırım yapanların bunları göz önünde bulundurması gerekir. Tesislerin modernliği yanında hizmet kalitesini de asla yabana atmamak gerekir.

    Türkiye, turizm potansiyeli bakımından dünyada hatırı sayılı bir yere ve konuma sahiptir. Fakat ülkemizde turizm ne hikmetse dar bir bölgeye hapsedilmiştir. Türkiye’de turizm deyince hiç şüphesiz ki öncelikle Antalya akla gelmektedir. Turizmciler en büyük yatırımlarını bu şehrimize yapmışlardır. 81 vilayeti olan bir ülkenin turizmi bir şehre mahkûm etmesi akılla açıklanacak bir durum değildir. Antalya’nın ikliminin ve çevre özelliklerinin eşsiz olduğuna itirazımız yoktur. Fakat Türkiye, Antalya’dan ibaret değildir. Hem turizm deyince sadece deniz gelmez akla. Alternatif turizm alanları da mevcuttur.

    Yıllardan beri Karadeniz Bölgesi turizmden hak ettiği payı alamamaktadır. Oysa Karadeniz’deki doğal güzellikleri başka bir yerde bulmanız mümkün değildir. Özellikle yemyeşil doğal bitki örtüsü, denizi ve özellikle yaylaları görülmeye, yaşanmaya değerdir. Fakat bugüne kadar Karadeniz’de turizme ciddi bir yatırım yapılmamıştır. Turizmden nasiplenenler bu bölgeyi hep ihmal etmişlerdir. Bu bakir topraklar turizmcilerin ilgisini ve yatırımını beklemektedir. Şüphesiz ki bu bölge turizme açılırsa sektör nefes alacaktır.

    Türkiye’de turizm geliştikçe ekonomi rahatlamaktadır. Çünkü bu sektör ülkeye ciddi döviz girdisi sağlamaktadır. Bunun yanında pek çok yan sektörü de canlı tutmaktadır. Öncelikle istihdamı artırmaktadır. Böylelikle işsizlik yarasına neşter vurulmaktadır.

    Türkiye’de turizm hususunda öncelikli olarak yapılması gereken şey, turizm sezonunu 12 aya yaymaktır. Çünkü bugünkü haliyle turizm sezonu yazla sınırlıdır. Oysa ülkemizde kış turizmi için müsait mekânlar mevcuttur. Kayak turizmi için Uludağ, Palandöken, Kartalkaya, Zigana gibi yerler çok uygundur. Su sporları da dikkate alınması ve üzerinde durulması gereken bir alandır. Ya yaylaların güzel suyuna ve havasına ne demeli… Bunlarla birlikte pek çok inanca beşiklik eden bu topraklarda kültür ve inanç turizmini ayağa kaldırmalıyız. Bu güzellikleri uzaktan seyredecek miyiz? Bu sahaların değerlendirilmesi gerekir. Bunun gibi alternatif turizm kaynaklarının sektörün canlanmasına zemin hazırlayacağı muhakkaktır.

    Türkiye’nin turizm faaliyetlerini AB standartlarında gerçekleştirmesi için mevcut politikasını acilen gözden geçirerek yeniden düzenlemesi gerekir. Çünkü mevcut kanun ve yönetmelikler Avrupa ölçeğinin gerisindedir. Bu hususta zaman kaybetmemeliyiz.

    Cevap Yaz
  • Nihat Malkoç
    Nihat Malkoç 23.04.2007 - 19:08

    ÇOCUK OYUNLARI VE GÜL PRENSES

    M.NİHAT MALKOÇ


    Günümüzde tiyatroya duyulan ilgi her geçen gün azalmaktadır. Bunun en büyük nedeni televizyonlarda mantar gibi çoğalan diziler ve gençlerimizi peşinden sürükleyen bilgisayar oyunlarıdır. Çocuklar tiyatroyu değil, bunları tercih ediyorlar. Çünkü tiyatroya gitmek az da olsa fedakârlık gerektirir. Evden çıkacaksın, para vereceksin. Oysa televizyon için bunların hiçbirine gerek yok. Kumandanın tuşuna bastınız mı her şey halloluyor. Koy arkana minderi, uzan koltuğa sereserpe…Keyfince seyret! ...Keza bilgisayar oyunları için de durum bundan farklı değildir. Kim tiyatro binasına kadar gidecek, para verip bilet alacak?

    Dizilerde rol alanlar genellikle gençlerin özendiği tipler… Herkesin hayranlık duyduğu bir veya birkaç şöhretli isim var her dizide. Medya, istediğini şöhret yapıyor kısa zamanda. Gençlerimize ve çocuklarımıza model olarak sunuluyor bu şişirilmiş sözde şöhretli isimler. Onlara fazla bir tercih hakkı verilmiyor. Düşünen değil, kabul eden, teslim olan insan tipleri hayatımızın merkezine oturtuluyor. Orhan Veli’nin dediği gibi “Düşünme, arzu et; bak böcekler de öyle yapıyor” mertebesine getirmek istiyorlar yaratılanların en şereflisi olan insanı. Onun içindir ki tiyatro, televizyonun ve sinemanın gölgesinde kalıyor çoğu zaman...

    Tiyatro medya tarafından desteklenmiyor, aksine köstekleniyor. Üstelik televizyonlar, tiyatroda yetişmiş isimleri yüksek ücretlerle dizilere ve beyaz perdeye transfer ediyorlar. Onun için dengeler tiyatronun aleyhinde sarsılıyor. Tiyatro oyuncuları magazin batağına batmış sözde şöhretler de değil üstelik. Çoğu devletin memuru… Düzenli hayatları var. Hem diziler daha uçuk kaçık ve basit… Anlamak için düşünmek gerekmiyor. Kurul koltuğa, bırak kendini filmin akışına… Zihni fazla zorlamaya ne hacet. Basit olsun, sulu olsun…

    Acı gerçekler tiyatronun aleyhinde cereyan etse de ümitsizliğe kapılmamak gerekir. Her şeye rağmen tiyatroyu hayatımızın bir parçası haline getirmek mecburiyetindeyiz. Hayatın bir parçası olan tiyatro, kaybettiği değerini kazanmalıdır. Temsiller yurdun en ücra köşelerine götürülmelidir. Tiyatro lüks olmaktan çıkarılmalıdır. Çocuklarımızı sık sık temsillere götürmeliyiz. Onları tiyatronun o büyülü havası içerisinde soluklandırmalıyız. Tiyatro havasını teneffüs etmeyen çocuk kalmamalıdır. Devlet, tiyatroya verdiği desteği artırmalıdır. 81 vilayetin en az yarısında Devlet Tiyatroları’nın sahneleri ve ekipleri olmalıdır. Tiyatronun bir mektep olduğu unutulmamalıdır. Çocuklarımız bu kaynaktan beslenmelidir.

    Tiyatronun çocuk gelişimindeki katkıları sanıldığından daha çoktur. Tiyatroya giden çocuğun sosyalleşme süreci hızlanır. Toplum içerisinde nasıl davranılacağını, kurallara uymanın önemini bu ortamlarda daha etkili olarak fark edebilir. Yaşamadıklarından da pay çıkarmayı öğrenir. Temsilleri izleyen çocukların hissi ve zihni melekeleri gelişir, zenginleşir. Olaylara daha geniş çerçeveden bakmayı öğrenir. Hayatı bir adım ilerden izlerler.

    23 Nisan günü Trabzon Devlet Tiyatrosu Haluk Ongan Sahnesi’nde güzel bir çocuk oyunu gösterildi. Migros Mağazaları’nın maddi desteğinde çocuklarla buluşturulan oyun, çocukların gerçek bir bayram sevinci yaşamalarını sağladı. Ben de kızımı alıp tiyatroya gittim. Oyunu baştan sona bizzat seyrettim, çok da beğendim. Aslında büyüklerin de alacağı dersler var çocuk oyunlarından. Yani büyükler de zaman zaman çocuk oyunlarını seyretmelidir. Bunu en azından çocukların zevklerini keşfetmek için yapmalıdırlar.

    Rüveyda Sinanoğlu’nun yazdığı “Gül Prens” adlı oyunda Trabzon Devlet Tiyatrosu oyuncularından Fatih Topçuoğlu, Başak Anat, Ufuk Şener, Duygu Dokgöz, Burak Öner, Çağlar Maçkalı, Fatih Yurdakul, Ozan Karaahmet rol alıyorlardı. Şahsen oyuncuları çok başarılı buldum. Türkçeyi ustalıkla kullandılar. Jest ve mimiklerle oyunu zenginleştirdiler. Oyuncular rollerinin hakkını fazlasıyla verdiler. Oyunda özetle şu konu anlatılıyordu:

    “ Firavunun kızı Gül Prenses, kraliçenin çağrısıyla, gelen perilerin sözleriyle bir kuleye kapatılır. Uzun süre orada hapis kalan kız, ağabeyleri tarafından serbest bırakılır. Çıkınca bir tavus kuşu görür, onu çok beğenir. Gül Prenses, ağabeylerinden Tavus Kuşu Prensini bulup onunla evlenmek istediğini, kendisine iletmelerini söyler. Ağabeyler için zor bir görev olmasına karşın onlar bundan kaçınmaz ve maceraya atılırlar. Bu arada kötüler bu durumdan pay çıkartmak için ellerinden geleni yaparlar. Gül Prenses yerine başka bir kızı Tavus Kuşu Prensiyle evlendirmek isterler. Tavus Kuşu kralıyla evlenmek için yola çıkarılan Gül Prens’i denize atarlar. Fakat bir balıkçı onu denizde bulur, kurtarır. Daha sonra onu sevdiği prense kavuşturur. Bu arada onu denize atanlar da kısa zamanda yakalanırlar. Fakat prens ve prenses onları affeder. İkili evlenerek mutlu bir yuva kurarlar.”

    Tiyatro hem eğlendirir, hem de öğretir. Çocuk oyunlarının körpe zihinlere verdikleri mesajlar toplumun değerleriyle çatışmamalıdır, aksine öz değerlerimizi beslemelidir. Tiyatro görsel olması nedeniyle en etkili öğretim araçlarından biridir. Bunu öğretimde yaygın olarak kullanmalıyız. Fakat oyunların çocukların seviyesine uygun olması şarttır. Zira çocuk, seviyesinin üstündeki bir oyundan zevk almaz, ilgisi kısa zamanda dağılır, sıkılmaya başlar. Böyle bir öğrenciyi tiyatrodan soğutabilirsiniz. Çocuklarımızı seviyelerine uygun oyunlara götürelim ki temsillerden sıkılmasınlar, zevk alsınlar.

    Cevap Yaz

Bu şiir ile ilgili 794 tane yorum bulunmakta